V. İNSANA YÜRÜMEK (Luka 4:24-28)

Hiçbir peygamber

kendi memleketinde kabul görmez.

- Luka 4:24


Bir önceki konumuzda Efendimiz’in kendi hayatıyla çizdiği yol haritasında biz insan-ı kamil yani Yaratan suretine dönüşmenin getirdiği Yaratan’ın “sevgi ve ihsanını” ifşa sorumluluğunda kendisiyle yüzleşmiş Allah dostunun bu durumu başkasıyla da yüzleştirebilmesini gördük. Ama bu yüzleşme ve yüzleşmeye vesile olmak sürekli olarak bir zıtlığı da beraberinde getirdiği için özellikle Yaratan’a yürüyen kişinin kendi çevresindeki yaratılmış insan kardeşine yürüme zorluğu çekebilmektedir. Çünkü Yaratan doğasına uyum esasında “benlik” doğasına aykırılıktır. Bu da doğal olarak bir tezat çıkarmaktadır. Ve bu tezat sonucunda da özellikle Yaratan’ın Ruh’unda “aydınlanmış kişilerin” özellikle kendi çevreleri tarafından anlaşılmaları çok zordur. Çünkü kendi çevrelerinde Yaratan’a uyum sağlayabilecek bir ışıma bekleyemezler. Aslında bunun dahi olması bir grup insanın kendi ortamı, kendi çevresi ve kendi düşünce biçimi ile bir manada yüzleşmesi anlamına gelmektedir.

İşte bu nedenle Efendimiz İsa Mesih, kendi talebelerinden önce kendi üzerinde yaşayarak tecrübe ettiği, gerçekleştirdiği Yaratan’a yürüyüş hareketini bütün çıplaklığı ile kendi talebelerine olduğu gibi aktarmak istemektedir. Ve elbette talebeleriyle birlikte kendisini dinleyen herkese ve öncelikle de kendi çevresine, kendi doğup büyüdüğü kasaba ahalisine. Luka’nın aktarımında net olarak gördüğümüz gibi bu aktarımında belli yüzleşme eksikliklerinden kolay olmadığını da yine Efendimiz dile getirmektedir.

YÜZLEŞME İLE YÜZLEŞEMEME

Yüzleşme ile dahi yüzleşememe esaslı bir sorun olarak bütün insanlığın başına bir derttir. Esasında bu “benliğin alma arzusunun” ne denli bizi bağladığının güzel bir göstergesidir. Bu nedenle Efendimiz Mesih İsa daha “yüzleşme ile yüzleşememe” zorluğu gibi bir zorluğa maruz kalmadan hemşehrilerini uyarmak durumunda kalmış ve hemen daha onlar düşünmeden kendisi “kuşkusuz bana şu deyimi hatırlatacaksınız; ey hekim önce kendini iyileştir!”(Luka 4:23) demiştir.


  1. Yüzleşme konusunun reddi

Bu şekilde yaklaşım aslında insanların kendi bulundukları nokta içindeki rahatlıklarından ödün vermemek için hemen kendilerine doğru gelen her tür eleştiri mekanizmasını ya da rahatlarını bozacak herhangi bir şeyi defetmek için kullandıkları bir yaklaşımdır. Biz de bizi kendi yararımıza samimiyetle eleştiren en yakınlarımızı bile hiç utanmaksızın buna benzer cümlelerle terslemeye meyilliyizdir. “Sen önce kendine bak” der çıkarız işin içinden. Esasında böyle bir tepkinin ardında oldukça büyük bir sorun vardır. En büyük sorun esasında “yüzleşme ile yüzleşememe” sorunudur, kendi gerçeklerimiz bizim için sorundur. İnkâr etmek ve bu sorunu başkalarına çevirmek bu nedenle esasında kolay olandır. Kolayı seçmek ve kolay olana eğilmek aslında sebepten ziyade sonuca hedeflenmektir. Negatifi daha iyi takdir edebilme gerçeğidir. İşte burada da olan budur. Halkın Mesih İsa’da gördükleri Yaratan’a yürüyüş gerçeğinin kendi yaşamlarıyla ters olduğu gerçeğini birden bire kabul etmeleri mümkün olamadığı gibi kendi aralarından çıkan birisinin de kendilerinden farklı olmasını da kabul edebilmek mümkün değildir. Bu esasında insanlık aleminin önemli sorunlarından ve dolayısı ile gerçeklerinden biridir. Burada Mesih İsa söyledikleri ile esaslı bir biçimde kurtarıcılığını anlamalarını isterken diğer taraftan da esasında insanı ne kadar yakından tanıdığını da bize göstermektedir. Dolayısı ile bizlerde yüreğimize aldığımız Efendimiz, kurtarıcımız Mesih İsa’ya benzerliğe büründüğümüz her samimi anda ve noktada aynı tepkilere açık olduğumuz bir gerçektir. Belki de Luka’nın bu metin üzerinde Efendimiz’in hizmete ayrılışı, çağrılışı, bir takım aşamaları atlatarak tam anlamı ile kurtarıcı olarak varlığını ortaya koyması gibi anlatımları belli bir tertipte kaleme almasının da esas nedeni Mesih’i yüreğine alarak Yaratan suretine yürüyüşe geçen Mesih talebelerini bütün bu ruhsal yolculuk için sürekli ayık tutmak istemesidir. Aynen Mesih İsa’nın karşılaştığı durum, yüreklerinde samimiyetle Mesih olan talebeleri için ve Mesih’in kurtarışında “Göklerdeki Baba” ile birlikteliğe yürüyen kişiler için de aynı durumdur. Yani Yaratan’ın “sevgi ve ihsanı” ile Yaratan’a yürüyüşünde insana yürüyen kişi de “sen kendine bak” şeklinde bir ifadeyle karşılaşıp duracaktır. “Sen yapabiliyorsan kendin yap da biz de görelim” şeklinde ifadelerle dolu bir yaşama kucak açmış olacaklardır.


  1. Yüzleşmeye neden olan kişinin reddi

“Yüzleşme ile yüzleşememe”de ilk tepki “sen kendine bak” şeklinde bir yaklaşımken hemen ardında hazır duran ikinci tepki ise o kişiyi aşağılamak ve reddetmektir. Bizden üstün olarak gördüğümüz kişileri çoğu zaman görmemezlikten gelmeye çalışmak gibi bir eğilimimiz vardır. Kendimizden aşağı gördüklerimizi de söz ve eylemlerimizle rencide etmek genelde eğilimlerimiz arasındadır. Ama üst olanları görmemezlikten gelmekte esaslı bir tepki biçimimizdir. Onlar hakkında dedikodular yapmak, negatif konuşmak ve dolayısı ile reddetmek bizim için adeta rahatlatıcı bir unsurdur. Çünkü bize sürekli durumumuzu, zorluklarımızı ya da seviyemizi hatırlatır dururlar. Bu esasında bizim kendi iç hissediş dengelerimizde kaynaklanmaktadır. Hele manevi manada farklı ve bize göre daha bir şeyleri aşmış konumda gördüklerimiz zaman zaman bize baş düşman bile olurlar. Kaldı ki, bu kişiler bir de kendi çevremizden çocukluklarını bildiğimiz kişilerse işte o zaman iş biraz daha katmerli olarak sarpa sarar. Halk içinde “dünkü çocuk şimdi büyümüşte bana ders mi veriyor?” tarzında bir yaklaşımla aşağılama, reddetme ve bir türlü o kişideki cevheri görememe başlar ve Efendimiz Mesih İsa’nın da dediği gibi bu özellikle yakın çevreden gelen bir tepki ve reddetmedir. Çünkü onların böylesine soyunu sopunu bildikleri, çocukluğunu bildikleri bir kişinin “mana yolu kurtuluşu” sunmasına hiç mi hiç tahammül edemezler. Bu gerçekten “yüzleşme ile yüzleşememenin” en önemli engellerinden biridir. Ve Efendimiz bunun bilincinde olarak “hiçbir peygamber kendi memleketinde kabul görmez” (Luka 4:24) demektedir.


NOKTA SORUMLULUĞU


Bu nedenle Efendimiz Mesih İsa’nın özellikle kendi yaşam bölgesinde etkisinin daha az olacağı gerçeğini vurgulaması ve bunun nedenlerini izaha çalışması önemli bir noktadır. Çünkü bu noktada bütün Mesih talebelerine büyük bir hatırlatma, büyük bir uyarı vardır. Her şeye rağmen Mesih’i giyinmeleri Ruh’un rehberliğinde Mesih’in aydınlatıcılığında kurtuluşu gönenmeleri konusunda kesin kararlı ve “mana yoluna” tam yapışarak devamlarını istemektedir. Yani her ne olursa olsun hakikat “yukarıdan açılandır.” Aynı Petrus’a söylediği gibi, “bunu sana açan Göklerdeki Babam’dır.” O zaman bu gerçek eşliğinde “nokta sorumluluğu” gibi çok esaslı bir işaret verilmekte ve Yaratan’a yürüyüşün özellikle “insana yürüyüşle” mana kazandığı ifadelendirilmektedir. Belki kitleler, belki büyük halk toplulukları ya da birçokları sizi içinde bulunduğunuz muhteşem aydınlığı, dönüşüm ve değişimi algılayabilecek değillerdir. Ama bu Mesih’i giyinmiş bir Mesih talebesi için, bir Yaratan tapınağı için sorun değildir. Çünkü belki de yalnız bir tek şahsın Yaratan’a yürüyüşüne yön vermek için bir vasıta olunmak için Yaratan yolunda Mesih talebeliğine çağrılmışlığınız vardır. İşte bu vizyon kainatta bir kişi bile kalsa Yaratan’a yürüyüşün tek ve esas gerçek olduğu ve Mesih düzeyinin Yaratan sureti noktasında tamlık düzeyi olduğu gerçeğidir. Bu “mana yolu”, manevi yolculuk “çoğunluğun” yolculuğu değildir. “Kapının darlığından” bahseden bizzat kurtarıcımız, Efendimiz Mesih İsa’nın kendisidir. “Ey küçük sürü korkma!” diye uyaran da kendisidir. Dünyanın hükümdarlarının, birçok saygıdeğer kişilerinin çoğu zaman manen kayıplarda olduğunu da beyan eden yine Efendimizdir. Bütün bu işaretlerde kişi “bütün içinde bir birey olarak” kendisine büyük bir değer verildiğinin farkındalığına davet edilmektedir. Ve elbette bir bütün içinde bir bireye hizmeti dahi bir bütüne hizmettir. Çünkü Yaratan yaratılanda ifşa olunmaktadır. Çokları bilmeden evlerinde melekleri ağırlamışlar. Yani üst ruhları taşıyan insan-ı kamil insanları, Yaratan sureti insanları ağırlamışlardır. Üstü başı ne olursa olsun, makamı ne olursa olsun, ırkı, dili, dini ne olursa olsun karşımızda atan bir yürek, dile gelen bir düşünce doğru ya da eğri Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” sunumunda değer verilerek sistem içinde oluşturulmuş bir kainat harikasıdır. Ve böylesi bir gerçeği görmenin kurtarılışına getirilmesi için insanlığa Mesih bahşedilmiştir. Kişinin günahlı benliği dediğimiz “yalnız kendisin gören” gözlerinin artık kör olup Yaratan’ın o muhteşem yaratılışında bütünlüğünü tespit “gökler dediğimiz o inanılmaz, kat kat yükselen evren engininin Babasını yani Mesih’in Babasını yani Yaratan düşünceyi görebilmemiz” demektir.

İşte bu bütünde bireyi görebilmenin özeti olan iki “üst şahsiyetin aydınlığının” nokta sorumluluğu içinde nasıl hizmet gördüğünü bu noktada bizlere anlatır. Bu iki misalle Efendimiz Mesih İsa, hem o gün orada bulunan ve yürekleri ile iki tepki ile Mesih’in kurtarış düzeyini reddetmeye kalkanlara hem de bugün günümüz insanlığı içinde Mesih’i giyinmiş insanlara “bütün içinde bir birey olarak” kişinin kendi davet edildiği Mesih düzeyindeki varlığı ve hizmetinin önemini anlatmaya çalışmaktadır.


BÜTÜN İÇİNDE BİREYİN ÖNEMİ


Mesih İsa’nın o yüce kurtarıcı rolünü anlama zorluğu içindeki insanlar bugün bu dönüşüm ve değişim yolunda Mesih’te kurtuluşu gönenmiş olan samimi Mesih talebelerini de elbette anlama zorluğu içinde olacaklardır. Çünkü Mesih İsa’da önlerine konulan yol artık Adem düzeyinin çok üstünde olan Mesih düzeyi yoludur. Yaratan vasıfları olan “sevgi ve ihsanın” edinilmeye hedeflendiği esaslı “insan insan” olma dolayısı ile “Baba ile Ben biriz” yoludur. Her ne tepki gelirse gelsin, çağdaş yaşamda insana insan olma yolunu açan her bir bilimle barış içinde ama manevi manada ise Mesih’in “sevgi ve ihsan” vasıflarını giyinmiş halini giyinerek Yaratan’ı edinmiş olarak kainata ve insanlığa ışık getirmek “üst dünyaların ışıklarını” aşağıya çekmek esastır. Bu yaratılmışlığın tamlığa olan yürüyüşüdür. Kabul edilsin ya da edilmesin bütün içinde her zerrenin yeri ve önemi vardır. Ve her zerre kendi gereklilikte varlığının rolünü en iyi bir biçimde üstlenmek durumundadır. Esasında üstlendikçe de esas hazzın esas mananın sahibidir ve o hazzın kaynağına koşar. Yani olması gereken bütünün farkındalığında bireyin önemini kavramak ve bu öneme Yaratan’dan yaratılana bulunulan noktadaki rolü ve sorumluluğu en iyi bir biçimde üstlenmektir. Hem de hep dönüşüm değişimle daha iyiye, daha güzele ve daha üste. O zaman bütün bu esaslı gerçeklerin ışığında sizi birilerinin anlaması ya da anlamaması diye bir kaygıya pek de gerek kalmamaktadır. Çünkü vermenin zaten karşılıksızlığı Yaratan’ın ifşasıdır bu durumda sizi kimse anlamasa da muhakkak insan nesli içinde bir arayan, bir anlayan ya da sizin durumunuzun bir duruş sebebi mevcuttur ve sebep olmaya devam esastır. Her şey Yaratan ve yaratılan bağlamında sebeplerle sonuçlara zaten bağlanmıştır. Bize düşen bu durumu görebilme ayrıcalığında Yaratan’ı yüceltmek ve bütün bu harika planların gölgesinde Ruh’ta ve gerçekte Mesih’i giyinmiş olarak Yaratan’dan haz almaktır.

Zaten “acılar yolundan mana yoluna” döndürülmenin de nedeni ikidir. Sanki Yaratan’ı yüceltip O’ndan sonsuza dek zevk alma ikilisi gibi neden de ikidir. Bu nedenlerden biri “Yaratan’a yürümektir.” Bu nedenle Efendimiz İsa Mesih bütün Kutsal Yazılar’ı “Allah’ı bütün yüreğinle sevmek” ilkesinde özetler ve ikincisi ise “İnsana yürümektir” ve orada da yine Efendimiz İsa Mesih bütün Kutsal Yazılar’ı “dostunu (komşunu) kendin gibi sevmek” ilkesinde özetler. Bu “kadim antlaşma” için böyledir ve elbette yaşam öğretişiyle Efendimiz Mesih İsa’da antlaşmayı yaşama tam indirgeyişi ile bu antlaşmayı tamamlamış olmaktadır. Bu nedenle tepki de ikidir yani biri “Yaratan’a yürümeden bahsediyorsan o zaman kendin yaşa” tepkisidir. Bir diğeri “insana yürümekten bahsediyorsan benden uzak dur” tepkisidir. Efendimiz hizmete adım atar atmaz yani “hamlıktan pişmeye gelme noktasından sonra” pişmeden yanma anına geçtiği noktada “mana yolunu” çevreleyen acılar yolunun tepkilerini vermiş ve bunları doğal, olması gereken tepkiler olarak belirginleştirmiştir.



VE İNSANA YÜRÜYEN İKİ IŞIK İNSAN


Ve aynı zamanda da bunlar olduğu zaman hiç unutmamamız için de hemen “kadim antlaşmada” iki aydınlanmış mana şahsiyetinin “bütün içinde bireye” gönderilmelerine ve “nokta sorumluluklarını” yerlerine getirmeye tayin edildiklerine dikkatleri çekmiştir. Bizim de hakikaten hamlıktan Efendimiz Mesih yüreğimizde Ruh’un rehberliğinde pişmeye yüz tuttuğumuzda hakiki manada “sen yaşa” veya “çekil” git tepkilerine maruz kaldığımızda İlyas ve Elişa peygamberlerin “bütün içinde bireye” yönelme gibi bir yönlendirilişle “nokta sorumluluklarında” çok önemli bir “mana hizmetini” yerine getirdiklerini aklımıza getirmemiz gerekmektedir. Belki de bütün “acılar yolunda” edinimleriniz şimdi Ruh’un rehberliğinde Mesih’in kurtarışında “mana yolunda” edinimleriniz öncelikle sizi Yaratan’a yürütürken, sonsuzluğa taşırken belki de İnsan’a yürüyüşünüzde de sadece Yaratan’ın çok önem verdiği tek bir şahsiyete taşıyacaktır. İşte bu iki varış noktası da varlık gerekliliğinizdir. O’nu yüceltmek ve O’ndan sonsuza dek haz almak esasında “yolun kendisi yaşamdır, hakikattir” ve hatta hep bir sonrayı keşfeder yani sonsuzluktur.


a) İnsana yürüyen İlyas Peygamber - I. Krallar 17: 8-24

Galile bölgesi ile dönemin İsrail bölgesi yani kuzey krallığı arasında bir benzerlik kurmamız mümkündür. Çünkü o dönemde putperest bir kralın yönetiminde olan kuzey krallığı içinde oldukça az sayıda “kadim antlaşma” üzerinde kişiler vardı. Galile yani on şehirden müteşekkil Mesih İsa’nın ilk hizmet için adım attığı alanda da ne yazık ki çok az sayıda “kadim antlaşma” üzerinde kişiler vardı. Böyle bir toplum ortamında elbette Yaratan’ı edinmenin ne demek olduğunu ifade etmeye çalışan Yaratan’ı yaşayan kişilerin hiç bir saygınlığı yoktu. Ve ilginçtir ki, İlyas’la böyle bir ortamda ilgilenen sadece kargalar ve dul bir kadındı.

Görüldüğü gibi Efendimiz esasında kendi durumu ile İlyas örneğini özdeşleştirmektedir. Dolayısı ile bu bizim içinde geçerli bir örnektir. Çünkü Mesih İsa’nın dediği gibi “üst manevi söylemler” kesinlikle edinimlerdir. Ve Mesih düzeyinde insanlık kurtarılışlarında henüz benliklerinden dolayısı ile günahlı durumlarından kurtulmamışları o seviyeye çekme gibi bir mesuliyetle esasında donatılmaktadırlar. Ama bu oldukça zorlu bir süreci beraberinde getirmektedir. Çünkü insan her şeyden önce benlikten hareket edecek ve Adem seviyesinden Nuh’a oradan İbrahim seviyesine ve elbette Musa gibi daha üst seviyelere doğru bütün alma arzularını Ruh’un yüreği ışığı ile delmesinde, aydınlatmasında kısacası rehberliğinde taşıyıp götürecektir. Ve Efendimiz Mesih’te bize yansıyan o üst kurtuluş seviyesinde ise sonuç Yaratan’la vasıfları itibari ile form eşitliğidir ki, bu bizi geldiğimiz o mükemmel kaynağa dönüşle ödüllendirecek bir seviyedir.

Bu örnekte Efendimiz Mesih İsa’nın Samiriyeli kadına hitabına benzer bir hitap vardır; aydınlanmış insan “eksiğinin farkına olan” insandır; “bana su verir misin?” ifadesinde o samimi farkındalık alçak gönüllülük vardır. Ve ardından “bana ekmek” ifadesi gelmektedir. Mana önderinin böyle bir farkındalıkla ihtiyaç içinde olduğunu dile getirmesi esasında karşıyı uyandırma noktasına taşımaktadır. Bir parça un ve bir parça yağ sahibinin “alma arzusu üstüne çıkıp” beklentisiz vermesine örnek olan bu anlatımda sonuç tek kelimeyle “bol yaşamı” işaret etmekteydi. Yani bir manada İsa Mesih “sizden şu anda su ve ekmek isteyenin yani uyanmanızı isteyenin kim olduğunu bilseydiniz karşılıksız olarak kendinizi Yaratan’ın sevgi ve ihsanında verirdiniz ve “o bitmek tükenmek bilmez bereketlerle dolu” bol yaşamı edinirdiniz demek istiyordu. Ve diğer manada da belki sizler değil ama içinizde bu dul kadın olan ve Yaratan’ın Ruh’unun yüreğini hazırladığı o tek bir kişi için ben bugün buradayım demek istiyordu. Oysa özellikle dini seviyeler için hakiki olarak Yaratan’ın ışığını, kurtarışını gönenen, O’nu vasıflarıyla edinip yansıtan değil, dıştan bakıldığında da görüldüğü kadarıyla sadece ve sadece ahkama uyan, dindar sayılan kişiler için kurtuluş söz konusudur. Elbette böyle “bütünde bireye verilen önem” gibi çok ince ve dar “mana yolu” kapısının anlaşılması mümkün değildir. Ve hatta küfür addedilir. Ve zaten burada da böyle olmaktadır.

Hikayeyi tam olarak okuduğumuzda esasında bu kadına yürekten “sevgi ve ihsanla” vermesinin sonucunda hem “gündelik ekmeğinin” sürekli olarak verildiğini hem de “hayat bahşedildiğini” görüyoruz. Bütün bunları “mana yolu” olarak değerlendirirsek burada ruhun esas ihtiyacı olan maddi sınırlar içindeki alma arzusu üzerindeki ruhun esas gıdası olan sonsuzluğun hazzının verildiğini hem de esas sevgi ve ihsanda yürek konulan sonsuz yaşamın dirilişle kişiye bahşedildiğini görmemiz mümkündür.

Kısacası Mesih İsa bu örneği boşu boşuna vermiş değildir. Çünkü bu anlatımın sonunda kadının ağzından şu sözler dökülmektedir; “Şimdi anladım ki, sen Yaratan’dansın ve söylediğin söz gerçekten RAB’bin sözüdür”(I. Krallar 17:24). Yani Efendimiz sadece bu öykünün son noktası bile kendi yerini, kurtarıcılığını, Mesih olduğunu ilan etme durumundadır ve aynı zamanda da bu öyküde anlatıldığı gibi İlyas birçok dullar varken özellikle yüreği böylesine vermeye açık, Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” vasfına açık bir kişi için nokta sorumluluğunu yerine getirmeye memur edilmiş olarak bir anlamda Efendimiz İsa’nın Mesih düzeyindeki o eşsiz hizmetine işaret edilmektedir. Böylesi Yaratan’dan uzak bir yörede “kadim antlaşma” üzerindeki az sayıda kişilerin bile gaflete düştüğü bir ortamda birçok dul hanım içinde yukarıdan uyandırılmış bir dul hanım böylesi bir bol yaşama sadece kendi varlığında “sevgi ve ihsanı” karşılıksız sunması ile edinebilmiştir. Bu önemli bir vurgu noktasıdır. Ve İlyas böylesi bir yüreğe hizmet için ordadır. Efendimiz de Celile’de böyle bir hizmet için vardır. Ve Mesih’in bütün talebeleri bizlerde esasında böylesi bir “mana yolu” yolcusu olarak bütün insanlığa su ve ekmek olabilmek ve hayat verebilmek için kendimizi feda yolunda esas hazların hazzına ulaşacağımız ve Mesih’le o muhteşem mana seviyelerinin en üst noktalarında Yaratan’la bütünleşeceğimiz kesindir.


b) İnsana yürüyen Elişa Peygamber- II. Krallar 5: 1-14

Elişa örneği de yine özenle seçilmiş bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada adeta cüzam günahla özdeşleştirilmiş ve gururlu bir kişinin içinde olduğu durum vurgulanmıştır. Kısacası belki de Celile bölgesinde “sen kendin yaşa” ya da “çekil git aramızdan” diyecek olanların “yüzleşme ile yüzleşememe” sorunları da bu örnekle vurgulanmak istenmektedir. Burada hiç istenmese de Suriyeli Naaman için kurtuluş düşman olarak bilinen bir halktan olan hem de bir küçük hizmetçi kız aracılığı ile gelmektedir. Yani burada gurur vardır ve kaale almama yani saymama söz konusudur. Mesih İsa’yı o gün dinleyenler içinde de muhakkak “tereciye tere mi satıyorsun biz zaten Musa’nın yazılarını biliyoruz” diyenler ve “dini sistemleri içinde gururlarıyla Yaratan’ı edinmeyi bir kenara bırakmış olanlar vardı.” Ve belki de Efendimiz burada bir yanda Elişa’ya ilişkin bu olayı aktarırken “küçük bir hizmetçi kız” aracılığı ile gelen kurtuluşu da dile getirmesi söz konusu olabilir. Diğer taraftan her ne kadar Elişa Naaman’a kendisini dahi göstermediyse de yani yanında olmasa da “söyledikleriyle” bile Naaman’ın şifa bulmasına neden olabilmiştir. Görüldüğü gibi başka diyarlarda dolaşan Mesih İsa’dan kendi diyarında mucize bekleyenlere Efendimiz’in kurtarıcılığının maddi varlığında değil mana varlığında aranması vurgulanmaktadır. Ve Elişa bütün bu hizmetlerini hiç bir karşılık beklemeden sunmaktadır.

İşte Efendimiz İsa Mesih hizmetine başladığı ilk noktada Yaratan’a yürüyüşten insana yürüyüşe geçişteki anlayış ve kabul zorluğunu dile getirerek esas gayeyi hatırlatmış ve bu iki örnek ile de pekiştirerek bütün hakiki ve samimi Mesih talebelerine Mesih dergahı olan “ne o dağ, ne bu dağ” şeklindeki mabedin insanların kendisi olduğu bir ortamda hizmetin bütünden bireye boyutunu bizlere net bir biçimde öğretmiştir.



HİZMETTE MANA REHBERLİĞİ


Konuyu kapatmadan önce Mesih İsa’nın bize sunduğu kurtuluş hayatında bu hayata davetten bu hayatın zorluklarına kadar bize örnekler takdimi esasında günümüzün bütün “mana rehberleri” içinde büyük bir “baş mana rehberliği” yapmaktadır. Özellikle Elişa örneğinde Elişa’nın hiç bir karşılık beklemeksizin yaptığı “mana hizmeti” örneğini de Efendimiz’in “baş mana rehberliği” birleştirildiğinde önemli bir öğreti noktası daha çıkmaktadır. Bu noktada yukarıdan uyandırılma ile Ruh’un rehberliğinde Yaratan’ı ifşa hizmetine çağrılan Mesih İsa’da kurtuluşla Mesihi düzeyde bir yaşamla Yaratan’ın ışığını ve kurtarış müjdesini ifşa edecek kişi aynı zamanda ve öncelikle kendi iç varlığının mana rehberi olacağı gibi çevresindekilere de Mesih’te Ruh’un ışığını yansıtacak bir mana rehberidir. O zaman bu rehberliğin de yukardan olması yine bu öğretiler doğrultusunda bir temele bağlıdır.

Bu bağlamda Mesihi manada hakiki “mana rehberliği” her şeyden önce Efendimiz Mesih’in Luka 4’de çizdiği, 1) bir pişme evresinin idraki, tecrübe edinilmesi sonucu olan ve bütün bu pişmeler sonucu yukarıdan verilen bir “Mesih’le sürekli özdeşleşme ilkesinde” bir yatay önderlik, eşitlerin birincisi ilkesinde bir önderliktir. 2) Kesinlikle hiç bir karşılık beklemeden sunulması gereken ve sürekli Yaratan’ın Ruh’unda ve Mesih’inde derinleşmeyi gerektiren bir ruhani hizmettir ve aynı zamanda bu hizmetin sunumu 3) katiyen dil, din, ırk, milliyet ayırımı gözetmeden yapılmalı ve hiç bir kişiden hizmetin sunumu sonrasında illa belli bir ıslah, dönüşüm ve değişim beklenmemelidir. Çünkü her şey Yüce Yaratan’ın Ruh’unun işleyişine ve Mesih’inin kurtarış ve önderliğine tabidir. İnsana düşen sadece samimi bir gönül ile Yaratan’a tabi gönlün Mesih olduğu bir hizmeti sunmak ve sonucu Yaratan’a bırakmaktır. Bütün bu anlatımların sonucunda Efendimiz Mesih İsa’nın çizgisi nettir ve hizmeti ve kurtarışı da net olmuştur. Darısı yeri bütün kainat olan Mesih dergahındaki bütün Mesih talebelerinin başına…