İsa’nın yeryüzündeki yaşamının son gününde başından geçenleri hiç enine boyuna düşündünüz mü? İlk verdiğim vaazlardan birinde İsa’nın o son günde çektiği sıkıntıların bir listesini hazırlamış ve kilise üyelerinin görebilecekleri şekilde duvara yazılmasını sağlamıştım. Çok çarpıcı bir listeydi. İsa gerçekten de çok ciddi fiziksel acılar çekmişti. Mel Gibson’un yönettiği ‘İsa’nın Çilesi’ filmi de son derece etkileyici bir biçimde O’nun çektiği sıkıntıları ve gördüğü işkenceyi anlatıyordu. Aslında itiraf etmem gerekirse, bu filme kadar İsa’nın çektiği sıkıntıların fiziksel yanı üzerinde çok da derin bir biçimde düşünmediğimi anladım.
İsa’nın karşılaştığı şiddet hem fiziksel hem de ruhsal açıdan son derece ağırdı. Getsemani Bahçesi’nde tutuklanışından sonra O’na zulmedenlerin yaptıklarına, bir de bu süreçte karşılaştığı kişilerin ve en yakınındaki yoldaşlarının yaptıklarını da eklediğinizde, İsa’nın yaşadıklarının boyutunu birazcık daha iyi anlayabiliyorsunuz:
İsa’ya ihanet edildi. Yoldaşları O’nu terk ettiler. Hakkında yalan yere tanıklıkta bulunuldu. Yüzüne tükürüldü, yumruklandı, tokatlandı, yalnız bırakıldı, inkâr edildi, haksız yere suçlandı, kalabalıklar tarafından reddedildi, ölüme mahkûm edildi, kamçılandı, alay edildi, kamışla başına vuruldu. Çarmıha gerileceği tahtayı yaralı haldeyken taşımak zorunda bırakıldı. Annesi dahil kadın erkek herkesin önünde çırılçıplak soyuldu. Cellatları giysilerini O sağken paylaştılar. Sövüldü, hakarete uğradı.
Bu kadar yoğun bir şiddetle, üstelik bir gün içinde çok az kişi karşılaşır. Bazılarımız burada sıralanan zalimliklerin biri ya da birkaçını göğüslemek durumunda kalmış olsa da, bu denli yoğun bir işkence ancak ölümle sonuçlanabilirdi. İsa öldü.
O’nu ölüme götüren acıları dakika dakika, an be an yaşarken, çivilerle çarmıha çakıldıktan hemen sonra ağzından yedi sözün ilki döküldü: “Baba, onları bağışla. Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar” (Luka 23:34).
Gerçekten de İsa’yı çarmıha götüren süreçte O’na karşılaştığı bütün bu davranışları reva görenler ne yaptıklarının bilincinde değillerdi. Üstelik bu yaptıklarını KİME yaptıklarını da bilmiyorlardı. Yani, İsa’nın kim olduğunu bilmiyorlardı. Petrus, Elçilerin İşleri kitabında yer alan ikinci vaazını verdiği zaman İsa’nın kimliğinden söz etti: “…atalarımızın Tanrısı, Kulu İsa’yı yüceltti. Siz O’nu ele verdiniz. Pilatus O’nu serbest bırakmaya karar verdiği halde, siz O’nu Pilatus’un önünde reddettiniz. Kutsal ve adil olanı reddedip bir katilin salıverilmesini istediniz. Siz Yaşam Önderi’ni öldürdünüz” (Elçilerin İşleri 3:13-15). Eminim Petrus’un sözlerini işitenler, kulaklarına inanamamışlardı. Öldürülmesini uygun gördükleri insanın kimliğine ilişkin açıklamalar ölen kişinin çok değerli, olağanüstü biri olduğunu ilan ediyordu. İsa’dan Kutsal ve Adil Olan, Yaşam Önderi, Mesih olarak söz etti. Dinlemek istemediler.
Yine de tekrar tekrar İsa’nın kimliğine ilişkin açıklamaları duymak zorunda kalacaklardı. Çünkü İsa’nın kim olduğunu bilenler, O’ndan söz etmekten vazgeçmediler. Ölüm söz konusu olduğunda bile… İstefanos’u Yüksek Kurul’un önünde yargıladıklarında acaba onun ne yapacağını sanıyorlardı? İstefanos da İsa’nın kim olduğundan ve onların ne yaptığından söz etti: “Atalarınız peygamberlerin hangisine zulmetmediler ki? Adil Olan’ın geleceğini önceden bildirenleri de öldürdüler. Melekler aracılığıyla buyrulan Yasa’yı alıp da buna uymayan sizler, şimdi de Adil Olan’a ihanet edip O’nu katlettiniz!” (Elçilerin İşleri 7:52-53). İsa’nın kimliğini, tanrısallığını ifade ettiğinde dindarlıkları içinde öfkeden kudurdular. Ne yaptıkları, kimi öldürdükleri onlara tekrarsöylenince öfkelendiler. İstefanos’u da öldürdüler.
İnsanların sıradan kişilere kötülük etmeleri bu günahlı dünyada ne yazık ki alıştığımız bir gerçek. Kötülük, çok rastlandığından neredeyse kanıksanıyor. Ancak Yahudiler’in o günlerde bu denli önemli birine, yalnızca bir kötülük de değil, inanılmaz kötülükler etmesi, yaptıklarından haberdar olmadıklarını gösteriyor. Yani, yaptıklarının ne denli büyük bir suç olduğunu fark etmiyorlar. Akıllarını kaçırmış gibiler.
Onlar Tanrı’nın Mesihi’ni öldürdüler. Petrus, Matta 16:16’da yazılanlara göre İsa’nın kimliğini şöyle ifade etmişti: “Sen, yaşayan Tanrı’nın Oğlu, Mesih’sin.” İsa, Tanrı’nın belirli bir görevle, insanların günahını kaldırarak Tanrı ile barışmalarını sağlamak üzere yeryüzüne gönderdiği kişiydi. Binlerce yıl boyunca peygamberlerin geleceğinden söz ettiği, hem İsrail hem de diğer uluslar için bir kutsama kaynağı olacak kişiydi. İsa herhangi biri değil, insanları içinde bulundukları durumdan kurtaracak ve Tanrı’nın değerlerine uygun, O’nu yansıtan bir egemenlik kurup yönetecek Kurtarıcı Kral Mesih idi.
Petrus, aynı ayetlerde İsa’dan Tanrı Oğlu olarak da söz ediyor. İnsanlar bütün bu yaptıkları zalimlikleri; yüzüne tükürmeyi, aşağılamayı, küfür etmeyi, kırbaçlamayı ve her şeyi Tanrı Oğlu’na yaptılar. ‘Nasıl olur da Tanrı oğul edinir’ diye bir soru aklınıza geldiyse, merak etmeyin. Sözünü ettiğimiz fiziksel bir oğulluk değil. Tanrı hiç kimseyle cinsel bir temasın sonucunda oğul edinmedi, bunu söylemek Tanrı’ya hakaret olurdu. Ruhu aracılığıyla bir insanın hamile kalmasını sağladı ve bu kadından Tanrı özüne sahip bir insan doğdu. İsa, insan sınırlılığı içerisinde yaşadı ve Baba Tanrı ile arasındaki ilişki hep bir baba-oğul ilişkisine benzedi. İsa her zaman Babası’nın sözünü dinledi. İsrailliler Tanrı ile bu denli yakın ilişki içindeki birini öldürdüler.
Aslında İsa’nın kimliğine ilişkin bilmedikleri daha başka yönler de vardı. Bir yandan Davut’un soyundan birinin geleceğini ve onları kurtaracağını umuyorlardı. Öte yandan İsa’yı öldürdükleri zaman, en azından bu cinayette payı olanlar, özlemle bekledikleri Davut’un soyundan gelen Kral’ı öldürdüklerini bilmiyorlardı.
Matta, İsa’nın son kez Yeruşalim Kenti’ne bir sıpanın üzerinde girdiği zaman biriken kalabalığın şöyle bağırdığını aktarıyor: “Davut Oğlu’na hozana! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun. En yücelerde hozana!” (Matta 21:9).
Hozana, Yahudiler’in İsa’nın zamanında yaygın olarak kullandığı Aramice dilinde ‘şimdi kurtar!’ anlamına gelen bir sözcüktür. İsa’nın bu sözle selamlandığı zamanlarda özellikle bir övgü sözü olarak kullanılıyordu. Davut Oğlu diye seslendikleri kişi, İsrail’i o zamanki Roma işgalinden, yabancı ülkelerin ekonomik, sosyal ve aynı zamanda ruhsal boyunduruğundan kurtaracak bir kral olacaktı. Tanrı, Kral Davut’a söz vermişti, onun soyundan biri çıkacaktı ve bu kişi krallığı pekiştirecek, tapınak kuracak, Tanrı ile özel bir baba oğul ilişkisi içinde olacak, sonsuza dek egemenlik sürecek biriydi (2. Samuel 7:11-16; 1. Tarihler 17:11-14). Özellikle baskı altında kaldıkları zaman İsrailliler, gelecek kurtarıcıyı, Mesih’i özlemle anarlardı. İsa, İsrail’i o acınası durumdan çıkaracak kişiydi. Kitaplarda O’nun Davut’un soyundan geldiği yazılıdır (Matta 1:1, 17; Markos 10:47-48; Luka 3:31).
Tanrı Oğlu, Davut oğlu İsa Mesih insanlara içinde bulundukları durumdan çıkış yolu sağlayacak Kral ve Kurtarıcı idi. Samiriyeliler, İsa ile ilgili olarak şu tanıklığı yapmışlardı: “Kendimiz işittik, O’nun gerçekten dünyanın Kurtarıcısı olduğunu biliyoruz” (Yuhanna 4:42). İsrailliler’in bekledikleri öncelikle siyasal bir kurtarıcıydı, O’nun ruhsal özellikleri pek akıllarına gelmiyor olmalıydı. Eli kılıçlı, düşmanı ülkeden kovacak bir kahraman bekliyorlardı; yanılıyorlardı!
En azından Kutsal Kitap’ı yorumlarken bu Kurtarıcı’nın, Yeşaya peygamber tarafından bildirilen Acı Çeken Kul (Yeşaya 42, 49, 50, 53. bölümler) ve İnsanoğlu niteliklerini göz önüne almadılar. Kurtarıcı’nın öncelikle siyasal bir amacın dışındaki bir amacı gerçekleştirebileceğini düşünmediler.
Yine de akıllarına gelmemesi, yanılmaları, bilmemeleri onlar için bir özür oluşturmuyordu. İsa Mesih yeryüzüne gelmiş ve bildirisini iletmişti. İman etmeyen, üstelik İsa’yı öldüren insanların hiçbir özürleri yoktu (Yuhanna 15:22).
Peygamberler İsrail’in bilgisizliğinin neden olacağı şeylere ilişkin onları uyarmıştı: “Halkım bilgisizliği yüzünden sürgün edilecek, saygın kişileri kıtlıktan ölecek, kalabalıklar susuzluktan kırılacak” (Yeşaya 5:13).Yeşaya peygamber, Tanrı’nın sağlayışına bilgisizce karşılık veren halkın sürgünle cezalandırılacağını açıklıyordu. Bir başka peygamber, Hoşea da şöyle aktarır: “Yok oldu halkım bilgisizlikten. Sen bilgiyi reddettiğin için, ben de seni reddedeceğim bana kâhinlik etmeyesin diye. Sen Tanrı’nın yasasını unuttuğun için, ben de senin çocuklarını unutacağım” (Hoşea 4:6).
Her iki peygamberin de sözünü ettiği bilgisizlik, Tanrı bilgisinden ve Tanrı ile ilişkiden yoksun olmaktı. Tanrı kendisini İsrail halkına çeşitli yollarla açıklamıştı ve açıklamayı sürdürüyordu. Zamanı geldiğinde bu açıklamayı İsa Mesih aracılığıyla yaptı. Yuhanna 15:22’de bu durumla ilgili olarak şunları söylüyor: “Eğer gelmemiş ve onlara söylememiş olsaydım, günahları olmazdı; ama şimdi günahları için özürleri yoktur.”
İnsanların bilmek için koşulları vardı. İsa Mesih gelmiş ve kendini onlara açıklamıştı. Buna rağmen O’na zulmettiler. İsa öldürülmeden bir hafta önce Yeruşalim girişinde İsa’yı bir kral gibi karşıladılar. Bu nedenle İsrailliler’in özürleri yoktur. Yine de bilgisizlikleri nedeniyle mahvolacaklardı. Tanrı bilgisinden yoksun oldukları için İsa’ya küfrettiler, zulmettiler, O’nu çırılçıplak bırakıp giysilerini paylaştılar.
İsa’nın öldürülmesi için bağırdıklarında ya da O’na işkence ettiklerinde insanların büyük bir nefret duygusuyla hareket ettiğini görüyoruz. Öfkeliydiler, İsa’dan nefret ediyorlardı, çünkü İsa farklıydı. Farklılık rahatsızlık yaratır. Rahatsızlık öfke doğurur. İsa, onların değişmesi gerektiğini söylüyordu. Alışkanlıklarının, yaşam biçimlerinin değişmesi gerektiğini anlatıyordu.
İsa ile tanışırsanız aynı kalamazsınız. İsa insanlardan yaşamlarında değişiklik talep eder. Herkesin hayatının değişmesini ister. Bu insanların kabul etmeye zorlandığı bir durumdur. İsa değişiklik istediği için insanlar hâlâ İsa’ya öfke duyabiliyor. Alışa geldiğimiz yaşam tarzına tehdit olarak algılıyoruz. Bu, Hristiyan olan Türkler’in ailelerinde, yakın çevrelerinde gözlemlenebiliyor. Ne zaman birisi Mesih’e iman etse yakınları tarafından daha önceki ilişkilerini reddetmiş sayılıyor. Aileden ayrılmış gibi düşünülüyor. Aile çoğunlukla hakarete uğradığını, küçük düştüğünü hissediyor.
İsa ile karşılaşan Yahudi dindarlar da öyle hissettiler. İsa’nın onların inancını, dinini reddettiğini, onlara utanç getirdiğini düşündüler. Bu nedenle başkâhin giysisini yırttı. Oysa İsa’nın vermek istediği dinden öte bir şeydi: Tanrı ile ilişki sundu onlara.
Yahudiler ‘İsa’nın Çilesi’ adlı film gösterime girdiğinde kızdılar. ‘İsa’yı biz öldürmüşüz gibi gösteriliyor’ dediler. Romalılar’ı suçluyorlardı. Oysa kim öldürdüyse öldürdü, ne fark eder! İsa’nın ölüm nedeni bizim günahlarımız değil mi? Yaşadığı şiddet ve acı, bizimkiler de dahil dünyanın günahlarını ortadan kaldırmak içindi.
İsa’nın bu şiddete gösterdiği tepki dua etmek oldu. “Baba, onları bağışla.” Pavlus da İncil’in bir başka yerinde şöyle yazmıştı: “Kendi ellerimizle çalışıp emek veriyoruz. Bize sövenler için iyilik diliyoruz. Zulmedilince sabrediyoruz” (1. Korintliler 4:12). Hristiyanlar’ın İsa Mesih’in öğrettiği biçimde yaşamaya davet edildiğini bilirsiniz. Bize kötü davrananlara iyilikle davranmamız beklenir.
‘Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma’ diye bir söz vardır. İsa herhangi bir öğretmenin yaptığını yapmadı. Öğrettikleriyle yaşadıkları uyumluydu. İsa gerçek bir öğretmendir. Hatırlıyor musunuz; Dağdaki Vaaz’da İsa bu konuda konuşmuş, “Düşmanlarınızı sevin” demişti. Matta 5. bölümdeki paragraf şöyle diyordu: “Komşunu sev, düşmanından nefret et denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerde olan Babanızın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğdurur. Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır. Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur? Vergi görevlileri de öyle yapmıyor mu? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyor mu? Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun.”
İsa öğrettiklerini uyguladı. İnsanlar O’na zulmettiklerinde bağışladı. O’na düşmanlık edenler için iyilik diledi. Daha da ötesinde düşmanlarını kutsamak istediğini söyledi: “Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.” Düşmanını sevmek kolay değildir elbette. Sevmekle hoşlanmak arasında fark vardır. İsa bana düşmanlarımdan hoşlanmam gerektiğini söylemiyor. Sevmemi istiyor. Sevgi göstermek bir karardır. Bir insanın yaptıklarını beğenmeyebilir, ondan hoşlanmayabilir, ama sevebilirsiniz. ‘Ne yaparsa yapsın ona sevgi göstereceğim’ dersiniz. ‘Ben bu insanı bağışlayacağım’ diye karar verirsiniz ve bu kararı uygularsınız. Bağışlamak da karardır. Bir karar verirsiniz ve uygularsınız. Birini bağışlamak o kadar kolay değildir. Gördüğünüz şiddete göre daha uzun sürebilir bağışlamak. Önce karar vermek gerekir. Düşmanlarınızı sevin. “Ben bu insanın hayatında Tanrı’nın iyiliğinin görünmesini istiyorum” deyin. Bunu Tanrı’dan dilerseniz, bir dua olur ve Kutsal Ruh size yardım etmeye başlar. Eğer düşmanlarınızı severseniz onları özgür kılarsınız. Kendiniz de özgür olursunuz. Sizi birbirinize bağlayan olumsuz bağ ortadan kalkar. Düşmanınızdan kurtulmuş olursunuz.
Az önce İncil’den alınan ayetleri okudunuz. İsa diyor ki: “Tanrı güneşi hem iyilerin, hem de kötülerin üzerine doğdurur.” İsa karanlığı aydınlatmak üzere ışık olarak geldi. Tanrı tüm insanların O’nun kutsamalarına kavuşmasını arzular, sevgisini bir biçimde yaşamalarını ister. Onlar bu sevgiyi, kutsamayı fark etseler de etmeseler de Tanrı bu isteğini sürdürür. Güneşi herkesin üzerine doğdurur ki, bu kutsama sonucunda herkes aydın olabilsin. Sevmeyi öğrenmek gerek. Tanrı kötülük yapan herkesi, hemen o anda cehenneme atmıyor. Onlara fırsat tanıyor. Hepimize değişme olanağı veriyor. Hep kötü kalmak zorunda değiliz. Bir gün “Ben karar veriyorum. İnsanları sevme kararı verdim” diyebilirsiniz. Bundan sonra İsa Mesih’e iman aracılığıyla yaşamınıza gelen Kutsal Ruh’un gücüyle değişmeye başlayabilirsiniz. Hepimizden bu bekleniyor. Her sevgisizlik gösterdiğinizde İsa Mesih aynı şeyi söylüyor: “Onları bağışla Tanrım.” Aslında günahlarınız O’nun çarmıhında bağışlandı.
İsa’nın çarmıhta yaptığını gündelik yaşamınızın bir gerçeğiymiş gibi kabul edin. “Düşmanlarınızı sevin” dendiğini biliyorsunuz. Tanrı’nın güneşinin düşmanlarınızın üzerine doğmasının bir başka yolu da sizin göstereceğiniz sevgi olamaz mı? Bir sonraki ayette, “Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır” deniyor. Yağmur sizin de üzerinize yağıyor. Doğru mu, eğri mi olduğunuzu anlamanın bir yolu da sizin düşmanlarınıza sevgi gösterip göstermediğiniz değil midir?
Sevgi gösterdiğiniz insanın kimliğinin çok da bir önemi yoktur; insan olmaları yeterlidir çoğu zaman. Kime, ne derece işkence etmiş olmaları da önemli değil. Onları kutsayın. Onları özgür kılın, yaşamlarının değişmesi için etkin olun. Ancak o zaman Tanrı’yı yüceltmiş olursunuz. Bu bağlamda Göklerdeki Babamız’ın oğulları olarak O’nu nasıl yüceltiriz? Tabii ki, O’nun karakterini yansıtarak ve O’nun özelliklerini yaşamımızda göstererek…
Burada önemli olan, insanların size ne yaptıkları değil, sizin ne yapacağınızdır. Size kötülük mü ettiler? Bağışlayacaksınız. Size işkence mi çektirdiler? Affedeceksiniz. Sonra ilişkiyi eski haline getirmek için üzerinize düşeni yapın. Size kötülük edene değişme fırsatı verin. Dağdaki Vaaz’ı anımsayın: “Yalnız sizi sevenleri severseniz ne ödülünüz olur?” Hiç! Peki, yalnız sizi seveni sevmekle kalmayıp herkesi severseniz ödülünüz ne olur? Tanrı’ya benzersiniz, O’nun gibi davranmış olursunuz.
Şimdi bu satırları okudunuz. O zaman bugün fazladan bir şey yapın. Tanrı’nın çocuğu gibi davranın. İsa gibi davranın. “Baba onları bağışla, ne yaptıklarını bilmiyorlar” deyin. Bağışlayın ve ilerleyin. Yaşamınızda Tanrı’yı yüceltin.