RAB Musa’ya, “Bir yılan yap ve onu bir
direğin üzerine koy. Isırılan herkes ona
bakınca yaşayacaktır” dedi.
Çölde Sayım 21:8
Her ne kadar çocuklar “yaydan çıkan bir ok gibi olsalar da” her şeyden önce yine de annelerinden ve babalarından gelen genetik bir devamlılığın sonucudurlar. Elbette iki ayrı taraftan beslenen bir varlığa sahiptirler ama aynı şekilde her iki taraftan gelen bu varlık temellerinde yine de bambaşka bir fert olmuşlardır. Yani hem aynıdırlar hem ayrıdırlar. Hem kendi kendilerini tekrarlarlar hem de genetik olarak bir önceki nesil olan ailelerini tekrarlar dururlar.
Bu bölümde de bu durum oldukça net olarak önümüzde sergilenmektedir. Yani çöle çıkıldığı andan beri iki nesil çölde yürümüş, bir nesil tükenmişliği, bir diğer nesil ise sebatla devamı örneklemişlerdir. Sebatla, sabırla, canla başla ama imanı edinerek yani Yaratan’ı vasıflarıyla birlikte alarak ilerleme Yaratan’a yürüyeni “yeni yaşamın” kapısına kadar getirmektedir.
Yeni yaşam birçoklarının düşündüğü gibi sadece Mesih’i kabul etmekle anlık bir kazanım değil bir süreçtir. Yani öncelikle “saran ışık olan” Kutsal Ruh’un gönül gözünü açması ve bu gözde “Yaratan sureti olma” durumunun net olarak görünmesi ve Adem’den Mesih’e yol çizgisinin algılanması esası vardır. Ve bu esas yakalandığında artık “Mesih’in kurtarışı” dediğimiz “kendimize ölme ve Mesih’e dirilme” söz konusu olabilmektedir. Ve kadim yazılarda bu oldukça net olarak Musa önderliğinde çöl yürüyüşüne giriş ve vaat edilen topraklara varışla bağlantılı bir anlatımla bize anlatılmaya çalışılan bir hayattır. Bu hayatta dikkat edilirse “aydınlanmış olan mana önderi” kurtarıcılık rolünü bir üstten uyandıran olarak yerine getirmektedir. Ve “adımın atılması ile” kurtuluş hem başlamakta hem de henüz başlamamış sadece süreci başlamış olmaktadır. Görüldüğü gibi burada süreç oldukça zorlu, engebeli bir süreçtir. Çünkü iman adımı ile başlanılan “edinime” çıkıştır. Oysa bu hayat dediğimiz “çöl yürüyüşünde” Yaratan’a doğru yürüdükçe “tükenmişlik ya da sebat etme” arasında “özgür irade” seçimi ile ama esasında “yukarıdan verilmiş” bir kısıtlı seçim içerisinde devam etme durumu söz konusu olacaktır. Vaat edilen yerde esasında hem sınırı bellidir, hem girilmekte hem hemen girilemeyecek nitelikte bir yerdir. Ve o bölgede hala çok arzular vardır. Alma arzuları yani kavimler yani Kenanlılar vardır. Buradaki tarihsel anlatım gibi olan tablo esasında içeriğinde bize bizi anlatan arzularımız, Yaratan’a yürüyüşümüz ve iman edinimini bize aktaran tabloların herkesin anlayacağı bir öyküsel anlatımla ifade ediliş biçimidir.
YENİ NESİL
Yeni nesil anlaşıldığı gibi esasında Kalev ve Yeşu’nun “gören gönül gözleriyle” geniş alanların farkında olanların neslidir. Onlar “altın çağ” diyebileceğimiz Mesih düzeyini bütün genişliği ile görebilmişlerdir. Görebilirlikleriyle çoğunluk içinde fark yaratanlar “dönüşüm ve değişim” yolunda hareket edebilenler bu hareketleriyle esasında vizyonlarını geniş tutabilmişler dolayısı ile gelmiş oldukları kaynağın “kadim” temellerinin farkındalığında “geleceği” net olarak algılayabilme ayrıcalığına kavuşmuşlardır. Ve yeni nesil gerçekten aradaki “arzular” kabilelerini yani “kişinin yalnız kendi çıkarı için alması” için var olan arzular üzerine zafer elde edebilmişlerdir. Dikkat edilirse çöl içinden vaat edilen yerlere geçiş dediğimiz bu manevi seyahat hala çölde ve bir süreçle bir adaptasyon değişimi içinde yeni alana geçiş olarak karşımızdadır. Yani bir geçiş süreci vardır ki, bu süreç içinde de oldukça engeller vardır. Yani dikkat edilirse Mesih İsa’yı kurtarıcısı ve Efendisi olarak kabul eden kişi anlık bir kurtuluş algısı içindedir. Oysa kadim yazıların öğretisinde de Mesih İsa’nın öğretisinde de görüldüğü gibi bu esasında bir sürecin başlangıç noktasıdır. Ve belli bir manevi gayretin, saran ışıkla yapılacak olan samimi iç çalışmasının “kişiyi Mesih’e benzer yaparak” kurtuluşu gönendirdiği bir sürecin gerekliliği şarttır.
Yani “yeni yaşam” harikulade bir süreçle oturan, yerleşen bir durumdur. Yeni yaşam Efendimiz’in ifadelerinde buyurdukları gibi “yeninin eski tulumlara konulamayacağı bir durumdur. Ve bunu oluşturmak bir direnç sonucundadır. Yani eskiden kurtulma yeniyi giyinme bir süreçtir. Bu sürecin bir ucu geçmiş bir diğer ucu gelecek ve aradaki ortam bir yenileşme direncidir. Işık bu dirençtedir. Bugünü yaşama kavramında olduğu gibi; dün bitmiş ve yarın henüz gelmemiştir. Ama anın değerlendirilmesinde hem geçmiş hem gelecek vardır esasında.
Mesela yeni nesil kendi atalarının günaha düştüğü (14:45) yerde yani Horma kentinde Yaratan’a yürüyüşleri esnasında aynı hataya düşmemişler ve atalarının imansızlıklarını kendi hayatlarında imanı edinmeye çevirebilmişlerdir. Ataları Yaratan’ın isteminde olmayan bir şeyi sırf “kendi benlikleri” istiyor diye yapmışlar ve sonunda bütün negatiflikleri, bütün belaları üzerlerine çekmişlerdi. Oysa “yeni başlangıç nesli” aynı yerde Yaratan’ın istemi doğrultusunda davranmanın bereketini almıştı. Bu Yaratan’ı bütün sistem üstünde ve içinde tek hakim olarak algılayabilmenin bir sonucudur. Bu yeni başlangıçtır. Yani kişinin bütün varlık alemi gerçeği içinde esasında “hiç” olduğunu farketmesi ve bu hiçlik içinde “sevgi ve ihsan olanı” edinmesidir.
VE DAHASI
Eğer küçücük bir sevap yani Yaratan’a yürüyüşte kişinin “sırf kendi çıkarı için alma arzusunda” küçücük bir değişim, küçücük bir ıslah varsa bu direncin ışığında başka ışıkların da arkadan geleceği kesindir. Çünkü “yeni yaşam” adım adım fethedilen karanlığın üzerinde adım adım aydınlığa Yaratan suretine doğru ilerleme demektir. Bu, Mesih’i giyindikçe “kendi benliğimin” yokluğu ve dolayısı ile Mesih’in içimde yaşaması ve benden ifşası demekti. Bu “aşktır.” Yaratan’la Ruh’unun açtığı yolda Mesihi ile bütünleşmek demektir. Bu harikadır. Ve kişinin “benliğinin bütün arzularını” tek tek fethetmeye başladığı bir dönem ve bu dönemin ilerleyişi “yeni yaşamdır.”
Burada dikkat edilirse vaat edilen topraklar basitçe bir yürüyüşle varılan yerler değillerdir. İsra-el yani Yaratan’a yürüyen “gönül ehli” esasında bu manevi yürüyüşünün her anında ancak nefsi ile güreştiği sürece “Mesih”leşmektedir. Burada bütün din ehli için büyük bir ders vardır. Yani “ben Mesih’i aldım” demek ve buna inanmak yeterli değildir. Öyle öğretilmiş olsa da yeterli değildir. Gönül gözü daha çok ışık, daha çok ışık almalıdır. Ve aldığını önce kendi sevaplarıyla (dikkat bu dini manada sevap anlamında değil Yaratan’a benzeme yolunda Mesih’te olmayan bir hareketimizi ıslah etme anlamındadır) yani kendini ıslahla ve sonra tamamen “sevgi ve ihsan olanı” yansıtmakla devam etmelidir. Yani bu daha çok, daha çok zafer, daha çok daha çok “alma arzusunun” yenilmesi demektir. Hiç kuşkusuz imanı sadece duyma yerine, imanı edinmenin farkındalığında yeni nesil yani ikinci nesil atalarının başaramadığını başarmışlardır. En azından ilerleme başlamış, yeni yaşama girmişlerdir. Efendimiz Mesih İsa bu nedenle o en üst noktaya olan davetinde ve kurtarışında “sizde bol yaşam olsun diye geldim” demektedir. İşte “bol yaşam” kişinin alma arzuları üzerine zaferden zafere koşmasıdır. Ama kolay değildir. Bir anlık bir geçiş değildir. Adım adım ilerleyiştir. Zahmetlidir. Toprağa düşen tohum belli bir zamanla yeşillenir, toprağın karanlığını aşar ve dışarıya çıkar ve yükselişe geçer.
BİRAZ GEÇMİŞ BİRAZ GELECEK
Daha önce de dediğimiz gibi “yeni nesil” biraz geçmiş biraz gelecektir. Biraz dünya, biraz üst dünyadır. İlginç olan vaat edilen topraklara giriş ve yürüyüşte inişli çıkışlıdır. Yani biraz güney biraz kuzey ve yeniden güney şeklinde bir iniş ve çıkış vardır. Esasında bu bizim mana yaşamımızın bir göstergesidir.
Bazen Efendimiz’e tabi olduğunu düşünen bazı kişiler aslında kurtuluşlarını “doktrin” olarak algılamaktadır ve elbette “yeni yaşama” bakışları da doktrin tarzındadır. Dolayısı ile edinimsizlikleri içinde düşe kalka ilerleme dahi gösteremedikleri için hep geldikler noktaya geri dönmektedirler. Oysa Yeşu ve Kalev’de gelecek şimdiden edinilmiş durumdadır. Yani bu dahi “yeni yaşamın” göstergesidir. Yeni yaşam akılda başlamış ama hiçbir zaman kalp olmamıştır. Oysa kalpte yani gönülde başlayıp aklın hislerle irtibatında yön kazanmalıydı. Akıl hissedişle bağlantılı devam eder durur, oysa gönül aklın ötesinde aşkına kavuşmanın derdinde o hedefe kenetli olarak aklı da hareketleri de yönlendirir durur.
Düşüş noktaları bizim ata yadigarı sol tarafımızı yani negatifliklerimizi harekete geçiren anlardır. Çöl fırtınası geri gelir ve söylenmeler başlar. Daha ne kadara kadar? Ne kadar tahammül edeceğiz? Dikkat edilirse ilk çöle çıkışta ve yolculuk boyu eski atalar nasıl şikayet ettilerse yeni nesil de aynı şekilde şikayete devam eder durur. Ne kadar ortam, çevre, insanlar değişirse değişsin sanki bir şeyler hep aynı kalmıştır. Ve bu aynılık yani bu negatif bakış, karşılığında negatifi çekmiştir. Aynı eski nesle olduğu gibi “günahın yani kişinin kendi çıkarları için sürekli doyumsuz alma arzusunun” ölüm sonucunu getirdiği bu nesilde de gözler önüne serilmiştir.
DOYUMSUZLUK VE ÖLÜM
Doyumsuz alma arzusu “yeni yaşam” için bir tehdittir. Çok nettir. Zaferler kazanılsa bile Pavlus’un “duruyorum zanneden dikkat etsin düşmesin” sözünde ifade ettiği gibi her zaman birkaç basamak tepetaklak geriye düşmek mümkündür. Ve bu Yaratan’a yürüyüşte, geçmişle gelecek arasında bağ kuramamanın, güvenememenin ve şüphe duymanın bir sonucudur ve sonuç elbette egonun kabarmasıdır. Bu da öldürür. Yani buradaki bütün bu yılanlar egonun ne denli güçlü olduğunun, insanın doyumsuz ve ölümcül alma arzularının ne denli saldırgan olduğudur. Bu ancak egonun farkındalığı ile yok olacak bir durumdur ve bronz yılana bakmak “egonun ne olduğunu” yeniden görüp hatırlamaktır. Ve zehirli yılanların öldürücülüğünden korunma ancak böyle olacaktır. Ve Efendimiz İsa Mesih en büyük dersi çarmıh üzerindeki ölüm ve zaferli diriliş tablosunda sunmuştur. Yani Mesih’le Mesih’te diriliş ve Yaratan’ın tahtı yanında yer almak ancak aynısını yapmakla söz konusudur. Aksi takdirde ölüm oradadır. Benliğin kendi çıkarları için saldırması ölümcül ısırıklardır.
YILAN VE MISIR’IN SİMGESİ
Aslında yılanlar aynı zamanda Mısır’ın gücünün simgesidir. Tarihsel olarak da böyledir. Tarihi resimlere bakılırsa Firavun’un üzerinde bir kobra yılanı görmek mümkündür. Bu o dönem için hükümranlık ve gücün sembolüdür. Demek ki, yılanlar burada sembolik ve mecazi bir anlatım için çok güzel bir örnek oluşturmaktadırlar. Esasında hepimiz sinirlendiğimizde kırıp dökmek isteriz, kızdığımızda öç almak isteriz ya da birilerinin başarılarında bizler kıskanır onların başarısızlıklarını isteriz. Bütün bunlar esasında hep bizim Mısır özlemimizdir. Yani anında “sırf kendimizi düşünmeye, benimiz için alma arzularımızla hareket etmeye başlarız ve bunu da yürekten isteriz.” İşte bütün bu düşünceler yılandır. Bronz yılana bakmak bunun farkında olmaktır. Burada yılanların soktuğu ve öldürdüğü kişiler zayıf halka oldukları için “mana yolunda” kaybedenlerdir. Yani “acılar yolunun” zorluklarına, ağlayış ve diş gıcırtısına karışmış olanlardır. Kısacası bu kişiler atalarının tarafına sola meyletmiş olan kişilerdir. Sağa meyletmişler yani Yaratan’ı edinmeyi ve Mesih’ini giyinmeyi Ruh’ta ve gerçekte isteyenler ise hakikaten sabır ve sebatla “tunç yılana” bakıp “yeni yaşam” yolu olan “vaat edilen” topraklarda devam edenlerdir.
YOL ŞAŞKINLIĞI
Çölde ilk nesilden gelen miras sadece yakınma değildir elbet. Hedefsiz ve gayesiz bir yol alışta buna dahildir. İsra-el sırf bu nedenden ötürü yönünü kaybetmiş çölde zikzaklarla uzun yollar kat etmiştir. Vaat edilen topraklara girişte bu neslin de zikzaklar çizdiğini görüyoruz. Bu bölümde 21:10-20 arası anlatıma baktığımızda bu neslin bir müddet hiçbir yöne yönelemediklerine tanık oluyoruz. Ve bu bölümde en dikkatimizi çeken kelimenin “konakladı” kelimesi olduğunu görüyoruz. Yani kesik kesik bir yürüyüş. Bunu mana açısından ele aldığımızda Yaratan’a yürüyüşte insanların “yeni yaşamı” Mesih’i düzeyi yani Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” vasıflarını hayatlarına net bir biçimde indirgeme gayreti içinde olmadıklarında duraklamalar yaşayacaklarına bir uyarı olarak görüyoruz.
Bir yerlere gidip esasında hiçbir yere gitmemek günümüz dünyasında herhalde en yaygın akımlardan biridir. Bu insanın bir anlamda “kâinatın o muhteşem işleyiş sistemi içinde” kendini bir anlamda durdurması demektir. Yani kişi esasında kendisine mani olmaktadır. Çünkü tam yol ilerlerken “benin arzularına dizgin vururken” en ufak bir eski karanlık bir kalıntının ortaya çıkması “kolesterolün damarı tıkaması” misali birden bire işleyen sistemi durdurmaktadır. Burada aynen ilk nesilde olduğu gibi bu tıkayıcı bütün zaferlere rağmen yeniden gündeme gelen “yakınma yani şikâyet” halidir. Kısacası yakınma yakarışı getirmediği sürece yönsüzlüğün başlatıcısı olacaktır.
YÜREĞİN NAĞMELERİ
Eski nesil çöle adım attıklarında esasında Yaratan’a ilahiler söylüyorlardı. Fakat bu coşkuları özellikle yabancıların yani samimiyetsizlerin teşviksizliğinde ölüm ağıtlarına dönüştü. Ve bu durum neslin çölü aşamamasına neden olmuştur. Oysa yeni nesil aynı sallantılı durumları yaşadıkları halde “yeniden ilahiler” söyleyerek yüreğin hakiki sahibine dönmesiyle yakınma ve yönsüzlük durumundan yeniden yönlerini bulabilmişlerdir. Demek ki, Yaratan’ı edinme Yaratan’ın Ruh’unun saran ışığında, o aydınlıkta Mesih’inin kişiyi kendisinden kurtarmasına yönelmesi ve bu yönelişle “Baba ve ben biriz” noktasına ilerlemesidir. Burada kişinin gönül kıblesi esasında kendini Adem seviyesinde görüp oradan Mesih seviyesine doğru yürüyebileceği ve bu iç yolculuğu en iyi şekilde yapabileceği her yerdir. Ama bu yönsüzlük değil bilakis Efendimiz İsa Mesih’in dediği gibi “ne o dağda ne bu dağda” ibadet edileceği bütün kainatı kapsayan bir esası bulmadır.
İMAN EDİNİMİ
Efendimiz İsa Mesih bu nedenle Nikodemus’a ifadelerinde “tunç yılan misali kendisinin de kaldırılmasının gerekliliğinden” bahsetmektedir. Tunç yılan ne kadar kişinin “benliğinin farkındalığı ve ölümden kurtuluşun gerekliliği ise” İsa Mesih’in dahi aynı yolda bedeninin kaldırılması yine ayni “nefse ve benliğe ölmekle edinilen hakiki mana dirilişine yani ölümden kurtuluşun gerekliliğidir.” Burada “içe yolculuğun” edinim yani keşif yolculuğu olduğu net bir biçimde vurgulanmaktadır. İsa Mesih’in yaralarında şifa bulmak dahi bizim Mesih’i seviyedeki adımlarda arzuları her bir terk edişin acılarında Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” olduğunu hissetmemizle büyük bir alaka vardır. Bu edinimdir, bu manevi derinlikte “seyr-i sülükta” yani iç yolculukta Mesihleşmek yani Yaratan suretinde “insan-ı kamil’e” dolayısı ile Mesih’e dönüşmektir.
YENİ BAŞLANGIÇ YENİ YAŞAM
Yeni yaşam vaat edilen topraklardır. Çöl yaşamı “acılar yolundan” hareketle “mana yoluna” erişmede geçiş hattıdır. Denizin yarılması saran ışığın gönle girmesi, dağın üstüne çıkış ise saran ışığın gönle hakim olarak Mesih düzeyini gönle çağırmasıdır. Çöl ise artık bu acılar yolunun dönülmez akşamında mananın aydınlık ufuklarını keşif yolculuğudur. Bu yolun sonucu ise kişnin Ruh’un saran ışığında Mesih olması yani “yeni doğayı” edinmesi ve dolayısı ile Yaratan’ın suretine bürünmesiyle O’nu kendisinde aksettirmesidir. İşte böylesi güzel, böylesi dönüşüm ve değişim hareketliliğinde Yaratan’a döne döne rücu etmenin aydınlık hayatıdır yeni yaşam. Mum ışığı etrafındaki kelebeklerin dönüp durması ve sonra bu ışığın muhteşemliğinde kelebeklerin kendilerini ışıkla, ateşle bütünleştirmeleri gibi. Bu boş bir yanma değil aksine ateşten Musa’ya seslenen “Yaratan’ın suretsizliğinde”, yani o muhteşem Yaratan’ın varlığında Mesih’e bürünmüş olmaktır. O nokta “hak noktasıdır.” O nokta artık aşığın maşukuna kavuştuğu noktadır. İsa Mesih o noktayı “Ben sendeyim ve sen bendesin” şeklinde ifade etmektedir.
Peki, bu hayatın ilk adımı nedir? İlk adımı tövbedir, yani “ışığı ben için almayı durdurma noktasıdır.” Bu nokta “dönme”, Yaratan’a yönelme “dönüşüm” noktasıdır. Kim kime hakikaten döner bakarsa bir müddet sonra artık o kişiyi yansıtmaya başlar aynen öyle bu “dönüşüm” değişimi getirir. Ruh’unda ve Mesih’inde artık kişi Yaratan’ı edinme yolundadır. İnsanlık bu ilk adımda “eski yaşamı” terk kararında “tunç yılana” bakmaktadır. Yani “ben çarmıh üstündedir.” Esasında “dönüşüm” kurbandır. Alma arzusunun sunulmasıdır. Bir manada “benin Yaratan’ı yansıtan bir benlik için öldürülmesidir.”
İkinci adım dönüşümün bir süreç olduğunun bilincinde olmaktır. Yani bütün bu çöl yolculuğu boyunca İsra-el yani Yaratan’a yürüyenler zaman zaman insani sınırlarında hep aynı soruyu sormuşlardır: “Nereye kadar? Daha ne kadar?” Bu sorunun cevabı “erene kadar” şeklindedir. Yolun başı “nereden ne kadar?” şeklindeki bir soruyla pek sorgulanmaz oysa geliş ruhlarımızın Yaratan’dan dünyaya seyahatleri de oldukça uzun bir yol alışın sonucundadır ve varışa doğru hareketlilikte ama düşe kalka, ine çıka, dura kalka da olsa mecburi bir ilerleyiş şarttır. Bu durum “acılarda şifa bulana” kadar yani tam Mesih olup ölene kadar devam edecektir ki, esaslı bir diriliş gerçekleşsin. Tohum toprağa iyice gömülmelidir ki, filizlensin ve yukarıya yükselerek yeşillensin ve meyve versin.
Üçüncü adım ise, çöle girişte olduğu gibi yürüyüşte de her tükenme noktasında ilahi söylemektir. Yani Yaratan’ı yüceltmek O’ndan sonsuza dek haz almayı ve kâinat hakkında algılayamadığımız gizlerin bizlere birer birer açılmasına vesile olacaktır. Burada ilahi sözü simgeseldir tabi, bu sadece Yaratan’a ilahiler söylemek değil, yani Yaratan’a farkındalıkla, sevinçle, coşkuyla övgü sunan bir yüreğe sahip olmak demektir.
Dördüncü adım ise, tunç yılanın sürekli farkında olmak Mesih’in çarmıh üzerinde esas neyi öğretmek istediğini sürekli hatırlayarak esas anlamda ölümsüzlüğün “nefse ölümde” olduğunun bilincinde olmaktır. Bu “Yaratan’da Ruh’unda ve Mesih’inde bir olmak ve bu muhteşem birlikte hiç olmak” demektir. Dünyayı kazanmak kȃr değildir. Esas canın kazanılması ise dünyanın “doymak bilmez alma arzularının terkinde” o Yüceler Yücesi Olan’a her şeyin esas nedenine tabi olunmasıdır. Bu tabi oluş Mesih’te Ruh’un işlevinde Yaratan düşünceye dönüşü getirmektedir. Kâinatta bu birleşme anının üstünde bir anın tarifi dahi yoktur. İşte bu gerçeğe ve merkeze yürüyüş yansıması dünya üzerinde Ruh’un uyandırışında Mesih’in kurtarışında Yaratan’a “yeni yaşamdır.”