Madem İsra-ellilerin gözü önünde benim
kutsallığımı sayarak bana güvenmediniz…
Çölde Sayım 20:12
Çöl zorluklarla dolu bir yerdir. Su yoktur, ağaç yoktur ve kendine has tabiatı ile adeta hayata karşı bir direnç oluşturmaktadır. Bu nedenle Kutsal Yazılar’da İsra-el’in yani Yaratan’a yürüyenlerin “deniz” ve “dağ” ile teşbihte bulunduğumuz iki büyük zorluğu aştıktan sonra ulaştıkları yer çöldür. Elbette bu anlatımlarda esasında her şey manevi hayatımız için bir mecaz olarak kullanılmaktadır. Ama bizi bu kadar yakın anlatan mecazlar dahi neredeyse gerçek hayatımızın tam sureti olmaktadırlar. Dikkat ederseniz Musa önderliğinde “Firavun’dan” yani kişinin kendi için almasının baş nedeni olan “benliğinden” kurtulması kendisini zorlu suların içine atmasıdır. Yani bu büyük bir dilekle, niyetin adımıdır ve yürüyüş başlar. Bu noktadan hedefe varma daha çok uzaklardadır.
Denizin aşımı esasında dönüşüm için kararlılığın denizleri yaracak kadar etkin olmasıdır. Ve bu büyük dönüşüm artık kişiyi “kendi Mısırından” çıkarmıştır. Bu dönüşümdür. Ama şimdi bu dönüşümün yaşama indirgenmesi vardır yani “değişim.” Değişim ise burada “dağ” ile sembolize edilmektedir. Öncelikle saran ışığın önderliği yani Musa bu dağa çıkmaktadır. Ve dağa yani “kendi benliği için almanın, esas günah dediğimiz bu gerçeğin, kötüye meylin” üzerine çıktığında “Tora” yani “Yaratan’ın ışığı” ışıl ışıl ifşa olunmaktadır. Ve elbette bu dağ aşamasında esasında “değişim” başlamıştır. Ama değişim bir süreçtir. Çünkü dilek, niyet ve yürüyüş hedefe doğru gitmeye başladığında kişi artık İsra-el’dir. Şimdi bu İsra-el olma yani Yaratan’a yürüme esas zorlu aşamadır. Çünkü yürüyüş parkuru artık madde ile mananın çakıştığı, çekiştiği “çöldür.” Yani buradaki hakiki manadaki çöl böylesi bir manevi yaşam yürüyüşünü en güzel bir biçimde ifade edecek olan örnektir. Çünkü çölde serapla vaha adeta iç içe geçmiş durumdadır, ilizyonlar, yanılmalar birçok kavramla bizi bir sağa bir sola çekmektedir. Oysa önemli olan “orta” çizgide yani solu sağa çekerek ortada Yaratan’ın saran ışığında Yaratan’ın “sevgi ve ihsan olan” o muhteşemliğinin vasıflarını edinerek ve gönenerek, bir başka deyişle Yaratan’la form eşitliğine bürünerek hedefe devam etmek esastır. Böyle bir devam edişte “hep içten kaynayan, başkasını kayıran, koruyan, kendi yararını aramayan sevgi ile hakikaten hiçbir beklenti olmaksızın ihsan prensibi esastır.
Ama böyle bir yolculukta hep hakiki yolun yolcuları yani Yaratan’a yürüyen İsra-el ve aynı zamanda hakiki yolun yolcusu olamayacak olan, samimi olmayan yabancılar hep vardır. Böyle bir yolda yabancılar hep şikâyetçi olacaklar ve sonunda tükenmişliği getireceklerdir. Ama diğer taraftan şikâyet ederlerken Yaratan’a samimi olarak yürüyenlerin de yürüyüşlerine ket vuracaklar, onlara engel oluşturacaklardır. Bu durum manevi yürüyüşün en zorlu durumlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle bunu en güzel tarif edecek olan birden bire kumun havaya kalktığı ve insana soluk alma zorluğu yaşattığı “çöl fırtınası”dır. O nedenle yakınma yani şikâyet manevi yolcunun soluğunu kesen hatta bazılarının tükenip kalmasına neden olan en büyük çöl tehlikelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın Yaratan’dan gelip O’nu ifşa etme ile vazifelendirildiği bu “kutsal hayat haccı” yolculuğu esnasında “acılar yolundan” kopup denizi aşması yani dönüşüme evet demesi ve dağı aşması yani değişime girmesi onu “mana yolculuğuna” taşımış olmaktadır. İşte artık deniz ve dağ sonrası kişi bütün inanç edinimi ile Yaratan’a yürüyen olarak artık tamamen “mana yolundadır.” Ve bu yola çıkan yabancıların “yakınmaları” hakiki ve samimi mana yolcuları için daima “yakarışla” ifade bulmakta ve yabancılar tükenmişliğe, samimi olanlar ise yani mecazi manada “İsra-el” yani Yaratan’a yürüyenler ise vaade yürümektedirler. Esasında vaat ne insanların hayali, mitlerin sonucu dünya algısında cennettir, ne de başka bir biçimde madde ile tarif edilebilecek bir yerdir. Varılan yer doğrudan Yaratan düşüncenin, hiç-varlığın tamamen kendisidir.
Fakat yol uzun, oldukça meşakkatlidir ve bu nedenle tükenmişlik ve sebat yani dayanma iç içedir. İşte bu zaman içerisinde bir başka zorlukta özellikle “yakınmaları” bir türlü “yakarışa” çeviremeyenler için Yaratan’ın “sevgi ve ihsanını” bir türlü görememek veyahut anlık algılarla algılayıp bir müddet sonra unutmaktır. Atalarımızın bir tabiri vardır; “insan nisyana maluldür” derler yani “insan unutur” demektedirler. Bu hakikaten çok doğrudur.
HATALARI TEKRARLAMA
Çöl yolculuğuna ilk çıktığı anda en büyük şikayetlerin başında susuzluk gelmekteydi ve bu konuda İsra-el hiç vakit kaybetmeden şikayet etmeye, yakınmaya, söylenmeye başlamıştı (Çıkış 17:1-7). Yani şimdi incelediğimiz bölümde bahsedilen olaydan, yazılara göre “kırk yıl önce” yani Kutsal Yazılar’ın anlatımı ile uzun bir zaman önce aynen böyle olmuştu ve o dönemde Yaratan’ın o muhteşem işleyen sistemi içerisinde bu büyük mesele o zaman çözülmüş ve İsra-el susuzluğunu gidermişti.
Ama bu bölüme geldiğimizde görüyoruz ki, İsra-el hala başladığı yere geri gelmiş yani bir ilerleme gösterememiş bir vaziyette ve yine karşımıza çıkan tabloda bir susuzluk yakınmasından bahsedilmektedir.
Şimdi burada esasında anlatılmaya çalışılan oldukça önemli bir konudur. Yani mana yoluna çıkmış bulunan insan deniz ve dağı aşmasına rağmen uzun çöl yolculuğu içinde çöl fırtınası ile ifade ettiğimiz “yakınma” belasının kendisine dönen binlerce olumsuz sonucu ile esasında manevi manada hiç de bir ilerleme kaydedememektedir. Bununla birlikte daha önce başından geçen tecrübelerinden de bir türlü dersler çıkaramamaktadır. Yaşadıkları tecrübelerden hayatına hakiki dersler yani edinimler, kendi dönüşüm ve değişimine katkıda bulunacak seviyeler edinemeyen kişiler eninde sonunda aynı tecrübelere yeniden tabi olacaklardır. Burada hatalarından öğrenemeyen İsra-el yani Yaratan’a yürüyen kişiler hakikaten hatalarını tekrarlayıp başladıkları yere geri dönmüş olmaktadırlar. İşte bu “çöl döngüsüdür.” Yani tekrar ve tekrar ve tekrar kişilerin kendi tükenmişliklerini hazırlamaları ve her ortamda geldikleri seviyeleri hatta zorlukları unutup bulundukları seviyelerin bütün negatiflerini görerek ilerlemek yerine yerlerinde saymaları ve sonunda da bu döngü içinde kendilerini yitirmeleridir. İşte bu bölümde bu nedenle bize manevi manada daha da ötesi ve daha da kötüsü hatırlatılmaya çalışılmaktadır. Bu anlatılmaya çalışılan şey başladıkları yerde bile kalamayacakları orada yitip gidecekleri yani manevi manada esasında tamamen “acılar yoluna” terk edilecekleri gerçeğidir.
SEÇİMLERİMİZ
Esasında daha önce de “çöl fırtınası” olarak tarif ettiğimiz “yakınma” çölde “kum tepecikleri” oluşturmakta ve görüşü, yürüyüşü daha da zorlaştırmakta ve elbette kişinin bir manada enerjisini tamamen almaktadır. Esasında “Çölde Sayım” bölümü okunduğunda görüleceği gibi aslında İsra-el sürekli “yakınır” durumdadır ve bu yakınmalar hakikaten sürekli kum tepeleri oluşturmaktadır.
Daha önce çalıştığımız “çöl bakışında” on iki habercinin onunun getirdiği olumsuz haberlere kulak asmamış olan kişi samimi “kutsal hayat hacısı” ve “mana yolcusu”dur. Ve bu on iki habercinin sadece ikisinin bahsettiği o muhteşem “son ıslah’a”, Yaratan’la tam bir bütünlük için Mesih’in o en üst seviyelere çıkaran yani “Baba ile ben biriz” dediği seviyelerdeki o “hazların hazına” ulaşma noktasına yürekten tabi olarak yoluna büyük bir azimle ve elbette aşkla, şevkle ve zevkle devam etme gayretindedir. Ve ilginçtir, çölde yani “uzun hayat yolunda” hakikaten Efendimiz Mesih İsa’nın mesellerinden birinde bahsettiği gibi “deliceler arasında başaklar” misali yaşanılan günlük hayatta böylesi bir pozitif “çöl bakışına” sahip olmalarından ötürü bu “kutsal hayat hacıları” suçlanıp durmaktadırlar. Oysa bu kişiler yani hakiki İsra-el, Yaratan’a yürüyen samimi “mana yolcuları” gönüllerine vuran Yaratan’ın saran ışığını görmüşler ve bu ışık onların gönüllerinde Mesih’i uyandırmıştır. Böylelikle Yaratan’ın seçilmişleri olmayı seçmişlerdir.
Oysa diğer kesim yani büyük bir çoğunluğun “çöl bakışına” inananlar ise “çöl fırtınasının” hızlanmasında “çöl döngüsü” içinde kalmayı seçmişlerdir. Hatta olumlu haberler getirenlerin ellerindeki somut delillere bile kulak asmaksızın “vaade” meyletmeyi, sağa meyletmeyi reddetmişler ve solun karanlıklarında yani kötü meylin “ben için alma arzularının” dehşetli dalgaları arasında kalmayı tercih etmişlerdir.
“Kişinin kendisi için alma arzusuna” yapışmasının yani günaha yapışmasının iki büyük dış belirtisi vardır; bunlardan biri kişinin her durumda daima negatifi öne çıkarıp kaosa sebep olan olmasıdır. Bir diğer ifadeyle böyle bir kişi kendisi her zaman olumsuzluğun sonucu olmaktadır. Ve böyle bir kişinin bulunduğu ortamda hep her şey “kısa vadeli görüşler içinde olumsuz” olmuş olacaktır. Ve dolayısı ile bu “yakınma” ille dışarıya vuracaktır. İkincisi ise bu tarz bir kişinin sürekli olarak “yakınma” durumuna bir hedef tahtası seçmesidir. Yani sürekli “suçlayıcı” olmasıdır. Ve dikkat ederseniz esasında bu kişiye “yukarıdan verilmemektedir.” Kişi bunu kendisi için seçmekte ve aşağıdan gayreti ile uyandırdığı “yakınma” ve “şikâyet” olmaktadır.
VE SONUÇLAR
Dünyada birçok sorun durumunda hep suçlanan genelde Yaratan’ın düşünce ve işlevidir. Oysa Yaratan yani kainatın bütün işlerliği, sistemi bize her şeyi bahşetmektedir. Bu kör doğanın sunumu değil doğayı aslında görür kılan ve bizim bu muhteşem düşünceyi ve işlevi kâinatın işleyişinden algıladığımız muhteşem Yaratıcı bütün dişlilerin yerli yerinde çalışmasını sağlamaktadır. Yani bugün dünyamızda esasında hiç kimsenin aç gezmesi gibi bir durumu söz konusu olmamalıydı. Çünkü Yaratan’ın bütün ihsanı sürekli sağlayandır. Fakat insan “kendi doymak bilmez alma arzusunda” bu kaynakları, bu sağlanan ihsanı dengeli ve yerli yerinde ve paylaşmayı bilerek kullanma aczi içindedir. Esasında Yaratan’ı suçlamak kolay olandır. Kötü meylin alışkanlık hasıl etmiş olmasından kolay olandır. Ama esas kişinin kendi dönüşüm ve değişim sorumluluğunda adım atması zordur. İşte “mana yolu” bu adımdır. Bütün insanlık istese de istemese de bu sonuca gelecektir. Ortada suçlanacak olan Yaratan ve Ruh’unda ve Mesih’inde kurtuluş bahşeden yani insanı insan düzeyine doğru harekete geçiren ve kendi “sevgi ve ihsan vasfını” madde içinde yansıtan değil tam tersi “yalnız kendi için alma arzusunun doymak bilmez doruklarında” insanın ta kendisidir.
O zaman “çöl yolculuğu” içinde madem yürüyüş Yaratan’adır, o zaman neden bu kadar zorluklar söz konusudur? Bu sorunun cevabı yukarıda ifade etmeye çalıştıklarımızın içinde mevcuttur. Sorun yani kaos içinde bir türlü ıslah yolunu seçmeme inadında bulunan insandadır. Ve insanın bir türlü kendi “kutsal hayat yolculuğundan” bir türlü öğrenememesidir. Ve insanlar öğrenmedikleri takdirde “acılar yolu” bir döngüdür. Bu döngü içinde kişiler hayatlarını “sanki bu sahneyi daha önce gördük” misali hep tekrar edip duracaklardır. Ve bir daha, bir daha, bir daha yaşayacaklardır. İsra-el de burada esasında bunu tecrübe etmekte ve onların öğrenememelerinde bizlere bir öğretiş sunulmak istenmektedir.
Dikkat edilirse Aden Bahçesi’ne ilişkin anlatımda, Adem yani Yaratan düşüncenin insandaki yansıması ile Havva yani Yaratan’ın işlevininin insandaki yansıması, yılan yani kötüye eğilimin, “kişinin sırf kendi için doymak bilmez alma arzusu” arasında bir üçlü suçlama trafiğinden bahsedilmektedir. Yani bu trafikte hiçbiri durup da “nerde hata yaptım, sorumluluğum ne?” şeklinde bir soruyu kendilerine sormamaktadırlar. Ve elbette bunun sonucunda da Yaratan onları sistem içindeki, madde içindeki yerlerine yerleştirmektedir. Burada bize “çöl döngüsüne” tabi olmanın “kendi başımıza sürekli dert açma ve hatalarımızdan bir türlü” öğrenemeyişimizle alakası olduğu anlatılmaktadır. Bu nedenle Efendimiz İsa bize bir manada “öğretmenim, öğretmenim diyeceğinize öğrettiklerimizi hayatlarınıza alın” şeklinde çok net bir kurtarış cümlesi kurmaktadır. Bu nedir? Bu şudur, yani eğer Mesih’te kurtuluşu bir din gibi gözlemlerseniz bir şeyi dönüştürüp değiştirmek yerine olduğunuz yerde bir takım geleneksel alışkıları yerine getirip durur ama diğer tarafta da “acılar yolunda” kendi hatalarınızı tekrarlayarak “tükenmişler” gurubunda yaşam sürdürürsünüz. Oysa mesela Efendimiz’in öğretilerinden biri olan “evetiniz evet, hayırınız hayır olsun”öğretisini bile hayatta uygulamak eski hatalarınızı tekrar etmemek anlamında olacağı için sizi “çöl döngüsünden” vaade taşımaya yetecektir. Yani tek bir cümle içindeki Efendimiz Mesih İsa’nın hayatı ile ispat ettiği öğreti bize kurtuluş olacaktır.
Çöl hayatında fırtınalardan ve döngülerden kurtuluş olacaktır ve dolayısı ile bizi vaade kavuşturan Yaratan’la Ruh’unda ve Mesih’inde bütünleştiren bir kurtuluş olacaktır. “Kutsal hayat haccımızın” esas sonucu olan “son ıslaha” bizi kavuşturan olacaktır. Aksi takdirde hatalarımızın tekrarı yine “yakınma” ve yine “suçlama” olarak bize sonuç getirirken aynı hatalar bize bu kez daha da katmerleşmiş olarak geri dönecek ve sonunda bizim “ağlayış ve diş gıcırtısı” ile ifade ettiğimiz şekliyle dışarıda kalmamıza neden olacaktır. Bu dışarıda kalma “Yaratan’ı esas olmamız gerektiği seviyede ifşa edemememiz” demektir. Yani “sevgi ve ihsan olan” bizden yansımayacak demektir. Dolayısı ile bu vasıfları edinememek bizim yaratılış gayemiz olan “Yaratan sureti” olamamamız anlamına gelmektedir. Bu da elbette ruhumuzun Mesih’le kucaklaşamaması, o seviyeye ulaşamaması ve dolayısı ile Yaratan’a kavuşamaması demektir. Dışarıda kalması yani hali hazırda bu seviyeye ulaşma mücadelesine devam etmesi demektir.
Çöl yolculuğuna çıkmış olmak esasında Yüce Yaratan’ın saran ışığı olan Kutsal Ruh’unun açtığı yüreklere kendi kelamının o muhteşem yükseklikleri olan Mesih’i tam olarak alıp tamamen dönüşüm ve değişim hayatına adım atmış olmak demektir. Artık bu durumda hem Yaratan’a yürüyüş söz konusudur hem de suret olma ayrıcalığına kavuşma söz konusudur. Ama metinde de gördüğümüz gibi böyle bir yürüyüşte yabancı olmak ve böyle bir yürüyüşte her yerin yerlisi olmak önemli bir fark meydana getirmektedir. Mesih İsa'yı, yaşam müjdesini, kurtarışını bir dini öğretişin belirgin sınırları içinde yani, belli ilahiyatların kafalarda oluşturduğu kalıplarla almak ayrı bir durumdur, Mesih’i giyinmek, Mesih’te biçimlenmek apayrı bir durumdur. Birisi “çöl yürüyüşünde” yabancı olmaktır, bir diğeri çöl yürüyüşünde Yaratan’ın vaadine çağırdığı hakiki Yaratan’a yürüyen yani İsra-el olmaktır. O zaman kurtuluş ve kurtarıcı ve ölüm ve diriliş ve yeni hayat ve günahların aflığı ve kanında aklanmak gibi terimler birer slogan olduğu müddetçe hakiki manada Yaratan’ın saran ışığının oluşturduğu kalp noktasından Mesih’in o muhteşem “dönüşüm ve değişim” kurtarışı, Yaratan sureti oluşturan kurtarışı girmeyecek demektir. Çünkü bu sözcükler bir dini, inancı reklam mahiyetinde algılanır hale getirilmiş sözcüklerdir oysa Efendimiz’in bahsettiği bir din ve inanç değil bir “hakiki manada hayatın değiştiği ve Yaratan’a, Yaratan’la yürünen, Mesih’te ifşa olunan sevgi ve ihsan prensiplerinin biz de hakiki ve samimi yaşam olduğu” tamamen bir yepyeni bir insan, insan hayat edinimi, inanç edinimidir. Böyle bir edinimde Yeşu ve Kalev’in müjdesini idrak edebilmek ve aşkla, şevkle ve zevkle Yaratan’ın o muhteşem düşüncesinde yani Baba dediğimiz o özde ve Yaratan’ın o muhteşem işlevinde yani Kutsal Ruh’u dediğimiz o düşüncesinin işleyişinde ve oğul dediğimiz düşünce ve işlevin mükemmel mana sonucu olan o Mesih’inde yürümek demektir. O zaman “çöl döngüsü” yerine bize görünecek olan sadece “çölün sonu” olacaktır.