Yaratan’ın sureti olmak üzere yaratılmış olan insan, bu çok önemli görevine öncelikle “ben için alma noktası olan” o düşmüşlük düzeyinde başlamaktadır. Ve muhakkak öncelikle eksikliğin farkındalığı olmalıdır ki, bu farkındalıkta bir gayret ortaya çıksın ve bu gayrette, yukarıdan verilen lütufla buluşarak yaşamın doğal akışını ve sürekli ışımasını oluşturabilsin.
İşte, bu ışıma da düşünce ancak işlev ve söylevin bütünlüğünde, kendi varlığını çıkış kaynağının tamlığına yeniden taşıyabilmektedir. Oysa bugün dünyamızda birçok insan için düşünce, işlev ve söylev sürekli birbirleriyle çelişki içindedir. Doğal olarak dünyanın bu denli ilerlemesine karşın hala “egoların çekişmesindeki” o büyük problemler, kinler, nefretler, savaşlar daha da büyüyerek devam edip durmaktadır. Elbette böyle bir çelişki içinde; değil kişi kendi eksikliğini algılamak, dünyasını ve dolayısı ile hayatını dahi, anlık algılar dışında algılayabilecek bir konumda değildir. Buna bağlı olarak da, yaşanılan yaşamlar sadece dar alan paslaşmaları içindedir. Bu dar alanlar içinde de yaşam ancak gözle görülenin ve hissedilenin, yine görülme ve hissetme çerçevesi içinde, kişinin yine kendine ait olan filtreleri içinde değerlendirilmesinde yaşanmaktadır.
Diğer bir deyişle insan aslında kendine, kendi kısır döngüsüne, üstelik de sadece madde algısında köledir. Ama bu öylesine alışılmış bir köleliktir ki, kişi bu alışkanlığının derinlerine indikçe kendisini özgür sanmaktadır. Aslında bu bir özgürlük değil tam tersine özgürlük sanısıdır. Yani kişi farkında olmadan yalnızca ilizyonlarını çoğaltıp durduğu bir yaşam yaşayıp durmakta ve bu yaşadığı yaşamı da kendince “bol yaşam” gibi algılamaktadır. Oysa yaşadığı yaşam “dar bir yaşamdır.” Ve sadece ilizyondur. İşte bu düşünce, işlev ve söylev çatışmaları içinde sürekli ilizyonlar oluşturan bu gerçekler, yaşamlarımızın gündelik getirisi olarak üzerimizde tahakkümünü kurmuşken Mesih İsa’nın şu sözleri duyulur; “bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim” (Yuhanna 10:10).
Mesih İsa adeta bu sözleriyle bahsettiğimiz bu kısır döngüye her çağın üstünde çarenin, gerçek anlamda özgürlüğün, kendi yaşam ve öğreti modelinde olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Ve bu vurgu da adeta “acılar yolunda” olan kölelik boyunduruğundaki her dilden, her dinden, her ırktan, her seviyeden insana “Yaratan’ı Yaşama” yolu olarak esasında dinlerin üstünde bir “bol yaşam yolu” olarak sunulmaktadır. Her ne kadar farklı algılarla bu “yol” din ve mezhep çizgisine çekilmiş gibi görünse de Mesih İsa’nın esas yaşam mesajı kendi sözlerinin yeniden ve Saran Işığın rehberliğinde okunduğunda olduğu gibi gönüllere hitap etmektedir. Kısacası çağrı düşünce, işlev ve söylev tezatlığını ıslaha çağrıdır. İlizyonlar yerine gerçeğe ve dolayısı ile yaşama çağrıdır. Bu Mesih bilincinin hakim olduğu ve her anı, an içinde görüp hissetmekten ziyade bir bütün içinde, her anı tamlığında algılama yoludur.
Elinizdeki bu kitap, işte bütün yukarıda bahsettiklerimizin ışığında, “benle yaşamak” ya da benim ürettiğim inançlarım, sistemlerim, ilizyonlarım, korkularımla yaşama yerine, Mesih İsa’nın kendi varlığını ortaya koyarak, bizi esas yaratılma gayemize taşıyacak “Yaratan’ı Yaşama Yolu’na” işaret etme gayretinde bir kitaptır. Sadece küçücük bir kapı aralığıdır. Çünkü yol her şeyden önce Yaratan’a suret olma gayesi ile yaratılan kişinin kendi yoludur. Yani bunu idrak edecek, algılayacak, yaşam edecek ya da etmeyecek olan okuyucuların kendileridir. Çünkü yol ancak yüründükçe yoldur. Ve yolun kendisi esasında gerçeğin ta kendisidir. Ve bu hiç döngüsü bitmeyen “yol” da yürüyüşte yaşamın ta kendisidir ve yaşam sonsuzluktur.
Uğurlar ola!
Rev. Dr. Turgay Üçal