Negev’e dağlık bölgeye gidin –bakın nasıl
bir ülke… güçlü mü, zayıf mı?
Çölde Sayım 13:16 -17
Çöl fırtınası yakınmaları arasında esasında çölün hedefini unutmak oldukça kolaydır. Çünkü insan olarak bizim dikkatimiz bütünlükten çabuk olarak parçalara dağılma eğilimindedir. Özellikle iyiye olan eğilimimizde başladığımız yeni yaşamda sevinç çölün monotonluğu ve çöl fırtınaların keskinliği içinde oldukça çabuk kaybolmaya meyillidir. Bu nedenle sürekli olarak “hedef” noktasının gözlemlenmesi bakışlarımızın hedef noktasına doğru yönelmesi esas olmalıdır. Çünkü geçmişin yanlışları şimdinin sonuçlarıdır. Ve bu sonuçlar içinde üstüne üstlük her ne kadar benlikten kaçıyorsak da gerçek yaşamın içindeki çöl tecrübeleri ile karşı karşıya kalırız. Ve büyük bir güreş başlar.
İşte bu nedenle zaman zaman hedefin sürekli gözümüz önünde canlı tutulması ve nasıl bir şey olduğunun bize hatırlatılması esası vardır. Burada da bu nedenle İsrael’in özellikle yakınmalarının arttığı bir dönemde hedefin nasıl bir yer olduğunun kendilerine hatırlatılması istenmektedir. Yani böyle bir yer gerçekten ulaşılabilecek olan bir yer midir? Yoksa ulaşılması zor mudur? Hedefe doğru gidildiğinde ruhun o son varış noktasında son ıslah evresinde acaba bütün arzuların üstesinden gelinebilecek midir? Gelinemeyecek midir? Acaba Yaratan’a yürüyen kutsal hayat hacısının önünde gerçekten aşılabilir engeller mi vardır yoksa zorlu mudur? İnsanların bunları algılamaya ve algılamakla birlikte edinimlerinin sonucunu görmeye elbette ihtiyaçları vardır.
HEDEFİ UNUTMAMAK
Özellikle Mesih’in vardığı yükseklikleri görmek algılamak esastır. Bu nedenle buradaki anlatımda olduğu gibi çöldekilere hedeflerini hatırlatma sorumluluğunda yola çıkan kişilerin özellikle Yaratan’a yürüyenler için önemli bir hatırlatma noktası olan Hevron’a kadar uzanmışlar ve oradan bir bir salkım üzüm olan asma dalı ve nar ve incir alarak geriye dönmüşlerdir. Hevron önemlidir. Çünkü yüce Yaratan orada İbrahim’e vaadini vermiş ve İbrahim’i oradan çıkararak hakikaten de birçoklarının babası kılmıştır.
O zaman böyle bir durumda özellikle Mesih’i düzeye doğru Yaratan’la form eşitliğine yürümeye kalkan “mana yolcuları” içinde birçok kişilerin edinimlerinin aydınlığını bu yola çıkıp tükenmişliğe doğru kaymaya başlayanlarla paylaşmasının büyük önemi vardır. Yani burada çöl fırtınası olan yakınmalarla sağa ve sola dikkatlerini veren bir İsra-el vardır. Yani Yaratan’a yürüyüş “sevgi ve ihsan olanı” edinme sağa ve sola kaymaktadır. Bu acıdır. Günümüzde birçok kereler, meyvedar olmak sadece yeni insanlarla sürekli olarak Mesih’i paylaşmak, Mesih’in kurtarışını ve Mesih’te bize sunulan bağışlama ve lütfu paylaşma olarak algılamaktadırlar. Ama çöldeki İsra-el için bu yolu yürümek hiç de kolay değildir. Özellikle arada var olan henüz samimi yürek geliştirmemiş olan yabancıların yakınmaları ile ortaya çıkan yakınma hastalığı ve büyük çapta insan olmadan ve “benlik için almaya var olan meyilden” ötürü hedefi şaşırma, Yaratan’a İbrahim yürüyüşünde Lut’un yön değiştiriciliğine tabi olma oldukça kolaydır. Bu nedenle olması gereken yürüyüşü sabit ve sürekli tekamül halinde bir yürüyüş tutmak ve bu yürüyüşü sürekli ışığa doğru bir yürüyüş kılmaktır.
ACABA VARABİLİR MİYİM?
Ama akıllarda ve yüreklerde şu iki soru vardır: 1. Gerçekten bir yere yürüyor muyum? 2. Gerçekten böyle bir yere varabilecek miyim? Efendimiz’in öğretileri iyi incelenirse sonsuzluğun başladığı yer dünyadır. Yani cennet dediğimiz o Yaratan’la bütünleşme ya da cehennem dediğimiz Yaratan’la bütünleşememe esasında buradadır. Yani bu noktada başlamakta ve sonsuzluk bir saniye sonrası olmak kaydıyla hep ileriye doğru bir genişleme göstermektedir. O zaman bu metinde gözlemlenen çöl bakışı yani içinde bulunduğumuz negatif ve pozitif arzular çatışmasında bizi sürekli ileriye ya da geriye doğru itme ve çekme durumundaki ortam bizi elbette çölde kaybolmaya ya da çölün sonunu bulabilmeye yönlendirecektir.
Bu arada bizi öne çeken bakış açılarımız yani öncülerimiz olmalıdır. Aksi takdirde bizi arkaya çeken alışkanlığımızdan dolayı arkaya çeken, çok geriye çeken yüksek sesler olacaktır.
Bu anlatımda her bir kavimi temsilen gönderilen yani her düzey için gönderilen kişilerin her düzeydeki deneyimlerinde böyle bir varış noktasının olduğu gerçeğidir. Yani böylesi bir manevi seyahatin ortak noktası gerçekten süt ve bal akan bir ülke bir manevi mekan ifadesidir. Yaratılışta yaratılmış asla başlangıcı ve sonu olmayan değildir. Parçalar halinde Yaratan’dan Yaratanı Mesih düzeyinde ifşa edecek olan ve bu gaye ile yüceltmeyi tamamlayacak olan ruhlar kainatta başı ve sonu olan bir vaziyette döngü içinde yollarına devam etmektedirler ve böylesi maddeye gömülmüş ruhlar maddedeki seyahatleri sebebiyle elbette bir başlangıç ve son döngüsü içindedirler ve neticede insani tabirlerle, teşbih ve mecazla ifade etmek gerekirse varış yerleri içinde “bal ve süt” akan diyardır. Yani sonsuzlukta Yaratan’la bütünleşme hazzının o en doruk noktalarıdır. Süt gibi pak, bal gibi tatlı harikulade o en üst hazzın olduğu mekandır.
İKİ FARKLI BAKIŞ AÇISI
Bu deneyimlemede çöl yürüyüşünde birinci nesil ve ikinci neslin farklı edinimlerindeki o birbirinden zıt koşul yani tükenmişlik ve dayanma koşulu hedefe bakış açısından kendisini açıkça göstermektedir.
İlk neslin bakış açısına göre hedefte kendilerine verildiği söylenilen yere ulaşmak oldukça uzak bir ihtimaldir. Yani bu bakış açısına göre böyle bir yere yürüyüş de, böyle bir yolculuğu tamamlamak da mümkün değildir. Çünkü çölden bakıldığında büyük bir çoğunluğun kendi o anki edinimine göre vaat edilen yere ulaşmak mümkün değildir. Üstüne üstlük bakış açısının negatif köklerinin ne denli derin olduğu oradaki insanları bile farklı değerlendirmelerine yol açmaktadır. Yani bu bakış açısına göre bizi vaat edilen manevi yüksekliklere çıkmamız önünde bizi engelleyecek uzun boylu arzular vardır ve arazi tamamen bunlarla kaplıdır ve mekan girişe hiç elverişli değildir.
Oysa böylesi bir çoğunluğun içinde iki kişiden oluşan azınlığın çöl bakışında hedefte gördüğü yer bambaşka bir yerdir. Kolaylıkla fethedilebilecek, içeriye girilip orada huzur içinde bir yaşam sürülebilecek bir mekândır. Çünkü bu kişiler için zaten vaat edilmiştir. Zaten bu vaadin varlıkta farkındalığında bu bakış açısına varmak kaçınılmazdır. Çünkü anne rahmindeki karanlıktan bu gördüğümüz inanılmaz muhteşemlikler dünyasına varılması en güzel göstergedir. Ölüm gerçeği arkasındaki hayat, her bitişin yeni bir başlangıcı getirmesi paralelliğindedir.
TEK BİR SÖZCÜK “FAKAT”
Her iki bakış açısı birbirinden oldukça farklı görünmektedir. Esasında bu farklılık “fakat” sözcüğü ile kendini ifade eder bir durumdadır. Mesela büyük çoğunluğun olumsuz bakışında 13:28’de “gerçekten süt ve bal akıyor” dedikten sonra “fakat” ifadesiyle varılacak noktanın bütün olumsuzluklarının sıralandığını görüyoruz. Diğer tarafta Yeşu ve Kalev’in olumlu bakış açısında da yine bir “fakat” ifadesi ardından varılacak noktanın olumluluklarından bahsedildiğine tanık oluyoruz. Bizim hayatımızda da durum hep bir fakat ve sonrasına bağlıdır. Özellikle Mesih’le çöl yolculuğumuzda Yaratan hazzında yeni yaşama yürüyüşümüzde bu “fakat” sözcüğü “yakınma” ile “yakarış” bağlantısında önemli bir rol oynar. Çünkü vaat edilen toprak yani manevi arzular hem şimdi hem sonra içindir. O zaman “Kenan” hem şimdi hem sonradır. Yani hem dünya içinde “benliğin aşılması” ardındaki Yaratan’la yürüme zorluğu sonrasında hem de bütün beden hayatının sonunda varılacak olan sonsuzluk noktasındadır. Bu nedenle bakış hakikaten önemlidir. “Fakat’in” ardındaki görüş önemlidir. Yakınma içindeki yolcunun “mana yolu” teşvikçilerine ihtiyacı büyüktür. Mana yolu teşvikçileri yakınmada olduğu gibi çöl bakışında net göremeyenler gibi yani negatif çoğunluk gibi olabilirler ya da mana yolu teşvikçileri Yeşu ve Kalev gibi “ileriyi görebilen” hem de çöl içinde deneyimleriyle ileriyi görebilenlerdir. Çünkü zaten “vaat edildiğini” bildikleri yere “kendilerinin” gözüyle bakarak gidebilmiş olanlardır. Dolayısı ile onların raporları da buna göredir.
FARKLILIK NİYE
Burada bize aynı yerde oturup farklı bakış açılarında Yaratan’ın yoluna Mesih’in kurtarışına, Ruh’un rehberliğine bakabileceğimiz anlatılmaya çalışılmaktadır. Çok ilginçtir çünkü çölde bütün bu kavimlerin temsilcileri aynı “buluşma çadırı” etrafındadırlar. Aynı kurtarılışla kurtarılmışlar ve aynı yakınmaları duymuşlardır. Ama içlerinden büyük bir çoğunluğu Yeşu ve Kalev’in görüşünü edinememişlerdir. Her iki tarafta “Yaratan’ın gönderdiği diyara” gitmiştir. Ama deneyimleri farklıdır.
Burada ismi üzerinde Yeşu esasında “Yaratan kurtarır” anlamındadır. Yani Yaratan’ın ışığını almış bir yürek gerçekten bakış açısında da doğal olarak bu ışığı yakalamış bir yürek olacaktır ve bu ışıkla dünyaya bakacaktır. Burada da öyle olmuştur. Dikkat edilirse Davut ve Golyat hadisesinde de büyük bir çoğunluğun göremediğini Davut fark edebilmiştir. Yani orada kendini olgun zanneden birçok kişinin önünde henüz toy sayılan birinin o saf ışığı kavrayabilen yüreği birden bire farklı renkler yansıtabilmektedir.
Bu yürek renginin farklılığını yukarıda ifade ettiğimiz o “fakat” sözcükleri ardında görmemiz mümkündür. Olumsuz ifadeler için kullanılan “fakat” sözcüğü arkasında “ne” kavramını yani yaratılanı kendi sınırlarımız ve algımız içinde görme ve bu sınırlara göre değerlendirmemiz söz konusudur. Oysa olumluluk ifadeler için kullanılan “fakat” sözcüğünün ardında ifade “Yaratan’ı edinme” söz konusudur. “Eğer Yaratan bizden hoşnut kalırsa” yani O’nu “sevgi ve ihsan” vasıflarıyla edinebilirsek işte o zaman, yani “üst akla tutunabilirsek” yani “mantık üstü bir inançla devam edebilirsek oraya varabiliriz” demektedir.
EDİNİM İNANCININ BAKIŞ AÇISI
Edinim inancı adeta çölü tecrübe ede ede aşma kavramıdır. Yani daha önceki izlenimlerimi yeni izlenimlerin üzerine eklerken “sevgi ve ihsan” vasıflarındakileri daima hatırlayarak Yaratan’ın saran ışığında yeni edinimlerle varış noktasına yani Yaratan’ı edinme noktasına yürümektir. O nokta Mesih’le bütünleşme, kurtarışın gönendiği noktadır. O zaman çöl yolculuğunda yalnızca engelleri, yalnızca olumsuzları görmek edinim inancına sahip olamamak “kuşkular inancı” içinde devam etmek anlamındadır ve esas edinim inancı “sevgi ve ihsan olanı” edinme koşuluyla “bahis olarak ortaya kendinizi” koymadır. Yani “risk” Yaratan’a tam güvenme riskidir. Risk “vaat edileni” algılama ve hissetme ve edinme riskidir. Bu risk ise bize yeni seviyeleri keşfetme şansını doğurur. Bir ülkenin var olduğuna inanır hatta biliriz. Ama uçağa binip o ülkeye gitmek bize o ülkeyi içimize almayı getirir. Ama eğer giderken çok önyargılarla gidersek o zaman o ülkede arayacağımız hep eksiklik olacaktır. Ama daha önceki iyi edinimlerden o ülkenin güzelliklerini duymuş ve önceden bir önyargı oluşturmamışsak o ülke hakkındaki izlenimlerimizde çok daha olumlu olacaktır. Ayrıca uçağa binme korkusundan hiçbir zaman bir ülkeye gidip o izlenimlere sahip de olamayabiliriz. İşte çölden bakışımızda bu iki bakış açısının hep varlığı karşımıza çıkmaktadır.
MANTIK İÇİ İMAN
Burada İsra-el olarak bu kadar yolu aştıktan sonra en ufak bir olumsuzluk ile insanların ne kadar çabuk doğru istikamete doğru yönlenişlerinden geri dönmeye kalktıklarına şahit oluyoruz. Bu bizim hayatımız için de böyledir. Eğer bakış açımız gerçekten Ruh’un ve Mesih’in rehberliğinde bir bakış açısı değilse, eğer gören gönül gözlerimiz ışığın o muhteşem algısında Mesih’in gözleri değilse o zaman görüldüğü gibi hemen mantık içine göre yani kendi düzey algısına göre çözüm bulma derdindedir. İlginç olan bu çözümün “geri dönüş” olmasıdır. Yani bizler manevi manada Yaratan’a yürüyüşümüzde eğer sürekli olarak bakış açımızı geniş tutamıyorsak o zaman her an düşüşle burun burunayız demektir. Bu yükseliş ve alçalış eğer belli bir istikametteyse elbette bizi daha üst yükselişlere taşıyacak demektir. Ama diğer tarafta çoğunlukla tükenmişliği getirmektedir. O zaman Yeşu ve Kalev’in edinimi Yaratan’ın vaadinde yani ışığında bir edinim olduğu için esasında “mantık üstü olarak” bizi sona taşıyacak yani “insan-ı kamil” düzeyinde Mesih’le Yaratan’a bağlayacak olan bir imandır.
Oysa burada İsrael’in paniklediği noktada seslenişinde “Keşke, Mısır’da ya da çölde ölseydik! RAB neden bizi bu ülkeye götürüyor?”–14:2-3 şeklinde o anın hissedişinde ve o anın mantığında bir isyan açıkça belirgindir.
SONUÇ
Sonuç her şeyden önce kâinatta birçok ruhun kendi yollarında sadece “acılar yoluna” baktığı gerçeğidir. Bu “ben için almanın” kısa vadeli görüşünün getirdiği bir alışkanlığın sonucudur. Esasında yapılması gereken Yeşu ve Kalev gibi kimin, nereye, ne için gönderdiğinin bilincinde bir mantık üstü imanla hedefe kenetli bir biçimde gitmek ve hedefi tam yerli yerinde tespit etmiş olmaktır. Bu gidiş illa bedenen bir yere gitme tarzında da anlaşılmamalıdır. Bu gidiş manevi yolculuğun gidişidir. Bu gidiş hedefi Yaratan’ı edinme hedefini Mesih’le aynı yerde mecazi manada tahtın o muhteşem Yaratan düşüncenin yanında oturma hedefini edinmektir. Böyle bir ediniş yalnız bu tarz bir edinişte olanların Yaratan’ı edinip bu döngüden “acılar yolu” döngüsünden kurtulup sonsuzluğa hakiki bir yüceltme ve hazla ereceği anlamındadır. O zaman çölde yakınmadan yakarışa dönüşümde bakış açısının da büyük bir rolü hem de hakikaten Yaratan’ı edindiren bir rolü olduğu kesindir. Ve bakış açısı yürüyüşün bereketidir. Hakiki vahayı görebilmekle serap görmek arasında çok büyük ve hayati bir fark olduğu kesindir.