Kuşku duymazsanız…şu dağa kalk denize atıl derseniz, dediğiniz olacaktır-Mt.21:18
Kadim yazılara baktığımız zaman bu yazıların içinde özellikle İsra-el için yani daha manası itibariyle “Yaratan’a yürüyen” halk hep “incir ağacı” veyahut “asma” ile tanımlanmak istenmiştir. Çünkü hem asma hem incir ağacı aynı zamanda bölgede iyi tanınan tarım ürünleridirler. Dolayısı asma ve incir ağacının doğal gelişimine, yetiştirilmesine de sürekli tanık olan insanlardır. Burada efendimiz İsa Mesih bu iki ağacı kullanarak esasında Yaratan’a yürüyenlere, öncelikle kendi dönemindeki mana yolunun yolcularına ve aynı zamanda günümüz mana yolcularına önemli öğretişlerde bulunmak istemektedir.
Mesih düzeyi yani “kurtla kuzunun” bir arada olabileceği söylenilen o piramidin en üst noktası hiç kuşkusuz Yaratan sureti dediğimiz insanların tam anlamı ile Yaratan vasıflarını yansıttığı o en üst noktadır. Bu noktayı kendi yaşamı ile bizlere çok net ve sade ama bir o kadar da “alma arzusu” üzerindeki yaşamlara ters ve zıt gelebilecek bir şekilde tarif eden ve bu yola, bu kurtuluş yoluna kendisini koyup “kadim antlaşmanın” esas tamamlanışını sunan hiç kuşkusuz Efendimiz Mesih İsa’dır. Bu manada insan Yaratılış aleminin “konuşan düzeyinde” olması hasebiyle “kralı olduğuna göre”. Bu krallık mertebesinde manevi manada Yaratan’a yürüyüşle Yaratan’ı edinme ve O’nunla form eşitliğinde olması gereken insan-ı kamil düzeyine taşınmasında kurtarış noktasının sunumunda da krallık mertebesinde yani manevi manada krallık mertebesinde duranda Efendimiz Mesih’tir.
O zaman krallık yani kişinin hakikaten Yaratan’ın suretinde Yaratana tabi olması mertebesinde Mesih’le bütünleşmesi esas olduğu gibi bu esasta kişiden Yaratan’ın ifşasıda yani fışkırması, yansıması da hiç kuşkusuz kişinin yansıttığı değeri kendi üzerinde taşıyabileceği ve hatta bu taşımayı gerçekleştirebileceği o değerde bir kap olabilmesi esastır.
Yani bu Efendimizin “ışık ile ıslah mücadelesi” döneminde ifade ettiği gibi mabedin pak olması yani her tür menfinin işgalinden kurtarılması ve sadelik ve duruluk içinde Yaratan’ın suretini tam ifşa edebilecek bir düzeye hazır olması esastır. Ve hakikaten kişi “acılar yolunda” yani “yalnız kendi çıkarı için alma mücadelesi içindeki düşmüşlüğünde” esas olunması gereken noktanın Yaratan’ın sureti dediğimiz o insan insan olma noktası Mesih düzeyini göremezse ve mabedini yani madde içindeki varlığını Yaratan’ın saran ışığının kendisinden ifşası için pak kılmazsa o vakit “acılar yolundaki” meyveleri de esas insanın vermesi gereken meyveler olmayacaktır. Bu meyveler sadece meyve görüntüsündeki kainatın menfi değerleri olarak ortada kalacaktır.
RUHSAL BİR AKSİYON
Luka 13. bölümde de yine “incir ağacı” bir öğretiş unsuru için seçilmiştir. Burada üç yıldır meyve vermeyen bir ağacın kesilme talebi söz konusudur. Yani eğer bir sonuç yoksa o zaman sonuçsuzluk Yaratan kaynağından uzaklık anlamındadır. Çünkü bütün kainat sisteminde Yaratan düşünce, Yaratan işlevi ile sınırsızlığı sınırlılık içersinde işletmekte ve inanılmaz bir düzen içinde bir sonuç gözler önüne serilmektedir. Yani Yaratan kainatın bütünü içinde belli bir sabitlik görünümünü yani bütünlük sabitliğini elinde tutmuş olmasına rağmen aynı zamanda sürekli işler ve ürün verir bir hareketlilik bütünüdür. Yaratan bir manada tek bir cümle ifadesiyle “sevgi ve ihsan” vasfıdır. Yani adanmışlık, koruma ve bütünlük gibi kavramları ifade eden karşılıksız sevgi ve ihsan O’nun varlığının en temel vasfıdır. O zaman eğer buradaki misalde olduğu gibi “incir ağacı” yani “Yaratan’a yürüyen” kişi ürün vermiyorsa o zaman “acılar yoluna” yani “kendi çıkar dünyasına ve madde dünyasına” teslimiyeti bir manada sistem işleyişi nedeniyle şart olmaktadır. Oysa Luka 13’deki ifade de hemen bir merhamet eli de devrede çalışmaktadır ve şöyle bir ifade ile bu “acılar yoluna” teslime yani kesilmeye karşı gelinmektedir. “bir yıl daha bırak, bu arada ben çevresini kazıp gübreleyeyim”. İşte bu ifadelerde alttan çalışma ile yukarıdan veriliş arasındaki bağ bir kez daha irdelenmektedir. “neden toprağın besinini boş yere tüketsin?” evet, ürün vermeyen, yani manevi manada cansız düzeydeki kişi neden Yaratan’ın sureti olma yolculuğu için yaratılmış olmasına karşın bu “sevgi ve ihsan için arzuyu yani toprağı” boş yere yani “sadece kendi çıkarı için kullansın”. O zaman “cansızlığa” o zaman “acılara” o zaman “kendi kafasının dikine” yürümeye teslim edilsin.
Burada daha önce de ifade ettiğimiz gibi esasında “incir ağacı” ile ruhsal bir aksiyon gözler önüne serilmek istenilmektedir. İman esasında yüreğin inanması, kabul etmesi, kuşku duymaması gibi, bir çok hissi bir arada hisseden bir kavramdır. Ama esasında merhamet, sevgi ve benzeri bir çok his kişinin hakikaten bu gibi hisleri hayatında tecrübe etmesi ve deneyimlemesi ile bir esas kazanmaktadır. Bu edinimdir. Oysa iman günümüz anlayışında birilerinin söylediği, birilerinin öğrettiği, sorgusuz sualsiz böyledir dediği kavramlara yürek yerine bir manada kafa tasdiki ile kabul demek anlamındadır. Bu yanlıştır. Bu ürün vermemenin temelinde kişinin esas algılanması gereken “mantık üstü iman dediğimiz” yani mantığın değil hakikaten hayatın tecrübesi ile sabitlenmiş bir imana sahip olunmaması yatmaktadır. Ürün yoktur çünkü ağacın bedeni içinde hakikaten işleyen ve topraktan beslenen can suyu yoktur. İman sadece belli ezberlenmiş ilahiyat kalıpları, boş ve hoş kahramanlık öyküleridir. İman sadece bir topluluk psikolojisidir. Ve sadece psikolojik bir tatmin aracıdır ve dolayısı ile iman ürün vermemektedir.
EDİNİMSİZ UYGULAMA
Böylesine önemli bir durumun aktarımı için madem ki incir ağacı bir misal olarak seçilmiştir. O zaman bu misale biraz daha yakın bakmak gerekmektedir. her şeyden önce bu ağacın seçilmesindeki birincil durum İncir ağacının yakinen bilinen bir ağacı olması durumudur. Bu nedenle İsra-el dediğimiz Yaratan’a yürüyen insanlar için güzel bir sembol oluşturmaktadır. Yaratan’a yürüyen insanlarda esasında halk içinde gözlenilebilen insanlardır. Her ne kadar zahiri ve dindarlık tarafı ile hakiki Yaratan’a yürüyen kişiler birbirine karıştırılsalar da dindarlar, oldukça dini tutuculuk içinde olan insanlar her ne kadar ortalıkta ayırt edilebiliyorlarsa da bir nebze de olsa hakiki manada Yaratan’ı arayan, O’na yönelen ve özellikle Mesih’i düzey yolcuları da tanınabilen insanlardır.
Aynı zamanda incir ağacı yapraklanmadan önce yeşil incirler veren bir ağaçtır. Yani meyvesi varlığı ile birlikte tanımlı olan bir ağaçtır. Bu meyvelerden sonra yapraklarını görmek mümkündür. Bu da şuna tekabül etmektedir. Dünyada bir çok inanç sahibi insanlar ne yazık ki, manevi manada meyveler sunmak yerine sadece ve öncelikle yapraklarını yani “bir şey olduklarını, -mış gibi görünmeyi” tercih etmektedirler. Bu da esas manada Mesih’i düzeye yükselişin, hakiki manada Yaratan’dan gelip, kendi benliğini algıladıktan sonra benliği üzerinde yegane kaynağına dönüş yolculuğuna çıkmanın sonucu ürün verememe anlamındadır. Bu ürünler insan insan olmanın kişinin muhteşem manevi “sevgi ve ihsanının” hem kendisini, hem çevresini, hem ülkesini, hem dünyayı muhteşem bir süratle ve güzellikle islahı manasındadır. Yani kurt ile kuzunun bir arada oturabildiği bir dünyanın ütopyadan çıkıp hakikaten var olması anlamındadır.
Fakat ne yazık ki, dindarlık düzeyinin bir türlü algılayamadığı hakiki manada gönlün Yaratan vasfını edinimi manasındaki imanın edinilememesi Yaratan’a yürüyen kişileri yeniden ve yeniden “benlik düzeyine”, “firavun diyarına”, “Adem düzeyine” ve elbette önce hayvan, sonra bitki ve en sonda da cansız düzeyine iteleyip durmaktadır.
Yapraklar görülmektedir. Kişi elleriyle kollarıyla bir şeyler yapmaktadır. Dili ile, bir takım ibadetlere katılmakla kendisini manevi manada bir yerlere yönelmiş, bir yerlere gidiyormuş gibi gösterme gayreti içindedir. Ama Efendimizin buradaki ifadesi ile kişi sadece kendisini aldatmaktadır. Böyle bir kişiye biraz daha “aşağıdan gayreti için, çabalaması için” bir süre verilecektir. Ama eğer kaosuna hakiki ıslah gelmiyorsa, saran ışık kişiyi “kendi benliği içindeki vaziyetini” aydınlatmıyorsa kişi eninde sonunda “çok yakından tanıdığı acılar yoluna” yani kendi “benliğine” mahkum edilmiş olacaktır.
Yukarıda yeşil meyve gözükmeksizin yaprakların ortaya çıkması yani incir ağacının esas olması gerektiği gibi doğasının zıttına bir tekamül göstermesi insanların manevi hayatları için ikiyüzlü yaklaşımlarını tarif etmektedir. Ne yazık ki, özellikle Yaratan’a yürüyüş çöl deneyiminde olduğu gibi daima iki nesil üretmektedir. Birisi dönüşünde tükenen, bir diğeri ise tamlığa eren nesildir. Bu da başaklar arasında delicelerin olması gibi her daim ne yazık ki, manevi hayatta da ikiyüzlülüğün baskın olacağıdır.
Kısacası yüreğin ışığı bir yolla dışa yansımaktadır. O zaman bu noktadan baktığımızda eğer iman edinim değil sadece gelenek ve görenek alışkanlıkları içinde bir takım bilgilenmelerin sonucu ise elbette esas unutulacaktır. Yani hakiki manada bir mana uygulaması yoksa teorinin de kalıcılığı kuşkuludur.
Bu konuda Babil sürgünden bir gün öncesine atfedilen şu yazılar durumun o gün de ve elbette bugünde vahametini çok net bir biçimde ifade etmektedir;
Sen, ey insanoğlu, halkın duvar diplerinde, evlerin kapıları önünde senin hakkında konuşuyor. Birbirlerine “Haydi, gidip RAB’den gelen sözün ne olduğunu duyalım” diyorlar. Halk her zamanki gibi sana geliyor. Benim halkım olarak önünde oturuyor, sözlerini dinliyor, ama dediklerini yapmıyorlar. Ağızlarıyla istekli olduklarını açıklıyorlar, ama yürekleri haksız kazanç peşinde. Sen onlar için güzel sesle sevgi ezgileri okuyan, iyi çalgı çalan biri gibisin. Sözlerini dinliyor, ama dediklerini yapmıyorlar-Hez.33:30-32
Bir başka ifadeyle imanı yani hakikaten “kişinin mana anlamında nereden gelip nereye gittiğini bilememesi, Yaratan’ın sevgi ve ihsan vasfını kendi varlığında hissedememesi” ve aynı zamanda kendi varlığını Yaratan’ın bir parçası olarak Mesih’in kurtarışında ve Ruh’un saran ışığında algılayamaması sonuçsuzluktur. Sonuçsuzluk manevi yitiriş demektir. Manevi yitiriş kişinin kendini maddeyle kısıtlamasıdır. Maddeye teslim etmesi ve maddeyle yitip gitmesidir. Bu gerçek helak oluştur.
ACILAR YOLUNA DÖNÜŞ
Belli başlı tanınmış üniversitelerin kendilerince bir düzeyleri, bir standartları vardır. Dünyadaki bir çok üst kuruluşlar, sistemler içinde durum aynıdır, hatta dini düzeylerde dahi beklenilen belli başlı standart ve düzeyler vardır. Ya esas anlamda Yaratan suretinde olmak için standart nedir? Düzey nedir? Bu Efendimizin öğreti ve yaşamında insani algıların anlayabileceği bir biçimde “sevgi ve ihsan” düzeyinin ölüme gidene dek olan “vermenin” üst standartları şeklinde bize sunulmuştur. O zaman bu standartlar ve düzey yani “sevgi ve ihsan” düzeyinde kişinin manevi manada benine ölmesi ve dirilmesi olarak Mesih’te karşımızdadır. Bu yol bizim için “ben değil, sen yoludur”. Çok zorludur. Beni öldürmek ve Sana dirilmek zordur. Ama işte bu nedenle bu yol Mesih yoludur. Ruh’un saran ışığı olmaksızın çıkılamayacak bir yoldur. Ne yazık ki, tarih içinde bu yol diğer bir çok inancın da etkisiyle oldukça farklı din ve mezheplerin içinde bir manada yeniden “benliğindeki insana benzetilmiş” bir din olmuştur. Hem de efendimiz Mesih’in hiç dinden bahsetmemiş olmasına rağmen.
Bu durumda dini düzeyler Yaratan’a bizi yönlendiren, soru sorduran düzeyler olarak elbette yararsız düzeyler değillerdir ama çoğu zaman çoğumuz bu düzeylerde birden bire madde anlayışı içindeki dindarlığımızda gelenek ve göreneklere ve törenlere takılır kalırız. Ve bu takılmamız bizi doğal olarak mana tekamülümüzden Mesih’in yükseliş düzeylerinde Yaratan’a Ruh’un rehberliğinde yükselişimizden ve dolayısı ile “sevgi ve ihsan O’lan’ın” bizden ifşasından fersah fersah uzaklaşırız. Yani bir düzeyde takılıp kalmamız bizi meyvesiz kılar ve o an buradaki ifadelerle ve Efendimizin öğretişi ile uyardığı gibi tehlike çanları bizim için çalmaya başlar. Çünkü birden bire kendimizi “maddesel algılar düzeyinde manayı değerlendirmeye hapsederiz de” fark edemeyiz bile.
Ve dahi Yaratan’a paralel olmak dediğimiz yani O’nun vasıflarını edinme yolunda bize yol göstermeyen, yön çizmeyen hiçbir mezhep, öğretiş, inanç, din elbette “acılar yolunda” yürüyen insanı yani bizleri “mana yoluna” yani insan-ı kamil yoluna taşıyacak ve Mesih düzeyine ulaştıracak yollar değildir. Bizi o yollardaymış hissine elbette kaptıracaktır. Esasa benzer taklidi bir hisle taklidi bir iman yaşamamıza elbette yol açan bir takım gelenek ve görenek ve törenler inancı olacaktır ama esasında esasa bizi taşıyacak tatbiki ve hakiki iman sadece sözde kalmış olacaktır. Çünkü tatbiki ve hakiki imanda kişinin doğal iç edinimi, inancı, yani Yaratan vasıflarının kişiden doğal insan tavırları olarak dışarıya aksetmesi söz konusudur. Bu ruhta ve gerçekte tapınmanın da esasıdır. İnanç edinimse kalıcıdır, kalır ve hayat olur. İnanç edinim değilse oyalayıcıdır, kalıcı değildir ve edinimsiz uygulama kendi kendini yargılar ve üzerine yargıyı çeker.
MANA YOLUNA DEVAM
Mana yolu “sevgi ve ihsanda” edinim yoludur. Edinim anlık değil her günlük bir tekamül sürecidir. Tabiatın doğal ortamındaki bir bebeğin cenin halinden ölene kadar olan tekamülü gibi ruhun da tekamülü başlangıç ve sonu olmaksızın devam etmektedir. İşte telefondaki kayıtları sim karta sim karttakileri telefona geçirmek gibi “acılar yolunda olmak” telefonun kendisinde bir hayat sürmek gibidir mana yolunda olmak ise telefonu esas çalıştıran sim kartta bir hayat gibidir. Sim karta hayat ise “mana yolunda olmak” gibidir. İkiyüzlülük ise bu aktarımın olmadığı bir hayatı aktarımı varmış gibi göstermektir. Mesih İsa’nın yaşamı ile öğretisi ile bize sunduğu kurtarıcılığında ne kadar net olduğu oldukça açıktır. Pavlus zaten böylesine bir mana yolu yaşamının doğal olarak bir mana yolcusunun yaşamındaki yansıması ile birlikte tarif etmektedir. Yani Pavlus’un ifadesiyle “sevgi, sevinç, esenlik, sabır, öz denetim…”-Gal.5:22-23 gibi o bütün insanlığın hasretle ulaşmak istediği, beklediği hayat tarzı iman edinimi sonucu ruhun sunduğu o manevi meyvelerde kendisini göstermektedir.
Ne yazık ki, bu hakiki manada manevi meyveler olmadıkça insanların Yaratan suretinde Yaratan’ın ifşasını görebilmeleri elbette mümkün değildir. Ve bu ifşa görülmedikçe insanların samimiyetle Yaratan’ın Mesih’ini ve Ruh’unu algılaması da mümkün değildir. Ama yine ne yazık ki, insanlar bu meyveleri esas Mesih’te meyve olarak algılamaktan ziyade sadece çağın misyoner anlayışı ile bir dine, bir mezhebe adam toplamayı meyve olarak değerlendirme içindedirler. Oysa Efendimiz şu sözlerinde dahi ne denli ne olarak esası bize öğretme gayretindedir “neden bana Rab diyor dediklerimi yapmıyor sunuz?-Lk.6:46
MANA TALEBESİ
O zaman Mesih’teki kurtuluşun gönenilmesi ve Ruh’ta yaşam bir edinim yaşamıdır. Edinim yoksa esasında ve hakikatte Yaratan’ı edinim olmadığı için esas manevi manada Mesih’i düzeyde bir uygulama da yoktur. Elbette koca koca harflerle din isimleri, mezhepler, gelenekler, uygulamalar olsa da esas yoktur. Esas yüreğin gönül gözünün hakikaten Yaratan ışığına açılmasıdır. Bu ışık Ruh’un yani Yaratan’ın o algılayamadığımız saran ışığı dediğimiz yaratış hazzının içimize girmesi ve Mesih’e yol açması ve yüreğin Mesih’leşmeye yönlenmesidir. Yüreğin almadan verme moduna geçmesidir.
O zaman bir mana talebesi manevi manada vaat edilen o manevi topraklara yani arzulara girmeye hazırlanan çöl tecrübesini aşabilmiş bir Mesih talebesi gibidir. Bu meyvelerle dolu bir yaşamla vaate ulaşana dek hep talebedir. Hoca olamaz. Hoca uyandırandır. Henüz yürek uyanıp binler meyvelerle Yaratan vasfı olan hakiki karşılıksız sevgi ve ihsanı ifşa etmedikçe uyandıran olacak değildir. Ve “bu hal” bu durum yukarıdan verilmedikçe alınan bir durum değildir. Aşağıdan gayret, yukarıdan uyandırılış, aşağıdan çaba, yukarıdan davet bir döngü halinde Yaratan’ın nurunda bizi Mesihi seviyeye çekecektir. Oysa burada dikkat edersek Efendimizin öğrencileri hakiki iman edinimini edinmeksizin dindarlık taslayanların halini değil madde olarak gördükleri ve kuruduğuna şahit oldukları “incir ağacının” halini sordular. Yani “mana talebesi” oldukları halde bu Efendimiz Mesih’in o muhteşem öğretişi ve ruhani uyandırışını bir türlü idrak edememişlerdi.
Ve bir ayrıntı daha buna rağmen Ruh’un meyvelerinin bütün örneklerini en üst ve Mesihi düzeyde kendi üzerinde taşıyan kurtarıcımız Efendimiz Mesih İsa bu durumda onları azarlamıyor ve Ruh’un meyvelerinden bahsederken bir diğer taraftan da bunu yine kendi hayatı ile gözler önüne seriyordu.