BÖLÜM 3 - DENGEYİ KORUMA

Bu bölümü Yakup 3:9-4:8 ayetleriyle birlikte okumak yararlı olacaktır.

Ruhsal savaş konusunda birçok kitap yazılmış, birçok konferans verilmiş, birçok fikir inanlıların zihinlerine ve uygulamalarına sızdırılmış ve özellikle insanların “ruhsal savaş”ın ne olduğunu anlaması için birçok dua toplantısı yapılmıştır. Dolayısıyla bu konuda dengeli bir öğretişe büyük bir gereksinim var, ama “dengeli” fikri biraz sıkıcı gelebilir! İnsanlar “orta yolu tutturmayı” akla getiren ve uzlaşmayı çağrıştıran bu sözcükten rahatsızlık duyabilir. Ancak benim burada demek istediğim bu değildir. Bu bağlamda denge Kutsal Yazılar’ın bir gerçeğini, eşit derecede başka bir gerçeğini daha göz önüne almadan aşırı bir görüşe yer vermeyecektir. Üzerinde çalışılan konunun tüm yönleri, zaman zaman farklı yönleri paradoksal görünse bile özellikle bir yönü vurgulanmadan da alınacaktır.

Ruhsal savaş öğretişinde göz önünde bulundurulması gereken üç saydam faktör vardır:

1. Tanrı egemendir

Tanrımız egemendir. Tüm güç ve yetki O’na aittir. Eşit olan iyilikle kötülük güçlerinin üstünlük için mücadele ettiği ikili bir evrende yaşamıyoruz. Uzun süre çok savaşarak dengeyi kendi tarafımıza çevirip, Şeytan’ı yenebilmemiz ve Tanrı için zafer kazanabilmemizin mümkün olduğu bir durum değil bu. Tanrı egemendir. O’nun mutlak zaferi kuşkuya yer bırakmaz. İblis, egemen Tanrı’nın izni olmadan çalışamaz ya da parametreleri aşamaz.

Tanrı tamamen bizim dışımızda olup yaptığı ve söylediği her şeyde yanılmazlığa sahiptir. Dolayısıyla yaratıklar olarak O’na ve sözüne boyun eğmek bizim sorumluluğumuzdur. Tamamen farklı şeyler yapmak istediğimiz zamanlar olsa ya da “insan mantığı”nı zorlayan durumlar bile olsa O’na boyun eğmek zorundayız. Bunun en iyi örneğini Aden bahçesindeki Adem ile Havva’da görürüz. “İyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız”38 yalanıyla sınandılar. Tanrı’ya boyun eğmiş olsalardı, sonuç çok daha farklı olurdu.

Aslında insan olarak özerk olmada ve kendi kaderimizi tayin etmede sınanmamız, Şeytan’la olan savaşın özüdür. Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi, Şeytan’ın düşme nedeni budur; Tanrı’yla eşit olmak istedi. Adem ile Havva’nın direnemediği sınama da buydu. Ulusların düşmesine ve dağılmasına neden olan da buydu: “göklere erişecek”39 bir kule inşa etmek istediler. Bugün laik hümanizmin arkasındaki kötü güç de budur: temelinde insanın egemen olduğu ve kendi kaderini tayin edebileceği yalanı yatar. Gerçek şudur: egemen olan Tanrı’dır.

2. Bireysel sorumluluğumuz var

Bedenimize ve bu dünyanın hükümranlıklarına karşı savaşıyoruz. Sorumluluktan feragat etmek için cinleri ya da İblis’i bahane olarak kullanmak kolay ama, her şey için onları suçlayamayız. Doğrudan Şeytan’a mal edilebilecek şeylerin olduğu besbelli, ama bu bölümde daha sonra göreceğimiz gibi pek çok durumda asıl sorunu yaratan bizzat kendi bedenimizdir.

Örneğin, yanlış ya da şehvetli bir düşünce aklımıza gelirse, bunu bir cinin aklımıza soktuğu ya da Şeytan’ın bize saldırdığı şeklinde anlamlandıramayız. Bedenimizde çalışan günah, yaşamımızın henüz tam anlamıyla halledilmemiş kısmının sonucudur. Bu tür düşünceler düşüncemizin yenilenmesiyle40 ve farklı düşünmeyle ele alınmalıdır. Bu, İblis’e direnmenin en yaygın yollarından biridir: Cinleri kovmayla olmaz; aklımızı, düşüncelerimizi ve eylemlerimizi Tanrı’nın sözünün buyruğuna teslim edelim. Bedenimize ya da bu dünyanın hükümranlıklarına karşı savaşmamızın anlamı budur.

Sabah kalkamıyorsanız İblis’i suçlamanın bir yararı olmaz. Şeytan’a uymayla ilgili hikayeleri bilirsiniz: “ Bu sabah Şeytan’a uydum ve kalkamadım.”. Bu bir süre devam ettikten sonra hizmeti seçersiniz. “ Rab, benden uyku cinini at.” Bu biraz aşırı bir ifade gibi gelebilir ama böylesine “süper ruhsallık” duyulmamış bir şey değil. Sorun böyle ele alınmaz. Tembelliği halletmeye çalışmak ya da yatağa erken gitmek sorunu çözebilir! Eylemlerimizden sorumluyuz; İblis’i suçlamamalıyız.

3. Dünyamızda İblis’in ve cinlerin gerçekliği

Tanrı’nın egemenliği ve sorumluluğumuzla birlikte dengeyi sağlamada gerekli olan üçüncü faktörden dolayı bu kitabın yazıldığı bellidir: Dünyamızda İblis’in ve cinlerin gerçekliği önemlidir. İkinci bölümde bunu ele almış olduğum için burada tekrar etmeme gerek yoktur. Özetlemek gerekirse; İblis gerçek ve güçlüdür; bu çağın Tanrısı olarak betimlenir. Kutsal Kitap, bütün dünyanın kötü olanın denetiminde olduğunu söyler. 41

Yakup kitabında bu dengenin sağlanması

Bu bölümün başında ruhsal savaş konusunu dengeyle yansıttığına inandığım Yakup kitabının belirli bölümüne bakmanızı önerdim. Yakup her şeyi açıkça ifade eder. Pek kibar biri değil! Mektubunu okuduğunuzda küreğe “bahçe aleti” diyen biri olmadığını hemen hissedersiniz! Rahat hissetmemizi sağlamaya çalışmadan her şeyi dobra dobra söyler. Mektubu yazdığı kişilerin istemedikleri, sormadıkları için belirli şeylere sahip olmadıklarını, istediklerinde bile niyetlerinin yanlış olduğunu söyledi. Bireysel sorumluluğumuzla ilgili düşünceleri berraktı. Duaların cevaplanmamasından dolayı “İblis’i suçlamıyordu.”

Yakup üçüncü bölümde dilin gücü hakkında konuşur. Bir an Tanrı’yı yüceltebilen ve hemen ardından başka birine lanet yağdırabilen dille ilgili konuşurken sesindeki hayreti adeta içinizde hissedebilirsiniz. Bu kesinlikle bizim sorumluluğumuzdur, ama “lanet” fikrini ortaya atarken ruhsal etkileri olan bir şeyden bahsediyor.

İnsanlar için dua ederken sık sık onlara söylenmiş şeylerin onların yaşamlarında “lanet” haline gelmiş olduğunu ve onların bunlardan özgür kılındığını görüyorum. Bu, özellikle ebeveyn ve öğretmen gibi otoritesi olan kişinin söylemiş olduğu sözler için geçerlidir.

Hangi bağlamda olursa olsun yanlış sözler kullanırsanız, burada işleyen sizin kendi bedeninizdir. Biri hakkında korkunç şeyler söylerseniz, sözleriniz o kişiyi bağlar. İblis bu sözleri güçle besler. İşte, dilin gücü budur. Yakup, bedene teslim olduğumuzda dünyayla dost olduğumuzu söyler. Kıskançlık ve bencillik gibi güdüler bu dünyanın ilkeleridir. Yakup bunlara “İblis”ten der ve dünyayla dost olmanın zina yapmaya benzediğini söyler. İblis’i değil, dünyayla dostluğumuzu, dünyanın ilkelerine teslim olmamızı suçluyor. Bu, bizim sorumluluğumuzdur; zira dünyayla dostluk Tanrı’ya duyulan nefret gibidir.

Buradaki spesifik duruma bakarsak Yakup, kilisede kıskançlık ve çıkarcılıktan kaynaklanan kavgalardan bahsediyor. Onları birbirlerini öldürmekle (4:2) suçluyordu. Tabii bunu silahlarla değil, söz ve nefretle yapıyorlardı. Bu size hiç tanıdık gelmiyor mu? Ancak o buradaki kötü ruhun etkisini görür ve onların kıskançlığı ve bencilliğinin kaynağı olarak cinlere işaret eder(3:15). Tanrı’nın yaptıklarını da vurgular; harika egemenliğinde bunları yenmemiz için bize gerekli donanımı verdiğini söyler. Bize gökten inen bilgeliği verdi. Bu bilgelik her şeyden önce paktır, sonra barışçıldır, yumuşaktır, uysaldır. Merhamet ve iyi meyvelerle doludur. Lütfuyla yaşayabilmemiz için Tanrı bize bunu verir.

Buradaki üç gerçeğin nasıl birbirine bağlı olduğunu görüyor musunuz? Bedenlerimizin eylemi ile dünyanın ilkelerini benimsememizde sorumlu olanın açıkça bizzat kendimiz olduğunu görüyoruz. Ancak bunda kötü ruhların da etkisi vardır; Yakup bunu net bir şekilde görür. Her şeyden önemlisi Tanrı egemenliğiyle bunları yenmemiz için gerekli olan her şeyi sağlamıştır.

Tanrı’ya bağımlı olun, İblis’e karşı direnin

Yakup burada bize klasik ruhsal savaş söylevlerinden birini verir: “İblis’e karşı direnin, sizden kaçacaktır.”42 Burada özellikle kilisedeki anlaşmazlıklar ve çelişkiler üzerinde durulur. Üyeler arasında tartışma ve kavgalar olduğunda doğrudan düşmanı suçlamaz. İlkin itaatsizliklerinden dolayı oradaki insanları suçlar; sonra Tanrı’ya bağımlı olmalarını, İblis’e karşı direnmelerini ve İblis’in onlardan kaçacağını söyler. Sıralamaya dikkat edin. Önce bağımlı olun, sonra İblis’e karşı direnin ve o gidecektir. İlk talep Tanrı’ya bağımlı olmaktır. Ancak o zaman İblis, ona karşı direndiğinizde kaçacaktır. İblis size saldırıyor mu? O zaman Tanrı’ya bağımlı olun. Tanrı’nın isteğini yapmaya devam edin. Bu şekilde İblis’e karşı direnirsiniz. Bu, bizi şu hikayeye götürür:

Bir keresinde Hindistan’da kültürel kale konusunda belirli bir bölgede vaaz veriyordum. Gece uykumda cin tarafından bu konuda vaaz etmeye devam ettiğim takdirde ailemi mahvedeceğine dair tehdit edildim. İblis tam bir zorba! Sabaha karşı 4:00 sularında kaldığım dairenin salonunda Tanrı’ya bir daha bu konuda asla vaaz vermeyeceğimi söyledim. Sonra da yatağa gittim. Yirmi dakika sonra Tanrı’nın önüne gelip tövbe etmeye başladım: Ne olursa olsun Tanrı benden durmamı isteyinceye dek bu konuda vaaz vermeye devam edeceğimi söyledim. Kesinlikle kabadayılık taslamıyordum. Tanrı’ya bağımlı olduğum takdirde İblis’e karşı direneceğime bütün içtenliğimle inanıyordum.

Bunun gerçekliği kanıtlandı; o günden beri bu konuda vaaz ederek dolaşmaktayım ve her şey daha kolaylaştı. Bununla kalmayıp pek çok kişinin bu konuda özgür kılındığını da gördüm. Daha çok vaaz ettikçe, İblis daha çok kaçıyor. Pek çok inanlının bunu yapmaması sorun yaratıyor. “Yine saldırıya uğradım” dediklerini duyarsınız; daha sonra aylarca zavallı ben sendromu yaşarlar. Çok geçmeden de Tanrı’nın isteğine bağımlı kalmaktan vazgeçerler, dolayısıyla O’nun onlardan yapmalarını istediğini yapmazlar ve böylece galip gelen İblis olur. Aslında böyle yapma yerine egemenlik hayatını İblis saldırdıkça daha çok yaşamalı, Tanrı’nın isteğine daha çok bağımlı olmalı ve egemenliği karanlık bölgelerin daha ötesine taşımalıdırlar. Bu, özellikle öncülüğe soyunanları ilgilendirir. Tanrı’nın isteğinin ilkelerini bilirler, dolayısıyla o ilkelere göre yaşamalıdırlar. İblis’i kaçırtan budur.

Bu dengenin Kutsal Kitap’taki örnekleri

Bu üç gerçeğin bir arada nasıl tutulduğunu açıklamak için Kutsal Yazı’dan birkaç örnek daha vermek gerekir:

  1. Adem ile Havva Aden bahçesinde günahı işledi; bunda sorumlulukları vardı ama, onları Tanrı gibi olacaklarına inandıran İblis tarafından kandırıldılar. Tanrı, bunu ve hatta laneti bile geçersiz kıldı ve İblis’i temsil eden yılanın kafasını kadının soyunun ezeceğine dair söz verdi. Dolayısıyla İsa Mesih’le gelen kurtuluş iple çekildi.

  2. Bunu anlamak zor olabilir. Kral Davut hayatında bir kez “sayım yaptırdı”; başka bir deyişle, o zaman kaç kişiyi yönettiğini araştırıp bulmak için nüfus sayımı yaptırdı. Davut bunu yapmakla günah işlediğini itiraf etti43, ama bunu yapması için Şeytan’ın onu kışkırttığı da söylenir. 44 Ancak denetim yine de Tanrı’da idi; Davut’un sayım yapmasına neden olan O’dur. 45 Dolayısıyla burada üç faktörü de görürüz: Tanrı’nın mutlak egemenliği, Davut’un bedene dayalı işi ve Davut’un günahı işlemesine neden olan İblis’in işe karışması.

  3. Başka bir örnek de Saul ile ilgilidir. Başkaldırmasında sorumlu olan bizzat kendisiydi. Başkaldırı, falcılık 46 günahına yakın olduğundan ve bundan tövbe etmemesinden dolayı Rab'bin onu rahatsız etmesi için kötü bir ruh47 gönderdiğini söyler Kutsal Kitap. Bu da Tanrı’nın Saul’u yargılamasının bir yönüdür. Rab’bin Saul’u rahatsız etmek için üzerine kötü bir ruhu göndermesini anlamakta zorlanırız. Usumuzun tamamen anlamakta zorlandığı ama Tanrı’ya bağımlı olmamızı belirten üç faktörü yine iş başında görürüz. Denetim Tanrı’ daydı. Saul sorumluydu. Kötü bir ruh çalışmaya başladı.

  4. Gizemli başka bir örnek de Ahav ve sahte peygamberle ilgili olanıdır. 48 Sahte peygamberler İsrail’de kötü bir kral olan Ahav’ın savaşta zafer kazanacağına dair peygamberlik ediyorlardı. Tanrı’nın gönderdiği peygamber olan Mikaya, Rab’bin bu peygamberlerin ağzına aldatıcı bir ruh koyduğunu49 söyledi. Kötü bir kral olan Ahav’ın yargılanma zamanı gelmişti. Tanrı, Mikaya’yı da olacak şeyleri tam olarak betimlemesi için göndermişti. Dolayısıyla Ahav’ın herhangi bir bahanesi yoktu.

  5. Bu örneklere ek olarak Eyüp’ü de gözden geçirelim. Onun öyküsü klasik bir durumdur. Eyüp’ü burada olacaklardan habersiz Tanrı’nın bereketlerinin keyfini çıkarırken görürüz. Çok uzaklarda bir yerde Şeytan, Tanrı’yla konuşmaya gider. Tanrı ona dönüp, “Kulum Eyüp’ü görüyor musun? Kusursuz, doğru bir adamdır. Benden korkar, kötülükten kaçınır” der. Şeytan da “Tabii ki iyidir. Onu, ev halkını ve sahip olduğu her şeyi sen koruyorsun. Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın, hiçbir eksiği yok. Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir” der. Buna karşılık olarak Rab Şeytan’a Eyüp’ün ailesine ve sahip olduklarına ve daha sonra da Eyüp’ün bizzat kendisine zarar vermesi için izin verir. 50 Bunu anlamamız zor, ama Eyüp için daha da zordu! Bizim elimizde bunu anlamamızı kolaylaştıran kitap var. Duruma bakıp, “Evet, Eyüp. Durum belli, öyle değil mi? Tanrı Şeytan’ın sana saldırmasına izin vererek sadece senin imanını kanıtlamanı istedi” diyebiliriz. Ama Eyüp’ün elinde bizde olan kitap yoktu. Başına gelenlerin nedenini bilmiyordu. Kapalı kapılar ardında olup bitenden haberi yoktu; sadece sıkıntılı bir dönemden geçtiğini sanıyordu. Buradaki ilke şudur: Şeytan, Tanrı’nın mutlak izni olmadan Eyüp’e dokunamazdı. O zaman bile Tanrı, Şeytan’ın yapacaklarına sınır koydu; Tanrı Eyüp’ün canının korunmasında ısrarlıydı.

  6. Benzer bir durumda İsa Petrus’a, Şeytan’ın Petrus’u buğday gibi kalburdan geçirmek için Tanrı’dan fırsat istediğini ama kendisinin Petrus’un imanını yitirmemesi için dua ettiğini söyledi. Karşımıza yine üç köşeli ilke çıkar: Şeytan Petrus’u “kalburdan geçirdi”, Petrus Şeytan’ın sınamasına karşı tepkisinden bizzat sorumluydu ve Rab saldırıya hem izin verdi hem de Petrus’un onu yenmesi için imanını güçlendirdi. 51 Petrus yine de İsa’yı inkâr ederken sergilediği hareketinden dolayı sorumluydu. Tövbe etmesi gerekiyordu.

Bazı okuyucularımla bizzat konuşmak istiyorum. Anlamadığınız baskılı bir dönemden geçiyor olabilirsiniz. Şeytan size saldırıyordur. Akla hayale gelmeyen şeyler başınıza gelmiştir. Tanrı için yaşamaya çalışırken yoğun bir baskı altındasınızdır. Belki Şeytan sizi kalburdan geçirmek için izin almıştır. İnsanlar imanınızı yitirmeyesiniz diye sizin için dua etsin ve Tanrı’nın sizin için bildiğiniz isteğine bağımlı olmalısınız. Dahası cesaretiniz artsın: İsa, Petrus için dua ettiği gibi sizin için de şimdi cennette dua ediyor. 52 İblis sonunda kaçacak ve sizin imanınız da güçlenecektir.

Karanlık dünyanın güçleri ve hükümranlıklarının nasıl işlediğine ya da nasıl organize olduklarına dair ayrıntıları bilmediğimizi anımsayalım. Öyle ki, bilmemiz gerekenler bize açıklanmıştır. Kutsal Yazı’da öğretilenlerin ötesinde tahminlerde bulunmak ve onun üzerinde öğreti oluşturmak tehlikelidir. Maalesef, kilisede hükümranlıkların ve güçlerin organizasyonuna ya da cinlerin “ailelerine” ilişkin sık sık spekülasyon yapılıyor. Kimi kendini göstermiş olan cine ilişkin sorunu ele alırken, perde arkasındaki “güçlü kişi”ye ulaşmak için ilgili cinlerin ailelerini araştırıp bulmamızı öğretir. Bütün bu ayrıntılar bize açıklanmamıştır. İşte, üç önemli faktörden oluşan dengenin önemi burada ortaya çıkar. Bu, önemli bir ilkedir ve bunu vurgulamayan herhangi bir öğretiye temkinle yaklaşılmalıdır.


3 Numaralı Etkin Strateji: Ruhsal savaşı anlamak için şu üç gerçekten oluşan dengeyi sağlamalıyız.

  1. Şeytan’ın ve cinlerin dünyasının gerçekliği

  2. Eylemlerimizden sorumlu oluşumuz

  3. Tanrı’nın mutlak egemenliği