İnsanın, kendini bildi bileli, aklını kurcalayan ve kendisini bir türlü rahat bırakmayan bir soru olmuştur: “İnsan ne için yaratıldı?” İnsanlar bu soruya karşı çok farklı cevaplar verebilirler. Uzaylılar tarafından getirildiğimizi iddia edenler olabilir. Şans eseri mutasyon ve evrimin rastgele seçimiyle bu hale geldiğimizi savunmaya çalışanlar çıkabilir. Bu teorileri desteklemek adına ne kadar “bilimsel” kanıtlar dizilse de içinde bulunduğumuz bu harika ve son derece düzenli dünyaya baktığımızda, tüm bunların sadece tesadüf sonucu bu hale geldiğine inanmakta güçlük çekiyoruz. Zamanın başlangıcından bu yana dünyanın her yerindeki insanlar, dünyanın ve içindeki yaratıkların daha yüce bir varlık tarafından yaratıldığını kabul etmektedirler. Evet, ancak bizden kat kat daha yüce, güçlü ve bilge bir varlık dünyayı ve bizleri bu kadar mükemmel bir şekilde yaratabilirdi. Bu yüzden insanların çoğu evren ve içindeki her şeyin yüce Allah tarafından yaratıldığına inanmaktan bunu öte içten içe bilmektedirler.
Daha önce belirttiğimiz gibi tabiat Allah’ın akıl ermez kudreti ve hikmetini göz önünde sermektedir. Fakat bunun ötesinde de doğaya bakarak Allah’ın iyiliğini, şefkatini ve sevgisini de görebiliyoruz. Tüm evrenin bir kere insanın dünya dediğimiz küre üzerinde refah içinde yaşaması için özenle tasarlandığını görebiliyoruz. Güneşin ısısı, su ve oksijenin sağlayışından tutun vücudumuzdaki en küçük atomların DNA yapısına kadar her şey itinayla ayarlanmıştır. Tüm bunlar dünyayı ve bizi yaratan Allah’ın sevgi dolu olduğunun birer ispatıdır. Çünkü ancak sevilene özen gösterilir. Tıpkı evimize gelen misafire gösterdiğimiz özen gibi, daha gelmeden her şey düşünülür ve hazırlıklar yapılır. Neden? Çünkü biz sevdiğimiz kimselere mutlaka bunu hissettirmek isteriz.
Yalnız içinde bulunduğumuz dünyanın şimdiki haline baktığımızda ilginç hatta çelişki uyandıran bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Allah’ın var ettiği doğaya baktığımızda onda mükemmel bir ahenk görüyoruz. Fakat Allah’ın dünya üzerinde yetkili kıldığı insana baktığımızda, o ahengin tam tersi bir manzarayla karşılaşıyoruz.
En yakınımızdaki komşumuzdan en uzağımızdaki uluslara kadar insanlar birbiriyle kavgalı, evlilikler mutsuz, çocuklar başıboş ve insanlarda huzur ve mutluluk denen olgu neredeyse yok. Kendi kendimize şunu soruyoruz: Acaba Allah doğaya gösterdiği ilgi ve sevgiyi, yaratırken insana göstermedi mi? Elbette ki hayır! Çünkü Allah mükemmel ve iyilik dolu olduğu gibi yarattığı her şeyin de mükemmel ve iyi olması beklenilmez mi? O halde Allah insanı mutsuz bir kader için yaratmadıysa ne için yarattı?
Bu soruya çok farklı cevaplar bulmak mümkün. Kimisi insanın Allah’ı yüceltmek için yaratıldığını söyler. Bu kısmen doğru çünkü insanın en doğal görevlerinden biri onu yaratan Allah’ı övmek ve O’nu her daim yüceltmektir. Fakat aynı zamanda bu cevap kafamızda soru işaretleri de yaratır. “Yüce” dediğimiz Allah’ın yüceltilmeye ihtiyacı var mı ki? Ya da Allah’ın yüceltilmek gibi bir takıntısı olabilir mi ki özellikle insanları bunun için yaratsın? Elbette ki hayır! Çünkü o ezelden ebede yüce Allah’tır. Birinin O’nu yüceltmesiyle daha yüce olması mümkün değil; çünkü O zaten En Yüce Olan’dır. Dolayısıyla her ne kadar O’nu yüceltmemiz gerekse de Allah’ın bizi sadece O’nu yüceltmemiz için yaratmış olması ne mantığa ne de Allah’ın şahsiyetine uygundur.
Diğer bir cevap da şöyledir: Allah insanı Kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. Yaratılanın Yaratan’a hizmet etmesi gayet normal karşılanır. Sonuçta bunun örneğini ailemizde görmedik mi? Çocuklarını büyüten aile çocuğunu ilerisi için bir yatırım olarak görür. “Bugün ben ona bakıyorum yarın elden ayaktan düştüğümde o bana bakacak” ya da “yıllardır karnımda boşuna mı taşıdım bana bakmak zorunda” diye düşünülür.
Yalnız bu noktada Allah ile insanlar arasında çok önemli bir fark var ki, insanlar birinin hizmetine muhtaç iken, yüce Allah hiçbir şeye ya da kimseye muhtaç değildir. Allah’ın hiçbir eksiği yoktur. O kendi kendine yeten ebedi bir varlıktır. Kendisinde olmayan ve insanların O’na verebileceği hiçbir şey yoktur. O halde Allah insanları sırf Kendisine hizmet etsinler diye yaratmış olamaz.
“Allah insanı ne için yarattı?”sorusuna verilen çok yaygın bir cevap da şu: Allah insanı imtihan için, yani denemek için yaratmıştır. Bu görüşü savunan kişiler hayatı bir sınav olarak tasvir eder ve en sonunda herkesin Allah’ın önünde yargılanacağını belirtirler. Allah’ın tüm insanların yargıcı olduğu ve içimizden geçen en ufak kötü niyeti dahi yargılayacağı kesindir. Fakat eğer Allah’ın insanı böyle bir deneme için yarattığını kabul edersek o zaman yüce Rab’bin insanları sadece doğru şeylerle değil yanlış şeylerle de sınadığını kabul etmek zorunda kalırız. Bu durumda Allah sadece iyilik değil, kötülük kaynağı olmuş olur. Bu halde ayartılan kişi “Allah benim günah işleyebileceğimin farkında olduğu halde beni deniyor” diyebilirya da “Allah bizim yanlış cevap vereceğimizi bile bile neden imtihana soksun?” diye düşünebilir.Oysa ki yüce Allahkötülükle ayartılmadığı gibi kendisi de kimseyi ayartmaz. Esas bizi günaha ayartan, yüreklerimizi günaha teşvik eden Şeytan’dır. Şeytan bize günaha kadar eşlik eder; ondan sonrasını Şeytan değil, bizler kendi ellerimizle yaparız. Kötülüğe ve karanlığa ilişkin her şey Şeytan’ın elinden gelir ve bizde bu şekilde günaha düşeriz. Allah ise kutsal ve tamamen iyidir. Ayrıca Allah bizi neden denesin ki, zaten ne yapacağımızı çok iyi bilmiyor mu?
Peki bu soruya nasıl doğru cevap bulacağız? Ancak Rab’bin kutsal sözlerine bakarak bulabiliriz. En başta Allah’ın sevgi oluşunun evrenin tüm sorularını yanıtladığını söyledik. O halde Allah’ın insanı yaratmaktaki sebebinin cevabı, başta gördüğümüz “Allah sevgidir”sözünde saklıdır. Allah’ın özü sevgi ise o zaman yaptığı her şey bu yüce niteliğinden kaynaklanır.
Öncellikle Allah’ın insanlara gönderdiği vahiylere baktığımızda, ilk atalarımızın nasıl yaratıldığını ayrıntılı bir şekilde öğrenebiliyoruz. Rab Allah, içinde bulunduğumuz evreni ve dünyayı yarattıktan sonra, en çok önem verdiği insanı da yarattı. İnsanı yaratırken ona apayrı bir özen gösterdi; çünkü Adem ve Havva’yı ruhsal olarak kendi benzerliğinde yarattı. Bu yüzdendir ki sevmek, şefkat ve adalet göstermek gibi birçok duygumuz Allah’tan gelir. Yaratıldığımızda bu bize verilmiştir; bize öğretilmez, bu duygularla doğarız. Bu şekilde Adem ve Havva ile kendi mükemmel kişiliğinden paylaşmıştı. Bir insan nasıl ki anne babasına çeker ve onların benzerliğini taşırsa, Adem ve Havva da bir açıdan Allah’ın evlatları olup yüce benzerliğini taşıyorlardı. Allah bu ayrıcalığı insandan başka hiçbir varlığa vermedi. Peki bunu yapmaktaki amacı ne olabilirdi?
Bunu açıklamak için hepimizin yaşadığı olağan bir örnekten yararlanalım: Dünyanın her tarafında anne babalar çocuk yaparlar. Kimisi sadece bir çocukla yetinir, kimisi ise on çocuğa doymaz. Ama değişmeyen gerçek şu ki, dünyanın her yerinde insanlar çocukları olsun ister ve bunun için çabalarlar.
Şimdi bu çocuk olayına sadece mantıksal olarak bakacak olursak, çocuk yapmanın mantıklı veya akıllıca bir karar olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü, anne babalar bunu çok iyi bilirler ki, çocuk hayatımıza girdiği andan itibaren bizim özgürlüğümüzü de huzurumuzu da elimizden alır. Düşünün, büyük heyecanla beklediğimiz minik bebeğin evimize getirdiği nedir? Uykusuz geceler, kusmukla kirlenmiş elbiseler, iğrenç kokan bezler ve listeyi daha da uzatabiliriz. Bir de beraberinde büyük masraflar da getirir. Başta kabarık doktor ve hastane ücretleri, sonra hep değişmesi gereken minik elbiseler, tatsız mamalar ve bir türlü bitmeyen bez masrafları… Ve bu daha bir başlangıçtır. Ardından okul masrafları da başlar, bisiklet, cep telefonu, bilgisayar… Kısacası, çocuk büyütüp evlendirene kadar belki ona harcadığımız parayla iki ya da üç daire alabilirdik. O zaman neden bütün insanlar bu kadar yorucu ve masraflı bir işe girişir? Doğan çocuklardan bir beklentileri mi var acaba? Hayır! Çünkü çocuğun eve katkısı olmadığı gibi götürdükleri getirdiklerinden fazladır. O halde neden insanlar tüm bunları göze alarak yine de çocuk yapıyorlar?
Bunun cevabı gayet basittir: Çünkü insanlar kendi fiziksel ve ruhsal benzerliğinde doğan minik çocuğu sevmek ister. Evet, cevap sadece ve sadece sevgidir.
Asıl sorumuza dönüyoruz: Allah insanı niçin yarattı?Yukarıdaki anne baba örneğinde gördüğümüz gibi Allah insanları sevmek için yarattı. Allah’ın insanlardan bir beklentisi ya da bir menfaati yoktu. İnsanların da Allah’a sunabilecekleri bir şey yoktu. Fakat Allah’ın özü sevgi olduğu gibi sürekli kendi yüce varlığından ve zenginliğinden paylaşmak için fırsat kollar. Allah daima akan ve asla tükenmeyen bir sevgi pınarı gibi sürekli kendisinden verir, paylaşır. Üstelik bunu yapmadan edemez; çünkü Allah’ta dinmeyen bir cömertlik ruhu söz konusudur. Nitekim O’nun özü sevgidir.
Yüce Allah’ı bu açıdan anne babamıza benzetmek bazılarımıza başta garip gelebilir. Aslında Allah insanlara benzemiyor, tam tersi onlar ve hepimiz Allah’a benziyoruz. Çünkü Allah ruhsal olarak bizi kendisine benzer yaratmıştı. Yoksa bu annelik ve babalık ruhu bizde yoktan mı var oldu? Gerçek Babalık ve Annelik ruhu Allah’ın şahsiyetinde mevcuttur. Kutsal Kitap Allah’tan söz ederken, birçok yerde “Göksel Baba”sözünü kullanır; çünkü Kendisi tüm insanların tek Babasıdır. Yeryüzündeki her aile kimliğini kendisinden alır. Tüm insanlar O’nun yüce varlığından var olmuştur. Hepimizin en büyük ortak özelliği de aynı yaratıcı tarafından yaratılmış olmamızdır. Babamız birdir, biz de hepimiz kardeşiz. Bu yüzdendir ki yaratılmış ilk insanlar Adem ve Havva’yı babamız ve anamız diye çağırırız. Baba ve anne kelimelerinin bizde yaptığı cinsel çağrışım, bizi Allah’a baba demekten alıkoyar. Tabii ki böyle bir durum yoktur. Allah bizi kendi nefesi ile yaratmıştır. Yarattığı için ve bizi sevdiği için babamızdır.
Ne yazık ki “baba”denildiğinde birçoğumuzun aklına kendi babamız gelir. Bazılarımız için bu manzara pek iç açıcı olmadığından bu kelimeyi kullanmaktan çekinebiliriz.
Biraz da bu yüzden Allah’a “baba” diye seslenmekten çekiniyoruz. Ama bu bir gerçektir ki, kendi babamız baba tanımına uymasa bile, hepimizin kafasında hep arzuladığımız bir baba portresi vardır. Bu yüzden Allah için “Baba”sözünü kullandığımızda kendi babamızı düşünmek yerine içten içe hep hayal ettiğimiz sevecen Baba portresini canlandırmayı deneyebiliriz. Sizin babanız sevecen bir baba olmayabilir; ama emin olun asıl “Göksel Babanız”hayal ettiğinizden çok daha iyi ve sevgi doludur.
Şimdi Allah’ın ilk insanı nasıl yarattığını hatırlayalım. Bebek bekleyen her hangi bir anne baba gibi önce evreni ve dünyayı harika bir şekilde hazırlamıştı: Bir taraftan güneş ve ayı ayarladı, diğer taraftan okyanuslar ve nehirleri saptadı. Sonra denizleri rengârenk balıklarla doldurdu. Ardından yemyeşil dağlar ve çiçek dolu vadiler de döşedi. Daha sonra etrafta dolaşacak bin bir hayvan türünü de yarattı. Tüm her şeyi mükemmel bir şekilde hazırladıktan sonra, göksel babamız kendi benzerliğinde olan evlatları Adem ve Havva’ya yaşam soluğu üfledi.
Kendi benzerliğinde derken tabii ki mecazi ve ruhani bir benzerlik söz konusu; çünkü hiçbirimizin Allah’a fiziksel olarak benzemesi söz konusu olamaz. Demek ki Allah insana kendi yüce şahsiyetinden bağışlamıştır. Adem ve Havva bir açıdan Allah’ın çocukları olarak dünyaya geldiler; çünkü Allah’tan başka bir anne babaları yoktu. Allah, bizim çocuğumuza bir oda verip ona odası üzerinde sorumluluk verdiğimiz gibi Adem ve Havva’yı dünya üzerinde egemen kıldı ve ilk atalarımız bu sayede doğayla mükemmel bir uyum içinde yaşıyorlardı. İnsanın hiçbir ihtiyacı ya da eksiği yoktu. Rab tüm dünyayı esas onlar için yaratmıştı. Allah’ın asıl amacı dünyada güzel ve rahat bir yaşam süren insanla sevgisini paylaşmak, onunla yakınlaşarak bütün hikmetini, bilgeliğini ve doğruluğunu insana akıtmaktı.
İlk atalarımızla Allah arasındaki ilişki nasıldı? Bunun neye benzediğini, az çok kendi hayalimizdeki baba portresinden çıkartabiliriz. Düşünün sevgi dolu bir baba, işten eve geldiğinde neyle karşılaşmak ister? Çocuklarının karşısına dizilip papağan gibi kendisini övmelerini mi ister? Yoksa eve ayak bastığı gibi etrafta koşuşturup kendisine hizmet etmelerini mi ister? Elbette ki hayır! Tam tersine sevecen ve duyarlı bir baba öncellikle çocuklarına sarılmak ister. Onları kucağına alıp tek tek durumlarını sormak ister. Onları dinlemek ister. Onlarla vakit geçirmek ister ve bundan hoşnut olur.
Benzer şekilde göksel Babamız bizden övgü ve hizmetten çok, karşılıklı samimi sevgi arzular. Onun tek isteği insanlarla sevgiye dayalı kesintisiz bir ilişki paylaşmaktır. Belki bizim babalarımız bunu yapmadılar; ama bu bir gerçek ki ruhumuzun aradığı sevgi ve derinden arzuladığı ilişki tam olarak budur. İşte Allah’ın ilk atalarımızla yaşadığı ilişki bu tarz şefkat dolu, mükemmel bir paylaşımdı. Kutsal Kitap’ın dediğine göre, Allah’ın kendisi her gün yaşadıkları Aden Bahçesi’nde onlarla vakit geçirirdi. Onlarla dostça konuşurdu. Çünkü onlar aile gibiydiler.
İşte Allah’ın atalarımızı yaratmaktaki asıl amacı buydu: onlarla yüce ve eşsiz sevgisini paylaşmak. Çünkü Allah’ın özü sevgidir. Allah’ın bu amacı hiç değişmemiştir. Ne yazık ki insanlarımızın şimdiki haline baktığımızda göksel Babamızın bu yüce sevgisinden çok uzaklaştığımızı görebiliyoruz. İnsan Allah’la ilişkisinde hiç beklemediği yerlere gelmiş olsa da Allah insanı sevmekten ve ona değer vermekten hiç vazgeçmedi.
Peki insana ne oldu ki bu hale geldi? İlerleyen bölümlerde ona bakacağız.