IV. ÇÖL YÜRÜYÜŞÜ (Çölde Sayım 10:11-36)


RAB’bin Dağı’ndan ayrılıp üç günlük yol

aldılar. Konaklayacakları yeri bulmaları

için RAB’bin antlaşma sandığı üç gün

boyunca önleri sıra gitti.

Çölde Sayım 10:33


Bizler hiç kuşkusuz genel olarak bize ihsan edilmiş olan bütün kainat sisteminden gün be gün keşif yoluyla öğrendiğimiz gibi, diğer insan kardeşlerimizin tecrübelerinden “acılar yolunda” ya da “mana yolunda” oluşlarından çok ama çok şeyler öğreniyoruz. Özellikle Yaratan’a yürüyen insanların kendi benlikleri için alma arzuları içindeki düşüşleri ve sonra bu düşüşlerinden çıkmaları gerektiğinin farkındalığında oluşları ve kendilerini yönlendirecek olan “mana yolu” anlamında “üst bir akla tutunmaları” gerektiğini fark ederek önderleriyle birlikte denizi aşıp bir dağın etrafında yine “mana yolunda” yükselişi beklemeleri ve bu dağın da aşılması ile alınan ışıkla Yaratan’a doğru esas zorlu yürüyüşe çıkmaları bizler için gerçek manada “nereden geliyorum ve nereye gidiyorum” şeklindeki sorumuza çok büyük tecrübi bir tablodur. Yani bu bölümler sadece bir halkın düz bir biçimde okunsun diye kaleme alınmış hikayesi değil bizim ruhlarımızın Yaratan’dan “benliğimize” ve “benliğimizden” Yaratan suretine ve oradan da “Yaratan’a” bir kutsal hayat haccını anlatan ve kısacası “kendimizin ruhani yürüyüşünü” bize gösteren özel bir tablodur.

O TEK BİR ADIM


Esasında bütün yeni şeylere hep tek bir adım atmakla ulaşılmaktadır. Kainatın yaratılış noktasındaki şekilsizlik, karanlık ve boşluk yani kaos tek bir adımla o muhteşem aydınlığa sahip olup ıslaha dönüşmüştür. Adem ve Havva o tek bir adımla “alma arzusunu kendi istemleri doğrultusunda kullanmayla” inanılmaz bir düşüş yaşamaya başlamışlardır. Ve Nuh tek bir adımla yani bir gemi inşası ile varlığını ve çevresini tufan gibi dehşetli bir hayat kaosundan kurtarmıştır. Ve elbette İbrahim de yine tek bir adımla o hepimizi Yaratan’a geri götürecek olan “mana yolu” kapısını açmıştır. Ve Musa tek bir adımla deniz gibi büyük bir engeli yalnız kendisine değil kendisi ile beraber yürüyenlere attırmıştır. O tek adım manevi cihetten baktığımızda ve manevi manada düşündüğümüzde hakikaten çok önemli olan bir adımdır.


Dilek yani hakikaten gönülden istemek ve niyet edip adımı atmaya başlamak hedefe koşmaktır aslında. Ama çoğu zaman gönülsüz istekler veyahut tam hesabı kestirilememiş ve kap hazırlanmaksızın atılan adımlar bizi yarı yolda bırakacak olan adımlardır da. Yani çöl tecrübesinde İsra-el (Yaratan’a yürüyenler)’in bir kısmı vaat edilen toprakların yakınına bir türlü erişememişlerdir. Çünkü muhtemelen doğru dürüst bir “dua bina edememişlerdir.” Belki dilekleri yani istemleri vardır ve niyetle yürüyüşe başlamışlardır. Ama kendileri yüreklerinde Yaratan ışığını tam olarak edinemedikleri için belki bu kendilerine sunulan cevabı alıp sindirebilecek bir kapasitede kap oluşturamamışlardır. Yani birçokları Mesih yolunun o muhteşem ışıklı “sevgi ve ihsan” takdimini gördüklerinden sevinçle “yeni yaşama” atılırlar ama kendi varlık alemlerinde gönülleri yani “alma arzuları” hala kısıtlı, sınırlı “kendi benlikleri için var olan” alma arzusudur ve Mesih düzeyinin “başkaları için sürekli ve hiçbir beklenti olmaksızın sevgi ve ihsan yani verme olduğu” prensibini kaldıramazlar ve yarı yolda yoldan geriye dönerler ya da kenara düşer kalırlar. İşte o çölde birinci nesil İsrael “istemiş ama kap hazırlamamıştır.” İkinci nesil ise “dilemiş, yürekten talep etmiş, niyet etmiş ve yürüyüşe başlamıştır” ve elbette onlar vaat edilen o manevi yerlerin kıyısına varmış olanlardandır.


Bazen bu önemli fark iyi değerlendirilemediği vakitlerde zor olan şey her iki neslin de yani kap oluşturan ve oluşturmayan Yaratan’a yürüyenlerinden başlangıçta her şeyi toz pembe görebilmeleridir. Burada tablo budur. Yani denizi aşıp dağ kenarında Musa’nın önderliğini bekleyenler Tora’nın ışıması sonucunda Musa ile birlikte Yaratan’a doğru harekete geçmişlerdir ve böylesi zorlu bir mana yolculuğuna gördüğümüz gibi her iki tarafta oldukça sevinçle başlamışlardır. Ama biz bütün anlatımı bildiğimiz için burada “her iki tarafı” ayırt edebilme şansındayız. Dolayısı ile onlarda gördüğümüz yürüyüş tecrübesinden de hemen bir şeyler öğrenmeye başlayabiliyoruz. Demek ki, dilek, niyet bizi hedefe doğru harekete geçiriyor ve özellikle mana yolculuğu da birçok başlangıç gibi ilk anda insan için ilginç, yeni, haz veren olarak görülüyor ama sonrası işte sonrası ancak gerçekten gönülden dileyen ve niyet edenler için zorlu da olsa sabırla sürdürülen bir yol oluyor. Diğerleri içinse bir manada çöl yolculuğu manevi bir ölüm yolculuğu halini alıyor.


Burada esasında öğreneceğimiz bir başka konu daha vardır. İsra-el böyle bir yürüyüşe Yaratan’ın yönlendirişinde Musa’nın öncülüğünde başlamaktadır. Aynen ruhlarımızın dünyaya yani bir manada denizi aşıp, dağı aşıp çöle geliş gibi ve böyle bir yürüyüş başlangıcından planı olan bir yürüyüştür. Yani hedef Yaratan’la Yaratan’dan Yaratan’a bir yürüyüştür. Bu nedenle başlangıç nettir. Yani herkes memnundur bu başlangıçtan. Peki, sonradan neden sorunlar çıkmıştır ve bizim için de dünya yolculuğumuzda neden sorunlar çıkmaktadır? Çıkmaktadır çünkü bu Yaratan’ın bize oluşturduğu bir sorun değil aksine bizim yol boyu kendi kendimize “benlikle” “Yaratan sureti olma” esası arasında sıkışıp kalmamızdır.

Mesela, ozon tabakasının delinmesi Yaratan’ın bizim için oluşturduğu bir durum değildir. Bütün kainat sistemi içinde tabakalar kendi sistemleri içinde var olmak için yaratılmışlardır. Ama birileri yani insanlar bütün üretimleriyle böylesi bir sistemin kendi hassas değerlerini dikkate almaksızın havayı kirletmeye devam ettikçe sistem kendilerine yani insanlığa sorun çıkarmaktadır. İsra-el burada bir küçük insan grubu olarak görüldüğü gibi tecrübi olarak manevi cihette bize bir örnek oluşturmaktadır. Esas kelime anlamı ile İsra-el Yaratan’a yürüyen anlamında olduğuna göre demek verilmek istenilen mesaj bütün dünya insanlarınadır. Ve herkes esasında Yaratan’a yürümektedir ve bu yürüyüşlerinde bir grup birinci nesil, bir diğer grup ikinci nesildir. Yani bunu fark edenler ve Mesih’in kurtarışında Mesihi düzeyi algılayanlar ve Yaratan suretine dönüşerek Yaratan’a yürüyenler ya da Adem seviyesinde kalarak hala dünya üzerindeki yürüyüşlerine anlam verme çabası içinde olanlar.


Şimdi bu “kutsal hayat haccı” yürüyüşüne biraz yakından bakalım:


1. YARATAN MERKEZLİ YÜRÜYÜŞ


Dışarıda bir hayat yani evden uzak bir yaşam doğrudan bütüne bağlı olan bir yaşamdır. Yani bizler dünyada sürdürdüğümüz yaşam esnasında esasında “evden” yani manevi manada esas bizim geldiğimiz kaynaktan uzak olduğumuz bir yaşamdır. Şimdi böyle bir yaşamda dışarıda günün, çevrenin ve ortamın bütünlüğü bizim sokaktaki hayatımızı nasıl etkiliyorsa, o zaman mana anlamında dünyadaki yaşamımızın da merkezi sistemin yegane sahibi olan Yaratan’a tabi olmak durumundadır. Esasında çöldeki Yaratan’a yürüyen halk bunu tecrübe etme durumundadır ve yola çıkışta ilk olarak İsra-el bunun farkında olmak durumundadır. Evde değildir. Yani henüz yerleşmemiştir. Geldiği yerler hedef nokta arasında dışarıdadır.


Yaratan onları kölelik diyarından Mısır’dan çıkarmıştır, yani bizler Mesih’in kurtarışında vaatlerle kendi Mısır’ımızdan kurtarıldık. Ama henüz Sina dağında aldığımız kurtuluş sonrası saran ışıkla manevi manada o vaat edilen “kurtla kuzunun bir arada emniyetle oturduğu” diyara henüz varmadığımız bir noktadayız. Ve henüz bize vaat edilene de tam manada kavuşmuş değiliz. O zaman şimdi neden Mesih’in kurtarışını gönenen birisi için dünyanın manevi manada bir çöl ortamı olduğunu herhalde anlamamız daha kolay olmaktadır.


Bu durumda Yaratan’a yürüyüşe çıkmak Ruh’un yüreği aydınlatmasında Mesih’in yüreği fethi ile yani ışığa ait yeni bir kimliğin oluşması ile söz konusudur. Bu yürüyüş ölüme dek olabilecek bir yürüyüştür. O zaman bu yolculukta “manevi manada henüz eve varmadığını” hissedenlerle “kendine ev konforu” arayanlar arasında hep büyük bir uçurum olacak hayat, bakış açısı, hissediş, çalışma, ibadet ve hizmet gibi birçok konuda hep mutlulukla başlamış yolculuğun envai çeşit cilvelerinde mutlular ve mutsuzlar ayrılmaya başlayacaktır.


Bu tecrübe tablosunda, böyle bir çöl yürüyüşünde sembolik olarak Yaratan hep öncü durumundadır. Yani böyle bir yürüyüşün merkezidir. Bu nedenle burada “buluşma çadırı” vardır ve bu çadırın içinde “ahit sandığı” ve bütün bu sembolik varlığın özenle sahiplenilip onun ardı sıra takibi söz konusu edilmektedir. Kamp kurduklarında da sandık hayatlarının merkezidir. Yürürken de. Yani bizler de Mesih’in kurtarışında Mesihi düzeye olan yürüyüşümüzde Yaratan’ın saran ışığı olan o muhteşem Ruh’unu rehavet zamanlarında da hareketli zamanlarımızda da hep yüreğimizin merkezinde tutmamız gerekmektedir. Çünkü bütün bedenin canlılık ve sağlığında kalp nasıl bir merkez teşkil ediyorsa ve beyin nasıl önemli bir idari merkezi oluşturuyorsa aynı şekilde Yaratan düşüncesi ve işlevi de bizim hayatımızın merkezi olmak zorundadır. Ve bu bütünlük Mesih’in tamlığını bize sunmaktadır. Yani bizler Mesih’e benzer, Ruh’un yönlendirişinde kurtuluşumuzda ilerledikçe esasında Yaratan merkeze gelmektedir.


Bakın bu Yaratan merkezli yürüyüşün sembolü buluşma çadırında sadece Yaratan buyruğu olmadığı gibi sadece bir arada bir ayin yapma hadisesi de yoktur. Burada yukarıdan gelen buyruk doğrultusunda yukarıda bir istem oluşturmaya yani bir başka deyişle “dua bina etmeye” gelinmektedir ve aynı zamanda yukarıda oluşan istem doğrultusunda bu kez “dua bina eden” Yaratan’a yürüyen kişi yönlendirilmektedir. Yani manevi manada yukarıdan uyandırış, aşağıdan gayret ve yeniden yukarıdan uyandırışla adeta kalbin kan akışını yönlendirmesi gibi bir manevi hayat kaynağı gerçeği vardır. Bu nedenle normal olarak Yaratan’a yürüyenlerin itaatle bu “sevgi ve ihsan Olan’ın” yönlendirişini dinlediklerinde huzur ve esenlik içinde ilerlediklerini “sevgi ve ihsan Olan’ın yönlendirişinde sevgi ve ihsan olmaya doğru” adım attıklarını görüyoruz. Zaten Efendimiz İsa Mesih bu nedenle Efendimizle yürüyüşte bile aynı prensibin çok net işlediğini beyan ederek bizlere şu çok önemli sözleri söylemektedir; Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz” –Yuhanna 14:15


2. SÜREKLİ BİR MÜCADELE YÜRÜYÜŞÜ


Bu çöl yürüyüşünde İsra-el’in edindiği birçok manevi tecrübe içerisinde ikinci sırada sayılması gereken hiç kuşkusuz ki böyle bir yolculuğun sürekli bir mücadele yolculuğu olduğu gerçeğidir. Yani bunu şimdi bizlerin Mesih’te mana yolu yolculuğumuza indirgersek esasında “mana yolu yolcusu” Mesih’i düzeyi edinme yolunda Yaratan’a yürüyen hiçbir kişi dünya üzerinde mücadelesiz kalacak değildir. Bu mücadele gerek günlük hayatın gaileleri olsun gerekse manevi hayatın getirdiği uyum ve uyumsuzluk prensipleri olsun kısacası kişi sürekli olarak “henüz evine ulaşmadığı” ve dışarıda olduğu için bir mücadele yaşamı içinde olacaktır.

Esas olan “iki nesil olması” gerçeğinde bu durumu başından böyle görenlerin yolculuğu sabırla, aşkla, şevkle ve zevkle sürdürebilecek olmaları ve diğerlerininse bunu yapamayacaklarıdır. Burada yürüyüş kabile kabile belli bir düzen içindedir yani mana yürüyüşünde her bir fert Yaratan’a kalkıp sayılmış ve her bir ferdin önemli olması prensibi içinde çöldeki yolculukta bir önem taşıdığı gerçeğidir. Bu harikadır. Yani sadece dua edebilen dua eder, maddi yardımda bulunabilen maddi yardımda bulunabilir, öğretebilen öğretir, talebe olmak isteyen talebe olur, serbest meslek sahibi olmak isteyen, iş adamı olmak isteyen, işçi, memur olmak isteyen hepsi kendi yerine göre Yaratan’a yürüme gerçeğinde bulunduğu her anı bir “yüceltme ve haz alma” anı olarak değerlendirerek Yaratan’ın Ruh’unda sürdürür. Bu harikadır.


Aslında buradaki anlatımda Yaratan’ın sembolik olarak önde tasvir edilmesi “Başlangıç ve son” olma gerçeğinde “kutsal hayat hacılığı” yolu boyunca insanları bekleyen her sorunda esasında çarpışan insanla durum arasındaki tezatlıktaki gerilimi göğüsleyen Yaratan’ın kendisidir ve yazılardaki ifade ile Musa’nın haykırışındaki Ya RAB kalk düşmanların dağılsın”sözleri bu durumu vurgulamaktadır. Diğer tarafta Yaratan’ın yön göstermediği yani sembolik manada sandığın durduğu anlarda ise Musa’nın haykırışı Ya RAB, binlerce, on binlerce İsrael’liye dön”şeklindedir. Yani Yaratan’a yürüyen binler, on binlere dön. Bu şudur: Zorluklar kaostur. Kaos zamanı manevi olarak harekete geçme zamanıdır ve kişi böylesi kaos anlarında aslında bütün kainatla hareket halindedir. Doğal olan neyse, yapılması gereken neyse, kainat belli başlı bu tür kaosları nasıl hallediyorsa Yaratan’ın kainat kitabından “sevgi ve ihsan vasfı” edinimi ile edinilip hareket edilmesi esastır. Ve hakikaten de bütün sistem tıkır tıkır işlediğine göre Yaratan işlemektedir. Bizim için mücadele etmektedir. Aynı zamanda ıslah anlarında ise insanlar bu kez yüreklerine dönmeli ve nerede olduklarını, eksiklerini tespit etmelidirler. Yani Yaratan dönüp İsrailliye -burada asla kavim mahiyetinde anlaşılmamalıdır- yani Yaratan’a bütün samimiyetiyle Mesih’i düzeyi edinme yolunda, insan-ı kamil olma yolunda, nefsine ölüp “sevgiye ve ihsana” dirilme yolunda yürüyene bakma durumundadır.


Bütün sistem, bütün bedenim ve mana alemim esasında oldukça düzenli bir biçimde yaratılıp işletilmektedir. O zaman benim için esasında mücadele eden Yaratan ve beni benden daha çok düşünen yine Yaratan’dır. Bu nedenle “beni bende bırakmamak için” Mesih’inin kurtarışını Ruh’unun rehberliğinde sunan yine Yaratan’dır. Bu gerçek bana kaos anlarında esenlik, esenlik ve ıslah anlarında ise farkında olma ayrıcalığını verecektir. Bir tarafta gururu kırıp, bencilliği silecek diğer tarafta Ruh’u ile varlığıma motif motif işlenen Mesihi vasıflar, kurtuluş vasıfları benden ifşa olacak yani yansıyacaktır. Fakat hep dediğimiz gibi Yaratan sürekli ihsana ve sevgiye önemli bir sistemi bağlamıştır. Bu sistem insanın manevi uyanık hali ve talebiyle işleyen bir sistemdir. Yani normal bir durumda çocuk sahibi olmak isteyen bir aile Yaratan’ın yarattığı sistem içindeki çocuğa sahip olma sistemini harekete geçirir ve çocuğu edinir. Bu hareket dilek, niyet, hareket ve hedef yani sonuç şeklinde bir yukarıdan uyandırma, alttan gayret ve yine yukarıdan bereket şeklinde bir çarkla devam eder. Bu nedenle “dua bina etmek” böyle bir hareketlilik Yaratan’la Ruh’unda ve Mesih’inde aşkla, şevkle ve zevkle birlikteliktir. Ve Yaratan düşünce ve işlevi ile sonucu oluşturur.


3. TEMELLİ BİR HUZURA YÜRÜYÜŞ


Çöl yürüyüşünde İsrael’in bir diğer önemli tecrübesi ise bu yürüyüşün bir gaye yürüyüşü olduğu gerçeğidir. Evet, bu Yaratan’la ve Yaratan’da bir yürüyüştür. Aynı zamanda bu yürüyüş madde içine gerçekleştiği için ve “benlik farkındalığı keşfi” ile yoğrulmuş olduğu için oldukça zorludur. Ama sonucu Yaratan’dır.


Yani bu tabloda anlatılan esasında insanın yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya yolculuğudur. Daha önceleri de hep ifade ettiğimiz gibi bir uydu anteni varsa uydu yayını vardır. Böylelikle bir maddi yansıma alanı varsa Yaratan’ın yaratma vasfı vardır. Bu nedenle bu yaratma vasfı kendi varlığından küçük parçacıklar halindeki ruhların birer hücre misali oluşturdukları tüm insanlık bedeninde bir tamlık noktasında yansımak durumundadır. O zaman her bir ruh tam bir suret olana dek yani alıcı ve yansıtıcı olana dek bir madde beden içinde doğumdan ölüme olgunlaşmasını sürdürmek durumundadır ki, esas çıktığı kaynağı yansıtıp yeniden kaynağa geri dönüşümünü sağlasın. Şimdi bu durum yani tamlığa yürüyüş Mısır’daki benliğin farkındalığı ile bundan kurtulup Mesih’te esas benliğe ulaşmakla söz konusudur. O nokta sıfır noktasıdır ve her şeyin pozitif varlığı artık her bir ruh parçasınca deneyimlenmiş olarak pırıl pırıl bir mükemmellik yansımasıdır. O zaman vaat edilen manevi topraklar “arzuların tam ıslahı” yani “son büyük ıslah” noktasıdır ki, o nokta Yaratan’dır.


O zaman böylesi bir yürüyüşte yol üstündeki bütün çentikler, yaralar, bereler, acılarla pekişen bir yürüyüştür. Yürümenin farkındalığı bütün bu acıların olması anlamındadır. Aksi takdirde nötür durum yürümeme durumudur. Yani İsra-el özellikle vaat edilen sınıra gelen ikinci nesil İsra-el bu gerçeği tecrübe etmiş olanlardır. Daha pratik deyişle eğer büyük resme sahipsek “acılar yolundan” Efendimizin hayatı, öğretişleri ve kurtarışı ile “mana yoluna” geçmiş olanlar için hayatın günlük kaosları, sorunları, acıları, karanlık durumları hep ilerideki esas noktaya bakılarak ikinci planda değerlendirilebilecek olan gerçeklerdir ve bu yürüyüşü anlamlı kıldığı için çöl ne kadar zorlu da olsa aşılması gerektiği gibi aşılır ve istenilen noktaya varılır.





ÇAĞRILANIN ÇAĞRISI


Bu bölüme genel olarak baktığımızda bütün hikayenin arka planında esasında her zaman olduğu gibi yine özel vahiy kapsamında özel tecrübelerle insanın maddedeki mana yolculuğunun anlatıldığı bir gerçektir. Bu gerçek içerisine “acılar yolundan” Yaratan’ın saran ışığı olan Ruh’un gönül gözünü açmasıyla Mesih’in kurtaran müjdesine ulaşılmış ve gönül Mesih’e benzer olma yoluna çıkarak o manevi daveti kabul etmiş ve artık “mana yoluna” yani bütün insanlığın geldiği o “sevgi ve ihsan pınarı Olan’a” geri dönüşü için içine girmesi gereken mana yoluna çağrılmıştır. Ve bu noktada yalnız kişinin kendisi yoktur. Kişi Yaratan vasfını yansıtma konumuna da davet edilmiş olmaktadır yani Yaratan’ı gibi ve elbette Efendimiz Mesih’te yansıdığı gibi “sevgi ve ihsan” vasıflarının bizde yansıması kişiyi de “doğal tebliğci” kılmaktadır. Bu gönül ışığının çıkarsız, beklentisiz insanlığa “sevgi ve ihsan olarak sunumudur.” Musa bu nedenle kayınpederine şöyle seslenmektedir: RAB’bin bize vereceğim dediği yere gidiyoruz.. bizimle gel, sana iyi davranırız..çünkü RAB İsrael’e iyilik edeceğine söz verdi (yani Yaratan’a yürüyene) ...lütfen bizi bırakma! Çünkü çölde konaklayacağımız yerleri sen biliyorsun. Sen bize göz olabilirsin. Bizimle gelirsen, RAB’bin yapacağı bütün iyilikleri seninle paylaşırız” –Çölde Sayım 10:29-31


Bu sözler esasında günümüz “müjdeci” olduğunu söyleyen kişilerinin algı ve anlayışlarının çok ötesinde önemli öğretişleri içermektedir.


Yani Musa kendisi gibi inanmayan kayınpederini bir manada olduğu gibi sırf bu yoldaki edinimlerin bereketinden mahrum kalmaması için yanında istemektedir. Yani “sevgi ve ihsan” vasfını bizzat sunmaktadır. Ayrıca “gelmesi için yalvarmakta” ve “olduğu gibi kimliği, bilgeliği ile” gelmesini istemektedir. Ve bu kişi Musa’nın gittiği yolda da gitmediği halde olduğu halde davet edilmiş ve ilerde özellikle Musa’nın çok zorlandığı bir noktada da Musa’ya destek olmuş, yön vermiştir. Bugünkü “müjdecilikte” kişileri hep bir kalıba sokmak ve kendi gibi görür, düşünür kılmak esastır. Oysa kadim yazılarda bakış çok farklı gelişmektedir. Hele hele “benimle gelmiyorsan benden değilsin” hiç dememektedir.


Kısacası çöl oldukça zorludur. Bu yolculuk Yaratan’ın suretini tam yansıtma yolculuğudur. Bu suret Mesih’tir. Ruh’un gönle ışıdığı ışık Mesih’in kurtarışıdır. O zaman gönlün Mesih’le bu yolculukta vaat edilen düzeye taşınması esastır. Aksi takdirde Musa’nın bile sınırda kalması esas düzeyin Mesihi düzey olduğunun çok güzel bir göstergesidir. Musa düzeyinde çölün aşılması anlatılmaktadır. Mesih düzeyinde ise sınırda nefsin ölüşü ve “yeni yaşama” dirilişi esastır. Ve Mesih düzeyi vaat edilen topraklarda yaşamdır. Sonrası ise Yaratan’a Mesih’le yükseliş ve o düzeyde sonsuzlukta kaynağa dönüş ve sonsuz yüceltme ve hazzın tamlığıdır.