Woodside Church 1970’lerin sonlarında Bedford’daki yeni yerleşim alanında “kuruldu”. İnsanların kurtulmasını görmeyi istiyor, yeni kilisemizin büyümesini görmeyi arzuluyorduk. İki üç yıl sonra heyecan verici dönem başladı: yerleşim alanında müjdelememize karşılık verenler oldu ve birkaçı da kurtuldu. Her şey yolunda gidiyordu taa ki bir akşam işimden eve dönene kadar. Hepsi yeni inanlı olan küçük bir kadın grubunun çılgın telefonları gelinceye dek. Kutsal Ruh’un armağanlarıyla ilgili bir kaset dinlemişler. Daha sonra dua etmeye başlayınca Tanrı’nın gücü üzerlerine gelmiş ve onlar da peygamberlik etmeye ve dillerle konuşmaya başlamışlar. Bu konu hakkında daha çok şey bilmek istiyorlar ve benim onlara olan biteni açıklamamı istiyorlardı.
Bu, Tanrı’dan olmalıydı, ama benim bu konularda kişisel bir deneyimim yoktu. O zaman cemaatimiz karizmatik olmayan bir cemaat, hatta doğrusunu söylemek gerekirse antikarizmatik bir cemaat sayılabilirdi. Karizmatik olan birkaç kişi vardı tabii. Karizmatik inanlıların hevesli gayretlerinden karım Scilla ile beraber etkilenmiş olmamıza rağmen yine de kuşkuluyduk. 1970 yılında Exclusive Plymouth Brethren’den (katı bir cemaat) ayrıldık ve on yıldır ruhsal yolculukla ilgilenmekteydik. Bu olay, teolojik anlayışımızı ve Hristiyan ortamında Tanrı deneyimimizi, ki daha önce bu bize ‘Dönek Kilise’ olarak öğretilmişti, çözümleme gayreti içinde olduğumuz bir zamanda oldu.
Yine de bu telefonlara çıkıp bir cevap vermemiz gerekiyordu. Dolayısıyla önderler olarak bir sonraki adımın Kutsal Kitap çalışması yapılması olduğuna karar verdik. Bu yeni inanlılardan birinin evinde 1. Korintililer kitabının 12-14 bölümlerini çalışarak olan biteni açıklamaya çalışmamız gerektiği konusunda anlaştık. Ancak hiçbirimizin bilmediği bir şey vardı; onlardan birkaçı kurtulmadan önce büyücülükle ilgili işlere bulaşmıştı. Daha kötüsü, bu işlerle uğraşan arkadaşları vardı. Bu nedenle kilisede bana ve diğer önderlere gelen telefonlarda tuhaf tuhaf olaylar anlatılıyordu. Bir evde görünmez bir el tarafından duvardaki haç düşürülmüş. Kadınlardan birinin arkadaşı, ki hala büyücülük işleriyle uğraşıyordu, kadının ve kızının öleceğine dair “peygamberlik” etmiş. Bunu doğrularcasına, kızı dış gebelik tehlikesiyle hastaneye kaldırılmış. (Dış gebelik, bebeğin rahim içinde gelişmek yerine dışında bir yerde ya da Fallop tüplerinde gelişmesidir. Genellikle bebeğin öldüğü ve annenin yaşamını tehdit eden bir durumdur. )
Ne diğer önderlerin ne de benim olup bitene dair bir fikrimiz vardı. Ancak Kutsal Kitap’ta İsa’nın cinlere gitmesini buyurduğunda onların gittiğini biliyorduk. Bizim için önemli olan şey de bu insanların cinlerle ilgili bir şeyler yaşadıklarıydı; bu nedenle cinlere gitmelerini buyurduk. Bunu yaparken, insanlar özgür kılındı, evlere esenlik geri geldi ve dış gebelik geçiren kadına hastanede bir çare bulundu ve yaşadı. Dua etmeyi sürdürdük ve öleceği “önceden bildirilen” kişi de ölmesi gereken zamandan çok sonra da yaşamaya devam etti. Bu, bizim ruhsal savaşla ilgili ilk deneyimimizdi. Bu durumlar ortaya çıkana dek bir inanlının karanlık güçlere karşı verdiği savaşla ilgili bilgim hemen hemen sıfırdı. Bu olaylar olurken merkezde toplanıyorduk ve bizi tanımak isteyen bazı gençlerin de oraya gelmesi uzun zaman almadı. Toplantılarımıza gelmeye başladılar: genel olarak toplantılarda uyumsuz hareketlerle sorun çıkarıyorlardı. Sayıları bizden fazla olduğu için yapacak pek bir şey yoktu. Onları dışarı atmak kolay olurdu ama dayanılmazlıklarına hoşgörüyle yaklaştık ve bazılarımız onlarla arkadaşlık kurmaya çalıştı. Bir pazar akşamı her zamanki kalabalık grup yerine sadece birkaçının geldiğini fark ettik. Üzerinde fazla durmadık ve eve gelinceye kadar pek de düşünmedim. Orada, bahçemin önünde bu “sert” delikanlılar beni bekliyordu. Üzgün oldukları belliydi ve bazıları da ağlıyordu. Meselenin ne olduğunu sorduğumda, toplantımızda huzursuzluk çıkarma yerine ouija levhaları kullanmaya başladıklarını söylediler. İşler ters gitmiş; kötü bir ruh kendini gösterip onları aşağıya kadar kovalamış. O noktada, benim evime kaçmışlar.
Bu olaylar artıkça, önderler olarak bizden kilisede bir toplantı yapmamız istendi. Tuhaf olguyu ve cinlerin belirtilerini işitmişler ve biz önderlerin Karizmatik Hareket’e pek sıcak bakmadığımızı bildiklerinden bu tür şeylerin oluşmasına neden izin verdiğimizi açıklamamızı istediler.
Önderler olarak, etkin bir kilise kurmak istiyorsak Tanrı’nın bize öğrettiklerinden ders çıkarmamız gerektiği sonucuna vardık. Hemen ele alınması gereken iki mesele vardı.
İlkin herhangi bir eğitimimizin olmamasına karşın—birçok açıdan yaptıklarımıza dair hiçbir fikrimiz yoktu—Kutsal Ruh’un gücü ve armağanlarını tanımaya ve bunları o yerleşim alanına müjdeyle ulaştırdığımızda insanların cinlerden özgür kılındığını ve bu özgürlüğün insanların yaşamlarında önemli olduğunu görmeye başladık.
İkincisi, böyle bir yaklaşımın cinlerin geri tepmesine neden olacağının, bununla yüz yüze kalacağımızın, yaşamlarımızda buna karşı sağlam durmamızın ve köle durumundaki insanların özgür kılınacağının farkına vardık. Toplantıda bunu Kutsal Yazılar’la açıklamaya çalıştık.
Şanslıydık. Çünkü Wycliff Bible Translators’la çalışan misyoner bir üyemiz bizi destekledi. John Callow özellikle bu toplantı için Bedford’a gelmişti ve topluluğumuza da başımıza gelen şeylerin Kutsal Ruh’un çalışmasından dolayı olduğunu anlattı. Bunu reddedersek ve Tanrı’nın bize öğrettiklerine karşı direnirsek, O’nun aramızdaki huzuru olan “mum”u kaldıracağını söyledi. O toplantıdan sonra eve gidişimi ve yatak odasında Tanrı’ya yakarışımı ve O’nun o “mum”u almamasını çaresizce dileyişimi o kadar iyi anımsıyorum ki. Kaybolanları etkin bir şekilde arayan iyi kurulmuş bir kilise istiyordum.
Ne yazık ki, birkaç ay sonra bazı üyelerimiz ayrıldı. Ama ondan sonra toplantılarımızda ruhsal armağanların belirtilerini düzenli olarak görmeye başladık. Rab İsa’yı kabul eden yeni kişilerin çoğu Kutsal Ruh’la vaftiz olmaya başladı. Daha sonra Terry Virgo’nun önderliğindeki New Frontiers International (NFI) kiliseler ailesinin parçası olduk.
John Wimber’ın ülkemize yaptığı ziyaret bu konudaki yolculuğumun bir sonraki adımını oluşturur. Zaten o zamana dek uluslararası bankadaki üst düzey yönetici pozisyonundaki görevimden ayrılmış, kilisede “tam zamanlı” önder olarak çalışmaya başlamıştım.
İlk seminerlerde John Wimber’in öğretişine kuşkuyla yaklaştığımı itiraf ediyorum. Bu, onun “Kutsal Ruh’un gelmesi için davet ettiği” zamanlarda pek işe yaramadı. Bir sabah John, Tanrı’nın egemenliği hakkında konuşurken, tipik bir İngiliz yaklaşımı olan gizli alaycılığımdan tövbe ederken buldum kendimi. O zaman bunun farkına varamamama karşın yaşamımı etkileyen İngiliz kültürünün güçlü kalesiyle karşı karşıya gelmeye başlamıştım. Tutumumdan dolayı tövbe ederken Kutsal Ruh üzerime geldi ve kendimi sere serpe uzanmış buldum. Hiç hareket edemiyordum. Bu öğle yemeğine dek sürdü ve sonunda sallana sallana hareket etmeye başladım.
John’ın o konferanstaki öğretişiyle Tanrı’nın egemenliği konusunda -hastaları iyileştirmedeki etkisi ve insanların cinlerin gücünden özgür kılınmasını görerek- teolojik bir çerçeve edindim. Birçok bakımdan görevimin şekillenmesinde yardımcı oldu bu.
Bir sonraki pazar günü kilisemizde vaaz ederken farklı oluşum o kadar belliydi ki, üyelerden biri o hafta beni neyin değiştirdiğini sordu. John’ın öğretişini düşünürken, hemen ne kadar çok inanlının geçmişin kölesi olduğunun farkına varmaya başladım.
Bu konu hakkında dua etmeye başladım. İnsanların yaşamlarındaki ruhsal ilerlemeyi engelleyen konuların açığa çıkması için dua ettim. Bu çok tehlikeli bir duaydı; gerçekten tehlikeliydi. Çünkü bu duanın ardından pek çok şey açığa çıktı ve dolayısıyla insanlar için dua etmeye başladım. Birçoğu özgür kılındı. Bu şeyleri nasıl halletmemiz gerektiğini öğrenmeye çalışmamız sırasında bazıları hâlâ zorluk çekmeye devam etti.
O kadar meşguldüm ki, bu işin yapılmasında başkalarının da eğitilmesinin gerekli olduğunu gördüm. Bu, Kutsal Yazılar’a uygun bir yaklaşımdır, dolayısıyla Hristiyan danışmanlığı alanında mümkün olduğunca okumaya zaman ayırdım ve sonunda “İyileştirme Kursu”1 adı altında topladığım eğitim kaynağını hazırladım.
Başlangıçta bunu kendi kilisemizdeki küçük bir grup için tasarlamıştım ve bir iki seferden daha fazla kullanılacağını da düşünmemiştim. Kursun amacı, öğrendiklerimi başkalarıyla paylaşmaktı, ama Tanrı’nın başka fikirleri vardı. Öyle ki, kursu kutsanmışa benziyordu: birçoklarına başkalarını özgür kılmak için yeterli donanımı sağladı.
Bu kurs danışmanlık hizmetini kutsal yazılar çerçevesine de sokmaya çalıştı. Sonuç şu oldu: İngiltere’de ve dünyanın birçok yerinde defalarca kaynak olarak kullanılmıştır.
Ruhsal savaşı bireylerin özgür kılınması açısından görmekteydim. Ki bu çok önemlidir. Ancak kısa bir süre sonra kalelerin takım halindeki durumunu da öğrenecektim.
1994 yılında Kanada’nın Toronto şehrinde dikkate değer şeylerin olduğu yönünde raporlar gelmeye başladı. Toronto’da olanlar Tanrı’nın Ruh’unun tazeliğini hayatımıza getirdi. Terry Virgo ile David Holden (NFI’deki önderler), Rodney Howard Browne’yle katılmış oldukları bir konferanstaki deneyimlerini bir toplantıda bizimle paylaştılar. Kutsal Ruh olağanüstü bir şekilde üzerimize gelince hepimiz yeni bir sevinç, taze bir kutsama ve Tanrı’nın âdeta elle tutulabilir huzurunu hissettik. İşte, bizim için böyle bir başlangıç oldu.
NFI’ın düzenlediği Stoneleigh Bible Week’teki seminerlerde bir dizi konuşma yapmam istenmişti. Bu seminerler için hazırlanırken Tanrı’ya ne sunmam gerektiğini sordum ve Pavlus’un Korintliler’e ikinci mektubunda bahsettiği kalelerin yıkılması konusunda konuşmam gerektiğinin farkına vardım. Çalışmalarımı toplayınca, Tanrı’nın Kutsal Ruh’unun kutsamasını daha fazla yaşamaya başladım. Seçtiğim konu daha sonra Cambridge’deki bir evin hoş bir salonunda beraber çalıştığım önderlerle yaptığımız dua toplantısında teyit edildi. Kutsal Ruh tekrar üzerimize geldi ve ben odada ayaklarımı vurarak yürümeye başladım. Bu, böyle durumlarda kimsenin yapacağı bir şey değil, ama diğer önderlerden biri, yaptığım hareketin kalelerin yıkılmasındaki rolümün bir sembolü olduğuna dair peygamberlik etmeye başladı. Dolayısıyla bu, seçtiğim konuda konuşmam gerektiği inancımı pekiştirdi.
O yıl Stoneleigh’deki seminerlerde özel bir kutsanma olduğu görülüyordu ve birçok kişi özgür kılındı. O zaman yaşamlarında değişiklikler yaşayanlardan hâlâ o günlerle ilgili konuşanları duyuyorum. Bu, özellikle ikinci seminer için geçerlidir: bağırmalar artmış, sanki cehennemin yarısı dışarı atılıyor gibiydi. İnsanlar sadece dua hizmetine giderek özgür kılınıyordu. Örneğin, bir pastör eşi hayatında halledilmesi gereken bir mesele olduğunu biliyordu ve bu hizmet zamanında oraya gitti. (Eşiyle beraber başka bir seminere katılıyordu). Özel olarak onun için dua edilmediği halde Tanrı, onu yıllarca boyunduruğualtında bulunmuş olduğu durumdan hârika bir şekilde kurtardı.
Bu toplantılardan şunu gördük: uğraşmak zorunda kaldığımız konular özellikle bireysel konular değildi. Yüzleşmemiz gereken sorun, kültürel kalelerin insanların yaşamlarında bıraktığı etkiydi. Kötü ruhların bazı açılardan kültürün arkasında olduğunu ve güçlerinin yenilmesi gerektiğini anlamaya başladık.
Buradaki zorluk şuradaydı; birçok durumda kilise bile çeşitli kültürlerdeki kalelerin boyunduruğu altındadır. Kilisenin inanmayanlara etkin bir özgürlük hizmeti götürebilmesi için bundan kurtulması gerekir. Karanlık dünyanın güçlerine karşı yapılan ruhsal savaştaki gayrette herhangi bir yanlış yönlendirmenin olup olmadığını sorgulamaya başladım. Mesele bu karanlık güçlere doğrudan saldırma değil, ama onların etkisinden insanların özgür kılınması ve böylece kilisenin daha etkin olmasıdır. Bu konular kitapta daha sonra derinlemesine ele alınır.
O zamandan beri Hindistan, Güney Afrika, Meksika, Fransa, Amerika ve Birleşik Arap Emirlikleri de dahil olmak üzere birçok ülkede yer alan konferanslarda kültürel kalelerin düşürülmesi üzerine konuşmaktayım. Bu konferanslara giderken, ziyaret ettiğim bölgenin kültürünü incelemem gerekiyor. Elbette, sadece kitap okuyarak ve oradaki insanlarla konuşarak bir uzman olmam mümkün değil. Ancak bunlar da yardımcı oluyor tabii. Tanrı’nın bana kaleleri düşürme ilkelerini bulunduğumuz kültürlere uyarlamada bir yetenek verdiği görülüyor.
Bunun bir örneği Meksika’da oldu: ilk iki günümüzü ekiple beraber uzman bir antropologla geçirdik. Başkent Meksiko’da bizim rehberliğimizi yaptı ve bize birkaç ‘turistik’ yeri gösterirken, Meksika tarihiyle kültürüne ilişkin açıklamalarda bulundu. Bu, öğretişimde gerekli canlı örnekleri sağlamak açısından çok yararlı oldu.
Ruhsal yolculuğumuzda ilerlerken ve özellikle de ruhsal savaşın içine girerken Scilla ve ben düşmandan gelen pek çok kişisel saldırıya dayandık. Bunun tipik bir örneği İyileştirme Kursu’nun ilk seansında oldu. O zaman “tam gün” çalışmaya başlamıştık ve hemen bu kararın ardından kilise zor bir döneme girmişti.
Pek çok anne baba bir akşam toplantısında dışarı çağrılıp çocuk bakıcısından gelen sıkıntılı telefona cevap vermek zorundayken duyulan o kötü duyguyu bilir. İşte, bize de olan buydu. Tam ilk seans başlamışken biri kilise binasına geldi ve Scilla’yı çağırdı. Hemen geri gelmedi; daha sonra en küçük kızımız olan Sharon’un ben konuşmaya başlar başlamaz ağlamaya başladığını öğrendim. Onun da iyi tanıdığı güvenilir bir bakıcı olan Ian ile beraberdi, ama yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Ağlamayı bir türlü kesemiyordu.
İkinci hafta aynı şey yine olunca, bir şeylerin olduğunun farkına varmaya başladık. Özellikle ikinci olayda Scilla bile Sharon’u sakinleştiremeyince bunu daha iyi anladık. Gece yarısına kadar böyle devam edince, ciddi bir şeyin yapılmasına karar verip, kilisedeki diğer önderlerden onun için dua etmelerini istedik. O zamandan beri bu kursu toplantı süresince evde biri dua ettiği takdirde öğretebiliyorum.
Sharon on sekiz aylıkken, Obeah diye adlandırılan bir çeşit vuduya bağlı olmuş olan bir eve dua etmem için çağrıldım. Ertesi sabah yataktan kalkmaya çalışırken hareket edemediğini görüp paniğe kapıldı. Onu hastaneye götürdük ve orada soruna romatizmal artrit tanısı kondu. Bize onun ya tamamen iyileşeceği ya da bu sorunun onu yaşamı boyunca etkileyeceği söylendi. Dolayısıyla kilise onun için dua etmeye başladı ve özellikle küçük bir kadın grubu onun için düzenli olarak dua etti. Dualarını hem fiziksel iyileşme hem de düşmanın saldırısına karşı odaklaştırdılar. Scilla’nın Sharon’a hamileliğinde yaşamış olduğu duygular için de dua etmelerinin önemli olduğunu hissettiler. Birkaç hafta sonra Tanrı’ya şükürler olsun ki, gerçek bir iyileşme gördük. Yapılan testler onun kanında herhangi bir romatizma bulgusu olmadığını gösterdi.
Başka bir sefer de Hindistan’dayken oldu. Orada anaerkil kontrol ile Izebel ruhu hakkında öğretişte bulunurken, kilisedeki bir toplantı sırasında genç bir adam oğluma saldırdı. Bu adam kiliseye devamlı gelen biri değildi ve Niel’i de tanımıyordu: ancak ona saldırmasının nedenini de “annesi hakkında kötü şeyler söylüyor” diye açıkladı. Hindistan’da pek çok insanın anaerkil egemenlikten özgür kılındığı zamanda oldu bu. Buna benzer daha birçok örnek verilebilir.
David Holden kültürel kalelerden konuştuğum zamanlar korunmamız gerektiğini şiddetle hissetti. Bölgemizdeki NFI pastörlerinin (çobanlarının) bir toplantısında bu hizmeti paylaşmaları hakkında konuştu. Sonuç olarak birkaç kişi şimdi böyle durumlarda bizi dualarıyla destekliyor. Bu işi düzenli olarak destekleyen kişiler de var. Öncü işlere soyunan herhangi bir önderin bu seviyede duayla korunmasının elzem olduğuna inanıyorum. Birçok kişi bizi dualarıyla desteklemeye başladığından beri bu tür saldırılarda azalma oldu.
Şimdi geriye dönüp baktığımda bu ilk olayların ruhsal savaştaki ilk deneyimlerim olmadığını açıkça görüyorum. O zamanlar sadece içinde bulunduğum durumların saklı anlamının farkına varmamıştım.
1970 yılında Scilla ile beraber Exclusive Plymouth Bretheren kilisesinden ayrıldık; çünkü o grubun uluslararası olan bir önderi başka bir adamın karısıyla yatakta basıldı ve o grup onu disiplin altına almayı reddettiği gibi bir de onun önderliğini desteklemeye devam etti. Bu olaydan sonra oldukça küçük bir grubun Brethren’den ayrılmış olması diğer inanlılara bir sürpriz gibi gelebilir. Sadık üyelerden çoğu hâlâ önderlerinin yanlış yapabileceğini kabul etmiyor, ki bu kişiler bizzat kendi yaşamlarında dindar kişilerdir. Bu hareketin yasacılık öğretişine sıkı sıkıya bağlı kalmaya devam ediyorlar.
Bu tür olaylardan belli oluyor ki dünyada olduğu gibi dini kuruluşlarda da kaleler olabiliyor. İnanlılar da içtenlikle Mesih’i izlemeye gayret ederken bile aldatılabilir ve yalanlara inanabilir. Dini hareketler özel seçilmiş kişileri almaya ve hakimiyet kurmaya başlarsa, aldanmanın korkunç tuzağına düşebilir. Bu, ruhsal savaşın bir meselesidir. Kalelerin kiliseleri olduğu gibi kültürleri ve bireyleri etkileyebileceğini kavradığımda, bu durumlarda hizmet etmeye başladım.
Bizzat kendi yolculuğum bana, düşmanın stratejilerini anlamanın ve onlarla Kutsal Yazılar’a göre baş etmenin kilisenin gelişimi için elzem olduğunu göstermiştir.
Benim için kalelerin yerle bir edilmesindeki Bir Numaralı Etkin Strateji şudur: Düşmanın stratejilerini anlama ve onlarla baş etmek için Kutsal Yazılar’a uygun bir örnek edin.
Bu kitap, ruhsal savaş üzerine Kutsal Yazılar açısından bir görüş sağlama ve inanlıların yaşamlarındaki kötü kalelerden özgür kılınmaları için gerekli donanıma sahip olmalarını olanaklı kılma gayreti ve amacıyla yazılmıştır. Siz bu kitabı okurken, Tanrı’ya açık olmaya çalışmanızı ve böylece hepimizin ezilmişlikten çıkıp özgür kılınanlar arasında yer almamızı dilerim.