Diyelim ki bir çocuğunuz olacak. Çocuk daha doğmadan önce ona mükemmel bir oda hazırlarsınız. Ayıcık resimli perdelerden tutun, minik tırnak makaslarına kadar her şeyi alırsınız. Hiçbir şeyi eksik bırakmazsınız. Tabii ki doğum en kaliteli hastanede gerçekleşir. Sonra kendisine en şık elbiseleri alırsınız. Büyüdükçe tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılarsınız. Onu iyi okullarda okutursunuz ve kendini geliştirmesi için her türlü imkân da sağlarsınız. En önemlisi çocuğunuzu bütün yüreğinizle seversiniz ve zamanla aranızda çok kuvvetli bir bağ oluşur. Çocuk tüm dertlerini sizlerle paylaşır ve hep sözünüzü dinler.
Yıllar geçer ve lise dönemi başlar. Olan olur, çocuğunuz lisede yaramaz gençlerle takılmaya başlar ve huyu suyu değişir. Karşınızda ayıcıklı perdenin altında yatan, baktıkça bakmak isteyeceğiniz o masum çocuk yoktur. Bu durumu düzeltmek için elinizden geleni yaparsınız ve çocuğunuzu sık sık uyarırsınız. Onu karşınızda oturtup uzunca nasihat verirsiniz. Ama günler geçtikçe çocuğunuzun sizden uzaklaşıp koptuğunu hissedersiniz.
Bir gün bakarsınız oğlunuz okuldan sonra eve gelmez. Saatler ilerledikçe onun için iyice kaygılanmaya başlarsınız. Aradan bir gün geçer, ama çocuğunuzdan haber alamazsınız. Uykunuz kaçar ve iyice strese girersiniz. Sonunda karakola gider ve durumu onlara izah edersiniz. Polis memuru kısa bir araştırmadan sonra size dönüp şunu söyler: “Oğlunuz gasp yapmaktan şu an nezarette.”
Eminim hiçbir anne baba bu manzarayı düşünmek bile istemez. Ama bir an için kendimize şunu soralım: Böyle bir durum söz konusu olsa ne yapardık? Kimi anne baba çocuğun yanına gidip, “Sana demedim mi?”der. Kimisi ise gider çocuğa bir sürü küfür yağdırır durur. Kimisi de çılgınca kontrolsüzce çocuğunu döver. Ama siz ne yapardınız?
Aslında ilk atalarımızın Adem ve Havva’nın öyküsü yukarıdaki hikayeden pek farklı değil. Yüce Allah kendi evlatları gibi yetiştirmek üzere yarattığı ilk insanların mutlu olmaları için onlara her türlü imkânı fazlasıyla sağladı. Hiçbir eksikleri yoktu. Onlarla eşsiz ve ebedi sevgisini paylaşmak için onları yarattı. Ama sevgi karşılıklı olmalı. Karşılıklı olmazsa pek sevgi sayılmaz. Allah atalarımızın kendisine tapmalarını ve sevgi göstermelerini emredebilirdi, ama bunun bir anlamı olmazdı. Allah Adem ve Havva’nın kendi özgür iradeleriyle kendisine bağlı olmalarını istiyordu. O yüzden Allah ilk atalarımızın kendisine olan sevgilerini göstermeleri için onlara şöyle bir fırsat tanıdı: İçinde bulundukları bahçenin tüm ağaçlarından yemeleri serbestti, ancak Allah’ın gösterdiği iyiyle kötüyü bilme ağacından yemeleri yasaklandı. Rab’bin buyruğu uyarınca Kendisine olan sadakat ve sevgilerini göstermeleri gerekti. Ama aynı zamanda Allah “yasaklanan meyveden yerseniz öleceksiniz”diye belirtti.
Bu denemeye ne gerek var? diye düşünebiliriz. Denemenin amacı, esas ilk atalarımızın sevgilerini pekiştirmek ve yetkinleştirmekti. Zira sevmenin alternatifi olmadıkça pek sevgi sayılmaz. Örneğin insan beşik kertmesi sonucunda biriyle evlenirse bir gün kendine şunu sormaz mı? “Acaba eşim özgür olsaydı beni mi seçerdi yoksa başka birini mi?” Neden? Çünkü o evlilik sevgiye değil mecburiyete dayalı olarak kurulmuştur. Anlaşılan şu ki seçme ya da deneme süreciyle karşı karşıya gelmemiş sadakat pek sevgi sayılmaz.
Aslında ağzımızdan düşmeyen bir sözdür, ‘Allah’ını seversen yapma.’Cevabımız genelde, ‘Allah’ıma canım kurban’ şeklinde olur. Bu sözcük anlamını yitirmiş de olsa şunu anlatmak ister: Eğer Allah’ı seviyorsan ve sevgin yalan dolan göstermelik bir sevgi değilse bunu yapmazsın. Gösterdiğimiz sevginin samimi, gerçek, yürekten gelen bir sevgi olup olmadığı, o sevgi için ne yapıp ne yapmayacağımıza bağlıdır. Allah da Adem ve Havva döneminde bunu görmek istedi, acaba O’nu meraklarını yenip o ağaca dokunmayacak kadar seviyorlar mıydı? Yoksa yüce Allah bir meyve yüzünden o kadar çok sevdiği, kendisi için dünyayı yarattığı insandan neden uzaklaşsın. Oysa ki Allah, ilk atalarımızla paylaştığı sevgiyi daha da pekiştirmek için Adem ve Havva’nın kendisine olan sadakatlerini göstermeleri için onlara bir fırsat tanımaktaydı. Çünkü gerçek sevgi ancak özgür seçime dayalı tercihlerimizde değer ve anlam kazanır.
Allah Adem ve Havva’dan sevgi ve sadakat isterken bunu özgür iradeleri ile isteyerek ve seçerek yapmaları ve göstermeleri için bir yol sağlamıştır. Bu çok basit bir ağaç ve onun meyvesiydi. Başka türlü Rab onları sadece iyilik yapmaya programlanmış robotlar olarak da yaratabilirdi. Fakat bunun hiçbir yararı olmazdı. Allah onlarla bir sevgi ilişkisi yaşamak istediği için onları tamamen özgür bırakmak durumundaydı. Çünkü sevginin samimi olup olmadığının anlaşılması için denenmesi de şarttır. Nitekim gerçekten seven, sadakatle sevmeyi seçendir.
Ne yazık ki atalarımız Allah’tan almış oldukları sevginin karşılığını veremediler. Günün birinde yılan kılığına bürünmüş Şeytan Adem ve Havva’nın karşısına çıktı. Aralarındaki diyalog şöyleydi:
Yılan kadına, “Allah gerçekten, 'Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin' dedi mi?” diye sordu.
Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz”diye yanıtladı,
“Ama Allah, 'Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz' dedi.”
Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “Çünkü Allah biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.
Adem ve Havva bu şekilde ilk defa günaha düştüler. Ne yazık ki bu eylem başta göründüğü gibi basit ve masum bir hata değildi. Bu resmen bir isyandı. Çünkü kendilerini Allah’ın seviyesine yükseltmek isteyerek onları yaratan ve şefkatiyle besleyen Allah’a karşı başkaldırdılar. Ama daha kötüsü ve en önemlisi Allah’ın yüce sevgisine ihanet etmişlerdi. Allah onların babasıydı onlar ise Allah’ın kalbini resmen kırdılar. Sahip oldukları her şey Allah’ındı. O evlatlarına evrendeki en yüce ve en güzel yeri bağışlamıştı. Onlar ise tüm bu nimetleri bir anda yok sayıp Allah’ın eşsiz sevgisini ayakaltına aldılar ve çiğnediler.
Adem ve Havva günah işler işlemez Allah’ın daha önce söylediği gibi ölümlü kılındılar. Allah’la paylaştıkları eşsiz mutluluk bir anda bozuldu. Artık masum ve kutsal değildiler. Sonra Allah gelip onlarla yüzleşmek isteyince atalarımız günahlarını itiraf edip af dileyeceklerine birbirini suçlamaya başladılar. Hatta Allah’ı bile suçlamaya kalkıştılar. Bu defa sadece Allah ile araları değil, birbirleriyle olan ilişkileri ve sonra doğayla olan ilişkileri de bozuldu. Sonunda Allah onları kutsal huzurundan kovmak zorunda kaldı; çünkü kusursuz ve kutsal olan Allah günaha bulaşmış insanlarla bir arada kalamaz. Böylece insan bugün dünyada gördüğümüz mutsuz ve sefil haline geldi. Üstelik ölüm dünyaya geldi. Adem ve Havva günah işlememiş olsaydılar hiç ölümü tatmayacaklardı. Fakat isyanları yüzünden günahla beraber ölüm egemenlik sürmeye başladı. Atalarımızın günahı sayesinde bugün tüm insanlar da günah işliyor ve sonunda ölüyorlar. Ama en önemlisi, Adem ve Havva’nın Allah’la yaşadıkları mükemmel sevgi ilişkisi de Aden Bahçesi’nde sona erdi.
İnsanın durumu ne olursa olsun sevilmek üzere yaratıldığını bilir. Her insanın ruhu sevgiye muhtaçtır. İç varlığımızda ilk atalarımızın tattığı o yüce sevgiyi arzular ve özleriz. Ama şimdi bulunduğumuz durumda o sevgiden yoksunuz. Bu boşluk bazı insanları başka yerlerde sevgi aramaya iter. Kimisi kendini kariyerine ya da çevresine adar. Kimisi onu güzel sözlerle pohpohlayan insanın tuzağına kapılır gider. Kimisi ise içinde hissettiği boşluğu sigara, alkol ya da başka bir madde ya da meşguliyetle kapatmaya çalışır. Ama hepimiz biliyoruz ki bunların hiçbiri sevginin içimizde bıraktığı boşluğu dolduramaz. Bazen “acaba Allah artık beni sevmiyor mu” diye düşünebiliriz. Hatta ilk atalarımızın yaptığı gibi bazen “Allah’ın yüzünden bu duruma geldim?”diye isyan edebiliriz. Sanki tüm bunlar Allah’ın suçuymuş gibi.
Aslında Allah’ın sevgisinde kusur yoktur. İnsana her türlü imkân ve olanağı sağlayan ve bugün dahi hepimizi yüce nimetleriyle besleyen Allah bizi hâlâ seviyor. Sorun tabii ki bizden kaynaklanıyor. Dün Adem ve Havva’da olduğu gibi bu gün dahi Allah’la yaşadığımız sevgi ilişkisine ihanet eden biziz. Allah hiçbir insana haksızlık etmedi; ama her gün O’nun yüce sevgisini hayal kırıklığına uğratan biz olduk. O’ndan kaçan ve her daim uzaklaşan biziz. Her türlü pisliğe bulaşan ve kendini sürekli olarak günahla lekeleyen biziz. Kendimizle gerçekten dürüst olursak, hayatımızın merkezinde benlikten başka bir şey olmadığını kabul etmemiz gerek. Bizde Allah’ın sevgisi yoktur.
Yine de isyan ediyoruz. Nasıl oluyor da yüce Allah yeryüzünün dört yanındaki haksızlıklara, zulümlere ve zorbalıklara müdahale etmiyor? Allah tüm bunları bir anda yok edemez mi? Elbette edebilir, ama Allah kötülük denen şeyi şu anda yok edecek olsa bizler de yok olmuş oluruz. Çünkü kötülüğün kaynağı insandır. Hangimiz, “hayır ben yok olmam; çünkü hiç günah işlemedim, kötülük yapmadım”diyebilir?
Ayrıca insanı özgür yaratan Yüce Allah insanın hür iradesine müdahale etmez. Tüm bu kötülükleri başlatan ve sürdüren yine insanlardır. Allah bunların hiç birini bizim için arzu etmemiştir; ama kötülüğün yolunu seçen ve her geçen gün Allah’ın sevgi dolu yüreğine yeniden hançer saplayan biziz, hepimiz.
En baştaki örneğe bir daha dönelim. Oğlunu mükemmel bir şekilde yetiştiren ama en sonunda onu cezaevinde bulan baba, ne yapmalı diye sorduk. Aslında sevecen bir baba her şeye rağmen oğlunun yanına koşmaz mı? Tabii ki koşar. Baba evladının kaldığı hücreyi bulur ve oğluna parmaklıkların arasında da olsa sarılmaya çalışır. O noktada babanın oğluna nasihat etmesi artık işe yaramaz. Ya da onu azarlaması da bir şey değiştirmez. Çünkü oğlu yasayı çiğnediği için gasp yapmanın cezasını hak etmiştir. Kurtuluş yoktur. Adalet yerini bulmalıdır. Baba bunu çok iyi biliyordur. Peki sevgi dolu baba ne yapar bu durumda? Oğlunun cezasının ne olduğunu öğrenip cezasını nasıl bertaraf edebileceğini araştırır. Çok yüklü bir kefalet ödemesi gerekse de oğlunu kurtarmak için gidip varını yoğunu satmaz mı? Canını ortaya koymaz mı? Elbette bunu yapar. Çünkü sevgi ölümden güçlüdür. Peki göksel Baba’mız bizim için ne yaptı derseniz? Bizim cezamızı çekmemiz gerektiği halde Allah’ın sevgisi bize neler getirdi bakalım…