Bu bölümü 2. Korintliler 10:1-6 ayetleriyle birlikte okumak yararlı olacaktır.
Hristiyan ruhsal savaşında genellikle bir eliniz sırtınıza bağlıyken savaşıyor gibisiniz. Kilisenin, Göklerin Egemenliğini düşmanın bölgesine daha etkin bir biçimde götürmesi için bizim önce düşmanın içimizdeki kalelerinin yıkıldığını görmemiz gerekir.
Pavlus Korint’teki kiliseye kaleler hakkında konuşur. Çünkü savaşımızın silahları insansal silahlar değil, kaleleri yıkan tanrısal güce sahip silahlardır. 100 Buradaki bağlam şudur: Bazı sahte öğretmenler Pavlus’un Korint’teki Hristiyanlar arasındaki hizmetini baltalamaktaydı. O da “süper ruhsal” iddialarda bulunan ve Korint’teki halkı gerçekten uzaklaştırmaya çalışan bu sahte öğretmenlere başka bir yerde “süper elçiler” diye gönderme yapar. Bu sahte öğretmenler, Pavlus’un harika bir mektup yazarı ve yazı dilinin güçlü olmasına karşın Korint’e geldiğinde gösterdiği öğretişin yani konuşma dilinin pek hayranlık uyandırıcı olmadığını söyleyerek ona gülüyorlardı.
Pavlus hizmetiyle ilgili bu çarpık görüşü ciddiye almaz. Buyruğunda olan silahların güçlü olduğuna inanır. Ne var ki, bu silahlar bu dünyadan değildir. Pavlus gösterişli silahları ve akıllı sözleri ciddiye almaz. Bu mektupta daha önce ifade ettiği gibi gizli yollarla, hileyle ya da Tanrı’nın sözünü çarpıtmayla bir işi olmayacaktır. 101
“Kaleleri yıkan tanrısal güce sahip” silahlarla ilgileniyor. Kaleler nedir? Bu bağlamda kalelerin yanlış düşünceler olduğu besbellidir. Yanlış tartışmalar ve safsatalardır. 102 Kaleler, Mesih’e tutsak edilerek bağımlı kılınmayan ve O’nun Rab’liğinin boyunduruğu altına alınmayan düşünceleri içerir. “Kaleler” ve “silahlar” gibi askeri terimler kullanması, yıkmaya çalıştığı yanlış düşünce sisteminde güçlü bir şeyin olduğunu akla getirir. “Diklenmeye”103 yapılan gönderme daha önce gördüğümüz gibi İblis’in Tanrı’ya karşı ayaklanması ve Tanrı’nın yönetimiyle egemenliğine meydan okuması hissini verir. Kaleler, bugün Tanrı’ya ve O’nun egemenliğine meydan okuyan yanlış düşünme biçimidir; İblis, alternatif ve özerk bir düşünme sistemini kurmaya gayret eder. Bu düşünce biçimlerinin, felsefelerin ve uygulamaların arkasında deneyimli bir düşman vardır. Bu düşman, kendine yeten ve Tanrı’yı reddeden ruhsal güçlerin büyük bir ordusunu idare eder.
Aden bahçesinde Adem ile Havva’yı sınayan İblis’in doğası işte bu idi. Tanrı’nın bizzat kendi sözlerini sorgulamaya cüret ederek (Tanrı gerçekten dedi mi?)104 onlara meydan okudu. “Tanrı gibi olacaksınız”105 diyerek alternatif bir düşünceyi gerçeğin yerine kullandı. Böylece insanlar arasında kötülüğün gücüyle esinlenen yanlış düşüncenin ilk kalesi inşa edildi.
Bu dünyanın efendisinin etkisiyle Tanrı’ya karşı dünyanın tüm sistemi kuruldu. Kaleler inşa edildi. Vahiy kitabında simgelenen dünya Tanrı’dan bağımsız ticaret ve sahte din sistemi Babil’dir. O kentte ikamet eden kötü güçler şöyle betimlenir: “Kendini yücelttiği, sefahate verdiği oranda ıstırap ve keder verin ona. Çünkü içinden diyor ki; ‘Tahtında oturan bir kraliçeyim, dul değilim. Asla yas tutmayacağım!’”106 Bu nedenle dünyanın sistemi kötü güç tarafından akıldan çıkmaz bir hale getirilir.
Dolayısıyla kaleler nedir? Ben onları Şeytan ve cinlerinin etkilediği ve arkalarında saklandığı yanlış düşünce biçimleri ve fikirleri olarak betimliyorum. Şeytan ve cinleri bu yanlış düşünceler ve fikirlerle bireyleri ve toplumları, ulusları ve hatta kiliseleri bile yönetebilir ya da onlara hükmedebilir. Kalelerin yıkılması gerekir; aksi halde hükmetmeye devam ederler.
Hristiyanlar burada bireysel anlamda nasıl başarılı olabilir? “Kale” sözcüğünün Kutsal Kitap’ta başka şekillerde nasıl kullanıldığına bakmak yararlı olacaktır.
Eski Antlaşma döneminde kentlerin etrafında surlar inşa edilmişti. Bu, günümüzde pek işe yaramaz. Zira uçaklar, bombalar ve silahlar karşısında güçlü bir savunma oluşturamaz. Ama o zamanlar bu surlar ya da duvarlar güçlü bir savunma oluşturuyordu. Bu duvarlar kesin kararlı düşmanın dışında herkesi dışarıda tutmaya yetecek kadar güçlüydü. O kentin sakinleri kentin merkezine kule şeklinde bir ikinci savunma alanı daha inşa ediyorlardı. İşte buna “kale” deniyordu ve bu sadece birkaç asker tarafından savunulabilirdi. Kente saldırı olduğunda halk kulenin kolayca savunulacağından emin olarak buraya sığınmak için geliyordu. Ancak bu her zaman başarılı bir şekilde sonuçlanmıyordu ve kalenin savunması bile ihlal edilebiliyordu. Kutsal Yazılar’da bazen bu sözcük bereket bağlamında da kullanılır. Örneğin, “Rab benim kayam, sığınağım, kurtarıcımdır. Tanrım, kayam, sığınacak yerimdir. Kalkanım, güçlü kurtarıcım, korunağımdır!”107
Ne var ki, bu sözcük yıkılması gereken bir şey olarak olumsuz anlamda da kullanılır. Süleyman’ın Özdeyişleri kitabı şöyle der: “Bilge kişi güçlülerin kentine saldırıp güvendikleri kaleyi yıkar.”108 Bunun altında yatan fikir şudur: Bazen sadece kentin dışındaki sur alınır ama kente saldıran bilge bir general, düşmanlarının saklanabilecekleri bir savunma yeri kalmasın diye kaleyi de yıkar.
Pek çok insanın Mesih’e gelip yaşamlarını O’na verdiklerinde, yaşamlarının dış duvarının alındığına inanıyorum. Ne var ki, kale alınmaz ve o kale onların kurtulmadan önceki düşünce şekillerini temsil eder. Kültürlerinden, geçmişteki günahlarından, yetiştiriliş tarzlarından, deneyimlerinden ve başlarına gelen olaylardan etkileneceklerdir. Başka bir deyişle, Hristiyan olmalarına rağmen düşüncelerinin derinliklerinde hala düşmanın kalelerinden etkilenirler.
İşte, çocuk sahibi olamayan Hintli çiftin hikayesinde bu görülür. Kadın, buluğ çağındaki bir kızın kobrayı bir erkeği çağırarak ona öldürtmek yerine kendisi öldürdüğü takdirde çocuk sahibi olamayacağı gibi batıl bir inançla yetiştirilmişti. Bir süredir inanlıydı ama yine de bu batıl inançtan özgür kılınmamıştı. Düşüncelerindeki bu kaleye hiç saldırılmamış ve dolayısıyla da bu kale yıkılmamıştı. Sonuç olarak fiziksel bir sorununun olmamasına karşın kötü ruhların gücü çocuk sahibi olmasını önlüyordu. Yaşamının “dış duvarları” İsa’nın girmesine yetecek kadar yıkılmıştı ama geçmiş yaşamının bir parçası olan kale yıkılmamıştı. Yaşamı üzerindeki lanet bozulur bozulmaz kale yıkıldı, düşünce süreci değişti ve bedeni çocuk doğurabilecek şekilde etkilendi.
“Kaleler” ile ilgili verdiğim konferanslarda bu hikayeyi anlattığım zaman herkes anlatmak istediğim noktayı görebiliyor. Konferanslarıma şimdi bu hikayeyle başlıyorum, böylece katılımcılar konuşmalarımı baştan sona dek rahatça takip edebiliyor. Hristiyan olsak bile kültürümüzden gelen kalelerin düşüncelerimizi nasıl etkileyebildiğini görebiliyorlar. Başka bir kültürden bu konuyla ilgili verilen bir örnek temel ilkeyi anlamamızda yardımcı oluyor. Zira sık sık kendi kültürümüzdeki kalelere karşı kör kalıyoruz. Bildiğiniz gibi İngiltere’de çok fazla kobra yılanı yok ve bu batıl inanç bizim toplumumuzda temel bir özelliğe sahip değil. Ama burada ve başka yerlerde benzer şeytani kaleler var. Bireylerin ve toplumların çoğunun düşünce sürecinde bulunabilirler; kültürümüzün önceki varsayımları ve hatta ulusal düzeydeki siyasi sistem, hükumetler ve ulusların yöneticileri aracılığıyla varolurlar. Bu konuyu daha sonra ele alacağız.
Hindistan’da kobra yılanıyla ilgili olarak bu çiftle dua ettiğim durum bile etrafındakiler üzerinde etkili oldu. Söz konusu çiftle dua ederken yalnız dua etmiyordum; çünkü takım hizmetine inanıyorum. Hindistan’daki kiliselerimizden birinin önderleri olan Sydney ile Cheryl da benimle beraberdi. Çocuk sahibi olamadıklarını bana anlatıncaya dek bunun farkında değildim. Cherly’ın tamamen unuttuğu bir şey vardı, ama benim ilk hanım için duam ona daha önce söylenmiş olan bir batıl inancı anımsattı. Gerçi tam aynı değildi. Bir genç kızın ilk reglindeki bezin gömülmesi gerektiği, aksi takdirde bir yılanın onun üzerinden geçeceği ve bu durumda da o kızın büyüdüğü zaman çocuk sahibi olamayacağı ona anlatılmıştı. Cherly bu hikayenin o zaman onu çok korkuttuğunu ama sonra bunu unuttuğunu anımsadı. Bu batıl inanç kalesinin yıkılması için tekrar dua ettim. Kısa bir süre sonra Cheryl hamile kaldı. Bir yıl sonra Stoneleigh’daki Kutsal Kitap Haftası’nda kalelerin yıkılmasının sonucu olan bu mucize çocukla tanışmak harika bir şeydi.
Bunlar teşvik edici hikayeler ve ben bunları örnek olarak kullanıyorum. Çünkü biz de Cheryl gibi düşüncelerimizdeki kalelerin çoğunun farkında değiliz. Yaşamlarımızda yıkılması gerekli kaleleri görmemiz için gözlerimizin açılması gerekir. Bunun için bu konuda Tanrı’nın sözünün öğretilmesi ve Tanrı’nın vahyi gerekir.
Dolayısıyla aklımdaki bir kale daha önceki düşünme şeklimi yansıtır. Dünyanın düzeni de böyle. Bu durumda zihnimi yenilemem için öğretişe ihtiyacım olacaktır.
Duygularımızda da kaleler olabilir. Örneğin, kendine acıma yalnızca zihinde değildir. Aynı zamanda duygulardadır. Geçmişte yaşanmış duygusal bir acının sonucu olabilir. Zihnimi yenilemek ve acıya karşı gösterdiğim yanlış tepkinin sorumluluğunu almayı öğrenmek için bana yardım edecek öğretişe ihtiyacım olacaktır. Ama Mesih’in duygularıma akacak şifa veren gücüne de ihtiyacım olacaktır.
Kalelerin ruhsal ve şeytani boyutu da olabilir. Şimdi zihnimi sadece zihnimi yenileyecek öğretişe ihtiyacım olmayacak, bana yapışan ve hayatımdaki kaleyi pekiştiren herhangi bir kötü ruhtan kurtulmam da gerekecek.
Hristiyanların çoğunun kötü bir ruhtan kurtarılmaya ihtiyacı yoktur ama, zihinlerimizin yenilenmesi için düşünsel yaşamlarımızın değiştirilmesine hepimizin ihtiyacı vardır.
Pavlus’un 2. Korintliler 10. bölümde yazdıklarına geri dönelim. Bu dünyada yaşadığımızı söylediğine dikkat edin. 109 “Süper elçiler” günlük yaşamın gerçeğinden uzak “süper ruhani” bir gezegende yaşıyordu. Pavlus’un burada sözünü ettiği kişiler “süper-ruhani”dirler. Her cümleye “Tanrı bana dedi ki…” diye başlarlar ve olağan bir dünyada yaşamıyor gibi görünürler.
Pavlus, bizi bu dünyadan ayıran bazı süper ruhani deneyimlerden bahsetmiyor. Ruhsal güçlerle karşılaşırken atmosferin üst katmanlarında yaşamadığımızı anlatır. Aksine bu tutumu yadırgar ve gerçek dünyada yaşadığımızı söyleyerek konuşmasına başlar. Aynı şey günümüzde de geçerlidir. Günlük hayatımızda bu güçlerle karşı karşıya geliriz. Ruhsal güçlerle süpermarkette karşılaşırız. İş yerinde kalelerle yüz yüze geliriz ve evdeki aile ilişkilerimizde kötülükten gelen saldırıları yeneriz.
İşte ruhsal savaş gerçeğini bu şekilde yaşarız. Düşmanı yenmek için insanları etkileme amacıyla yapılan insansal silahları kullanmamalıyız. Alçakgönüllülükle kullanılan tanrısal gücün silahlarından bahseder ve bu öğretişi “süper elçiler”in silahlarıyla kıyaslar. Büyük platformları severler, şan şöhret kazanmayı arzularlar; ruhsal savaş ne kadar çok bağırabilmekle ilgili değildir. Tam tersine Pavlus burada Korint’teki inanlılara Mesih’teki alçakgönüllülük ve yumuşaklıkla rica etmekten bahseder.
Bu, bizim normal ruhsal savaş anlayışımız olmayabilir ama, Pavlus Mesih’teki alçakgönüllülük ve yumuşaklıkla kullanılan tanrısal gücü salık verir. Manipüle etmemeli ve ne kadar akıllı olduğumuzu göstermemeliyiz. Kişilik kültürüne bulaşmamalı, gösterişli törenlerde ısrar etmemeli ya da İblis’i bağırarak susturmaya çalışmamalıyız. Önemli olan şeyin tartışmaları kazanmak olmadığını dile getiriyor. Bir tartışmayı kazanmak mümkün olabilir ama yine de diğer kişide herhangi bir değişiklik görülmeyebilir. Pavlus, bizi zayıflığında sevinen ama güçlü ruhsal silahlara sahip zayıf kişiler olmaya çağırır.
John Paul Jackson şöyle der: “Ruhsal savaşla meşgul olduğumuz zaman çarmıhta duruşumuzu almayı öğrenmez ve bilgimizden kaynaklanan gururumuzu alt etmezsek bilgimizle düşman bizi tehlikeye atar. Güçlü bir düşmanla yüz yüze geldiğimizde bedenin sınanması gibi bilginin sınanması da tehlikeli olabilir.”110 Jackson burada sıradan inanlıların elde edemeyeceği özel ve üstün bilgiyi dile getiren bilinemezciliğin (Gnostisizm) özelliklerinden söz ediyor. Şeytan’ın işleri hakkında Kutsal Kitap’ta açıklananların ötesinde derin bilgiler edinmeye çalışmanın bizi tehlikeye sokacağını belirtiyor.
5 Numaralı etkin strateji: Kalelerin yanlış düşünme olduğunu anlayın ve onları yıkmak için tanrısal gücü kullanmayı öğrenin.