Aslında bu mutsuz ve umutsuz durumun bir çaresi var, hem de tek bir çare. Bu çare bizim beklediğimizden çok farklı olabilir, çünkü insan doğal haliyle gururunu okşayacak çözümler arar. Fakat Tanrı’nın bize sunacağı çare, insanı bu duruma düşüren gururun tam tersi olsa gerek. Önce insanların izledikleri yanlış yöntemleri belirleyelim, sonra da gerçek ve doğru çareye geleceğiz.
Aden bahçesinde Adem ve Havva’nın uyması gereken kurallar zinciri yoktu. Tanrı’nın onlardan tek bir isteği vardı; o da iyiliği ve kötülüğü bilme ağacını yememeleriydi. Ama şimdi hayatımıza baktığımızda Tanrı’nın vermiş olduğu binlerce kurallar ve bunun yanında bunları anlamamız için nice örnekler vardır. Peki, baştan neden yoktu da şimdi bu kadar kurallar zinciri var? Bu kurallar hem bizi hem de Tanrı’yı tanıtıyor. Başlangıçta, yani Aden bahçesinde bu kuralların olmamasının sebebi, Tanrı’nın zaten Adem’e yakın olması ve kendisini ayrıca tanıtmasına gerek olmamasıydı. Adem de Tanrı’ya bağlı olduğu için yüreğinde saflıktan ve kutsallıktan başka bir şey görmüyordu. Musa peygamber aracılığı ile gelen Şeriat, bize kendi yüreğimizi ve zayıflığımızı, Tanrı’nın da ne kadar kutsal ve yüce olduğunu gösteriyordu. Şeriat “zina etmeyeceksin” demeseydi, bizler zinanın günah olduğunu bilemeyecektik. Şeriat “çalmayacaksın” demeseydi, çalmanın günah olduğunu bilemeyecektik. Bu kurallar Tanrı’nın standardının bizlerden ne kadar yukarıda ve erişilmez olduğunu gösteriyor. Mesela, Tanrı’nın “zina” ile ne kastettiğini İsa Mesih şöyle açıklıyor: “Tevrat’ta ‘zina etmeyeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur” (İncil: Matta 5:27-28). Eğer zina buysa kim zina etmemiş? Şeriat’ta zinanın cezası, hatta zinayı bırak, kardeşine öfkelenmenin cezası cehennem azabıdır.
O zaman şunu anlamalıyız ki, Şeriat bize kurtulmamız için Tanrı tarafından verilmemiştir. Şeriat sadece bizim Tanrı’nın yasaları karşısında ne kadar çürük ve bunları asla yerine getiremeyen bir yapıda olduğumuzu, Tanrı’nın da erişemeyeceğimiz kadar yüce ve kutsal olduğunu göstermektedir. Yani Şeriat asla kirlenmeyen, hiçbir ayıbı görmemezlik etmeyen kusursuz bir boy aynasıdır. Bu aynanın önüne geçip baktığımızda bizim ne kadar kirli ve çirkin varlıklar olduğumuzu görürüz. Bu aynanın orada olması bizi ne güzelleştirir ne de paklar. Sadece bizlere günahımızı göstererek her gün moralimizi bozar.
Peki, Tanrı’nın amacı bizi her zaman moral bozukluğuna uğratmak ve günahımızın altında ezmek mi? Veya Kendisinin ne kadar güçlü ve kutsal, bizim ise ne kadar günahlı ve güçsüz olduğumuzu göstermek mi? Kesinlikle hayır! Öyle olmuş olsaydı, Adem’i ve Havva’yı o kutsal yerde özgür ve kutsanmış bir şekilde yaratmazdı. Demek ki Tanrı’nın amacı insanların kendisine dolaysız bir şekilde yaklaşmaları, konuşmaları ve kendisinde olan o kutsallığı alarak özgür olmalarıdır.
“Bir insanın Tanrı’ya itaatsizlik edip günah işlemesiyle bütün insanlığın bundan etkilenmesi Tanrı’nın adaletine sığar mı?” diye bir soru gelir aklımıza. Aslında adalete bakacak olursak, her gün işlediğimiz günahlar ve hayatımızla göstermiş olduğumuz isyanımız, kesinlikle Tanrı’nın gazabını hak ettiğimizin kanıtıdır. Tanrı sadece bizim düşüncelerimizi yargılasa, O’nun önünde asla kurtulamayız. Ama Tanrı öyle merhametlidir ki, Adem’in günah işlediği o Aden bahçesinde insanlığa lütfetti. Adem ve Havva’ya cezalarını açıklarken Şeytan’ı da azarladı ve şimdi kazanmış olduğu zaferin geçici bir zafer olacağını ilan ederek bir “Kurtarıcı’yı” vaat etti. Bu Kurtarıcı da aynı Adem gibi insanlığın temsilcisi olacaktı. Aynı zamanda bu Kurtarıcı insan kaynaklı olmayacaktı, yoksa bizim gibi günahkâr olsa bize ne yararı olabilirdi? Bizler her ne kadar Tanrı tarafından yaratılsak da cinsel birleşme yoluyla meydana gelmekteyiz. Ama Adem doğrudan Allah’ın mucizesiyle meydana geldi.
Bu vaat edilen Kurtarıcı da böyle ulvi bir şekilde ortaya çıkacaktı. Bir kere yine insan eli değmeden bakireden doğması gerekiyordu. Baştan vaat edilen bu Kurtarıcı İsa Mesih’in kendisiydi. Adem topraktan, İsa Mesih ise direk Allah’ın Vahyi yani ağzından çıkan Kelamın beden almış hali olarak dünyaya geldi. Peygamberler İsa’nın kimliği ve yapacakları hakkında çok net bildirilerde bulundular. Yani insanlığın günahı için kefaret edip ölmesi, ölümü yenip dirilmesi, dirildikten sonra yüzlerce insana gözüküp onlarla yaşaması, göğe alınması ve tekrar gelecek olması gerekiyordu. Ayrıca daha nice detaylarına giren peygamberlik sözleri vardır.
Haklı olarak aklınıza şöyle sorular gelebilir: “Mesih’in diğer peygamberlerden ne farkı var ki? Tamam, Allah’ın Sözü’dür. Çok üstündür, ama diğer peygamberlerin veremeyip de Mesih’in verdiği ne olabilir? Daha önemlisi, hayatımızda yaşadığımız bu hüsranla bir ilgisi var mı?”
Bizim problemimiz nerede başladı? Aden bahçesinde, Adem’in itaatsizliğinden sonra hayat dengeleri altüst oldu. Adem bu günahı işlemekle ruhsal olarak hemen öldü, bedensel olarak da yaşlanıp ölüme doğru ilerlemeye başladı. İç varlığı Tanrı’ya itaat etmek yerine kendi benliğinin arzularının peşinde koşan bir yol izler oldu. İstemleri ve hayalleriyle yaptıkları tam ters bir reaksiyon göstermeye başladı. İnsan olarak Aden bahçesindeki iyi işleri ister oldu, ama ne yazık ki eylemlerinde çok bencilce ve sonradan keşke dedirten şeyler görmeye başladı. Kiminle başladı bütün bunlar? Adem’le! Kiminle son bulacak İsa Mesih’le! Ama nasıl? Kutsal Kitap şöyle der:
Nitekim şöyle yazılmıştır: "İlk insan Adem yaşayan can oldu." Son Adem’se (İsa Mesih) yaşam veren ruh oldu. Önce ruhsal olan değil, doğal olan geldi. Ruhsal olan sonra geldi. İlk insan yerden, yani topraktandır. İkinci insan göktendir. Topraktan olan insan nasılsa, topraktan olanlar da öyledir. Göksel insan nasılsa, göksel olanlar da öyledir. Bizler topraktan olana nasıl benzediysek, göksel olana da benzeyeceğiz. (İncil: 1. Korintliler 15:45-49)
Yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi, İsa Mesih böylece Adem ve soyundan gelen diğer peygamberlerden çok farklı bir konumdadır. Tüm peygamberler bizim gibi, Adem gibi “topraktan”dır. Mesih ise babasız, yani bakireden doğarak doğrudan Tanrı’dan gelmiştir. Bunun yanında günahlı insan benzerliğinde günah sunusu olarak gönderildi ama günah işlemedi. Bu şekilde bizim Adem’den miras aldığımız günah illeti İsa Mesih’e bulaşmamıştır. Mesih dünyadaki yaşamında, hem yüce öğretilerinde hem de mükemmel mucizelerinde bu göksel doğruluğu her yönden sergiledi. O’nun hayatında hiçbir çelişki yoktu. Söylediklerini tam tamına uygulardı. Mesela sevgiyle ilgili söylediği şu söze dikkat edin: “Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur” (İncil: Yuhanna 15:13). Sonra İsa Mesih kendi hayatıyla bu sözleri en çarpıcı şekilde yerine getirdi. Yaşamının sonunda İsa Mesih, Tanrı’nın insanlara olan sevgisinin en büyük göstergesi olarak ve insanların içinde hapsoldukları bu günah zindanından kurtarmak için insanlık uğruna çarmıha gerilip öldü. Üç gün sonra da ölümü yenip hayata geri döndü.
İnsanlar olarak ağzımızdan çıkan sözlerin sorumluluğunu taşımadan yaşıyoruz. Bir arkadaşımız veya bir dostumuz bizleri aradığında konuşmayı sonlandırmak için “bir emrin bir isteğin var mı” diye düşünmeden ağzımızdan sözleri yuvarlıyoruz. Karşıdaki kişi buna istinaden ihtiyacını dile getirince de çeşitli mazeretlerle adamı geçiştiriyoruz. Ama İsa Mesih’in söylediklerine ve yaptıklarına baktığımızda çok farklı bir erdemlilik görüyoruz. İncil’i okuduğumuzda hemen ilgimizi çeken şey Mesih İsa’nın kendisinden dilekte bulunan birine, “senin için ne yapmamı istersin” diye sorar. Kişi ihtiyacını söyledikten sonra elini o kişiye uzatır ve dileğini gerçekleştirir. Çelişmeyen kişilik ve söz erdemliği budur. Laf olsun diye, senin için ne yapmamı istersin veya bir emrin var mı diyerek hem içimizi hem de karşıdaki kişinin içini çürütmeyelim. Bunda bir doyumluluk yoktur. Doyumluluk Mesih İsa’nın örneğinde olduğu gibi söyledikleri ile yaptıklarının çelişmemesinden gelmektedir. Mesih, tüm bunları bilinçli bir şekilde isteyerek yaptı öyle ki, hem tüm insanlar O’nun bu yüce kurtarışına iman ederek günahlarından af bulsunlar hem de vaat edilen “göksel” hayata sahip olsunlar. Zaten başlangıçtan beri Mesih’in yeryüzüne gelmekteki amacı buydu. Kendisinin dediği gibi, “Bense insanlar yaşama, bol yaşma sahip olsunlar diye geldim” (İncil: Yuhanna 10:10). İşte hepimizin arzuladığı doyumlu ve mutlu hayatın sırrı!
Peki, Mesih’in sözünü ettiği “bol yaşama” nasıl kavuşabiliriz? Öncellikle, bu yaşama Mesih’i tanımakla kavuşulabilir. Diğer insanlar gibi Mesih sadece doyumlu ve mutlu bir hayattan bahsetmekle yetinmedi, kendisi öyle bir hayata sahipti. En büyük örneğimiz kendisiydi. İsa Mesih Baba Tanrı’yla barışık bir hayat sürdürdüğü gibi hayatının her bir adımını Tanrı’nın Ruh’una boyun eğerek yaşadı. Hiçbir zaman kendi benliğine hizmet etmedi. Hayatı boyunca Tanrı’nın yüce işlerini yaparak O’nun yüceliğini amaç edindi. Kendisinin dediği gibi: “Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır” (İncil: Yuhanna 6:63). Böylece Tanrı’nın büyük lütfu olan İsa Mesih gelip bu kurtuluş işini tamamladıktan sonra Kutsal Ruh hem kendisinin yaptığını onaylamak hem de ona iman edenlerde bu doyumlu yaşamı hayata geçirmek için her bir canı mühürler ve hiçbir zaman ondan ayrılmaz. Aksine o kişinin hem iyiyi istemesi hem de iyi olan şeyi yapması için bu Ruh o kişiye güç verecektir. Adem Tanrı’ya itaatsizlik sonucu bu Ruh’u yitirmişti. Ama şimdi İsa Mesih aracılığıyla bu Ruh’u alıyoruz ve bu Ruh bizim içimizi temizliyor. Bu yüzden İsa Mesih şunu diyor: “Kutsal Yazı’da dendiği gibi, bana iman edenin ‘içinden diri su ırmakları akacaktır’” (İncil: Yuhanna 7:38). Adem’le içimizde kıskançlık, kin, nefret duyan hatta kardeş kanı döken bir duruma geldik; ama İsa Mesih’le içimizden diri su ırmakları akma vaadini aldık. Ayrıca Adem’le ölümü ve kısır bir yaşamı, ama İsa Mesih’le dirilişi ve bol yaşamı miras alıyoruz. “İsa Ona ‘Diriliş ve yaşam Ben’im’ dedi. ‘Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır’” (İncil: Yuhanna 11:25).