Tapınma ve Dil

Dünya çapında her gün binlerce kişi Tanrı’ya tapınmak amacıyla camilere, kiliselere akın ediyor. Kuşkusuz kimisi adet yerini bulsun diye çevreye uymak ve kendini göstermek için yapıyor ibadetini. Ama kimisi de gerçek bir arayış içerisinde, kendi içinde doldurulması gereken bir boşluğun bilincinde olduğu için ibadet yerine gidiyor. Anca şu var ki, Türkiye’de tapınmasını sürdürenlerin büyük çoğunluğu bunu anlamadığı bir dilde yapmak zorunda kalıyor. Tanrı’ya ulaşmak için yabancı bir milletten empoze edilen bir lisan kullanmaya mahkûm olmuştur.

Tanrı’ya hangi dilde tapınmamız gerekir? Şöyle soralım: Tanrı yeryüzünde konuşulmakta olan binlerce ayrı dil ve dialektten hangilerini anlıyor? Tüm evreni yaratan ve tüm bilgiye sahip olan yüce Tanrı’nın bilmediği, çözemediği bir lehçe var mı? Elbette ki yoktur. Yüce Tanrı, her lisanı anladığı gibi, her lisanda kendisine yaklaşan insanları kolları açık kabul ediyor.

Yeryüzünde konuşulmakta olan dillerin çeşitliliği nereden kaynaklandı sorusuna cevap için Tevrat Yaratılış (Tekvin) kısmına dönmemiz gerekir. Başlangıçta tek bir çift olarak yaratılan ve tek bir dil konuşan insanların dillerinin karıştırılması olayı, kendi günahlarının sonucuydu. Büyük gurura kapılan ve kendi yaşamlarının yönetimini ille de kendi ellerine alıp, Tanrı dahil başkasına kaptırmak istemeyen insanlar Tanrı katına yetişecek muazzam bir kulenin yapımına giriştiler. Sonunda Tanrı bu insanların dillerini karıştırarak onları dağıttı ve girişimlerini durdurdu.

O günden bu yana insanlar birbirlerinden kopuk olarak, ayrı ayrı kültürler içinde yetişerek ve ayrı ayrı diller konuşarak yaşıyorlar. Bu kültürlerden hiçbiri diğerinden üstün değildir. Bu dillerden hiçbirinin Tanrı’nın önünde bir avantajı yoktur. Kaldı ki, tüm insanlar günahları sonucu aynı çukura batmış, aynı kurtuluşa muhtaçtır. Ve dış yüzeye bakmayıp kişinin iç varlığını kitap gibi okuyan Tanrı, insanların kendisine sadece ‘gerçekte ve Ruh’ta’ tapınmasını istiyor (İncil’den Yuhanna 4:24). ‘Hangi milletten olursan ol, hangi dili konuşursan konuş, bana gel’ diyerek sınırsız sevgisiyle kendisine gerçek bir arayış içerisinde yaklaşacak olan her insanı kabul etmeye hazır bekliyor.

Lisan, insanın kişiliğini şekillendiren en önemli, en güçlü etkenlerden biridir. Doğduğumuz günden başlayarak bir anadiliyle büyüyor, yetişiyoruz. O dilde düşünmeye, hareket etmeye alışıyoruz. Birçokları daha küçük yaştan ikinci, hatta üçüncü bir dille yetişiyor. Başkaları okulda bir yabancı dil öğrenme girişiminde bulunuyor. Ama kişi yabancı dili ne kadar iyi öğrenirse öğrensin, kendini hiçbir zaman anadilinde olduğu gibi rahat hissetmez. Öyleyse insan, Tanrısına tapınma gibi yaşamının en önemli eylemlerinden birini kendini rahat hissettiği bu anadilinde yapmaya özgür olmamalı mı?

Bu yüzdendir ki Tanrı’nın sözü olan Kustal Kitab’ı yeni dillere çevirme girişimleri devam etmektedir. Kutsal Kitab’ın orijinali eski İbrani, Arami ve Grek dillerinde yazıldı. Ama Tanrı, kendi sözünü okuyup anlamak isteyen insana, ‘Önce bu dilleri öğren, sonra gel, kitabımı oku’ demiyor. Böyle bir şart gerçekten büyük haksızlık olurdu.

Bugüne dek İncil’in tümü ya da bir parçası iki binden fazla dile çevrilmiştir. Bu sayı da her yıl artmaktadır. Neden bu uğraşlar? Her biri uzun yıllar süren bir çalışma gerektiren bu projeler değer mi? Kesinlikle değer. Çünkü Tanrı, yaşam kaynağı olan kendi sözünün her insana ulaştırılmasını, günahtan kurtuluş müjdesinin herkese duyurulmasını istiyor. Tanrı sözünün, kişinin anlamadığı, kavrayamadığı ve bilinçli bir karşılık veremeyeceği bir şekilde tanıtılmasında pek bir yarar yoktur. Her insan müjdeyi kendi öz dilinde duyabilmeli, kendi dilinde Tanrı’nın çağrısına karşılık verebilmeli, kendi ana dilinde Yaradan’a tapınma fırsatına sahip olmalıdır.

Gel gelelim tapınmada kullandığımız sözcüklere… Türkiye’de dil konusunda büyük tartışmalar süregelmiştir. Atatürk’ün yaptığı harf devriminden beri konuşulan dil, kullanılan kelimeler siyasi bir nitelik kazanmıştır, Politikada berlirli bir eğilimi olan şöyle bir dili yeğlemekte, siyasi meyili farklı olan ise başka bir lisanı tercih etmektedir. İlk olarak şunu açıkça belirtmeliyiz: Mesih inancının politikayla ilgisi yoktur. İncil’de politika konusunda verilen tek öğreti, başımızda bulunan hükümete boyun eğmemiz yönündedir.

Peki, tapınmada hangi sözcükleri kullanmalıyız? Örneğin, Yüce Varlığa Allah’a mı diyelim, Tanrı mı? Hangisi daha uygun? Bir kere Allah—Tanrı dediğimiz o Yüce Varlığın bu konuda bir tercihi olduğunu sanmıyorum. Daha önce belirttiğimiz gibi, O dış yüzeyle değil, insanın iç varlığıyla ilgilenmektedir. Bu bakımdan kullandığımız kelimeler O’nun umurunda değil—yeter ki, kendisine yaklaşan insanda ‘gerçekte ve Ruh’ta’ tapınma arzusu olsun.

Karşımızdaki insanlara gelince belki iş değişir. Tanrı sözcüğünü Yüce Varlığa layık görmeyen biriyle konuştuğumuzda Tanrı diye tutturup o kişiyle kırmızı bayrağı açmanın anlamı yoktur. Aynı şekilde, Allah kelimesini gericilere ait bilen, kelimeyi kavramıyla birlikte baştan reddeden kişiyle konuşurken kendisinin daha uygun gördüğünü terimi kullanmakta serbest olmalıyız. Önemli olan, kullandığımız terimler değil, anlatmak istediğimizi anlatabilmektir.

Tanrı, kendini biz ölümlü insanlara tanıtmak için kendi öz varlığından olan, Tanrı Sözü unvanı verilen İsa Mesih’ı aramıza gönderdi (İncil: Yuhanna 1:1-14). Bizlerle iletişimde bulunmanın en mükemmel yolu buldu, bize sevgi lisanıyla seslendi. Şimdi de bizden cevap bekliyor.