İsa’nın çarmıhta söylediği ikinci söz, Yuhanna 19:25-27 ayetlerinde aktarılmıştır: “İsa’nın çarmıhının yanında ise annesi, annesinin kız kardeşi, Klopa’nın karısı Meryem ve Mecdelli Meryem duruyordu. İsa, annesiyle sevdiği öğrencinin yakınında durduğunu görünce annesine, ‘Anne, işte oğlun!’ dedi. Sonra öğrenciye, ‘İşte, annen!’ dedi. O andan itibaren bu öğrenci İsa’nın annesini kendi evine aldı.”
İlk bakışta öyle çok da olağanüstü gözükmeyen birkaç sözcük: “Anne, işte oğlun” ve “İşte annen.” Grekçe metinde ilk ‘anne’ sözü için kullanılan sözcük ‘kadın’ anlamına gelmektedir. Bizim kayıtlarımıza geçtiği üzere İsa çarmıhta ikinci kez konuşuyordu. Yalın, kısa sözlerdi bunlar, ama iki bin yıldır O’nun kimliğini anlamamız açısından bize farklı ipuçları vermektedir.
İsa çarmıha gerilmeden önceki saatlerde ve çarmıh üzerinde pek çok sıkıntı çekti. Öğrencilerinden, en yakınındaki insanlardan biri tarafından ele verildi. Diğer öğrencileri kaçtılar. İsa zor duruma düştüğünde onların yaptığı kaçmak oldu. O’nu terk ettiler, yapayalnız bıraktılar. İsa tutuklandı. O’na işkence edildi. Kendi infaz aracını, çarmıhı oluşturacak kalaslardan birini sırtında taşıdı.
İsa işkence görürken Öğrencilerinin ne yaptığını tam bilmiyoruz. Belki de biraz uzaktan izliyorlardı. Petrus, bir ara İsa’nın yakınına kadar geldiyse de üç kez O’nu inkâr etmek durumunda kalmıştı. Belki diğer öğrenciler biraz daha uzaktan izliyorlardı. Kendilerini göstermek istemezlerdi, çünkü korkuyorlardı. İsa bir suçlu olarak görülüyordu. İnsanların, özellikle de O’nun yargılanmasını isteyen Yahudiler’in kafasında İsa, Tanrı’ya hakaret eden bir çetenin önderi gibiydi. Öğrencileri O’nun yanında durmak istemediler.
İsa’nın bu zor anlarında beş kişinin çarmıhın yanında O’nunla birlikte olduğunu biliyoruz: Dört kadın ve bir delikanlı. İsa işkence görür, kırbaçlanırken Meryem neredeydi bilinmez ama oğlu çarmıha çivilenirken yanındaydı. İsa’nın elleri çivilerle çarmıha çakılırken çekiç sesleri Meryem’in kulaklarında yankılanıyordu. Sanki çiviler ona da batıyordu. İsa onun yaşamının merkezindeydi. Meryem’i her kadından farklı kılan çocuğu, her çocuktan farklı bir çocuk olan oğlu elinden alınıyordu. Çiviler çakıldı. Meryem, çaresizlik içinde acı çeken oğlunun acısına paydaş olmaya çalışıyordu. İsa’yı çivileyenlerin işinin ne kadar sürdüğünü düşünmemiştir, ne yaptıklarını anlamamıştır bile. Sonra yavaş yavaş İsa’yı yukarı kaldırdılar. Çarmıh dik durduğunda İsa’nın bedenindeki acılar daha da çoğalmış olmalıdır. İsa’yı bu durumda gösteren resimlerin bazılarında İsa’nın gözlerinin keder ve çöküntü ile gölgelendiğini görürüz. Hiç sanmıyorum. Keder değilse de, çektiği ve çekeceği acının izleri olmalıydı. Yine o resimlerde İsa’nın erkekliğini örten bir örtü bulunur. Ama o dönemi anlatan tarihsel kaynaklara göre bu doğru değil, çünkü çıplaktı. Bütün çıplaklığıyla insanların önünde teşhir ediliyordu.
O sırada İsa’nın giysilerini paylaşıp mintanını kim alacak diye kura çekiyorlardı. İsa herkesin, annesinin önünde çırılçıplak bırakılmıştı. Anneler küçük çocuklarının çıplaklığına bakmaya alışkındır. Küçükken eminim İsa da o günlerde Orta Doğu’da yaşayan bütün çocuklar gibi, çıplak dolaşmaya alışkın olmalıdır. İsa hep insanların arasındaydı, onlardan biriydi. Çocukken de öyle olmuştur. O zamanlar şimdiki gibi mayo giymezdi çocuklar denize, göle girerken. Bu çok olağandır. Anneler ve çevredekiler için de...
Çocukların sakınmasına gerek yoktur, ama büyüyünce çıplaklık örtülür. Örtünmek öz saygının bir göstergesidir. İsa Mesih çarmıhta korunmasız, savunmasız bir şekilde çıplaktı. Bu hem İsa için, hem de Meryem için acı kaynağıydı. Meryem’in hissettiklerini bir düşünelim. Olağanüstü bir lütufla bir çocuk sahibi olmuştu. Sevincinin coşkusuyla söylediği ezgi bütün güzelliğiyle Luka tarafından bize aktarılmıştır (Luka 1:46-55). Oğlunu çarmıhta çırılçıplak gördüğünde bu sevincin nereye gittiğini, her şeyin nasıl bu hale geldiğini merak ediyor olmalıydı. O harika lütuf nasıl olmuştu da ellerinden kayıp gitmişti!
Şimon’un tapınakta bebek İsa’yı gördüğü zaman söylediği sözleri anımsar mısınız?: “‘Ey Rabbim, vermiş olduğun sözü tuttun; kulun olan ben artık huzur içinde ölebilirim. Çünkü senin sağladığın ve tüm halkların gözü önünde hazırladığın kurtuluşu, ulusları aydınlatıp halkın İsrail’e yücelik kazandıracak ışığı gözlerimle gördüm.’ İsa’nın annesiyle babası, O’nun hakkında söylenenlere şaştılar. Şimon onları kutsayıp çocuğun annesi Meryem’e şöyle dedi: ‘Bu çocuk, İsrail’de birçok kişinin düşmesine ya da yükselmesine yol açmak ve aleyhinde konuşulacak bir belirti olmak üzere belirlenmiştir. Senin kalbine de âdeta bir kılıç saplanacak. Bütün bunlar, birçoklarının yüreğindeki düşüncelerin açığa çıkması için olacak.’” (Luka 2:29-33)
Meryem’in yüreğine kör bir bıçak İsa çarmıha gerildiğinde saplanmıştı. Şimon’un söylediğinin karşısında yaşanan şaşkınlığı anlayabiliyorum. Küçücük çocuk İsrail’de bazılarının düşmesine yol açacak, tarihi değiştirecek biri olacaktı. Meryem çarmıha baktığında o küçücük çocuğun büyüyüp öldürülmekte olduğunu görüyordu. Kalbine Şimon’un sözünü ettiği kılıç saplanıyordu. Acı duyuyordu. İsa çarmıhta, Meryem çarmıhın dibinde ölesiye acı çekiyordu. Sonra İsa bütün dünya için ölecekti; buna Meryem de dahildi.
Çarmıhın dibinde duran Meryem dışında üç kadından daha söz ediliyor. Bunlardan biri teyzesiydi. İsa’nın kaç teyzesi vardı bilmiyoruz. Markos ve Matta’yı okuduğumuzda teyzelerinden birinin Salome olduğu sonucuna varıyoruz. Salome, İsa’nın en yakınındaki iki öğrencinin annesi ve Yuhanna’nın da çarmıhın yakınında olmasını açıklıyor.
İsa’nın azarladığı kadını hatırlıyor musunuz? Bir hanım İsa’nın yanına gelip iki oğlu için O’nun sağında ve solunda yerler ayarlamaya çalışıyordu. İşte o hanım, çarmıhın dibindeki Salome idi. İsa onu azarlamıştı, ama bu kadın yine de O’nun yolundan ayrılmamıştı. Demek ki Salome, “Rab’bin terbiye edişini hafife alma” (Süleyman’ın Özdeyişleri 3:34) sözünü yaşamına almış biriydi. Çarmıhın yanında iki kadın daha görüyoruz: Klopas’ın karısı Meryem ve Mecdelli Meryem. Bu bağlamda onlardan söz etmeyeceğim.
İsa’nın söylediği ikinci söze tekrar dönersek, şöyle demişti: “Anne, işte oğlun” ve “İşte, annen.” Markos 3:31-35 ayetlerinde anlatıldığına göre, bir gün İsa’nın annesi ve kardeşleri, İsa ile öğrencilerinin olduğu toplantıya gelirler. Öğrenciler toplantıda, “Bak, annenle kardeşlerin geldi” der. O da, “İşte annem, işte kardeşlerim. Tanrı’nın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kız kardeşim, annem, odur” diye onları yanıtlar.
İlk okuduğumuzda sanki İsa, annesi ve kardeşlerini reddediyormuş gibi gözüküyor, ama öyle değil! Açıkladığı, iman bağının en az akrabalık bağı kadar güçlü olduğudur. Akrabalık bağının önemsiz olduğunu da söylemiyor. Akrabalarımız hayatımızda özel bir yer tutar. Onlar için üzülüyor, meraklanıyor ve belki de ağlıyoruz. Çoğumuz kilisedeki kardeşlerimiz için de aynı şeyleri hissediyoruz. Burada İsa’nın öğrettiği, Tanrı’nın inanlılar arasında oluşturduğu bağın, doğal bağlar kadar ve belki de daha güçlü olduğudur.
İsa’nın kardeşlerinden başka yerlerde de söz edildiğini okuyoruz (örneğin Markos 6:3). Ama onlar hakkında fazla bilgimiz yoktur. Bu kardeşlerin İsa’nın annesinin rahminden doğan kardeşler olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Ne fark eder? Onlar da İsa’nın çevresinde, yakınında beraber büyümüş, beraber canları yanmış kişilerdir. İsa’dan sonra Meryem’in çocuk doğurduğuna ilişkin bir kanıt yok elimizde. Bu kardeşler üvey mi, öz mü bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz, Yuhanna 7:5 ayetinde İsa’nın kardeşlerinin O’nun hizmeti sırasında iman etmediği yazıyor. Bir yanda iman etmeyen çocuklar var ve onlar çarmıhın dibinde değiller, öte yandan Meryem’le ruhsal bir paydaşlık içinde olan Yuhanna yanında duruyor. İsa ölmek üzere ve annesinin geleceğini düşünüyor. Onu güvenebileceği birine emanet etmek istiyor. Böylece Yuhanna o andan başlayarak Meryem’e hizmet eden bir ‘oğul’ oluyor. Kilise geleneğinde anlatıldığına göre de uzun bir süre bu görevi sürdürüyor.
İsa’nın bütün acısının içinde annesini düşündüğünü görüyoruz. Siz kendinizin çarmıhta asılı olduğunuzu düşünün bir an. Ne söylerdiniz? “Canım acıyor” mu derdiniz? Belki de oracıkta duran askere yalvarırdınız: “Beni buradan indirin, ölmek istemiyorum.” Belki de bütün acınıza karşın ses çıkarmadan vakur bir biçimde ölmeye çalışırdınız.
İnsan bedeni zayıftır, acı çekmek için yaratılmamıştır. Acı duyduğunda beden de, acı çeken insanın zihni de o acıya odaklanır, tepki gösterir. İsa Mesih de tam bir insan olarak o acıyı çekiyordu. Her damlasına dek siz nasıl hissedecekseniz, O da öyle hissediyordu. Bu acının içinde annesini gördü ve annesi için bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Özverisinin boyutları insanı hayran bırakıyor.
1. Yuhanna 3:16 ayetini anımsıyor musunuz? Bize sevgiyi çok güzel bir biçimde ifade eden bir ayet: “Sevginin ne olduğunu İsa’nın bizim için canını vermesinden anlıyoruz. Bizim de kardeşlerimiz için canımızı vermemiz gerekir.” İsa bizim için çarmıhta canını verdi. Ama canını verirken yine de düşüncelerinin merkezinde özveri vardı. Annesini düşünüyordu. Meryem’i Yuhanna’ya emanet etti.
Bu parça, İsa’nın çarmıhta söylediği bu ikinci söz, bizim yaşamımızda nasıl bir karşılık buluyor? İsa’nın çarmıhta sergilediği sevgiden neler öğreniyoruz?
Önce iman bağının akrabalık bağı gibi önemli olduğunu gördük. Ne var ki, Hristiyanlar gündelik yaşamlarında pek de öyle hissediyormuş gibi davranmıyorlar. Sizin için de ortak imanımızdan kaynaklanan kardeşliğimiz önemli mi? Önemliyse nasıl ifade ediyorsunuz?
“Benim buyruğum şudur: sizi sevdiğim gibi birbirinizi sevin. Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur. Size buyurduklarımı yaparsanız, benim dostlarım olursunuz. Artık size kul demem. Çünkü kul efendisinin ne yaptığını bilmez. Size dost dedim. Çünkü Babamdan bütün işittiklerimi size bildirdim. Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim” (Yuhanna 15:12-16). İsa’dan sevgiyi öğrenmemiz lazım. Bizim de İsa gibi kardeşlerimiz için ‘canımızı vermemiz’ lazım. Oysa değil canımızı vermek, biz bazen selam bile vermiyoruz. Tabii ki bizim canımızı vermemiz demek, ölmemiz demek değil. Özverili bir sevgi sergilememiz demek. İmanlı kardeşlerimizle yaşamda omuzdaş, yoldaş olmak demek. İsa Mesih’in verdiği sevgiyi yaşamlarında gösteren insanlar olmalıyız.
Kiliseye yeni gelenlerin, ‘Çok sevgi dolu bir ortam, ama ben kaynaşamıyorum’ dediğini çok duydum. İsa Mesih canını verdi. Bu sembolik bir eylem değildir. İsa, tarihi ve sizi değiştirmek için öldü. Bu, ilişkilerimize de yansımalıdır. Kiliseye yeni gelenler sevgiye doysunlar; bu olağanüstü sevgiyle şaşırsınlar. İnsanlar İsa aracılığıyla sizde olan sevgiyi görürse, siz bunu gösterecek yolu bulursanız, çevrenizdeki insanların ilişkilerinin onarılması için büyük bir adım atmış olursunuz. Hayatınız değişir.
Başka ne yapacağız? İsa’nın özverisini biz de göstermeliyiz. Hristiyanlık sevgi dinidir derler. Böyle denmesinin nedeni İsa ve öğrettikleridir. Öğrendiklerimizi uygulamalıyız.
‘Anne, işte oğlun’ ve ‘İşte annen.’ İsa sıkıntılarının ortasında sevdiklerini düşünüyordu. Kardeşlerinizi sevmeniz gerektiğinden az önce söz etmiştim. O zaman beni seviyorsan bana sarıl, ben ağladığımda elini sırtıma koy, hasta olduğumda bana bak, sıkıntımda benim yanımda ol. Bizim bağımız dünyasal ilişkiler bağından daha güçlü olmalıdır. Bu bağı, bu sevgiyi ifade etmeliyiz. Ne yapacağız? Birbirimiz için dua edip düşüneceğiz. Birbirimizin ihtiyaçlarına bakacağız. Bu konuda değişmeliyiz. Kimin neye ihtiyacı var onu öğrenin. Birini bulun, onun için dua edin. Birbirinizin gözyaşlarını silin, elinizi acı çekenin omzuna koyun ve dua edin.