XV. YUKARDAN VERİLMEDİKÇE (Matta 16:17)


Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam'dır -Mt.16:7

Dünya üzerinde farklı farklı düşüncelerle ve yaşam örnekleriyle çığır açan insanlar vardır. Bu gibi insanların bazıları esasında bir çığır açtıklarının farkında bile değillerdir. Bazıları ise elbette “yukardan verilmenin” heyecanı içinde “aşağıda bunu ifşa” için büyük bir gayretle, özveriyle bu mesuliyeti yerine getirmektedirler. Esasında toplumları manevi aydınlığa kavuşturma gibi yüksek bir mesuliyetle yüklenmiş olan o peygamberlik payesini almış olan insanlar ise bu mesuliyetlerini oldukça zorlu insan düşünceleri arasında büyük bir sabır ve metanetle yerine getirme gayreti içindedirler ve her zaman çok az kişinin onlardaki bu ışıktan doğrudan istifade edebilme şansına sahip olabildiklerini görürüz .


Efendimiz İsa Mesih özellikle o muhteşem Mesihi makamı ve elbette o Yaratan düşünce ve işlevinin sonucu olma yani mecazi manada Oğulluk mertebesinde bulunma hasebiyle oldukça zorlu bir sorumluluğu üzerinde taşımaktadır. Bir tarafta Yaratan’dan yansıyan o muhteşem ışığı bütün huzmeleriyle yansıtabilmek diğer taraftan da adeta üzerine balçık sıvanmış ve kararmış yürekleri öncelikle bu balçığından kurtarmak hiç de kolay bir iş değildir. Zaten bu tarz bir hizmetin kolay olmadığı Petrus’la Efendimiz arasındaki diyalogta oldukça net olarak görülmektedir.


SİZCE BEN KİMİM?


Siz ne dersiniz? Sizce ben kimim? -Mt.16:15


Efendimiz kendisi hakkındaki söylenen sözleri talebelerinden işittikten sonra talebelerine yönelttiği soru ile esasında bu toplum içindeki anlayışla talebeleri arasındaki anlayış farkının netleşip netleşmediğini anlamak istemektedir. Ve dolayısı ile buradaki burada yer alan bu diyalogla da bizlerin bu konudaki algılarını netleştirmek istemektedir. Sorusu nettir: “Sizce ben kimim?”


Bu nokta da İsa Mesih’in yüreklere hitap eden kurtarıcı rolü ve bizi Yaratan’a doğru çeken, bulunduğumuz seviyelerden insan seviyesine doğru bizi çeken o eşsiz Mesih’lik mesuliyeti bize net bir algıya getirme gayreti içindedir.


Talebelerinden Petrus’un buradaki anlatıma göre öne atıldığını görürüz ve diri O’lan, hay O’lan o yüce Yaratan’ın muhteşem sonucu mecazen “oğlu” olduğunu vurguladığını yani Yaratan’la eşit form’da, O’nda biçimlenmiş, O’nu edinmiş olduğunu ifade ettiğini görürüz.


Yani Yaratan önünde doğrulardan sayılmak için her şeyden önce Yaratan'ın verilerini ve daha doğrusu "sevgi ve ihsanını" doğru olarak algılamak esastır. Bu algı mahiyetinde en önemli olan şey Mesih İsa'da bize sunulan sevgi ve ihsanı nasıl algıladığımızdır. Çünkü bu düzeyde bir açıklamayı doğru algılamak bize doğru edinim yolunu da göstermiş olacaktır. Demek ki, doğru algı doğruluğu beraberinde getirmektedir. O zaman bu soru çok önemli bir sorur. "Sizce Mesih kimdir?". Sadece bizleri günahlarımızdan arıtma görevi ile görevlendirilmiş bir kişi midir? Bir ahlakçı mıdır? Bir öğretmen midir? Bir yarı peygamber, yarı ilah mıdır? Bedeninin her tarafı kutsallıkla kapsanmış ve bizim putperest bir yaklaşımla kendimize göre ilahlaştırdığımız bir küçük ilah mıdır? Yoksa bunların dışında Yaratan'ın beden almış hali midir? Yoksa kelimesinin beden almış hali midir? Esasında kilise asırlar boyunca Efendimiz Mesih İsa hakkında farklı konumlarda tartışmalar yapmıştır. Oysa burada ve bir çok yerde Mesih İsa hakkındaki ifadelerde Mesih İsa'nın tasdik ettiği ifadeler bir kez daha ve dikkatlice etüt edilmelidir. Yani Efendimiz konumunun ne altında ne de üstünde değerlendirilmemelidir. Bu belki bazen ortodoksi kanaatler için bile oldukça tehlikeli gibi görülebilir. Çünkü insanlık daima kendisine sunulanı hep kendi benzeyişine dönüştürme de uzman olmuştur. O zaman bu algılarda asırlar içinde hep sunulan öğreti temellerinden aşağıya ya da yukarıya kaymıştır.


Oysa buradaki ifade eğer yazıldığı gibi söylenilmiş olarak kabul ediliyorsa Mesih İsa tamamen mecazi ve manevi mahiyet göz önünde bulundurulmak ve Yaratan'la bütünlük kavramında ve O'nun suretine layık bir seviyeyi ifşa etme anlamında elbette Yaşayan, yüce O'lan Allah'ın o çok sevdiği biricik Mesihidir. İsrael, kutsal yazılarda Yüce Yaratan'a oğulluk gibi bir mevkiyi doldurmaktadır. Ve İsa Mesih, Yaratan suretini ifşa en Mesih seviyesinde bu mevkinin Yaratan'a en yakın mevki olduğunu aleni olarak ifade etmektedir. Bu konumda Yaratan'a en yakın olan o yüce makamı "kendini inkar prensibinde" "kendi varlığını başkalarına sunma" yani Yüce Yaratan'ın o en açıklayıcı niteliği olan "sevgi ve ihsan" niteliklerinde ilan etmektedir. Bu durumu, bu derinliği, bu konumu, bu birlikteliği, bu Yaratan'la aynı surette olunabilme düzeyini anlayan kişi için sır kalmamıştır. Yani evrenin sırrı "sevgi ve ihsanda" dır. Bu da İsa Mesih'te dünya düzeyinde, insan bedeninde ilan edilen, açıklanan bir düzeydir. Ve her kim ki bunu görürse ve bu kurtarışı fark eder ve Mesih İsa'yı gönenirse işte o noktada artık sır açılmış olmaktadır. Ve elbette bu kolaylıkla fark edilebilecek bir durum değildir. Bunun farkındalığı için oldukça geniş bir manevi görüşe sahip olmak esastır. Oldukça kalbi bir konuma erişmek gerekmektedir. Bu nedenle "Saran ışık" olmaksızın yani "Kutsal Ruh'un" işleyişi olmaksızın bunu idrak mümkün değildir. İşte bu noktada Petrus'a verilen cevapta "sır ancak yukardan verilirse açılır" şeklinde bir ifade söz konusudur.


SIRRI AÇAN KİM?


Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam'dır - Mt.16:17


Bu noktada Mesih İsa’nın verdiği cevap aslında çok önemli bir cevaptır. Çünkü bu noktada cevap bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam’dır - Mt.16:17 şeklindedir. Yani Mesih İsa’nın o müthiş kurtarış hizmetini anlayabilmek ve Mesih’in Yaratan’ı edinmiş olmasını algılayabilmek esas itibariyle yukarıdan bir açılım olarak tarif edilmektedir. Bu açılımı edinmemiş kişinin “Hay O’lan yani diri O’lan, yaşayan o yüce Yaratan’ın sureti olmada en üst seviyeyi” idraki mümkün değildir.


Bu idrak içersinde Yaratan haşa bir evlat edinmiş falan değildir. Kelimesini bedende ifşa etmiştir. Yani Yaratan’ın o mecazi manada sonuç seviyesi İsa Mesih’te bize kurtuluş olarak takdim edilmiştir. İnsan ancak insani bir yaklaşımda bu seviyeyi idrak edebilmektedir. Bu insani yaklaşımı da idrak etmek yine de Ruh’un yani “yukarıdan” “kalp noktasını” açmasına bağlıdır. Yukarıdan verilmedikçe aşağıdan almak ve aşağıdan çalışmadıkça yukarıdan edinimi sürekli kılmak hiçbir zaman mümkün olamayacaktır.


“Gönül gözü” Ruh’un saran ışığında açılmayan bir kişi için İsa Mesih elbet farklı şekillerde ve daha ziyadesiyle hep beden sınırları içinde değerlendirilip durulacaktır. Hatta dini seviyelerde bile bu beden sınırlarının zorlamalarında beden tapınıcılığına kadar giden bir gönül gözüyle görememe aşaması söz konusu olacaktır. Oysa Mesih İsa’nın ifadesinde bile “kendi durumu ve manevi manadaki o Yaratan’la eşit form diyebileceğimiz Yaratan nitelikleri olan Sevgi ve İhsan’ı yansıtmadaki eşitlik formu bir sır manasında sunulmaktadır. Yani bu bir keşfedilmeye muhtaç olan bilinmezdir. Bu bilinmez yukarının yani üst seviyelerin, üst ışıkların, üst algıların altı uyandırması ile bilinir kılınacaktır. Ve Petrus’un söylemindeki o samimi gönül yaklaşımı diğer peygamberlerden daha ziyade Mesih İsa’nın hizmetini, rolünü görebildiğini ifade etmektedir. İşte bu nedenle Mesih İsa kendisini izleyenleri böyle bir gönül üzerine bir araya getireceğini söylemektedir.


Bir başka önemli noktada eğer böylesi bir "sır" yani "mana yolunun açılması" eğer "göklerdeki Baba" yani "Yaratan düşünce" ise o zaman insanların böylesi bir mana yolunu ancak işaret edebilme şansı vardır demektir. Yani insanlar böyle bir yolun, böyle bir müjdenin ve böyle bir kurtarışın varlığından bahsedebileceklerdir. Bu kurtuluş Müjdesine işaret edebileceklerdir. Ama hiç bir zaman bu "kurtarışı" kendileri "kurtarış sahibiymiş" gibi savunup başkalarını inandırma gibi bir pazarlama zihniyeti ile, bir din pazarlaması şeklinde aktarabilecek değillerdir. Mesih İsa'da kurtarışını gönenmek "nefsi sıfır noktasına getirmeye razı olmak" anlamındadır.


Burada başlayan o manevi haz ve ışık hayatı ancak kendi kendine Yaratan'ın Mesih'indeki o insan-ı kamil kurtarışını kendi kaynağından hakiki ve samimi inanç sahiplerinden yansıtabilecektir. İnanç sahiplerinin de bu bilincin doğal, hakiki, samimi bir tebliği, açıklayışı getirecektir. Bu başkalarını bir inanca sokma gayreti değil aksine yüce Yaratan'ın yoluna işaret etme gayretidir. Çünkü inanç dünyanın anladığı "din" ya da "mezhep" değildir. İnanç esas anlamı ile yüce O'lanı'ı edinmekse o zaman bu edinim ancak kişisel düzeyde tarif edilir. Başkalarının edinim sahibi olması ancak onların Yaratan'la Ruh'unda ve Mesih'inde kendi içsel buluşmalarında mümkündür. O zaman "sır" gerçekten yukarıdan verilen açılımla kişide edinim oluşturacak ve Mesihi kurtarış Ruh'un rehberliğinde kişiye nakş olunacaktır.


SIR AÇILINCA


Cemaatimi bu kayanın üzerine kuracağım-Mt.16:18


Kutsal yazıların manaları üzerine bir hayli tartışmalar yapılmış hatta farklı tefsirler sebebiyle farklı mezhepler ortaya çıkmış ve hala da çıkıp durmaktadır. Bu söylemin üzerinde yapılan tartışmalarda özellikle Roma Katolik camiası ile Protestan camiasının çok farklı sonuçlara vardığını biliyoruz. Ama burada biz "lafzi tefsirimize" yani daha ziyade yüreklerimizi, insanı ilgilendiren bir "mana" tefsirine göre bakarsak burada Mesih talebelerinin oluşturduğu camianın temelinde Mesih İsa'nın düzeyinin farkındalığı yatmaktadır. Yani İsa Mesih'in Yaratanla form eşitliğinde olması yani O'nun sevgi ve ihsanının beklenildiği şekli ile en üst derecede ifşa etmiş olduğnu algılamak yepyeni bir mana talebesi ortaya çıkarmış olacaktır. İşte bu nedenle bunu algılayan kişi, bu fikri idrak edebilen bir kişi, yüreği ile bu edinimi algılamış olan bir kişi inanç açısından "kaya"dır. Yani inancı edinimi üzerinde yükseldiği için elbette sağlamdır. Bu kaya böylesi yönünü bilen, edinim sahibi Yaratan'a yürüyen, hakiki ve samimi Yaratan suretine bakan bir yürektir.


Bu kaya derinlerinde “Saran ışığın” açtığı yürek noktasına sahip ve bu nokta üzerinde kainatın manevi manadaki sırlarının çözüldüğü bir kayadır. Kainatın sırrı “Yaratan’ın sevgi ve ihsan” niteliklerinin en küçük zerrede bile ifşa olduğu hakikatidir. Bu nitelikler tamamen kişinin “başkası rızasına kendisini sunması üzerine inşa edilmiştir”. Yani “verme almadan hayırlı” sözü yüreklere nakşedildikçe kainatın sırları açılmaktadır. Çünkü bu sözcüğün içinde Yaratan’ın muhteşem ışığının fışkırmasının ifadesi vardır. Böyle bir gönül ehli Mesih’i kurtuluş seviyesinin diğer seviyelerden farkını algılayabileceği için bir manada kendi sınırlı dünyası içinde sınırsızı sınırlı da olsa algılayabilme sırrına nail olmuş olacaktır.


Bu sınırlı içinde sınırsızı algılama derken bu tamamen manevi boyuttur. Örneğin, mikro-organizmaları gözle görmemiz mümkün değildir. Ama bu göremediğimiz nesnelerin yok olduğu anlamında değildir. Günün birinde keşfedilen bir takım optik aletlerle görmemiz mümkün olmuştur. Yani sınırlı sınırsıza ulaşmada sınırlılığını kullanmış ve yine belli bir sınıra kadar sırrı ifşa edebilme şansına erişmiştir. Mesih İsa’nın sözlerinde, yaşamında, anlatmak istediklerinde, kurtarışında, sonsuzluk öğretisinde esasında hep bu sınırlının üstüne çıkıp görebilmeye doğru çekim söz konusudur. Böyle bir algı üzerine kurulan Mesih’i gönenlerin oluşturduğu camia “ölüler diyarının kapılarının direnişini kıracak olan bir camiadır”. Yani bu camia insan kavramının “benlik” sınırlarında alma arzularıyla belirlediklerinin üstüne çıkabilecek olan bir camiadır. Bu bir dini gurup içine sıkışmış ya da mezhep oluşturmuş bir insan topluluğu değildir. Petrus’un o andaki ifadesinde “Arşimet’in keşfi” misali bir farklılık söz konusudur.


AÇILIŞIN GÜCÜ


Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek- 16:18


İnsanlar Yaratan'ın suretinde olma esasında yaratılmış olmalarını algılayana kadar esasında sürekli olarak "benliklerinin farkındalığını" algılama ve algılayamama aşamasında bir yaşam sürdürüp durmaktadırlar. Adem düzeyindeki insan hep "kendi benliği içinde alma arzusunda" bir eril bir dişil tarafına meyledip egosunun telkinlerinde kimliğini tespit içinde yuvarlanıp durmaktadır. Ve elbette bu gidiş "acıların yolunda" seyahattir. Oysa "yola uyum" içinde yani Yaratanın "sevgi ve ihsan" yolunu en güzel bir sunumla bize ulaştıran İsa Mesih'in ifşa ettiği "kişinin dostu uğruna kendini feda etmesi" gerçeğinde "dost’ta Yaratanı görme ve keşfetme" gerçeğinde "sırrın açılışı" vardır. Bu yol "mana yoludur". Bu yol "İsa yoludur". Bu yol Yaratana doğru sureti olma yoludur. Bu yol "sırrın açıldığı" yoldur. Bu yol "yukardan gelenin yukarıya doğru hareket ettiği yoldur." Yukarıya harekette Ruh'un açtığı kalbin Mesih'le buluşup üst dünyalara doğru hareket ettiği yoldur. Yani bütün "iyi" kavramının en üst manalarında bulunduğu yoldur. İşte bu dönüşüm ve değişim yolu öncesinde insan adeta ölüm vadisinde yatan kemikler misali cansızdır. Kemikler misali Ruh'un o can veren esintisine ihtiyaç halinde öylesine ortalıklara dağılmış bir vaziyettedir. Ne zaman ki, Petrus'un anlayışı Saran ışığın yani Ruh'un sarmalında yüreğin açılışında belirir işte o zaman "ölüler diyarının" bu noktadan itibaren etkisi ortadan kalkmaya başlar. Bu noktadan itibaren artık cansız algı, bitkisel ve hayvani aşamalar üzerinden insan ışımasını gözlemeye başlamaktadır. Yani İsa Mesih sadece inancın hedefi değil inancın edinimidir. Onun buyrukları ve hayatını edinme imanı edinmedir. Haçında nefsi öldürme ve bu ölümle her şeyin bittiği noktada hayata kavuştuğunu algılama "ölüler diyarına" son vermiş olmak demektir. Çünkü insan "kendi için alma benliğinde" Yaratana tezattır, zıttır. Benlikte olumlu görülen kainat uyumunda yani Yaratan'a uyumda "olumsuzdur". O zaman "benliğe ölmek", "benliğin gücüne ölmek" kainata, yeni hayata dirilmektir. Mesih'le bu yol "mana yoludur". Acılar yolunun ölüm kapıları artık bu muhteşem müjdeye ve kurtarışa dayanacak değildir. Ruh, bütününden parçaya, parçalarındansa bütününe harekete geçmeye başlamıştır.


Kısacası Petrus'un cevabındaki inanç edinimi o edinime sahip olan herkese İsa Mesih'in Petrus'a söylediği bütün bu manevi derinlikleri vermektedir. Ama mezhepler bu manevi derinlikten ziyade "yetkinlik üzerinde" tartışıp durmuşlardır. Ve bu yetkinliği belli insanlara tahsis ederek bir manada Yaratan ve Yaratılan arasına belli bir insani sınıfı sınıflandırarak sınıfları ortadan kaldırmadaki o muhteşem açılımı algılatmaya çalışan Efendimizin buyruklarının bütününe bakarak değerlendirmeyi büyük ölçüde ihmali tercih etmişler ve "Yaratan sureti olmayı hakkınca yansıtması gereken insanın gönül devrimine olan ihtiyacını bir manada sığ olarak algılamayı tercih etmişlerdir".


VE ANAHTARLAR


Mesih İsa'yı anlamak, Mesih İsa'yı algılamak ve Mesih İsa'yı yaşamak bunlar gerçekten ölü kemikler üzerine diriliş Ruh'unun esintisidir. Ve Petrus'un yürek ifadesinde esas insanlık aleminden beklenilen gerçekleşmektedir. Çünkü o Efendimizin söylemini, öğretilerini, kurtarışını yerli yerinde algılayan olmuştur. Yaratan düşüncenin Yaratan işlevinde Mesih'teki kurtarışını gönenip Yaratan'a yürümenin hayatın esas sırrı olduğunu keşfettiğini o cevabıyla ifade edebilmiştir.


Bu algıda dönüşümün sürekli değişimi getirme yolunda olgunlaştığı belirgindir. Ve bu belirginlikte yine Mesih İsa'nın sözleri esasında gönül ehli, ruhta ve gerçekte ibadet eden ve hakiki bir inanç edinimine sahip ve bunu yukarıdan almış bir kişinin Yaratan'ın bütün niteliklerini nedenli etkin bir biçimde yer yüzünde yansıtabileceğini ifade etmekte, hatta bunu tasdik edip bir anlamda Petrus ve onun gibileri böylesi bir inanç edinim aydınlığına tayin etmektedir.


Bu kişiler eksikliklerinin farkında olan kişilerdir, bu kişiler Yaratan'ın Ruh'unda Mesh'indeki tamlığa yürümeyi arzulayan kişilerdir ve bu salih niyetleri doğrultusunda gönül ehli olarak elbette "iyi olan ne varsa" Yaratan'ın suretinde olma kavramı ile insanın esas üzerinde Yaratıcısından yüklenen ne mesuliyet varsa onları aşağıya çekecek olanlardı. Bu nedenle bu kişiler "yalnız kişinin kendi çıkarı için işleyen bütün arzularını" transformasyona tabi tutabilecek olan kişilerdir. Bu nedenle kendi varlıklarını ve benliklerini ıslah ile aynı zamanda çevrelerini de ve dünyalarını da ıslah edebilecek olanlardır.


Bu bağlamda bu kişilerin açtıkları açılacak, kapadıkları kapatılacak olan "gönül ehli" Yaratan yoluna dost, Mesih'te Mesih kişilerdir. Ve o makamı yani Yaratan'a sevgili olma makamı olan ve sadece samimiyetle Allah'a yürüyen (yani mecazen İsra-el) olanlara verilen oğullu makamı artık Mesih İsa'nın bütün hizmetinin ve müjdesinin ve kurtarışının üstünden ifşa olunmaktadır. Ve bütün bunları görebilen ve edinebilen yürek ise elbette bu bütünlüğe dahil olandır. Ve bu inanç edinimi kişiye elbette büyük manevi sonuçlarla dönecektir. Ve işte Efendimizin "dönüşüm ve değişim" müjdesi burada da Petrus'un yüreği ve niyeti ile verdiği cevabı bütün bu arka plan mana ile Mesh etmektedir.


Esasında bütün buradaki hadiseyi özetleyecek olursak efendimizin bu kez de bir inanç edinimi şahadetinin bu kez o kişiye kavuşturduğu lutüfları sıralamakta ve bir anlamda doğru inanç ediniminin kazanım haritasını bir tamlık içinde sunmaktadır.

Bu takdime göre doğru bir şahadetin sonucu olan inanç edinimi tamlığı bizim hayatımızda şöyle bir edinim haritası oluşturacaktır;


Doğru inanç edinim haritası;

1.Manevi haz ve mutluluğun temelidir.

2.Ve manevi manada bilinmezi ortadan kaldırır.

3.Sıradan değil üst akıldandır.

4.Üstün altında üstle form eşitliğine getirir.

5.Cansız düzeyin negatif etkisini ortadan kaldırır.

6.Değişimin anahtarlarını kişiye indirger.

7.Üstü aşağıya çektiği gibi altı üstle buluşturur.


Bütün bunların ışığında ancak anlayabilirler için Mesih anlam ifade edecektir. O nedenle Efendimiz "korkma küçük sürü" demektedir. Herkesi anlar kılmak ya da saymak Efendimizin bile ilkesi değildi. Çünkü "yer ve gök üzerinde her şeyin zamanı vardır".