IV. TAMAMLAMAK (Matta 5:17-20)


Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim-

Mt.5:17-20


Efendimizin öğretilerini düzenli bir biçimde algılamaya başladığımızda kendi içinde belli bir düzen içersinde inşa edilen öğretiler olduğunu görmemiz mümkündür. Her şeyin başında ilk adım olarak Müjde’nin açıklanması geldiğini artık biliyoruz. Ve Müjde’nin de dönüşüm ve değişime davet olduğunu görüyoruz. Müjde bu aşamadan sonra belli bir yol haritasını da beraberinde getirmektedir dedik. Yani Efendimiz Mesih İsa sadece dönüşüm ve değişimden bahsedip izleyicilerini yol üzerinde kendi başlarına bırakmış değildir. Oysa günümüzde Mesih’i izlediğini söyleyen bazı camiaların ilahiyat anlamında kendilerince derin olmalarına karşın kişisel olarak Mesih’i kurtarışı yaşama ve özellikle öz benliklerine indirgeyip dönüşüm ve değişimi içsel olarak gerçekleştirme konusunda oldukça zorlandıklarını ve hatta yönsüz olduklarını görüyoruz.


ÖĞRENCİLERE ÖZEL


Oysa dikkat edersek efendimiz Mesih İsa o çok önemli kurtarış hizmetine girişinde özellikle öğrencilerini bir kenara çekerek her şeyden önce onların bir manevi yol haritası izleyerek ve Mesih'in Yüce Yaratan'ın Ruh'unda sunduğu manayı çalışarak kendilerini dönüşüme ve değişime tabi tutmaları konusunda uyarmaktadır. Onun öğretisine göre esas olan öğrencilerinin kendi yaşamlarında Yaratan'ı yansıtmalarıdır. O'nu "sevgi ve ihsan" niteliklerinde yansıtmaları esastır. Ve "merhamet" etme noktasına gelme yani karşılıksız olarak "sevgiyi ve ihsanı" alındığı gibi verebilme noktasıdır. Yani burada kişi Mesih'le bütünleşmekte ve Yaratanın Ruh'unun rehberliğinde manevi manada Yaratana yükselmektedir.


Kısacası esas Yaratan suretine dönüş yolunda öğrenci olmanın, Müjde ve sonrasındaki daha önce bahsettiğimiz ve dağdaki vaazın girişinde yer alan özellikle altı adımlı yol haritasının izlenmesinden geçtiği bir gerçektir.

Ve bu altı adım bize “Mesihi düzeyi” getirmektedir. Yani bu düzey “yüreğin paklığı” düzeyidir. Bu noktada, yalnızca karşılık beklemeksizin Yaratan niteliklerini yansıtabilme yani bir anlamda Ruh’un desteğinde Mesih İsa’yı yaşamımıza tam olarak almak ve yansıtmak söz konusudur. Bu varılan noktanın "temiz yürek" noktası olması yani "pak yürek sahibi olma" demekse “kötü gören gözü hakikaten ve samimiyetle ve çıkarsız ve hatta kendine hiçbir paye çıkarmaksızın kör etme” demektir.


Bu esas varılması istenilen nokta çok zor bir noktadır. Ama Efendimizin öğretisi, kurtarışı esasında Ruh’un yardımı ile bütün insanlığın çağrıldığı nokta bu noktadır. Yoksa Mesih İsa’nın kurtarışından bahsetmek mümkün olacak değildir. Mesih İsa'nın kurtarış vaazı insanların ayaküstü konuşmaları ya da bir kaç broşürle ifade edilmeye çalışılan çağdaş bir din formatı takdimi ile anlam bulacak ya da yaşam olacak bir vaaz değildir. Lütufla Mesih'te bize ulaşanın bizim tarafımızdan çalışılması, algılanması ve edinilmesiyle bağlantılıdır. Yani kişinin “dönüşüm ve değişimi” söz konusu değilse, “kendi arzusu için almasından” “kendi beni için çabalamasından” kurtulması söz konusu değilse kişinin manevi manada kurtuluşundan, kurtarılışından bahsetmek mümkün değildir.


Bütün bu bahsedilen noktalar Yaratan'ın Ruh’un rehberliğinde yukarıdan verilme ile yüreğin buna tepkisi sonucu Mesihi düzeye doğru yükselen bir yürekle ifade buluyorsa, işte o zaman “dönüşüm ve değişim” yansıması yani “tuz ve ışık” olarak sadece kişiye değil ama aynı zamanda kişinin dünyasına da yani çevresine de etkin olacaktır. Yani dönüşen ve değişen dönüştüren ve değiştiren olacaktır. Böylelikle Efendimiz Mesih'te biçimlenen biçimlendirecektir. Böylelikle aynı rol yani "tamamlama rolü" iyi algılandığında bizden aksetmiş olacaktır.


Şimdi bu noktadan sonra Matta’nın anlatımına göre Mesih İsa’nın sözlerine bakmak bu aşamada yani artık “dönüşüm ve değişimin” yansıması noktasındaki sözlerine bakmak bize daha da yeni bakış açılarını beraberinde getirecektir.

İşte bu noktada Mesih İsa kendi rolünün ve dolayısıyla kendisini izleyenlerin rolünün ne olduğuna tam bir vurguda bulunmaktadır.

YARATAN'I EDİNMEK


Mesih İsa’nın öğreti ve varlığı ile insanlığa sunduğu Yaratan suretine transformasyonun nasıl olacağının net bir yaşam örneği ile sunumdur. Efendimizin yaptığı başından beri anlatılmak istenilenleri derleyip toplayan, pratikte tam olarak insanda uygulanmasını sağlayan tamamlayıcılıktır. Yani mirasçı olan esas sahibin düşüncelerinin sonucunu elde edendir. Yani mirasçı ifadesi burada oğuldur. Ve miras demek tamamlanmış olan yani bir şahsın tamamen kendi düşünceleri ve duyguları ve hareketleri ile inşa ettiği varlığını daha fazla geliştirmeyecek bir koşulda devretmiş olması durumudur. Yani “tamlıktır” yani artık mirasa “eklenecek ve çıkarılacak” bir şey yoktur. Miras geldiği boyutları ile tamlık arz eder ve o kadar haliyle devreder. Ancak kişiler elbette bu tamlığın üzerine bu kez kendi gayretlerini, düşüncelerini ekleyerek çoğaltabilirler ya da azaltabilirler ama miras varlığının esas kişisi için onun yapacağı tamamlanmıştır. Burada “Mesih İsa” esasında böyle bir mirasın sahibi olarak “Yaratan düşüncenin” enginliğinden aldığı “ilahi mirası” aslında daha önce “parçalar halinde tecrübe edenlerin” üstüne “kendisindeki ediniminde” tamlık olarak görmekte ve esas anlatılmak istenilenlerin “Mesih” olmak olduğunu dile getirerek yani anlatılanları Yaratan’ın, “Sevgi ve İhsan O’lanın” sureti olmanın O’nu kendi varlığında, öz benliğinde tam olarak edinmek olduğunu dile getirerek ve bunu edindiğini yani “oğul” olduğunu öne sürerek “tamamladığını” dile getirmektedir.


Kutsal Yazıların aktardığı ve peygamberlerin tecrübe ettiği yol haritalarının Adem’den Mesih’e yol haritasının Mesih’te yani “kişinin öz benine Yaratan’ın niteliklerini edinmesiyle” O’nunla Mesih’inde ve Ruh’unda “form eşitliğine girmekle” tamamlandığı öğretisi Efendimiz İsa’nın bu aşamadaki sözlerinde ifade bulmaktadır.


Yani Müjde’yi alıp, dönüşüm ve değişimi kendisinde gerçekleştiren ve dönüşüm ve değişimi artık tuz ve ışık olarak kendi ikinci doğal doğasında yansıtan kişi Mesih’in tamlığını da doğal olarak yaşamış olmaktadır.


Günümüzde Mesih İsa’yı sadece Yeni Antlaşma metinleri üzerinde etütle izleyen gelenekler mevcuttur. Bazı Mesihi geleneklerde ise Eski ve Yeni antlaşma arasında kesin ayrımlar yapılarak bir manevi yaşam inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bazılarında ise Kadim Antlaşma temelli bir yaklaşım daha baskındır. Bütün bunlar bir yana Mesih İsa’nın sözlerinden hareketle konuyu değerlendirmek herhalde daha iyi olacaktır.


KADİM ANTLAŞMAYI TAMAMLAMAK


Her şeyden önce Mesih İsa’nın buradaki sözlerinden "Kadim Antlaşma" ile bir sorun yaşadığını söylemek doğru olmadığı gibi Mesih İsa’nın hizmeti boyunca sinagoglarda olması ve “İsra-el’in kayıp koyunlarını” bulmak için gelmiş olması üzerine yaptığı vurgulamalar esasında hizmetinin "Kadim Antlaşma" temelli olduğunu bize yeterince göstermektedir. Öyle ki, Yeni Antlaşma Efendimizin dünya üzerindeki hizmeti esnasında da zaten yazılmış değildir. O zaman her şeyden önce temel olan Kadim antlaşma ve Kadim antlaşma üzerinde Yaratan’ın daha önceden bahsettiği gibi, "Mesih’i bir düzeyin" ilanı söz konusudur. Ve Efendimiz Mesih İsa insanlığa bu bahsedilen düzeyi, hali hazırda herkesin "kutsal yazılar" olarak bildiği ve özellikle Efendimizin yeryüzünde bulunduğu dönemde mevcut olan "Kadim Antlaşma" üzerinde getirecek olan kişidir.


Elbette burada hemen şunu belirtmek çok önemlidir. Burada bahsetmeye çalıştıklarımız asla Yeni Antlaşmayı devre dışı bırakmak değildir. Ve bu zaten olamaz da sadece Yeni Antlaşmanın hizmet alanının her şeyin tamamlanmasını ilan için ve Mesih İsa’nın öğretişleri, ölümü ve dirilişinin nesillere aktarımı için kısacası kurtarışının hangi cihette ve ne şekilde ve ne sonuçlarla olduğunu nesillere aktarmak için farklı bir alanda olduğu unutulmamalıdır. Yani "kadim antlaşma" Efendimizce tamamlanmış, esas vermek istediği, esas etkisi kendisini tam olarak göstermiştir ve bu andan itibaren de Müjde bölümü devreye girmektedir.Ama özellikle Efendimiz Mesih İsa’nın dünya üzerindeki hizmeti esnasında “kadim antlaşma” üzerine bir kurtuluş hizmeti sunulduğu konusunun esaslılığını irdelemek, Mesih İsa’nın Müjde'sinin ne olduğunu ve ne demek istediğini de algılamak açısından büyük bir önem taşımaktadır.

Bu anlaşılırsa “tamamlamak” için gelme bir anlam ifade edecektir. Çünkü “Kutsal Yasa ve peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için değil… tamamlamaya geldim” şeklindeki ifadelerde var olan bir şeyden ve o şeyin de tamamlanması gereken, henüz tamamlanma sürecinde kapanmamış, tamamlanmamış açık bir şey olduğu anlaşılmaktadır. Yani “Kadim antlaşma” dediğimiz ve Musa’dan bize aktarılan ve hatta bazı peygamberlerin aktarımlarıyla Yaratan’la deneyimleri ve yönlendirişlerini sundukları yazılar ve bu yazılar üzerindeki uygulamalar Efendimiz İsa’nın değer verdiği ve manalandırdığı, esas anlamında yerli yerine oturup uygulamada göstermek istediği yazılardır.


O zaman bu bakış açısından bu metinleri kesip atmak ya da bir çok konuda bilip bilmeksizin o zaman böyleydi bu zaman böyle, o dönem şöyleydi bu zaman böyleydi gibi yorumlara gidilmesi yerine bir bütün olarak değerlendirilmesi esas olmalıdır. Eksiklikten tamlığı Yaratana ve O’nda yaşanan bir hayatın arzulandığı, bir dünya üzerinde “eksiklikten tamlığa” doğru Yaratan’la ilişki deneyimlerinde ve edinimlerde bize sunulanı bu bütünlüğü ile değerlendirmek esas olmalıdır. Çünkü her şeyden önce "Kadim Antlaşmaya" özellikle ilk beş bölüme Tora denilirken burada kast edilen Yaratan'ın ışığıdır. Bu ışık Yaratan'ın her şeyi "sevgi ve ihsanında" büyük bir hazla yaratmasıdır. Ve bu "ışığın" esasında yürekleri delen,gönül gözlerin açan vasfı Yaratan ve Yaratılan arasındaki bağı sağlamakta ve aynı zamanda da O'ndan gelişi yine O'na döndürmektedir.

İsrael sonunda Mesih'te Yaratan'ı tam edinme yoluna çıkmaktadır. İşte tamamlama bu ışımaların artık gönülleri tam dolduran, tam kalp noktasını yakıp Yaratanın Ruh'unda Mesihine açan noktadır. Ve tamlıktır. Işığın artık sadece dışardan değil aynı zamanda tam yürekten aydınlatmaya başlamasıdır.


ESAS MANAYA DÖNÜŞ


Bu noktadan hareketle Mesih İsa’nın daha sonra metinlerde göreceğimiz gibi orucu, bir takım dini uygulamaları, şabat gününün o günün tutucu dindarları şeklinde algılamaması bilhassa bunların üzerinde şekilden ziyade esas mana derinliğinde “kutsal yazıları” değerlendirmesi zaten yukarıdaki cümle ile neyi “tamamladığına” harika bir biçimde işaret etmektedir. Dış tavırlarla, hareketlerle, görüntülerle ifade edilmeye ya da hayata alınmaya gayret edilen manevi unsurların esas içteki hareketlilikle, görüntü ile dönüşüm ve değişimle edinilebileceği ve ışığın esas rolünün derinliklere sirayet etmesi olduğu gerçeğinin dile getirilmesidir. Tamlık bir şeyin özüne vakıf olmada tamlıktır. Yüzeysellik de önemsiz değildir bir başlangıçtır ama esas derinliktir.


PARÇADAN BÜTÜNE


İnsanlar bir çok kereler söylediğimiz gibi hep parçaların peşindedir. Yani bu şu demektir eğer beni ilgilendiren bir kazanç, bir hobi, bir zevk varsa beni daima o küçük parça yani hayatımın o konusu cezp edecektir demektir. Dolayısı ile bu beni çeken konunun etrafında yer alan kişi ya da kişiler hatta olaylar çok da önemli olacak değildir. Ve dikkat ederseniz futbolu çok seven bir kişi için o gün şehirde olan diğer sanatsal faaliyetler hiç önemli değildir. Hatta haberi olmadığı gibi haberi olmasını bile istemez. Ama aynı kişi için o gün kentte oynanan önemli maçlar çok önemlidir. Hele hele takımını ilgilendiren bir maç varsa. İşte bu durum insanlık tarihi boyunca insanların inançlarını da etkilemiştir.

Oysa İbrahim’in hareket ettiği nokta bu noktadır. Yani ailesinin yaşadığı ve o putlara tapınılan yani kainatın tamamının sahibi o muhteşem “Yaratan düşüncesini” nesnelerde görmeye kalkan, bölünmüş parçalanmış putperest ortamı terk ettiği nokta ve bütüne yürüdüğü nokta. Hep söylüyorum “putperest” kelimesini sadece belli elle yapılmış putlara tapılmak olarak almayın. Hepimizin kendi hayatında ürettiği ve bizi bütünden hep ayıran parçaya yönlendiren yüzlerce putperestlik alanımız vardır. İşte İbrahim o en büyük manevi ata sadece ve sadece imanla yani bütüne ulaşma, bütünü fark etme, Yaratan düşüncesine doğru yürüyerek bütünde gerçeğini yakalama arzusunda gönlünü parçalardan bütüne taşımayı becermesi ile en büyük manevi ata olmuştur.


KAOSTAN ISLAHA


O zaman esas tamamlamak daha yazılar olmadığı dönemde “başlangıçta Yaratan’ın” Kaos içindeki yaratılışı altı adımda ıslaha getirmesi şeklinde parçalardan bütüne taşıması ile düzen yerli yerindelik ortaya çıkmıştır. Yerli yerindelik esasında Yaratan düşüncedir. Yaratan’ın kendisi bütün formüllerin yerli yerinde olması artı eksi ve nötr sistemler içinde her şeyin birbirini tamamlayan denklemlerle bütünü oluşturması şeklinde kendini göstermektedir. Yani bir denklemde parçaların birleşmiş hali vardır. Ve bütün Yaratan’dır. İbrahim’de babasının diyarında Kaostan Islaha doğru yürümüştür. Kaos eksikliktir Islah tamlıktır. O zaman Musa’nın dağ üzerine çıkışına dek hayatında var olan Kaos sürekli kaostan kaçış ortamında kendisinden kaçtığı daha doğrusu “kendisi için sürekli olarak almayı” durdurması anında “Tora yani Işık” olarak Yaratan ile karşılaşması söz konusu olmuş ve düzen önce dağ üzerinde, yani kendi egosu üzerinde kendisine haz, ışık olarak verilmiştir. Bu ışık esasında “yasa” dediğimiz “düzendir”.


Ama ne yazık ki, sorun insanların sürekli ilk doğalarından kaynaklı olarak her- şeyi parça olarak görme eğilimleridir. Yani Musa’da açılım kazanan insanın kendi öz benliğini kaostan ıslaha yani Yaratan suretine getirmeyi amaçlayan bütün manevi yasalar ne yazık ki, adeta buzdolabına konan kalıp buzlar misali buzlaşmış ve esas mana bir tarafa bırakılarak şabat’ın, yedinci günün kaostan ıslaha olan gelişimin farkındalığı günü olmaktan ziyade sadece belli kurallar zincirinde hiç iş yapılmayan bir gün olması şeklinde değerlendirilmeye başlamıştır. İşte farkındaysanız “kutsal yazılar üzerinde” tamamlanma gerektirecek eksiklikler ışığın yüreklerimizi dönüşüm ve değişime uğratmasından ziyade kültürlerimiz ve algılarımız için de kalıplara dökülüp kemikleşmesi ve esas manalarını yitirmesidir. Ve Mesih’in o muhteşem Yaratan suretini yansıtacağı ve Yaratan niteliklerini insanlara taşıyacağı ve onları bu kalıplardan kurtaracağı gerçeği bu nedenle bu tarz insani uygulamaların başladığı andan itibaren hep bir uyarı mahiyetinde ve bir vaat olarak vurgulanıp durmuş ve sonunda da Efendimiz Mesih İsa’nın varlığı ile bu yeryüzünde gerçek olarak yerini bulmuş ve daha doğrusu ifade edilmiş, ilan edilmiş, ifşa edilmiştir.


EKSİKLİKTEN TAMLIĞA


Efendimiz Mesih İsa kutsal yazıların yorumlarını şekilci uygulamaları için yapmalarının bir eksiklik olduğunu ifade etmektedir. Oysa kutsal yazılarda anlatılanların esas amacının bizim Yaratan’ı edinerek O’nun suretine bürünen ve niteliklerini yansıtan insanlar olmamız olduğunu söylemektedir ve bunların öğretilmesi ve insanların yaşamlarına nakşedilmesi ise doğal olarak “tamamlamaktır”. Çünkü esas olması gereken, tam olan budur. Elbette Mesih İsa’nın bütün bunları öğrencilerine öğretmesi ve Mesih İsa ile birlikte öğrencilerin bunları tutucu bir din anlayışı içindeki toplum içinde uygulamaya kalkması özellikle tutucu dindar kesim arasında büyük bir anlaşılmazlığı da beraberinde getirmiştir. Özellikle günlük dini kuralların üstünde bu kuralların asıl manalarını yürekte yaşayarak bir hayat süren Mesih İsa ve öğrencilerini soruları, tavır ve davranışları ile hep köşeye sıkıştırmaya, hatta onlara eziyet etmeye çalışmışlardır. Çünkü anlayış düzeyleri, bakış açıları, hep yorum farklılıklarının esiri olarak oldukça bir birinden farklı yönlere gitmiştir. Bilinçler arası seviye, maneviyatı algılayışları arasındaki seviye doğal olarak tutucu dini toplumun tepkilerini her gün biraz daha yukarıya doğru çekmiştir.

EKSİK BİLİNÇ VE TAM BİLİNÇ


Mesela Mesih İsa’nın öğrencilerinin belirlenen dini günlerde oruç tutmamaları (Mt.9:14) ya da Mesih İsa’nın ve öğrencilerinin tutuculara göre günahkarlık damgası yemiş kişilerle oturması kalkması yine bu tutucu kesime göre bir türlü kabul görülemez bir durumdur (Mt.11:18-19). Ve öğrencilerinin Şabat gününü farklı değerlendirmesi, o günün dini ulema tarafından yasak olarak addedilen işlerini yapmaları da yine bu farklı öğretişlerin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır(Mt.12:2).


Bütün bunlara baktığımızda Mesih İsa’nın bütün kurallara manaları ve esas kişiyi Yaratan’a yürüyüşünde(İsra-el) dönüşüm ve değişimini sağlayacak kurallar cihetiyle baktığı kesindir. Burada bir şeyin esasına bakma bilinçliliğinin farkını görmek çok önemlidir. Çünkü böyle bir esası görebilme bakışı tam bilinç işleyişidir. Oysa dini seviyelerde kişilerin bir takım manevi prensip ve uygulamalara madde yapısı itibariyle bakıp kendi kültürel ve yerel anlayışları içinde yorumlamaktadır. Bu da sanki kuralları buz kalıbına döküp sadece kural çerçevesinden koşulsuz değerlendirme gibi bu durumdur ki, esası ve çevresi ile değerlendirilmeyen her durum esasında eksiktir ve eksik bilinç bakış açısıdır. Bu nedenle de Mesih İsa'nın yaşamı, öğretiş ve düşüncesi ile elbette aşırı tutucu bir dindarın bakış açısı arasında uçurum olacaktır. Bu bilinçler arası farklılıktır. Ve biz bu ayrı bakış açılarını hayatımızın birçok durumunda görebiliriz. Bu çok daha içeriği ve bütünü ile değerlendirmesi yüzünden Mesih İsa'nın kurtarışı ve öğretilerinde "tam bilinç" hakimdir. İşte bu nedenle de kendi hayatı ve öğretileri ile Efendimiz Mesih İsa bizlere “kadim antlaşmayı yıkmaya değil tamamlamaya geldim” ifadesiyle bir anlamda, uzun zamanlar içinde esas manasını bir türlü yerli yerinde verememiş ve parçalara sıkışıp kalmış İsrael’e bütünü gösterecek tek kişinin kendisi olduğunu net bir biçimde söylemektedir.

Kısacası eğer bir cümle de söylemek gerekirse Kutsal Yazılar insana kendi iç kaosunu gösteren ve bu kaostan Yaratan’la form eşitliğinde buluşarak ıslaha geçişini sağlayan yazılardır.

Bu da ancak Mesih İsa’nın Müjde’sinin net olarak algılanıp Mesih İsa’nın kurtarışını gönenerek ve yol haritasında dönüşüm ve değişimle tam uygulanabilir olacaktır.



TORA (IŞIK) VE TAMAMLAMA


Yaratan’ın ışığını kendi benliği üzerine çıktığı anda algılayan o ışık insan Musa’nın bunları kendi izleyicilerine açıklamasından sonra genelde Tora’a hep iki yolla algılanmış ve o şekilde de halk içinde insanların algısına sunulmuştur. Bunlardan biri yazılı Tora ve diğeri de sözlü Tora’dır. Doğal olarak bir çok Yaratan’a yürüyen insanlar arasında bazı öncüler bazı Tora değerlerinin yitirilmemesi için bazı olgu ve kavramların nesillere aktarılması için örneğin Tora üzerinde daha çok sözel Tora ile bağlantılı olarak 613 farzın ortaya çıkması söz konusu olmuştur. Elbette burada örneğin “on emir” olarak bildiğimiz o değişmez kutsal yazılar özeti olan “yazılı Tora ahkâmı” ile 613 farz olarak ortaya konan “sözlü Tora ahkamı” birbirinden oldukça farklı alanlarda İsra-el’i yani Yaratan’a yürümek için yola çıkan manevi yolculara yön gösterme gayreti içindedir. Ama zamanla İsra-el İsrail olmuş yani manevi manada ruhani bir seçilmişlik, Yaratana ait olma, O’na meyletme, gönül verme kavramı bir ırka mensup anneden doğanlara has ve onlar tarafından kapalı bir kavim inancına döndürülmeye başlamıştır. Ayrıca bu bakış açısında elbette “sözel Tora” daha sınırları dizginlenemez bir halde insanlar tarafından “parça bakışına” yukarıda öğrettiğimiz o bir anlamda kişinin kendisinin oluşturduğu küçük dar görüş alanlarında kendi ürettiklerine esir olma durumuna doğru hareket etmiştir. İşte bu iki uç arasında efendimiz İsa bütün “yazılı Tora ahkâmını” “Allah’ı bütün yüreğinle sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek” olarak özetlemektedir ve “sözel Tora ahkâmını da Müjde vaazı ve sonra altı adımla esas Tora’yı içine almış ve dönüşüm ve sürekli günlük değişime ve manevi gelişime tabi olmuş kişinin oruç gibi, şabat gibi ve tutucuların günahkar addettikleri insanlara insanca yaklaşmak gibi bir yaşam biçimi ile özetlemeye başlamıştır.


Kısacası Efendimiz Mesih İsa, bütün yazılı ve sözel Tora ahkamını Mesihi düzey olarak yani kendi yaşadığı ve edindiği ve ifşa ettiği düzey olarak “ışığın insanda yansıması” olarak değerlendirmekte ve zaten bu konunun da bütün “kadim antlaşmanın” esas konusu olduğunu ve ancak bu yaşama alınıp yaşandığında “tamamlanmış” olacağını beyan etmektedir. Bir başka deyişle insanın yaratılma gayesi zaten Yaratanın sureti olmak idiyse işte Mesih İsa’nın Yaratan’la form eşitliğindeki Yaratan’ı edinim yaşamı esasında bütün kutsal yazılar ve peygamberlerin tam olarak demek istediğiydi. Ve bu da hem kutsal yazıları hem de peygamberlikleri tamamlayan en son noktaydı. Kurtaran, sonsuzluğu bahşeden, “Yaratan düşünce” yani “Baba” dediğimiz o en üst artı nokta ve “Şekina” dediğimiz o en üst eksi noktayla buluşturmaydı ve elbette oğul dediğimiz sonuç bu noktada kendisini tamlık olarak gösterecekti.

DEĞİŞMEZ YASA - KAOS VE ISLAH


Kutsal yazıların ahkamından yani esas içeriğinden en ufak bir kaidenin değişmesi elbette mümkün değildir. Çünkü bütün kainat bir “sevgi ve ihsan” niteliğinin yansımasıdır. Yani kural budur, eğer ben Yaratan’ı yansıtan bir ayna olarak bir vericinin “sevgi ve ihsan” niteliğini uygulayabilmesi için bu vericiliği karşısında var olan ve hatta mecburi bir var oluş olarak olansam o zaman doğal olarak benim de bu var oluş kuralından sapmam ya da kaideyi değiştirmem mümkün olacak değildir. Yani ben bu anlamda inanılmaz “rahman ve rahim” yani sevgi ve ihsan niteliğinde varlığını sürdüren bir kainat içersinde bu nitelikleri idrak edemem kainat kaidelerini bozacak değildir. Bir başka örnekle ben yaşamak için suya ihtiyacı olan bir varlıksam suya ihtiyaç prensibi hiçbir zaman değişecek değildir. Bu bağlamda “Allah’ı bütün yüreğimle ve insan kardeşimi, dostumu kendim gibi sevme” prensibi ben bunu uygulayabildiğim için yoktur. Bu prensip kainatın kuruluşunda var olan Yaratan’ın niteliğidir. Bu nitelik üzerinde “benini” tanımlamaya çalışan ve “benini” algılama gayreti içindeki insan öncelikle kaosu yaratacaktır. Çünkü yaratan da öncelikle kaosu yaratmıştır. Sonra “beninde” Yaratan’ın ve kainatın esas “BEN’ini” algılayabilecek ve O’nu yansıtma girişimlerinde kainatın esas prensiplerine dönecektir.

Yaratan’ı bütün yüreği ile sevme ve karşısındakine kendisine sunulan “sevgi ve ihsanı” Yaratan niteliğini sanki küçücük bir Yaratan yansımasıymış gibi sunabilme. Bu hiç değişmez bir kural olarak mevcudiyetini koruyacaktır.

TAMLIK VE YARATAN


Efendimiz Mesih İsa’nın sözlerinin başlangıcında yani Müjde’de her şey tövbe’ye çağrı ile başlamaktadır. Yani bu “dönüşüme kararlı ol” “Yaratan sureti olma amacıyla varsın kendi benin için aldığının farkındaysan artık vermek için almaya dön” şeklinde bir buyruktur. Bu buyruğa itaatle tabi olan dönüşüme girecektir. Niyet oluşturacaktır. Kararlılıksa bize sürekli değişimi, yani manevi gelişimi Yaratan’a doğru yürümeye niyetle çıkılan yolu yürümeye itecektir ve arkasından doğal olarak üst akla tutunma gelecektir. Yani o noktada “göklerin hükümranlığı” efendimiz Mesih’in o altı basamakta bizi “yürek paklığına” getiren adımları başlayacaktır ve sonucu “sevgi ve ihsanı” yani Yaratan niteliklerini artık yansıtmaktır. O noktada kişi tuz ve ışık olarak bu dönüşüm ve değişimi kendi yeni hayatında oluşturmaya başladığı yeni çevresine yaymaya başlayacaktır. Şimdi bütün bu olgularda bütün kutsal yazılar ve peygamberlikler aslında bizim iç varlığımızdaki dönüşüm ve değişimle Mesih İsa’da ve Ruh’unda Yaratan’la bizi eşit forma taşımaktadır. Yani esasında Mesih İsa’nın “kutsal yazıları ve peygamberlikleri tamamlama” rolü yerli yerinde uygulanmaktadır. Zaten bu olması gereken yukarda da bahsettiğimiz kainat kuralıdır. Hiçbir harf bu dönüşüm ve değişimin temel prensibinden ödün verecek değildir. İşte bu noktada Efendimizin bu sıralamada aktardıklarında, bu dişli çarkların dönüşünde eğer en ufak bir dişli çarkın birinde bir dişli kırılması olursa elbette çarkın dönmesi zorlaşacaktır ve eksiklik, eksik öğretiyi, eksik öğreti de tamlığın algılanmasının eksikliğini getirecektir. Oysa tamlık Yaratandır. Eksiklik kaostur. O zaman Mesihi düzey Mesih İsa’da olmak Ruh’un rehberliğinde o düzeyle bütünleşmek tamlıktır. Ve dişlilerin eksikliği “göklerin hükümranlığı” yani “sürekli ruhsal anlamda değişim, gelişim sürecini” eksilteceği için kişinin bu düzeyde hiç ilerleyememesine ve hatta geriye gitmesine neden olacaktır.


Ama bunun tersini yapanlar için yani Mesih İsa'nın kurtuluş yolu üzerinde dönüşüm ve değişim çizgisini izleyenler için "göklerin egemenliğinde" yani "yukarının aşağıya çekilmesinde", "üst değerlerin aşağıdaki değerlere doğrudan etkisinde", bir diğer değişle Mesih'te biçimlenmede bu kişiler önde olacaklar ve dolayısı ile bu ruhsal öncülükleri esasında kimseyle değil kendi benlikleri üzerindeki yarışlarıyla bu ruhsal öncülükleri kendilerini gerçekten "göklerin hükümranlığında" yani "Yaratan'ı edinme, O'nunla eşit formda olma" yolunda onları büyük daha doğrusu ilerlemiş kılacaktır. Yükselmiş kılacaktır.


TAMLIK VE DOĞRULUK


Bu noktada çok daha önemli bir uyarısı vardır Efendimizin; bu uyarıda "aşırı tutucu dini önderlerin, şeriat hocalarının seviyesi esasında Yaratan'ı arayan, arzulayan ama bunu elleri ve kolları ya da kültürlerinin algıları içinde bir folklor olarak yerine getirmeden ötürü Yaratan'ın kendilerinden gizli kaldığı için bir türlü Yaratan'ı esas varlıklarında edinemeyen kişiler seviyesidir. Elbette ve muhakkak ki, bu seviyede olan kişilerin içinde de "kalp noktası" "gönül gözü" açılmak kaidesiyle hakikaten Yaratan'a yürüyen, yani O'nu edinme, Mesih'inde biçimlenme, Ruh'unda olma koşulunda kişiler vardır, olmuştur ve olacaktır. Nikodemus bu tarz tutucu, aşırı muhafazakar dini önderlere güzel bir örnektir. Fakat genel olarak bu tarz kişilerin Yaratan'a arzuları hep ellerinin işleri ve kültürel kalıpları içinde kaldığı içindir. O zamanda doğal olarak bu insanlar büyük bir arzu ile arama modundadırlar ve tam olarak algılayamadıkları kurallar bütünü bir tanrı kavramına aşırı bir tutku ile ve onu hoşnut etmek için mücadele vermektedirler ve bu kavramla bütünleşmekte kendilerince doğruluğu yani dünyasal algıda bütünleşmeyi gerçekleştirmektedirler. İşte Efendimiz onların bu gayretleri, arzuları, yanan muhafazakâr yüreklerini aşan bir hakiki Yaratanı edime tutkusuna sahip olma konusunda bizleri uyarmaktadır. Yani mana çalışmalarını, bütün kutsal yazılar üstünde ve peygamberlerin ve elbette bütün bunların üzerine kurtarıcımız efendimizin hayatı ve öğretileri ile bize sundukları üzerinde, yüreğimizin dönüşüm ve değişimi için yapmamız gerektiğini bize açıkça hatırlatmaktadır.


Dindarlık seviyeleri esasında hepimizin öyle ya da böyle geçmek zorunda olduğumuz seviyelerdir. Bu seviyelerde Yaratan'ı sorgularız, benin Yaratıcı "BEN'i" algılamadan önce kendi kendine oluşturduğu kendi iç sorularının kendince cevaplandırıldığı ve hatta sınırlı seviyede Yaratan yaratılan ilişkisinin insani yerel toplum algıları ve uygulamaları içinde değerlendirildiği seviyelerdir. Ama hala bu seviyelerde "kendi arzum için alma" üstüne çıkılmış değildir. Yapılan her şey hep "benim cennete kavuşmam" "benim inanç ve ibadet biçimimin üstünlüğü" şeklinde hep "benim içindir". Oysa "sevgi ve ihsan O'lan" Yaratan suretine dönüşmek ise Efendimiz Mesih'in Müjde sonrası altı adımda dönüşüm ve değişim prensiplerinde ifade ettiği kişiyi Yaratan niteliğine getiren "merhamet" aşamasına ulaşılması esastır. Bu noktada "benim için almak artık ölmüş olmalıdır". Başkasına sunmak için almak esastır. Bu Yaratan suretine dönüşümdür, bu "Yaratan'ın sevgi ve ihsan olarak özetlediğimiz muhteşem nitelikler toplamını" edinmek ve yansıtmaktır. Bu esas doğruluk yani Yaratan'la niteliklerini yansıtma açısından "form eşitliğidir". Bu Mesih İsa'yı Ruh'un doluluğunda giyinmek ve "bol yaşam" olması yani Yaratan'ın insanla arzuladığının yaşamından fışkırması demektir. İşte dindarlığın o aşırı dindar olması tutkusu doğruluğu edinmede dindarların o aşırı tutkusunun da üstünde edinilmelidir. İşte o zaman Yaratan Ruh'unda ve Mesih'inde artık bizdedir. Doğruluk gerçekleşmiştir. İnsan-ı Kamil artık esas görevini tam olarak yerine getirmektedir. Kutsal Yazılar Yaratan'ın Mesih'inde tamamlanmakta dolayısı ile samimi Yaratan'ı edinme yolunda olan (İsra-el) kişide de tamamlanmaktadır.