V. ÇÖL FIRTINASI (Çölde Sayım 11)


Halk çektiği sıkıntılardan ötürü

yakınmaya başladı.

Çölde Sayım 11:1


Özellikle dini seviyelerde gezinen birçok insan için “yakınma” hiç de önemsenen bir davranış değildir. Çünkü birçok dini seviye insanı için daha çok sonuçlar önem taşımaktadır. Özellikle kişinin belli bir sonuca ulaştığında kendi “beninin” etkileşiminden kaynaklı acılar canını yaktığı için artık bu günah sonucudur. Ve bağışlanma arayışı çoğunlukla yeniden kendini iyi hissetme arayışıdır. Kısacası “benin” yaptıklarından pişmanlık duymaksızın yine “kendi için almasına” devam edebileceği aldatıcı bir ortamın oluşması bir çoğu için en önemli noktadır. Ama günümüzde ve her zaman insanlığı bir kurt gibi kemiren çok önemli bir nokta vardır ki, hep göz ardı edilmiştir. Esasında birçok kötü sonucun arka planında negatif bir güç olarak yerini almaktadır. Bu hiç kuşkusuz “yakınma” tavrıdır. Büyük ve kötü bir alışkanlık olarak adeta insandan insana bir virüs gibi atlar durur. Her şeye bir kulp bulma misali her bir konu için yakınmalık bir durum vardır hele hele bu durum maneviyat yollarında yön bulmaya kalkanlar için esasında önemli bir noktadır. Çünkü başından fark edilmez ve yakalanmazsa bunun ardını arkasını kesebilmek hiç mümkün olmayacaktır.



YAKINMA VE SONUÇLARI


Metne baktığımızda deniz ve dağ aşamasından sonra çöle çıkmış yani artık “mana yolunun” zorlu enginlerinde yol almaya başlamış kişinin zorlu yolculuğuna tanık olmaya başlarız. Bu yolculukta yolculuğu daha da zorlaştıran konum kişinin “acılar yolunda” edindiği tecrübelerini sürekli olarak “mana yolculuğuna” taşımasıdır. Yani orada edindiği edinimleri bir anlamda mana yolu üzerindeki edinimlerine şablon olarak kullanma gayreti içindedir. Elbette bu büyük bir yakınmayı da beraberinde getirmektedir. Bu doğru olan değildir. Bu yanlış olandır. Çünkü acılar yolunda “henüz benin farkındalığı yoktur.” Acılar yolunda arzuların sürekli beni tatmini çabası vardır. Oysa “mana yolu” denizin ve dağın aşılmasında ışıyan bir yoldur. Yani zorlu bir aşama ile “ben yönetimi” terk edilmiş ve bir anlamda “Yaratan vasfında” bütün benliklerin işlediği bir ortamda zıt konumdan “zıta zıt olma” denilen başka bir konuma gelinmiştir. Bu zıtlık artık Yaratan’a değil ama insanadır. Ve çöl de zaten bu noktada başlamaktadır. Ve elbette sürekli acılar yolunun içinde olmanın alışkanlığı ve bu alışkanlığın kolaylıkla tanımlanabilmesi kişiyi mana yolunda hep geriye doğru çekmekte ve bir bakıma kolaylıkla iki ileri bir geri şeklinde bir ilerleme zorluğuna sevk etmektedir. İşte bu noktada kişi yakınmaya başlar.


Şimdi aslında bu bölümde kişinin bir uyandırana “üst akla sahip” olmasının önemi çok net olarak gösterilmektedir. Çünkü kişi kendi başına devam ederse bu sürekli geri çekim kişiyi hiç kuşkusuz hep yakınma gibi çok içten içe kişiyi yiyen bir konuma getirecektir. Ama kişi eğer kendisine bir “üst akıl belirleyecekse” işte o zaman bu bölümde gördüğümüz gibi Musa’ya yakınmanın çok olumlu sonuçlar getirdiğini görüyoruz. Yani esasında hakiki bir mana hocasının varlığı kişilerin yakınmalarını bir anlamda Yaratan’ın sistemi için yönlendirmektedir. Bu noktada önder yani üst akıl esasında yakınmayı bilinçli yakarma hali için örnektir. Çünkü Yaratan’ın vasfını kendi bünyesinde yansıtan “üst akıl” burada Musa ama bizim içinse artık Kurtarıcımız Efendimiz Mesih İsa’dır. Musa düzeyi ışığı henüz alan düzeydir.


Oysa Mesih düzeyi ise artık “Baba ve ben biriz” düzeyidir. İşte bu bağlamda o zaman çöl yakınmaları ya “kendi geri çekmelerimiz akıntısında zorlu bir mücadele olacak” ya da hakiki mana önderine tutunmayla “yani üst akla tutunmayla” önden çekilen ve bizi “vaat edilen diyara taşıyan” bir hale dönüşecektir. Eğer “üst akılla” bütünleşme varsa o zaman çöl yakınmaları çöl yakarışlarıyla bir manada “haklı davaları için kendilerini sloganlarıyla teşvik ederek yürüyüş yapan” bir grup misali çöl yakarışlarının gölgesinde büyük bir heyecanla yürüyüş devam edecektir. Çünkü “yakarış” ileriye slogan, “yakınma” geriye özlemdir.


YAKINMANIN TÜKETME GÜCÜ


Derken, halkın arasındaki yabancılar başka yiyeceklere özlem duymaya başladılar”–4.a


Yakınma her ne kadar üzerinde durulmasa da esasında bizim manevi hayatımıza ve psikolojik yaşamımıza oldukça etki eden bir durumdur. Ve ayrıca etrafını da kolaylıkla etkileyen bir tavırdır. Aslında buradaki örnekte de görüldüğü gibi her şey hemen hemen “benin alma arzusunun” tatminsizliği ile başlamaktadır. Ve işin ilginci bir manada bir kişinin kendi benliğini bir başkasında görmesi tarzında birbirinden “alma arzusu eksikliği hissi” konusunda etkilenmesi ile başlamaktadır. Yani esneme gibi kolay kolay kişiden kişiye geçen adeta manevi bir virüs gibidir. Bu bölümdeki anlatımda da olan zaten budur.


İnsan, geldiği her seviyede bir arka seviyedeki alışkanlıklarının zaman zaman etkisi altında kalmaktadır ve bu etki altında kalış çoğu zaman yeni seviyenin getirilerini görememek anlamına gelmektedir. İşte o zaman da “yakınma” dediğimiz bir önceki seviyenin aşağıya çeken gücü ortaya çıkmaktadır ve bu güç esasında oldukça tüketici bir güçtür. Çünkü kişi “yakınma” seviyesine düşerse Yaratan’ın ışığında Yaratan’ı edinme yolundaki hazzını anında yitirme durumuna gelmektedir. Bu da kişinin bütün manevi yükselişini önce durduran sonra da aşağıya doğru çeken oldukça zorlu ve tüketen bir durumdur.


Burada özellikle böyle bir özlem içine giren kişilerin “yabancılar” olduğundan bahsedilmektedir. Yani Yaratan’a yürüyüş esnasında daha önce iki neslin varlığından bahsetmiştik. Bunlardan bir kısmının yolda tükendiklerinden diğerlerinin ise çok samimi bir adanmışlıkla manevi manada vaat edilen toprakların sınırlarına vardıklarından bahsetmiştik. İşte burada Mısır özlemiyle yanıp kavrulanların o birinci nesle ait olanlar olduklarını görebiliriz. Bu kişiler hiç kuşkusuz burada yürekleri tam anlamı ile “dönüşüm ve değişime” tabi olmayan ve sadece bir güruh zihniyeti ile bir şey olma, bir camiaya katılma gayesi ile katılmış olanlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Ama işte böylesi samimi yürekleri olmayan kişilerin tavırlarının büyük bir kitleyi de etkileme ihtimali her zaman mevcuttur. Bu nedenle dikkatli olmak dilek ve niyetle yola çıkan manevi yolcuların doğrudan hedefe kenetli ve Yaratan’ın ışığının rehberliğinde hareket etmeleri esas olmalıdır.


YAKINMADAN KORUNMA


Çöl yürüyüşü adı üstünde olduğu gibi zaten zorlu bir yürüyüştür. Bu yürüyüşte birinci nesil ile ikinci nesil arasındaki en önemli fark birinin hedefi diğerinden daha net görebilmesidir. Fakat netliği bozan her zaman başka vericilerin olmasıdır. O zaman önemli olan Yaratan’ın ışığını görebilecek tek bir “ışığı alan kap” oluşturmak esas olmalıdır. Yani Efendimiz Mesih İsa’nın yüreğinin, bakış açısının ve kurtarışının bizde yoğunlaştığı bir bakış açısının olması esas olmalıdır. Efendimiz Mesih’in “sevgi ve ihsan” vasfında hayatını ortaya koyan kurtarış yaşamı tutunacağımız “üst akıl olmalıdır.” Bunun daha ötesi yoktur. Yani her tür parazit görüşlere, eleştirilere, yakınmalara bakış açımız hep “saran ışığın” huzmesinde olmalıdır. O zaman kişi bu yürüyüşünü Yaratan’ın “toplanma çadırında” sürdürebilecek ve dolayısı ile vaadin o en üst düzeylerdeki Yaratan’la Mesih’inde Mesih düzeyinde olma hazzına ve Ruh’un aydınlığında bütün kainatı ve sonsuzluğu net olarak görebilme ayrıcalığına ve elbette Yaratan sureti olmuş olarak kavuşmuş olacaktır. Bu bütün insanlığın bütün “kötü eğilimleri” arkasındaki esas arzusudur. Ama “benliğin” evvel emirde fark edilmesi durumunda olması bunu hep engellemektedir.


Burada aynı zamanda denge önemlidir. Yani bir tarafta Hovav gibi kişilerin yürüyüşte yanımızda yer alması için sürekli teşvik etmek, diğer tarafta ise “yabancıları” yani “hakiki manada yürüyüş yüreğine” sahip olmayanların farkında olup onların etki alanlarından çıkmak oldukça önemli bir denge prensibidir. Bu ancak “saran ışığın gönlünüzde oluşturduğu göz” ile ayırt edilebilecek ve “kötü gören gözleri kör edebilmenin” sonucunda da esasında daha da belirgin olabilecek bir durumdur.


İNANÇSIZLIK ÜRÜNÜ


Yakınmanın arka planında kişinin edinimsiz bir inanca sahip olması büyük bir rol oynamaktadır. İnançlar eğer sadece toplumsal giysiler olarak üzerimizde ve öğretildiği şekliyle bir “iman bilgi deposu” olarak ve alışkanlıklarla birleşmiş bir biçimde mevcutsa elbette arka plandaki bu müthiş güvensizlik, belirsizlik ve daha doğrusu hakiki mantık üstü inanç dediğimiz şekilde sahip olunmayan iman sebebiyle “yakınma” kaçınılmaz olacaktır. Kişilerin hedeflerini tespit ettikleri ve hedefe yürüdükleri noktada ve varacaklarından da emin oldukları noktada yakınabilecekleri normal normda hiçbir şey yoktur. Oysa hedefin net olmaması yürüyüşün hangi yöne gittiğini bilmemek demektir ve dolayısı ile niyetin kararsızlık içinde olması ve dileğin de güçlü olmaması anlamına gelmektedir. Gördüğümüz gibi hep söylediğimiz dilek (yani güçlü istem) ve niyet ve yürüyüş ve hedef bu tabloda tam tersine işlemektedir ve yakınma tamamen bir çölde kayıp olmuşluk hissinde haykırış olmakta ve bir panik hali olmaktadır. Ve dolayısı ile bir alt seviyedeki “benliğe kölelik” çekilen ızdıraplar unutulmak kaydı ile adeta oradaki birkaç hoş ayrıntının hatırlanması ile bulunmaz Hint kumaşıymış gibi görülmeye başlanmaktadır. Bu panik durumunun tutunacak yer bulamamasından geçmiş seviyenin bütün olumsuzluklarını kaybedilmiş olumluluk gibi görme eğiliminde yeniden tutunmaya çalışma gayreti içine girilmesidir.


Farkındaysanız bu yakınma durumunda Mısır’dan çıkan ve orada resmen en kötü koşullarda kölelik yapan halk içinde bazıları oradaki durumlarını çoktan unutmuşlardır. Yani bizler “bütün bencilliğimizle doymak bilmez arzularımızı doyurma” kudurmuşluğu içinde hayvan düzeyinde yaşarken kendi başımıza açtığımız bütün dertleri ve tatminsizlikler sonucu kendi canımızı dahi en aşağı seviyelere indirdiğimiz durumları çok çabuk unutabiliyoruz” ve hemen Yaratan’ın o muhteşem ışığında hazzında Yaratan’a benzeme vasıflarını giyinmede Mesih’le erdiğimiz o yeni yaşamı hemen yakınmalarımızla donatabiliyoruz.


Bakın Çıkış 5:6-21’deki ifadeler esasında çöl yürüyüşündekilerin Mısır’daki halini çok güzel bir göstermektedir: Firavun o gün angaryacılara ve halkın başındaki görevlilere buyruk verdi: Kerpiç yapmak için artık halka saman vermeyeceksiniz. Gitsinler, kendi samanlarını kendileri toplasınlar…kerpiç sayısını azaltmayın…işlerini ağırlaştırın ki...”


İnançsızlık daha doğrusu hakiki edinim inancından yoksunluk yani Efendimiz’de ifşa olunmuş sevgi ve ihsan vasıflarının bir türlü bizim doğal hayatımızda karakter yapımıza ve benliğimize oturamaması yakınma ile varlığımızın bu uyumsuzluğu haykırmasına yol açar ve dolayısı ile bu “yakınma” durumu da beraberinde tükenmişlik gibi ve daha birçok alt ve elbette çok olumsuz sonuçları getirir. Mesele bunlardan bir tanesi hayatı bu yeni yaşamda da yani bu yeni düzeyde de Mesih düzeyinde de tek düze olarak görmek gibi ve her şeyden önemlisi “vizyon” kaymasına düşmek gibi; şimdi kısaca bu iki sonuca bakalım..


1. HAYATI TEK DÜZE GÖRMEK


Bu mandan başka gördüğümüz hiçbir şey yok”–6.a


İster öyle olsun ister böyle olsun esasında insanlar üç aşağı beş yukarı hep kendi yaşam halkaları içerisinde belli aynılıkları tekrarlar dururlar. Bu insanın mana düzeyinde geldiği seviyeler içinde geçerli durumdur. Mesela çocukken çocuklar hep oyun oynamakla meşgul olmak isterler. Ve esasında bu bir tek düzeylilik olmasına karşın o düzeyde henüz farkında olmadıkları bir konumda pek de şikayetçi değillerdir. Sonra “acılar yolu” yaşamında da doğrusu birçok insan hep aynı şeyleri tekrarlar durur. Çünkü her düzeyin aynılıkları esasında belli yaşam zincirlerinin döngüleridir. Yani olması gerekenlerdir. Mesela her yaz Bodrum’a gidenler bunu artık bir alışkanlık haline dönüştürmüşlerdir. Oysa birçok görülecek belki daha da haz alınacak yerler vardır.


Burada Mısır’daki monoton yaşamlarını bir başka seviyede ne için o düzeyde olduklarının ve nereye gittiklerinin farkında olmadıkları için unutanlar ve ne zorlu bir çalışma sonucunda yemek yediklerini akıllarına bile getiremeyecek kadar belki de rahata ermiş olanlar her gün aynı gıda ile beslenmekten şikayet etmektedirler. Oysa bu koşulda da eski koşullarında olduğu gibi tek düzelik elbette hakim olacak olan temel unsurdur. Ama arada büyük bir fark vardır. Bu fark buradaki “tek düzeyliliğe” bakış açısı ve onun ne gibi mücadeleler sonucunda elde edildiği gerçeğidir. Ayrıca bu manalandırmada hedef olarak yürünen noktanın ne olduğudur. Hedefsizlik içindeki bir monoton döngü ile hedefi olan bir monoton yürüyüş arasında inanılmaz büyük değer farkları vardır. Tabi bu da ancak “gönül gözü” açılmış olanlar ve Mesih’i düzeye Efendimiz Mesih İsa’da biçimlenerek gidenlere açılan bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.


2. VİZYON KAYMASI


Vizyon kaymasında daha önce de dediğimiz gibi esasında dilek, niyet, yürüyüş ve hedef sıralamasının tersten işlemesi söz konusudur. Yani böyle bir durumda kişi yönsüzlük gibi bir durum içinde esasında kendi kendini koyduğu bir durum içinde sağa sola haykırmaya onu bunu suçlamaya başlar. İşte bu vizyon kayması “çölde panikleme” halidir. Böyle bir durumda eskinin her şeyi bir “nostalji” olarak görülmeye başlar. Aslında insanlar için biraz “nostalji” iyidir, bize yaşadığımız eski güzel anılarımızı, dostluklarımızı hatırlatır. Bu farklı bir durumdur içinde bulunduğumuz konumdaki vizyon kaymasından kaynaklı bir durum değil sadece bir anmadır. Oysa burada vizyon kayması sizi allak bullak eden, çölde sürekli olarak kalmanıza yani “acılar yoluna” çöle geldiğiniz halde yine geldiğiniz yere “acılar yoluna” dönmenize nedendir. Yani aşılan deniz ve dağ birden bire çöl ilizyonları içinde kaybolur gider. Adeta onlar birer serap olmuştur.


Bu nedenle Mesih İsa kendi öğretilerini yapma ile kendisini sevme arasında bir bağlantı kurmaktadır. Çünkü “yol, gerçek ve yaşam” derken Efendimiz bize kesin bir vizyonu Mesih’le ölüp, dirilip Yüceler Yücesi olan Yaratan’ın yanındaki yerimizi almamızı istemektedir. Bu nettir. Çöldekilerin gittikleri vaat edilen topraklar, yeşil bereketli yerler vardır. Hazırdır ve onları beklemektedir. Ama tek yapacakları ve yapmaları gereken bu vizyona kenetlenmeleri gerçeğidir.




EDİNİM VE SONUÇ BAĞLANTISI


Aslında “acılar yolunda” da insanlar zorluklar çekmektedirler. Ama çoğunlukla çekilen zorluklar salt yaşam gailesi denilen sonucu net bilinmeyen ve hatta acı olarak görülen bir durum içindir. Bu nedenle tükenmişlik hat safhadadır. Milyonlarca insan için günlük hayat akıp giden ve hatta boşa akıp giden bir nehir gibidir. Esasında bütün kainatta boş olarak, nedensiz olarak hiçbir şeyin yaratılmadığı bilincinde bir yaşam ise nehrin sonundaki denizi görebilen bir yaşam olduğu için nehrin nehir olduğunun ve akıp gitmesi gerektiğinin farkındadır. Dolayısı ile nehrin farkındalığı ve akıp gitmesi gerekliliği ve bunun boş bir şey olmadığını algılamak hayatın yani içinde yaşanılanın Yaratan’ın içinde bir devinim olduğunu algılamak ve bundan haz alarak Yaratan’ı yücelten bir yaşama girmektir. Efendimiz acılar yolunu sonsuzluğun demlerinde mana yoluna çevirmektedir. Kısacası edinim yani Yaratan’ı Mesih’inde edinim demek sonucun farkındalığında olmak demektir. Bu iman, ümit ve sevgi denilen o üç önemli gerçeğin kişide boyut oluşturmasıdır. Ve dolayısı ile yakınmalar bu farkındalıkların olmadığı alanda çevre bulup ilerlemektedirler. Veya yakınma vardır, ya da yakınma ötesinde “sonuca kadar dayanma yakarışı” vardır. Çöl yakınması yerine sonucun bilincinde edinimlerle “dayanma yakarışı” kişinin birinci nesilden ikinci nesile geçmesini dolayısı ile tükenmek yerine sona kadar dayanmasını sağlayacak olandır.


ÜST AKLIN ÖNEMİ


Üst akıl kişinin benliğinden dışarıya doğru çıkışı ve Yaratan’a yürüyüşünde Yaratan’ın saran ışığının gönül gözünü açması anında ve sonrasında hep kişiyi “uyandıran” konumundadır. Bütün manevi uyandırmalar yukarıdandır. Ama bir tarafta bu ruhsal bir uyandırış olduğu gibi yani “saran ışık Kutsal Ruh’un” uyandırışı olduğu gibi “dönüşüm ve değişimin” zorlu yolculuğunda bir varlık içinde uyandıran olması da gerekmektedir. İşte Musa’nın önderliğinde olduğu gibi. Çünkü insanlar böyle bir “üst akıl sağlayışında” Yaratan’a doğru mana yolculuklarında yeniden acılar yoluna çekilmeleri durumunda “uyandırılmaya” ihtiyaçları vardır. Uyandırılmak ve üst akla tabi olmak yerine sadece kendi kendilerine yakınmayı seçerlerse yakınma merhametle birlikte yargıyı da çeker. Oysa üst akla danışmada üst akıl durumunda “üst akıl yakınmayı yakarışa çevireceği” için bu kez merhamet ve yargı karışımı merhametin ağırlığını getirecektir.


Buradaki örnekte de olan budur. Yakarışta istenilen nimetler verilmiş ama normalin üstünde verilmesinde bir anlamda “merhametin normal durumuna yargıyı” çekmişlerdir. Sistem zaten vermek içindir. Çünkü Yaratan ihsandır. Ve Mesih İsa’da bize sunulan lütufta da bu görülmektedir. Günahın aşağıya çeken durumunda insana kurtuluş kapısı açılmaktadır. Ama esas olması gereken şey aşağının da bu üstten lütfa cevabıdır. Yani yakınma “yakarış” olsaydı hazır sistem o an zaten sunmaya hazır olduğu işlemi yerine getirecekti. Yaratan’ın işleme biçimi sistemi budur. İstenmese de verendir. Ama istense de sistemin verdiğinin farkındalığında ziyadesini sunandır. O nedenle bir yanda yakınma yakarış olmalı, diğer yanda Yaratan’a Mesih’inde ve Ruh’unda yürüyüş zorluklarında bir üst akla bir manevi öndere, bilene danışılmalıdır. Ve önder denilen kişi de ismen değil hakikaten ve ruhen önder olmalıdır. Kaldı ki, her bir samimi Mesih talebesi için “bir tek üst akıl ve bu aklın velileri olanlar olabilir.” Bu üst akıl Efendimiz Mesih İsa’dır ancak diğer manevi önderler Mesihi düzeyde olmak kaydı ile bir veli düzeyinde Ruh’un aydınlığında da kalmak kaydı ile önderlik edebilirler.


YAKINIŞ ÇOKLUĞUNDA ÖNDERLİK


Metinden öğrendiğimiz kadarıyla yakınış çokluğunda “önder” dahi etkilenecek olandır. Yani buradaki örnekte Yaratan’ın bu kadar kişiye et ihtiyacını karşılayabileceği konusunda kuşkuya düşmüş olan Musa’nın kendisidir. Yük ağırlığı altında birden bire ezilmeye başlayan da Musa’nın kendisidir. “Kuluna niye kötü davrandın? ...bu halkı tek başıma taşıyamam! …bana böyle davranacaksan... kendi yıkımımı göreyim” (11:11-15) gibi ifadelerle halk gibi yakınmaya başlayan da Musa’dır. Her ne kadar daha sonra kendisini topladıysa bir önderin “yakarış” hizmetine yani “kainat sistemini, Yaratan kurtarışında Ruh’un işlerini” bilme hizmetini “yakınmaya” çevirmesi öndere örnekte gördüğümüz iki sonucu getirmektedir. Bu sonuçlar elbette bir tarafta merhamet diğer tarafta yargıdır. Ama yargı sistemi önderin özellikle sistem farkındalığında biraz daha sorumluluğunun farkında kıldığı için dönüşleri ile daha hafif algılanmaktadır. Fakat her ne olursa olsun anlatılanda önder bunu art niyetle sürdürürse o vazife herhangi bir insanla kolaylıkla sürdürülebilir. Çünkü “saran ışık” dilediği yerde eser durumdadır. Kısacası yakınma gerçekten çöl yolculuğunda Yaratan’a yürüyen için en büyük görünmez tehlikelerden biri olup bir manada “çöl fırtınasıdır.”