Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin- Mt.10:8
Talebe olmanın mana yolunun temel prensibi olduğunu söylemiştik. Ve talebe olmanın kısa soluklu bir koşu değil de oldukça uzun soluklu bir koşu olduğuna da bir anlamda değinmiştik. Dikkat edilirse Efendimizin kurtuluş sunusu her ne kadar anlık olarak değerlendirilse de dönüşüm manasında anlık ama diğer taraftan değişim manasında aslında oldukça uzun vadelidir. Bu uzun vadeli değişimde hemen insanlar kendilerini sanki “havariler” konumunda hissedip bir “dernek” zihniyeti ile “dönüşüm ve değişim” müjdesini paylaşmaya kalkışırlar oysa “dönüşüm ve değişim” müjdesi ağızların paylaşımından ziyade “yürek ve karakter” paylaşımıdır. Yürek ve karakter paylaşımında “yenilenmiş” ve “Mesih’te biçimlenmiş” insan ister istemez ışıktır ve ışığı yansıtmaya başlayacaktır. Adeta eskilerin tabirleriyle “samimi imanlı kişinin bu imanı yüzüne, hareketlerine, konuşmasına, aleme bakışına yansıyacaktır” ve halk içinde bu samimi imanlıların varlığı elbette hakiki bir Mesihi hayat tarzını ve algısını ve elbette Yaratan’ı yansıtmayı, Yaratan’ın saran ışığında ışığın alınıp yansıtılmasını getirmiş olacaktır.
MÜRŞİTİN IŞIĞI YANSITMA MODELİ
Yine Efendimizin tabiriyle “talebe kendisini irşat eden yani olgunlaştıran mürşitinden” üstadından daha üstün değildir. Ancak kamil olduktan sonra elbette artık üstadını edinmiş olduğu için kendisi doğruluk yolunda bir İsra-el yani Yaratan’a yürüyen olarak elbette ve hakikaten çok daha ileri şeyler yapabilir. Ama öncelikle ve ta ki üstat müsaade edene kadar kamil bir yolda yürümesi gerekmektedir. Yani üst akla tutunup devam etmesi esastır. Bu devamlılık hayatın her noktasında görülmesi gereken bir durumdur. Şimdi dikkat edelim “havariler” Mesih yolunda diğerleri gibi değildir. Yani bir çokları öncelikle kurtuluşa olan özlemleriyle merakla Mesih’i yolu gözlemişlerdir.
Bazıları bu yolda cemaat psikolojisi ile bir güruha kapılıp kendilerini Mesihi izleyenler arasında emin hissetmişlerdir. Bazıları ise “öğrenme” meylinde olmuşlar ama “benliklerinden” vazgeçememişler belki Mesihilere sempati ile yaklaşmışlar, cemaat içinde olmuşlar ama çoğu da bu yoldan normal Musevi gelenekleri içinde sıradan bir yaşam sergilemişlerdir. Ama “havariler” hakikaten Mesih’i edinmeyi talep eden kişiler olarak “ardım sıra gelin” sözünü duyup Efendimizi izlemeye ve Mesih İsa ile birlikte oturup kalkmaya ve hakiki talebelik yapmaya başlamışlardır. Burada bir “beden oluşturma” yani “mana gurubu” söz konusudur. Üstadın etrafında bir halka ve bu mana halkası adeta bir “nur halkasıdır”. Bu “nur halkası” elbette bir manada “Mesihi bir mana medresesi olmuştur”.
Bütün bu görünüm etrafında Mesih İsa’nın kurtarıcımız ve Efendimiz olarak Müjdesiyle yeni yaşam olarak tarif ettiği “kendim için almaya ölüp, başkaları için almaya” yönelik hayatı esası teşkil etmektedir. Matta 10:35’de yazar bu hayatı ve hayat felsefesini ve öğretmek ve yaşanmasını istediği Mesih’i hayatı İsa Mesih’in hayatından bize özetlemektedir. Bakın şöyle demektedir; İsa bütün kent ve köyleri dolaşarak havralarda öğretiyor, göksel egemenliğin müjdesini duyuruyor, her hastalığı, her illeti iyileştiriyordu. Kalabalıkları görünce onlara acıdı çünkü çobansız koyunlar gibi şaşkın ve perişandılar. Görüldüğü gibi burada yazarın Mesih İsa’nın hayatını, bakış açısını ve öğretişini buradan biraz da olsa algılayabilmemiz mümkündür.
Talebeler böyle bir yaşam modelini gözlemleyerek “ışık olmayı, ışığı yansıtabilmeyi” tecrübe edip hayatlarına aktarmaya gayret ediyorlardı. Her şeyden önce Efendimiz öncelikle İsra-el’e gidiyordu. Burada tekrar tekrar söylemek gerekirse biz İsra-el derken bir kavimden ve bugünkü anlamda bir devletten falan bahsetmiyoruz. Bizim algımızda İsra-el sözünün geçtiği her yerde “Yaratan’a doğru yön alan, yürüyen” anlamı olduğu söz konusudur. Bu anlamda Efendimizin özellikle havralara gidip öğretmesi yani Yaratan’ı az çok algılamaya çalışıp O’na ibadet eden ve belki de tam “Yaratan ve yaratılışın manasını” algılamadan Yaratan’a yürüme gayreti içinde bulunanların mekanına gidip elbette onların kavramları üzerinden onlara Yaratan’ın dini kalıpların çok daha ötesinde “ruhta ve gerçekte” ibadet edilmesi gereken bir varlık olduğunu ve belki de kullandıkları birçok kelimelerin, kavramların, peygamberlik sözlerinin manalarını onlara açıklıyordu. Ve elbette Müjdeyi ilan ediyordu yani esas olması gerekenin öğrenilen şeylerin bir alma eylemi ile sindirilmesi gerektiğini yani “tövbe ve göklerin hükümranlığı” ile bir başka deyişle “dönüşüm ve değişimle” yepyeni bir hayatın gelmesi gerektiğini öğretiyor ve ilan ediyordu ve ardından da “kişinin kendi ıslahında” yani “iyileşmesinde” başkalarını da “iyileştirdiğini” kanıtlarcasına “iyileştirmelerde” bulunuyordu.
IŞIĞIN YOLUNDA ÜÇ TEMEL
Kısacası bu sözlerde Efendimizin talebelerine sunduğu bir yol haritasına daha rastlamış oluyoruz. Bu yol haritasında eğer bir talebe üstadı, kurtarıcısı ve efendisi gibi bir ışığın yansıtıcısı olmak istiyorsa bunun da üç aşamalı bir yolu olduğunu burada gözlemlemiş hatta öğrenmiş oluyoruz. Bu bağlamda samimi bir talebenin aldığı kurtuluş ışığını yansıtmasının üç temel yolu olduğunu görüyoruz;
a.Öğrendiklerini mümkün olduğunca İsra-el’e yani Yaratan yolunda yürüme gayreti içinde olanlara elden geldiğince ve talepleri doğrultusunda ve “havra” ortamında olduğu gibi doğal bir ortam içinde ve doğal, samimi ve hakiki bir iman ehli olarak aktarmaya çalışması ki bu talebeyi daha da bir talebe yapar
b.Ayrıca ilan da temel bir prensibi hiç göz önünde kaçırmamak yani tövbe ve göklerin egemenliği – “dönüşüm ve değişim” – ki bu kişiye çok büyük bir sabitlik verecektir. Oysa günümüzde çoğumuz bağlı bulunduğumuz sistemlere edindiğimiz bir çok gerekli gereksiz bilgileri aktarmayı “müjdecilik” olarak düşünüyoruz. Esasında Müjde benim sindirdiğim, yaşadığım bir dönüşüm ve değişimin yansıması olmak durumunda yoksa ne kişiyi ne de etrafına ışık etkisi yapabilecek bir durumda değildir.
c.Diğer taraftan ışığın kişideki dönüştüren ve değiştiren etkisi kişinin Mesih’te biçimlenmesi anlamına geldiği için doğal olarak iyileştirmeyi getirmekte ve kişinin bütün kötü eğilimlerinin birer birer kişiyi terk etmesine yol açmaktadır. Elbette bu böyle bir “yürek ve karakter” değişimi içindeki ve Yaratan’da şekillenen bir kişinin doğal olarak çevresine de ıslah eden, iyileştirme getiren bir durumda olması demektir. Bu iyileşme illa o yüzyıllardan bize yansıtıldığı gibi “bir takım mucizeler” yoğunluğu değildir. Zaten hücreden bir insana ulaşmak bir mucizedir. Kişinin yüreği ile birlikte “yalnız kendisi için almasından vermek için almaya dönüşümü” en büyük bir mucizedir. Elbette ki iman edinimi ile insanların fiziksel iyileşmelerine yardımcı olmakta mucizedir. Ama diğer taraftan sürekli aynı şekilde görsel mucizelerin aranması da mucizeleri mucize olmaktan çıkaran durumlardır.
Bu üç ışığı yansıtma prensibi doğrultusunda bakış açısında da insanlara ve insanlığa merhametle bakmak ve bütün inanışlarına, sistemlerine, yaşam felsefelerine rağmen insanların ne denli çobansız koyunlar gibi olduklarını da görebilmek oldukça önemli bir noktadır. Çünkü o noktada ne görebiliyorsak aslında o kadar da insanlara ışığımızı yansıtabilecek durumda olduğumuz bir gerçektir. Fakat çoğu zaman bizim insanlara bakış açımız hep bir şeyler vermek için olduğundan yönsüzlüğün farkındalığından ziyade kendi “benliğimiz doğrultusunda bir yöne çekme kaygımız esastır”. İşte bu nedenle Efendimizin bakış açısında öğretme, ilan etme ve iyileştirme düzeninin arka planında merhametle bakış ve bu bakışın insanların esasında her şeye rağmen ne denli yönsüz olabildiklerini algılayabilme vardır. Bu şekilde merhamet aynen Yaratan’ı edinmenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar yani “sevgi ve ihsan” olarak.
TALEBEDEN YANSIYAN IŞIK
Yukarıda da açıkça değindiğimiz gibi esasında talebe kendisini yetiştiren, olgunlaştırıp kemale eriştiren mürşidinden alma durumundayken bile aslında aldığı ışığı içine sindirdikçe bunu ister istemez doğal bir aktarımla dışarıya yansıtmaya başlamaktadır.
Bu nedenle zaten Mesih’in yolu aslında oldukça basit bir formülle ifade edilen bir yol olarak kişiyi Adem seviyesinden yukarıya Yaratan’a bürünmeye yani O’nunla form eşitliğine taşıyan bir yoldur. Bu form eşitliği de aslında Mesih’i giyinmek ve Mesih’in kurtarışını gönenmiş olmaktır. O zaman ışık içe alındığında iç aydınlanır, iç aydınlanmada “mum kendisi ışık saçarak” kendisini eritecektir. Ve “mum etrafından istifade” eden kelebeklerde o özgür iradeleriyle muma yakın olma arzusunda, daha çok ışığı edinme arzusunda kendilerini yakıp ışıkla bütünleşmiş olacaklardır. Elbette bu tabirler mistik ifadelerde olsa Efendimizin orta doğu algılarından uzak öğretilerde bulunmadığı gerçeğinde bunları yeniden kalıplarına uygun ifade esası yakalamak açısından çok önemlidir. Neden illa dördüncü yüzyıl ya da onyedinci yüzyıl ya da yirminci yüzyıl algılarıyla Mesih’i tebliğe bakılsın ki; Yani Efendimizin kurtarışını bir tek bu yüzyıldaki insanların bakış açısına göre mi değerlendirmek doğru bir değerlendiriş olacaktır. Ya birinci yüzyıl Mesihi iman hayatından fersah fersah uzaklara gidildiyse, ya milletlerin kültürel bencillikleri ve gururları farklı Mesihi anlayışlar, algılayışlar ve hatta İsa Mesih’in hiç istemediği mezhep ve dinleri oluşturduysa? İşte bunları yeniden ve yeniden düşünmek için Efendimiz İsa Mesih’in bütün kutsal yazılar ışığında sözleri, öğretişleri ve hayatı yeniden ve yeniden çağımız içinde değerlendirilerek kişisel hayatlara iman edinimleri şekilde indirgenerek keşfedilmelidir. O zaman ışık hakiki bir aydınlatıcı ve iyileştirici olara evvela bizi ve sonra çevremizi tamamen aydınlığa bürüyecektir.
Kısacası Mesih’in yolu İsa Mesih’in ölüm ve dirilişi ile tanımlanmış “kişiye, benliğe, günaha ölme yoludur”. Bu yolda hayat “benliğe ölüş” Yaratan’a diriliştir. Yani yeni yaşamda Mesih’in kurtarışı esasında, ruhlarımızın içinde bulundukları gerçeği kavramalarıdır. Ben ancak esas O’lanı Yaratan’ı algı için ve O’na dönüşüm ve değişim için vardır. Bu anlamda çoğalıp hükmetmek bir insan olarak mümkündür ve iki ve esas mana olarak mümkündür. O zaman bu manaya geçiş Yaratan’a dönüştür. Bu da sonsuz hayata geçiştir. Bu nedenle Yuhanna’nın ifadesine göre Efendimizin bizler için olan duasındaki şu sözler bu gerçeği ilan etmektedir; Sonsuz yaşam tek gerçek Allah O’lan Seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır-Yuh.17:3 Bu sözleri Mesih İsa’nın sözleri olarak görüyor ve algılıyorsak o zaman talebenin hayatı ile iman ediniminin ne olduğunu ve neyi ne şekilde tebliğ etmesi gerektiğini de görüyor ve algılıyoruz demektir.
DOĞAL YANSITMA
Bu noktada genelde misyon sözcüğü kullanılması adeta adet olunmuştur. Oysa bu konunun irdelenmesi esastır. Çünkü Mesihi bakış açısı ile daha sonraki dönemlerde özellikle Yahudi olmayanlara ulaşma gayreti içinde kendini farklı bir sorumlulukta değerlendiren Pavlus’un bakış açısında bir paralellik olmakla birlikte bir farklılıkta söz konusudur.
Her şeyden önce İsa Mesih’in buradaki hayat tecrübesinde talebelik sürecinde kemale ermeğe başlamış olan kendi talebelerini özellikle kendi yaptığı gibi şehir ve köylerde mevcut Yaratan yolunda yürüme gayreti içindeki insanlara inançlarındaki kavramları değerlendirebilme yani bu anlamda öğretme ve elbette “dönüşüm ve değişimi” yani “tövbe ve göklerin hükümranlığı” Müjdesini ilana ve hatta gidilen camialarda belli bir iyileştirmeye sebep olmalarına tayin vardır. Yani buradaki bu gönderişte bir “tebliğ” söz konusudur. “Mana üzerine konuşma ve müjdenin esas olduğunu ilan”. O zaman “tebliğ’de” bir açıklama söz konusudur. Burada sistematik olarak insanları yeni bir dine davet etme veyahut bunu sistematik olarak özellikle son yüzyılların mentalitesi ile sistematik bir yapıya sokma kaygısı burada yoktur. Eğer biraz birinci yüzyıl Ortadoğu dini talim anlayışı gözden geçirilirse bunun çok doğal bir yönlendirme, talebeye inancı edinmeleri ve başkalarına da bunun yolunu açabilmeleri fırsatı verilmesidir. Bunu abartıp misyon teşkilatları kurmak gibi kurumsallaşmalar buradaki esasın çok dışındadır. Ama bu esas temeli kavrama güçlüğündeki hep akla yönelik, sistematik yaklaşımlar “dine adam kazandırmak uğruna” bir çok yerli insanlara yapılanlar gibi Mesih yolu dışında bir çok insanlık dışı uygulamayı getirmiştir. Ve bu uygulamalar farklı çağlarda hep kendi çirkin çehresini göstermiştir.
Oysa Mesih İsa’nın tebliğ metodunda akli değil, sistematik değil, kalbi bir iman edinimi ve bu edinimin kişiden yansıması esastır. Bu yansıma ışığın karşı konulamaz yansımasıdır. Ama çoğunlukla Pavlus’un daha sonraki uygulamaları adeta Mesih İsa’nın temel tebliğ öğretişini ve bu hizmete tayin ettiği kişilerin hakiki iman talebeleri olduğu temel esasını oldukça gölgelemektedir. Mesih İsa’nın temel öğretişleri üzerinde Pavlus’un misyon öğretişini değerlendirmek esas olmalıyken Pavlus’un misyon öğretiş temelinde Efendimizin tebliğ öğretişini değerlendirmek bizi elbette bir takım hatalara yönlendirmektedir ve bu hatalar özellikle Pavlus’un mektuplarının da farklı kültürlerde ve çağlarda farklı yorumlanmaları ve özellikle batı sistematiği ile ele alınması şekliyle daha da içinden çıkılmaz bir hal alınmasına neden olunmuştur.
IŞIĞI YANSITMAYA YÖNLENDİRİLİŞ
Mesih İsa kendi havarilerini yani talebelerini de kendisi gibi öncelikle Galile bölgesine yönlendirmektedir ve oradaki İsra-el’e yani yüreklerde biraz olsun Yaratan’a yöneliş bulunan yere göndermeyi tercih etmiştir. Ve onlara tayin ettiği yön de kişilerin İsra-el düzeyinde olması yani “gönüllerinin Yaratan’a meyleden” olması esastır. Bu tebliğe yönlendirişinde yani Mesih İsa’dan aldıkları ışığı yansıtmaktaki esaslarında da tabii bir düzenleri olduğu açıkça görülmektedir. Talebe nereye gidecektir? İsra-elin kayıp koyunlarına yani Yaratan’ı arayıp da bir türlü yüreğine edinemeyenlere, kalp noktası açılmış ama bir türlü kabını ışıkla doldurmuş olamayanlara. İsra’el’e ne ile gidilecektir? Müjde ile yani “tövbenin gerekliği olduğunu ve göklerin hükümranlığının yakın olduğunu” duyurarak gidilecektir. Ve bu gidişte elbette bu dönüşüm ve değişimin “sevgi ve ihsan” O’lanı yansıtmak ve bunun da Yaratılış amacı olduğu gerçeğini vurgulamakta esas olmuş olacaktır. Çünkü Mesih İsa’da kurtuluş aslında bu dönüşüm ve değişimin bende Yaratan’ı yansıtmasından başka bir şey değildir. Nasıl gidilecektir? “Ben için alma arzusuna ölüp Mesih İsa’da başkaları için alma arzusunda” olarak gidilecektir. Bu gidişte Yaratan’ın Ruh’unun rehberliğinde Mesih’in kurtarışını ilan esastır.
Ne yapılacaktır? Yaratan’a yüreği yönelmişlere öğretiş verilecek, müjde ilan edilecek ve manevi manada ve hatta maddi manada ıslahlarına iyileşmelerine sebep olunacaktır.
Bir üst bölümde İsa Mesih’in ışığı yansıtma yol haritası burada talebelere ağzından talebelerine buyruk olarak dökülmektedir. En azından Matta’nın anlatımında bu sıra takip edilmekte ve hatta üzerine ilave söylemleri de eklenmektedir. O zaman ta eksikliğinin farkındalığında Mesih’i kurtarışla tamlığa yürüyen insan günlük yaşamına da bu dönüşümünün her güne değişim şeklinde indirgenmesiyle mana yolunun yolcusu olarak Mesih’in talebeliğine kadar ulaşmakta ve sonra da bu kurtuluş Müjde’sinin nurunu kendisinden insanlığa “sevgi ve ihsan” temel prensibinde sunmaktadır. Görüldüğü gibi bu manevi seyahat tam anlamıyla “Gerçek Allah’ı ve gönderdiği Mesih’i tanıma” yani sonsuz hayattır. Çünkü Yaratan’dan gelenin Yaratan’a yolculuğunda indiği Adem noktasından Mesih’le Öz’e dönüş bu “mana yoluyla” mümkündür.
Mesih talebesinin Yaratan’ın saran ışığı Ruh’unun rehberliğinde ve Mesih’inin kurtarışında ışığı yansıtması yol haritası Efendimizin öğretileriyle şöyle özetlenebilir:
Talebe Mesih’teki hayatıyla edindiği imanını, kendisinde Yaratan suretine dönüştüren ışığını;
1.Yaratan’a doğru yönelene
2.Dönüşüm ve değişim müjdesiyle
3.Kendi alma arzusuna ölerek
4.Manayı öğreterek
5.Müjdeyi duyurarak
6.Kaosu ıslaha çevirerek
7.Karşılıksız aldığını karşılıksız verme temelinde yansıtabilecektir. En azından bu Efendimizin talebelerinde görmek istediği ve Mesihin kurtarışını, Yaratan’ın Mesih’inde ve Ruhundaki “ışığını yansıtma” yolunun ana prensipleridir.