4. ÇELİŞKİSİ OLMAYAN BİR HAYAT



Sevgili okur, bunlar uzak ve hayal olan sözler değildir. Bunlar binlerce insanın hayatında görülen apaçık gerçeklerdir. Bu insanların İsa Mesih’e gelmeden önce gerçekten güçlü hayalleri vardı. Ama ne yazık ki, hayalleri erişilemeyen, sadece uzaktan selamlanan şeylerdi. Oysa İsa Mesih’e iman ettikten sonra hem arzuları değişti hem de o arzularını harika bir şekilde yaşamaya başladılar. Neden? Çünkü artık içlerinde bu hayalleri gerçekleştirme gücü olan Tanrı’nın Ruh’u bulunuyor. Şimdi keşkesiz ve doyumlu bir yaşam sürebiliyorlar. Eşleriyle ve çocuklarıyla barışık ve haz aldıkları bir yaşamın içerisindeler.

Tabii ki bunu yaparken ilk etapta çok zorlandılar. Çünkü Mesih onlara, görmüş oldukları emsallerin ve eğitimin dışında bir yol göstermiştir. Ama bunu yaparken hiçbir zaman kaosa sürüklenmediler, çünkü önlerinde izleyebilecekleri örnek bir yol vardı. Bu yol iki bin yıl önce gelen harika bir yaşam ve kimsenin gösteremediği alçakgönüllülüğü göstererek insanlık için kendisini feda eden Mesih İsa’nın kendisiydi.

Mesih İsa sizin de mutlu olmanızı istiyor. Şimdiye kadar yakalayamadığınız mutluluğu yakalamanızı ve esenliği doruklarda yaşamanızı istiyor. Açıkça söyleyeyim; bu o kadar kolay değildir. Mesih İsa sayesinde bunu yapmak mümkündür; ama sadece kendini alçaltanlar bunu başarabilir. Siz aileniz için kendinizi alçaltmaya hazır mısınız?

Hemen hemen her ana baba, kendilerine istemler ve şikâyetlerle yaklaşan çocuklarına şöyle der: “Ya biz kimin için çalışıyoruz, sizin geleceğiniz için değil mi? Bu güne kadar kendimiz için ne yaptık ki? Hep sizin geleceğiniz için çalışıp didindik.” Aslında bu şeylerde gerçek payı vardır. Ama bir gerçek daha var; biz kendimiz için, yani kendi egomuzu tatmin etmek için de didiniyoruz. Eğer, gerçekten yukarıdaki söylediklerimi yapıyorsak yani kendimizi değil eşimizi ve çocuklarımızı düşünerek emek veriyorsak, işte size bir fırsat.

Şimdiye kadar hep beklenti içerisinde olduğunuz, evde yemek hazır, evde her şey düzenli, her şey tıkırında diyen ses değil, ben gidip her şeyi yoluna koymalıyım, eşime ev işlerinde yardım edeceğim diyen bir yürektir. Şimdiye kadar erkeğe bulaşık yıkamak yakışmaz diyen sesleri bastırıp evde eşinizle birlikte veya, “biraz sen dinlen ben bulaşıkları yıkarım” diyen erdemlilik, yuvanızın altına zemin olacak ve sevgi tohumları ekecektir. “Benim eşim bunlardan anlamaz ben bunu yaparsam o şımarıp tepeme çıkar” diyen o ses sizin egonuzdan gelen sestir ve sizin yuvanızı viraneye çeviren zaten budur. Şimdi artık başka bir sese, Tanrısal sağduyunun sesine kulak verin.

Bir demet çiçek alıp eşinize götürün ve kibar bir şekilde “Beni affet, ben gerçekten sana haksızlık ediyorum, ama inan bundan sonra her şey düzelecek. Bunu ben yapamam, ama beni seven ve kendisini benim uğruma feda eden birisiyle beraber yapacağım” diyebilecek erdemliliği gösterebilirseniz bu şeyler olacak. Belki ilk etapta eşiniz bunun içten geldiğini anlayamayacak. Bunda haklıdır da. Bunca bencilce davranıştan, bunca yıpratıcı sözden sonra hemen inanmasını beklemeniz büyük saflık olacaktır. Onu ya çocuklarınızın önünde ya arkadaşlarının önünde ya da akrabalarının önünde rencide edip küçük düşürdünüz. Ama eşinizi ve ailenizi kazanmak için bu yönde sadakat gösterip bunları, bu güzellikleri tekrarlamaya değmez mi?

Hanımefendi, belki bunları okurken siz de bu satırlarda gerçek yüreğinizi görebilirsiniz. Kocanızın, hak etmediğiniz bir tavır ve ses tonuyla size yaklaştığına inanıyorum. Ama sizin onu körükleyen bakışlarınız veya cevaplarınız acaba ortalığı kasıp kavuran ateşi daha da alevlendirmiyor mu? Bunun yerine o bağırırken siz susup bekleseniz, ortalık sakinleştikten sonra eşinize sakin bir şekilde o konu hakkında konuşmak istediğinizi söylerseniz nasıl karşılar acaba? Bakın bunu ilk kez yaptığınızda kabul etmeyebilir, ama inanın sert olan o taşa bir darbe vurdunuz demektir. Bunu yaptıkça o sert taş yavaş yavaş çatlayacak ve siz o aralıktan içeri gireceksiniz. Ama ne yazık ki kadınlarımız kocalarıyla ilgili bir şey keşfetmişler. Kocalarının en hassas olan yerlerini anlamışlar ve canlarını yakmak için o yerlerine dokunup onları zıvanadan çıkarıyorlar. Peki, bu evinizin ruh halini olumlu mu etkiliyor yoksa evinizi yaşanmaz bir yere mi dönüştürüyor? Tabii ki eviniz yaşanmaz bir hale geliyor. Acaba bu durumdan çocuklarınızın psikolojisi nasıl etkileniyor? Böyle evlerde, bırakın çocukların durumunu, çiçekler bile solgundur. Böyle evlerde çocukları düşünmek insanı çaresiz bir duruma düşürür. Ama çaresiz değilsiniz. Eğer alçakgönüllülüğü takınır ve eşinize saygılı bir şekilde yaklaşırsanız, bunda çözümsüzlük değil etrafınıza da emsal olacak bir çözüm üretirsiniz.

Çocuklarınız konusunda da aynı şey geçerlidir. Bizler toplum olarak, “çocuklar yanlış yapar, biz onları azarlarız, gerekirse döveriz ve onları pişman ederiz” diyen bir düşünceye sahibiz. Ama bu çocuklar bizim çocuklarımız ve bu çocukları biz yetiştirdik. O zaman sorumluluğunuzu kabul edin ve her bir çocuğunuzla tek tek ilgilenin. Yapmış olduğunuz yanlışlıklardan alçakgönüllü bir şekilde özür dileyin. Öncelikle onunla gerektiği gibi ilgilenmediğiniz, ona iyi bir örnek göstermediğiniz, şimdiye kadar ona bağırıp çağırıp kaba davrandığınız, onun önünde eşinizle tartıştığınız için af dilemelisiniz. Bunlar size ağır mı geldi? Evet, gerçekten ağır şeylerdir. Ama bunlar, alçakgönüllüler için erdemli ve makbul şeylerdir. Böyle kişiler için gururlarından çok aileleri önemlidir. Ailelerinin huzuru onların en büyük temennisidir. Bu temenni için kendilerini alçaltmaya her zaman hazırdırlar.

Bunun dışında bir çözüm yoktur. Evet, ne yazık ki bu kesin bir gerçek. Karşıdan durumu değiştirecek bir çözüm bekliyorsanız, bunun olması hayalde kalacaktır. Ama siz kendinizi alçaltır ve erdemli bir yol izlerseniz, çözümün ortaya çıktığını göreceksiniz. Bu sadece sizin için bir kazanç olmayacak, sizden sonra çocuklarınız da sizin örnek olacak yolunuzu izleyeceklerdir. Siz onlar için bir bereket kaynağı olacaksınız. Sizin eşiniz sizden gurur duyacak, çocuklarınız sizin fikirlerinizden faydalanacaklar. O zaman vicdan azabı çekmeden konuşabilirsiniz. Şimdiye kadar öğüt veriyordunuz, ama siz o öğütleri uygulamıyordunuz ama şimdi hem söyleyen hem de uygulayan olarak vicdanınız rahat konuşabilirsiniz.

Bakın, size harikulade bir örnek göstereyim. Hem de bu örneği bizlere veren şahsiyet Mesih İsa’nın kendisidir. İncil’in Luka bölümünde İsa Mesih şöyle bir benzetme anlatır:


İsa, "Bir adamın iki oğlu vardı" dedi. "Bunlardan küçüğü babasına, 'Baba' dedi, 'Malından payıma düşeni ver bana.' Baba da servetini iki oğlu arasında paylaştırdı.

Bundan birkaç gün sonra küçük oğul her şeyini toplayıp uzak bir ülkeye gitti. Orada sefahat içinde bir yaşam sürerek varını yoğunu çarçur etti. Delikanlı her şeyini harcadıktan sonra, o ülkede şiddetli bir kıtlık baş gösterdi, o da yokluk çekmeye başladı. Bunun üzerine gidip o ülkenin vatandaşlarından birinin hizmetine girdi. Adam onu, domuz gütmek üzere otlaklarına yolladı. Delikanlı, domuzların yediği keçiboynuzlarıyla karnını doyurmaya can atıyordu. Ama hiç kimse ona bir şey vermedi.

Aklı başına gelince şöyle dedi: 'Babamın nice işçisinin fazlasıyla yiyeceği var, bense burada açlıktan ölüyorum. Kalkıp babamın yanına döneceğim, ona, Baba diyeceğim, Tanrı'ya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Beni işçilerinden biri gibi kabul et.'

Böylece kalkıp babasının yanına döndü. Kendisi daha uzaktayken babası onu gördü, ona acıdı, koşup boynuna sarıldı ve onu öptü. Oğlu ona, 'Baba' dedi, 'Tanrı'ya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim.'

Babası ise kölelerine, 'Çabuk, en iyi kaftanı getirip ona giydirin!' dedi. 'Parmağına yüzük takın, ayaklarına çarık giydirin! Besili danayı getirip kesin, yiyelim, eğlenelim. Çünkü benim bu oğlum ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu.' Böylece eğlenmeye başladılar.

Babanın büyük oğlu ise tarladaydı. Gelip eve yaklaştığında çalgı ve oyun seslerini duydu. Uşaklardan birini yanına çağırıp, 'Ne oluyor?' diye sordu.

O da, 'Kardeşin geldi, baban da ona sağ salim kavuştuğu için besili danayı kesti' dedi.

Büyük oğul öfkelendi, içeri girmek istemedi. Babası dışarı çıkıp ona yalvardı. Ama o, babasına şöyle yanıt verdi: 'Bak, bunca yıl senin için köle gibi çalıştım, hiçbir zaman buyruğundan çıkmadım. Ne var ki sen bana, arkadaşlarımla eğlenmem için hiçbir zaman bir oğlak bile vermedin. Oysa senin malını fahişelerle yiyen şu oğlun eve dönünce, onun için besili danayı kestin.'

Babası ona, 'Oğlum, sen her zaman yanımdasın, neyim varsa senindir' dedi. 'Ama sevinip eğlenmek gerekiyordu. Çünkü bu kardeşin ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu!' (İncil: Luka 15:11-32).


Evet, bu yürek Tanrı’nın takdirini kazandığı için bu örnek İncil’de bulunuyor. Bizler “vay bizi üzenin haline; benim onurumu bu oğlan yere çaldı. Kimsenin yüzüne bakamaz oldum, beni hem maddi hem de manevi yönde perişan edip rezil etti” edası içerisinde yüreğimizi besliyoruz. Sonra çocuk eve dönmek isterse veya evdeyken bize yaklaşmaya çalışırsa gururumuz onun bize yaklaşmasına izin vermiyor.

Örnekteki babada ise çok farklı bir yürek vardır. Çocuğun babasından kendisi henüz sağken mal istemesi zaten Ortadoğu kültürüne sığmayan bir şeydir. Çünkü bu baba için şu anlama geliyordu: “Senin öleceğin yok, ne zaman gebereceğini bilmiyorum, sen en iyisi benim mirasımı ver de ben hayatımı yaşayayım.” Ama baba buna rağmen hiç itiraz etmeden malını iki oğlu arasında paylaştırdı. Malı paylaşırken dikkat etmek lazım ki Baba kendisine hiç bir şey almadan iki oğul arasında eşit bir şekilde böldü.

Bu çocuk, bu malları kısa bir sürede belki fahişelerle birlikte çok iğrenç yerlerde yiyip bitirdi. İşsiz kalınca en aşağı meslek olan domuz çobanlığı yaptı, ama yine de yiyecek bulamıyordu. Çünkü genel bir kıtlık vardı. Bu sıkıntılar kendisini doğru yola itti. Bu yüzden babasına dönüp “baba sana ve Tanrı’ya karşı günah işledim” demeye karar verdi. Bunlar çocuğun yüreğinde olgunlaşırken babanın yüreği nasıldı? Baba gözleri devamlı yolda oğlunu gözlüyordu. Çünkü Tanrı’nın Sözü şöyle diyor: “Çocuk daha uzaktayken babası onu gördü, ona acıdı, koşup boynuna sarıldı ve onu öptü.” “Daha uzaktayken” dediğine göre, demek ki, baba devamlı çocuğunun yolunu özlemle gözlüyordu.

Ama burada sözünü etmediğimiz ve genelde toplumun düşüncelerini yansıtan bir şahıs daha var. Sadık olarak babasına hizmet edip devamlı olarak çalışan büyük oğul da var. Kendisini işlerine o kadar vermiş ki, artık yüreğinde ne merhamet ne de şefkat kalmıştır. Hatta belki kardeşi gittiği için kendisi babasına sadık kalmakla sürekli övünüyordu. Bu yüzden babasına adaletsiz davrandığını söyleyerek suçlamada bulundu.

Bakın, belki kendimizi savunursak karşıdaki kişinin gözünde kendimizi haklı çıkarabiliriz. Ama doğru olan bu değildir, çözüm getiren bu değildir. Çözüm getiren şey, alçakgönüllülükle haklarımızdan vazgeçmek ve karşıdaki kişiyi kazanmaktır.

Oğlunuz veya kızınız, belki de eşiniz, gerçekten hiç yapılmaması gereken bir hata yapıp sizi perişan edebilir. Bu hata hem sizi hem de etrafınızdaki akrabalarınızı bile perişan edebilir. Peki, sizin tavrınız ne olacak? Ya sorunu çok kısa yoldan çözüp onu ölmüş olarak kabul edeceksiniz ve sizinle aynı evde yaşasa bile tüm ilişkilerinizi keseceksiniz ya da tam tersi bir davranışla işin uzun veya kısa olmasına bakmadan onu kendiniz için değerli sayacak ve onun için elinizden geleni yapacaksınız.

Bunu yaparken “ya bu da yapılır mı?” edası ile değil, “gel canım, bunun içinden nasıl çıkacağımızı bilmiyorum, ama ne yapılacaksa beraber yapacağız” diyen bir yürek sergileyeceksin. Elbette ki bu tarz bencil yapımıza çok ters geliyor, ama eğer Tanrı’nın Ruh’uyla hareket edeceksek o zaman bundan sonra böyle davranmamız gerek. Neden? Çünkü bu tarz Tanrı’nın tarzı ve tutumudur. Esas hikâyedeki Baba, hepimizin Babası olan Tanrı’yı simgeler. Kaybolan oğul da bizi temsil eder. Tanrı’nın merhametini hak edecek hiçbir şeyimiz yok, ama Tanrı her zaman için açık kollarla bizi bekliyor. Tanrı haklı olarak bizi cehennemin dibine gömebilir, ama O her zaman için sevgi yolunu seçer ve bizi kurtarmak için eğilip elini uzatır. İşte bizi ve ailemizi kurtaracak olan tavır Tanrı’nın bizim için sergilediği bu halim ruhlu sevgi yüreğidir. Tanrısal çizgi esas budur.

Tanrı sayesinde kendisiyle barışık bir kişi doğruların üzerinde hareket edip yaşar. Bu doğrular yukarıda belirttiğim gibi belki kişiyi çok zor durumda bırakacak, belki toplum tarafından kınanacak belki de ailesi tarafından reddedilecek. Ama her zaman doğruda ve doğrulukta ıstırap, sıkıntı, elem olsa da özgürlük ve huzur vardır. Bu yapıdaki kişi el âlem ne der düşüncesinden ziyade Tanrı ne der düşüncesiyle meşguldür. Bu yüzden evindeki tüm problemler kendisinin çözmesi gereken problemdir ve hiç tereddüt etmeden üzerine gider. Kişiyi toplumun değerleri ve ya düşüncesi doğrultusunda değerlendirip yargılayacağına Tanrı’nın değerliyle sınar ve değerlendirir. Artık kendisi için insanların gözündeki doğrular değil Tanrı’nın gözündeki doğrular aslidir.

Bu yüzden yukarıdaki baba portresi bizim için emsal olmalıdır. Çünkü bu emsal Tanrısal bir emsaldir. Tanrı hiçbir insanın inancına, etnik kimliğine, rengine, cinsiyetine ve ırkına bakmaksızın onu yargılamadan doyurur, onun üzerine yağmurunu yağdırıp güneşini doğurur. Bu demek değildir her insanın gittiği yolu benimser. Hayır, benimsemese de onları sever ve besler.

Bu yüzden sende evladına ne olursa olsun ne yapmışsa yapsın Tanrısal bir şefkatle yaklaşmalısın. Yukarıda belirttiğim gibi belki senin bu sevgin ve şefkatin toplumun gözünde yüzkarası ve utanç verici gelebilir ama sen önce kendi düşüncelerini Tanrı’nın düşünceleriyle sonra, toplumun düşünceleriyle kıyasla. Hangisi doğru ve özgür edicidir göreceksin.

Bir örnek daha anlatayım. Zinada yakalanan bir kadını İsa Mesih’e getirdiler. Musa Peygamber aracılığıyla verilen Şeriat’a göre zina eden kadının taşlanarak öldürülmesi gerekiyordu. Bu yüzden Mesih’i denemek isteyen Yahudi ileri gelenler çok iyi bir fırsat yakalamışlardı. Peki, Mesih’in cevabı ve tavrı ne oldu; bir ona bakalım:


Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa'ya, "Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı" dediler. "Musa, Yasa'da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?" Bunları İsa'yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O'nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, "İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!" dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa'yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup ona, "Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?" diye sordu. Kadın, "Hiçbiri, Efendim" dedi. İsa, "Ben de seni yargılamıyorum" dedi. "Git, artık bundan sonra günah işleme!" (İncil: Yuhanna 8:3-11)


Mesih’in günaha tahammül etmesi mümkün değildir. Ama Yahudi ileri gelenlerinin ne kadar samimiyetsiz ve ikiyüzlü olduklarını biliyordu. Çünkü eğer günah zinaysa, zina eden erkek neredeydi? Eğer siz Yasayı ve Tanrı’nın kutsallığını düşünüyorsanız, erkek için de aynı standardı getirin. Neden sadece kadını getirdiniz? Yukarda ne dediklerine dikkat edin: “Bu kadını tam zina ederken yakaladık” diyorlar. Demek ki erkek de oradaydı. Bununla ne kadar samimiyetten uzak olduklarını gösterdiler. Mesih’in cevabına dikkat edelim: “İçinizden kim günahsızsa ilk taşı o atsın.” Her birimizin benzer ya da farklı günahları vardır. Kesin olan şu ki, hiçbirimiz masum ve pak değiliz. Ama ne ilginçtir ki, birini yargılarken sanki bizler kusursuz ve hatasız bir eda ile adama var gücümüzle yükleniyoruz. Bu yüzden Mesih şöyle der:


Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız. Çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız. Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği fark etmezsin? Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, 'İzin ver, gözündeki çöpü çıkarayım' dersin? Seni ikiyüzlü! Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün. (İncil: Matta 7:1-5)

Kendimiz de hatalar yaptığımızı kabul eden bir yürekle karşıdaki insana yaklaşalım. Bu senin eşin olabilir, kızın olabilir senin oğlun olabilir hiç fark etmez. Sen onun bu zor durumunda yanında olup gerçek bir anne baba olabilir, ona sorunlarını göstermekle birlikte çıkış yolunu da gösterebilirsin. Dediğim gibi, Mesih günaha göz yummadı. Ama yargılayanlara kendi gaddar yüreklerini gösterdi. Ardından kadına döndü ve kendi yüreğini göstermenin yanında çıkış yolunu da göstererek “Git bundan sonra günah işleme” dedi.

Ne zaman günaha Tanrı’nın gözüyle bakarsak o zaman özgür olacağız. İster kadın ister erkek yapsın zina zinadır. Bunu bu şekilde sorduğunuzda herkesin aynı sözü söyleyeceği kesindir. Evet, doğrudur derler. Peki, neden yapan kişiler ceza olarak aynı şeylerle cezalandırılmıyorlar. Kadın yapıca en hafif ceza boşanma erkek yapınca birileri araya girip onları barıştırıyor. Bu nasıl namus anlayışı anlamak mümkün değildir. Yargı gelecekse sırf bunun için bile Tanrı erkekleri ebediyete kadar cehennemde tutabilir. Yargılarken veya problemi konuşurken ve çözerken adil olalım. Namus standartlarını aşağıya çekmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. İster kadın ister erkek olsun zina karşısında aynı tepkiyi gösterirsek o zaman Tanrı’nın arzusu olan kutsal yaşamı yaşayan insanların sayısı kat kat fazla olacaktır. Hem komşumuzun hem de kendi yuvamızın bu kutsallıktan payına düşen huzuru alabilmesi için kendi yüreğimize bakmamız gerekiyor.

Şimdiye kadar kendimizi haklı görerek, haklarımızı savunarak yuvamızı yaşanmaz bir duruma getirdik. Ama şimdi farklı bir yolla, Tanrısal bir çizgiyi izleyerek gerçek barışı sağlamalıyız.

Anne baba olarak hiç tereddüt etmeden “çocuklarımı çok seviyorum onlar için ne gerekirse yaparım” sözünü söyleriz. Bunun samimi olduğuna eminim. Onları tehlikelerden, açlıktan ve çıplaklıktan korumak için elinizden geleni yapmaya hazırsınız. Ama gerçek fedakârlık çok daha ileriye gitmeyi gerektirir. Ekmek ve giyecekleri için gece gündüz çalışmanın ötesinde onları gece gündüz korumak için sabahlara kadar uyanık kalmanın ilerisinde bir şeydir. Doğru ve kurtuluş getiren fedakarlık çocukların yüreğine erişmek onların saygısını ve sevgisini kazanmaktan geçer.

Siz onları, geleceklerini garanti altına alacak bir zenginliğe eriştirebilirsiniz. Ama büyüdüklerinde mutsuz, huzursuz ve yalnızlık içerisinde bir hayat sağlamış olacaksınız. Ama eğer siz onların yüreklerine yatırım yaparsanız belki hiç zengin olamayabilirler ama dünyaya meydan okuyan öz güvenleri baba ve annelerine hayranlıkları, onların dünyada sağlam ve sarsılmadan kalmaları için sağlam kaya üzerine yerleştirdikleri temelleri olacaktır.

Çocuklarınız büyümüş ve yuva kurmuş bile olsalar hiçbir şey için geç değildir. Gidin yapamadıklarınız ve yanlış yaptıklarınızdan dolayı özür dileyin. Bu üstü kapalı “yavrum sana yaptıklarım için özür diliyorum” sözü değil, gerçekten telafi eden bir eda ile yüreklerini kazanana kadar uğraşmayı gerektirir. Bu da yaptığının şeyler hakkında teker teker “sen okuldan zayıf getirdiğinde ben seni çok kötü dövmüştüm, halbuki ben sorumluluğumu yerine getirip seninle yeterince ilgilenseydim sen zayıf alacak çocuk değildin” şekilde her bir incitmenin gündeme gelmesi gerekecektir. Bu aylar belki de yıllar sürebilir. Bunun sonucunda çocuğun tamamen iyileşir mi belki değil. Ama işte orada zehirli kanalı kurutmuş olacaksınız. Çünkü sizin çocuğunuzda sizin davranışlarınızı yüreğinde taşıdığı için aynı zehri çocuklarına akıtacaktır. Fakat Siz alçakgönüllü bir şekilde çocuğunuza eğildiğiniz zaman o kanal kuruyacak ve sizin çocuğunuz bu agresif ve kısır hayatın kaynağını görüp kendi çocuğuna apayrı bir davranış sergileyecektir.

Eşiniz için de aynı şey geçerlidir. Hiçbir eş kendi özgür iradesi ile yuvasını yaşanmaz hale getirmek istemez. Onun özgür iradesi önce günahın sonrada çevresindeki günahkârların iradesi aracılığıyla köleleştirilmiştir.

Mutluluk her zaman arzuladığımız ama ulaşamadığımız bir şey olmamalıdır. Bu yüzden çocuğunuzla ilgili izlediğiniz yolu eşiniz içinde izleyin. Hangi sözünüz, hangi tavrınız veya şiddetiniz onu hırpalamış ve sizden uzaklara fırlatmıştır.

Af dilerken hiçbir zaman mazeret dile getiremeyiz. Özür dilerken “ama sende bunu söyledin veya yaptın” şeklinde gelen bir yapıcılık gururdan gelen bir şeydir ve genelde yaraya merhem olmayacaktır. Alçakgönüllü bir af “lütfen beni affet sen kesinlikle bunları hak etmiyorsun” diyen bir yaklaşımdır.