I. ÇÖL TECRÜBESİ (Çölde Sayım 1:1)


RAB Sina çölünde, buluşma Çadırı’na Musa’ya şöyle seslendi; Sen ve Harun İsrail topluluğunun bütün boylarıyla ailelerinin sayımını yapın.

Çölde Sayım 1:2-3


Mısır’dan çıkış ayrı bir boyut, Sina’dan hareket ise çok ayrı bir boyuttu, hele hele Sina sonrası ise tamamen insanı esas insan seviyesine taşıyabilecek olan çok özel bir boyuttur. Her üç seviyenin de esasında bizim mana bakış açımız için oldukça önemli değerleri vardır. Adeta Kutsal Yazıların Yaratılış bölümünde “kendi için alma arzusuyla” yüzleşen ve kötü eğiliminin etkisinde “benliğinin” ne denli kişiyi Yaratan düşünceden ayırdığını fark eden insan Yaratan’ı “sevgi ve ihsan” sunumu ile karşılaştığında o kendi kendine köle olduğu diyar olan Mısır’dan harekete geçmektedir. Fakat elbette ki bu harekete geçiş, kurtuluşun yönü ve tarifi hiç kuşkusuz yukarıdan verilmektedir. Yani Yaratan’ın işlevi bütün manevi doruklarda ve manevi manada bir işleyişle çalışıp yukarıdan aşağıya kişiye kendi benliği ile sarılı dünyasından ve hatta kendi benliğinin yansıması olan “firavuna” olan köleliğinden birden bire mirasçı bir önder tarafından kurtuluşa çekilivermektedir. Bu birinci aşamadır.


KURTULUŞA ÇEKİLME AŞAMASI – DENİZ


Yani bu aşama kurtuluşa çekilme aşamasıdır. Yukarıdan uyandırma, aşağıdan uyandırmayı ve aşağıdan uyandırma yukarıdan uyandırmayı gerçekleştirerek kişiler bulundukları “acılar yolunun” içinden, “yaratılmış benlikleri içinde benlerine hizmetlerinden” yukarıya yani Yaratan’a çekilmektedirler. Olması lazım gelene çekilmektedirler. Bu ilahi önderliğin önderleri döneminde Musa gibi ilahi önderlik önderlerince yapılırken artık insanın kemale erme noktasına daha da yaklaşmaya başladığı son dönemlerde Mesih düzeyinin o en üst noktalarına İsa Mesih’in ilahi önderliğinde bir son aşama olarak “iman yoluyla ve lütufla geçilmektedir.” Bu aşamada artık Yaratan düşüncesi, işlevi ile birlikte Oğul’da bütünleşmekte ve Oğul’u giyinen ise “yeni doğası ile” Yaratan’ı edinme yoluna çıkmaktadır. Bu ilk aşamada Mesih’in yüreğin kapısını çalması yani esasında “gönül gözünün, kalp noktasının” açılması aşamasıdır.


BEN’İN TAM FARKINDALIĞI AŞAMASI – DAĞ


İkinci aşamada ise; Sina dağı üstünde Tora’nın verilmesi hadisesi vardır. Yani kurtuluşa yukarıdan uyandırılan kişi, ilahi önderlik önderinin yönlendirişinde en büyük adımı atmaktadır. Bu adım “Kızıl Deniz’in” aşılmasıdır. Yani “acılar yolu” ile “mana yolu” arasında madde ve mana arasındaki o büyük aşılmaz deniz vardır. İşte “kurtuluşa çekilmekle” bu birinci ve en büyük aşama aşılır ve Sina Dağı eteklerine varılır. Yani şimdi maddenin mutlak hâkimiyetine ket vurulmuştur. Ama bu kez ikinci büyük engel artık bir deniz değil dağdır. Yani bu kez de aşılması gereken dağ yani “ego, yalnız kendimizi düşünen ve kendimiz için alan bir benliğimiz, bir enaniyetimiz vardır.” Deniz madde ile mana arasını ayıran büyük engeldi, dağ ise bizi konuşan düzey, insan gibi bir insan olmamızdan ayıran yani ben ile seni ayıran o en üst engeldir. Bu dağın üzerine çıkıldığında ise artık ikinci engel de aşılmaktadır.


BEN DEĞİL SEN AŞAMASI – ÇÖL

Ama bu kez vaat edilene yani esas Mesih düzeyi, o insanın esas varması gereken Yaratan sureti noktasında “sonsuz haz hayatını yakalaması için” aşması gereken üçüncü bir unsur karşımıza çıkmaktadır. Bu da “çöldür.” Çölün ıssızlığı, çölün dehşeti, çölün vahşeti. Çöl ise “benliğinin üzerine çıkan insanın” en kötü olanla “kendi alma arzularıyla birebir, yüz yüze cenk etmeye başlamasıdır.” İşte “denizi aşan”, hatta “dağı aşan” birçok canlar için Mesih olmak ya da Şeytan olmak bu noktada kendisini göstermektedir. Bu nokta adeta bir dakika önce Efendimiz İsa Mesih’ten övgü alan Petrus’un bir dakika sonra esas ana yaratılış temelini yani “sevgi ve ihsanı” inkârında Efendimiz tarafından birden kötü olanla işbirlikçi olarak addedilmesi gibi bir durum burada söz konusudur. Bu noktaya kadar samimiyetle ve hakikaten “acılar yolundan” tam bir teslimiyetle gelen bir kişi için “asla çıktığı Yaratan’a doğru mana yolculuğundan” artık dönüş yoktur. Ama bazıları için bu noktada vaat edilen topraklara giriş yani tamamen “mana talebesi, uyum talebesi olma” hakikaten mümkün olamayacaktır.


ÇÖLDE İKİ NESİL İKİ YOL


Efendimiz İsa Mesih bu nedenle kendisine sürekli o en üst düzeyde kelimeleri kullanıp söylediklerini yapmayan kişilerin ebedi hayatı edinemeyeceklerini, dolayısı ile Yaratan’ı edinme şanslarının hemen hemen olmadığını söylemektedir. Demek ki, çöl aşaması önemli bir aşamadır. Bu aşamaya gelmiş kişiler bir manada Yaratan tarafından sayılan, kaale alınan kişilerdir ve bu sayımları sonrasında ise Yaratan’a zorlu bir yürüyüş başlamaktadır. Vaat edilen topraklara doğru yani manevi manada tam Mesihi düzeyin hayata indirgenmesi. Zorludur çünkü burada artık “kendim için alma arzusunun üzerine çıkıldığı gibi orada hep, her gün kalınması esastır.”


Bu da inanılmaz zor olan bir durumdur. Yani bir manada Yunus Emre’nin dediği gibi “dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek” durumudur. Bir başka deyişle “mana yoluna tabi olmak” ve yahut “olamamak” bir anlamda meşhur ifade gibidir yani “olmak ya da olmamak.” Ben denizi aştım, dağı aştım, demek ki aştım” sözü esasında “vaat edilen topraklar yani sonsuz yüceltme ve hazda yeni, bol, esenlik yaşamını” Yaratan’ın “sevgi ve ihsanının” sizden doğanızın tabii bir ifşası olarak yansıma hali gerçekleşmedikçe hiçbir anlam taşımadığı gibi sizin al aşağıya başlangıç noktasına dönmeniz demektir. Yani “acılar yoluna” ve “acılar çocuğu olmaya” bu da dini düzeylerin en üst seviyelerinde bile olsanız hala Efendimiz İsa Mesih’in bahsettiği ve hayatıyla sunduğu kurtuluşu alıp gönenememiş olmanız demektir. Bu çok kötüdür. Yani çöldesinizdir bir yerlere gelmiş gibisinizdir ama esasında sadece dışsal manada bir şeyleri deneyimlemektesinizdir.


BEN’DE” KALANLAR VE “BEN’İ” AŞANLAR


Bu nedenle Kutsal Yazılar’ın “Çölde Sayım” ya da “Sayılar” isimli bölümünde iki neslin çölde dolanıp durduğunu, bunlardan ancak bir neslin vaat edilen topraklara girmeye manevi manada hak kazanmış olduklarını görüyoruz…


Demek ki, denizi aşıp dağa varmak ve dağın üzerinde Yaratan ışığının yani “Tora’nın” bir başka tabirle “Yaratan’ın nurunun” muhteşemliği ile benliğin alma arzusunu fark etmek oldukça önemli bir ilerleyiş olmakla birlikte, “çöl tecrübesi” bir manada hayat meselesidir. Ebedi hayat yani Yaratan’la form eşitliğine vasıl olmak, O’nu edinmek Mesih’inde kurtuluşun doruklarında Yaratan’ın Kutsal Ruh’unda Yaratan’ı deneyimlemek çölü aşmakla bağlantılıdır.

Bir grup, bu geldiği mana seviyesinde Yaratan’ın özet olarak vasıflarını ifade eden “sevgi ve ihsanı ifşa” konusunda benliği ile mücadelede başını birçok belaya sokacak ve kendi kendini “acılar yoluna” itecektir ve diğer bir grup ise bütün zorluklara rağmen “ışığına ışık” katarak Efendimiz Mesih İsa’nın öğreti ve kurtarışının gönencinde Ruh’ta Yaratan’ı edinme yolunda büyük bir yükselişle sonsuzluğa yürüyecektir.


TAMLIK YA DA TÜKENMİŞLİK


Çöl yaşamı esasında bütüne baktığımızda bizim hakikaten sonunda inanılmaz bir vahaya varacağımız bir yaşamdır. Yani bir manada ana rahmindeki bebek inanılmaz renkli bir hayata varmadan önce esasında bir manada bir çöl yaşamı sürdürmektedir. Daha henüz dünyaya gelmediği için henüz dünyanı farkındalığında bile değildir. Ama bazı bebekler yolculuğun bu bölümünü tamamlayamazlar, bazı yolculuk şartları onların bu yolculuğunu muhteşem sona erdirmez. Teşbihte hata olmaz. Bu da manevi manada bizim Yaratan’a yolculuğumuz esnasında tünelin sonunu bir manada yukarıdan uyandırılışla görebilmemiz ya da göremememiz hadisesi gibidir. Eğer tünelin sonunda “ebedi haz ve hayat” gibi “Yaratan’la form eşitliğini” yani “sevgi ve ihsanı” algılama ve doğamıza ekleme kavranamıyorsa, bulunduğumuz anın ve ortamın zorluğu ve darlığı elbette bizlere büyük hayal kırıklıkları oluşturacaktır. Yani bu çöl tecrübesinde ya başladığımız noktaya tamlıkta ya da tükenmişlikte ulaşmak söz konusu olacaktır.


DÖNGÜ YOLCULUĞU


Peki, uzun süre çöl içinde bir daire çizme her iki neslin başına geldiğine göre böyle bir durum neden olmalıdır? Olmalıdır çünkü “dönüşüm ve değişim” doğanın hayat döngüsü içinde bir döngüler zinciri sonucudur. Buradaki bu çöl tecrübesinde bir başka deyişle tamlık ya da tükenmişlik yolculuğunda böyle bir dairesel döngü elbette gerekmektedir. Bu bizim manevi hayatımızın en güzel göstergesidir. Yani deniz aşılmış ve dağ üstüne çıkılmışsa artık günlük hayatımız “insanın Yaratan’a zıtlığı” prensibinde devam etmeyecek demektir. Yani Yaratan’la doğru paralele gelmek bu kez insanla yani sıradan insan hayatıyla “acılar yolunun hayatıyla” zıtlaşmak demektir. İşte bu da kısır döngünün, zorlu hayat alanlarının, kişisel çekişme ve çelişmelerinin başlaması demektir. Bu noktada insan ya düşecek ya kalkacaktır. Bu çöl hayatı için en güzel kestirme gibi görünen yol “dindarlığın dini kurallar, kaideler, gelenek ve görenekler yoludur.” Bu yol kestirme görünür çünkü insanın “kendi nefsini inkâr ile” Yaratan’la paralel yolda olması alışılmış olan her şeyle zıtlaşma demektir ve çok acıtıcıdır. Hep “sen” kavramı çok ama çok zordur. Dindarlık bütün kaideleriyle görünüşte sanki “sen” dedirtmektedir ama esasında altta, yürekte “ben yaptım oldu” gibi bir “beni ortaya koyma çabası vardır.” O nedenle günümüzde insanlar farklı mezheplere ya da dinlere geçmeye kalktıklarında hep bir yığın engeller, başka insanların kendilerini bir manada “sanki Yaratan yerine” koymuş insanların kurallarına tabi olma gerçeği söz konusudur. Bu acıdır, bu yazıktır, bu Efendimiz Mesih İsa’nın öğretiş ve kurtarışına tamamen ve taban tabana zıt bir durumdur.


İNANCI EDİNİM YA DA İNANMAYAN İMAN


Bu nedenle Kutsal Yazılar’ın Sayılar bölümünde bu iki nesli gözlemlemek mümkündür. İlk bölümden 26. bölüme kadar olan anlatımlarda imanı yalnızca bir inanma olarak değerlendirenlerin ve Yaratan’ın esas anlamda haz olan varlığını ve ışığını varlıklarında tecrübe edinememiş olanların özellikle Yaratan’la paralel olma konusunda ve insanlığın zıt gidişine olan meyillerinin kendilerine ne denli zorluklar çıkardıklarını görüyoruz. Oysa 27. bölümde Selofhat’ın kızları ile diğer neslin Yaratan’a yürüyüşlerinde inancı edinime dönüştürmelerine tanık oluyoruz. Bu iki görünüm de doğal olarak bizim “mana yolundaki” hayatlarımıza ve Mesih’le Mesih düzeyine Yaratan Ruh’u ile yürüyüşümüze büyük bir tecrübi destek sağlamaktadır.


Kısacası eğer “kurtuluşa çekilerek” denizi, “benliği tam fark ederek” dağı aşabildikse o zaman Yaratan’a yürüyüşümüzde O’nu vasıflarında ifşa etmemizin gerekliliğinde yani “ben değil seni” yaşama gayretimizle de Ruh’ta ve gerçekte çölü aşabilmemiz muhakkaktır. Ama bu muhakkak “inanmayan bir imanla” değil hakikaten Yaratan’ın bütün vasıflarının bizde işlerlik kazanmaya yüz tuttuğu “inanç edinimiyle” söz konusu olacaktır. Bu “iman ve lütuf aracılığıyla” dediğimiz söz ve kavramın esasıdır. Bu imanda “Mesih’i yüreğe alma, Mesih’i giyinme ve Mesih’te biçimlenme” gibi çok derin “mana değerleri vardır.” O nedenle “iman yoluyla lütufla kurtulmak” ya da “İbrahim imanla aklandı” cümlelerini kullanmak sadece “bir dine, bir fikre, anlatılan bir şeye inanmak” şeklinde algılanabilecek düz ya da dini cümleler değildir.


ÇÖLDE DAYANMAK


Ben’in farkındalığı için doğal olarak yaratılış gereği insan elbette evvel emirde Yaratan’a tezat bir hayat sürmektedir. Bu yaşam ancak Yaratan’ın Ruh’unun yürekteki işlevinde yavaş yavaş dönüşüm ve değişimle Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” vasfındaki varlığını edinme suretiyle algılamaya ve bu kez de insanlığa tezat teşkil etmektedir. İşte zorluk budur. Yani “uyum talebesi olmak” yani “yolun dostu olmak.” Bu esas terminolojiler suyun H2O formülü olması gerçeğindeki değişmezlik prensipleridir ve bunlardan hep bahsetmek zorundayız. Çünkü kâinatta Yaratan’dan kopup gelip O’nu aksettirme vazifesinde yine O’na dönüşün başka bir formülü yoktur. İnsanın yaratılma gayesi “Yaratan’ın aksini ifşasıdır.” Yani Yaratan sureti olup ışımayı gerçekleştirmesidir. Bu ışıma Mesihi düzeydir. Mesih’teki kurtuluşunda kendi nefsini inkâr ile Mesih’te biçimlenmesiyle o muhteşem insan-ı kamil’e, Yaratan suretinde “sevgi ve ihsana” ulaşmasıdır. Adeta suyun yüz derecede kaynaması ve buhar olması gibi ancak Mesih düzeyinde de bu dönüşüm ve değişim kişinin manevi manada ve elbette ruhen Yaratan’a geri dönüşünün gerçekleşmesidir.


Burada yazar Yaratan’a yürüyenlerin sayımının istendiği noktanın Sina’da toplanma çadırı içinde olduğunu söylemektedir. Yani çölde Yaratan’ı edinme noktası “mana grubudur.” Mana grubu Yaratan’ın ışığının gönüllerinin gözlerini açtığı kişilerin bir arada oturduğu noktadır. Bu noktada artık “bütünlük” kendi ışımasına ışıma katmaktadır. Yani “çöl tecrübesinde” tamlık “mana grubunda” oturmaktır. “Çöl tecrübesinde” dayanmak “mana grubu içinde sevgi ve ihsan vasfını” her şeye rağmen irdeleyip edinmek ve yaşamaktır. O zaman çöl tecrübesi “vaat edilen diyarı” yani “Yaratan’la form eşitliğindeki ebedi hayatı, hazzı” bize çekecek olan en son aşama olacak ve bizi bir kez daha geriye itmeyecektir.