Kur’an-ı Kerim İsa’nın ölmediğini öne sürüyor. Tarih ise bu konuya daha farklı yaklaşıyor. Kur’an, İsa’nın ölümüne tanık olanların söylediklerinin tam tersini ileri süriyor. İşte iki tanığımız: Tarih ve Kur’an. Hangisine inanalım? Üçüncü bir tanık çıkıp da tarih ya da Kur’an’ın birini desteklerse bu süpriz tanığa inanmamız gerekmez mi? Dünyanın bütün ülkelerinde adalet mekanizması böyle işlenmektedir. “İki tanık adamı ipe götürür!”
İsa’nın ölümünden 600 yıl sonra ortaya cıkan Kur’an, O’nun ölmediğini ilerı sürüyor. Birinci, ikinci, ve üçüncü yüzyıllarda yaşamış olan Yahudi ve Romalı tarihçilerden ise, tam tersini öğreniyoruz. Josefus, Takitus, ve Lusian gibi Hıristiyan olmayan, hatta Hıristiyanlara karşı olan tarihciler, İsa’nın öldüğünü açıkça söylüyorlar. Hangisine inanalım?
Karara varmadan önce, Kur’an’ın iddiasını, sonra da tarihçilerin iddialarını gözden geçirelim. Ondan sonra, kalan şüphelerimizi silebilen üçüncü süpriz tanığımızın iddialarını dinleyelim.
Kur’an’ın Nisa Suresi 157. ayet şöyle diyor:
“‘Biz Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük!’ demelerinden ötürü… Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat (İsa) onlara benzer gösterildi. O’nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. O’nu yakinen öldürmediler.” (Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kitabevi, Anafartalar Cad. Timur Sok. 50 Yıl Pasajı 4, 14, Ankara).
Bundan kesin bir tanıklık olmaz; fakat bu ifade tarihi bakımdan doğru mu? Eğer İsa ölmediyse, olup bitenler nasıl açıklanırdı? Yani, Kur’an’ın dediği nasıl tarihi gerçeklere uyar? Ünlü İslam araştırmacı Muhammed Ataurrahim, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa adlı kitabında olayı şöyle anlatmaya calışıyor:
“Hz. İsa’nın bir şakirti olan Yudas İscarıot (Yahuda İskariyot) Hz. İsa’nın yakalanmasına yardımcı olduğu takdirde otuz parça gümüş alınacağına dair Romalılardan söz almıştı. Yakalanma planının suya düşmesini önlemek için, teşebbüsün gece yapılmasına karar verildi. Hz. İsa’nın yandaşlarıyla beraber gittiği yere gelindiğinde, Yudas’a Hz. İsa’yı öpmesi söylenmişti, öyle ki yabancı Romalı askerler Hz. İsa’yı tanıyabilsin. Fakat plan suya düştü. Askerler karanlıkta şaşırdılar, iki Yahudi karanlıkta birbirine karıştırıldı ve askerler Hz. İsa’nın yerine yanlışlıkla Yudas’ı yakaladılar. Kaçışı hayırlı oldu. Suçlular Pilatus’un, Roma Magıstrate’sinin önüne getirildiğinde, olayların dramatikliği herkesi memnun edecek şekilde gelişti. Yahudilerin büyük bir çoğunluğu memnundular, çünkü mucıze sonucu hain mahkeme salonundaydı; Romalılar memnundu, çünkü Yudas’ın ölümü ile kabahatlerini örteceklerdi” (Ataurrahim, Muhammed, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa, s. 42-43, İnsan Yayınları, İstanbul, 1985).
İşte, bir İslam düşünürünün uydurduğu senaryo.
Bu konuya ilişkin Hrıstiyan olmayan tarihçiler ne diyor? 1. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Latin tarihçilerinin en ünlüsü olan Takitus, milattan sonra 64. yılında Roma yangınından İmparator Neron’un sorumlu olduğuna dair ilişkin söylentileri kaleme alırken şöyle der:
“Neron’u yangını bizzat kendisi tertiplemiş olduğu ithamlarından hiçbir kuvvet, ne insanlardan gelecek bir yardım, ne bir kralın cömertlikte bahsedebileceği aflık ne de tanrıları arz edilecek tövbeler kurtarabildi. Bu söylentileri bastırmak amacıyla, o devirde anlaşılmadıklarından herkes tarafından nefret edilen Hrıstiyanları suclandırdı. İnanılmayacak derece de ağır cezalarla işkence etti onlara. Hrıstiyanlığın kurucusu Hristos (Mesih), Tiberius hükümdarlığı devrinde Yahudiye bölgesinde valilik eden Pontius Pilatus tarafından bir suçlu olarak öldürülmüştür. Ama bu zararlı batıl inanç bir süre için örtbaş edildeyse de Yahudiye bölgesinde yeniden ortaya çıkmakla kalmadı, Roma’ya da yayıldı” (Takitus, Annals, XV., s. 44).
II. yüyılda yaşayan Lusian, İsa’dan şöyle bahseder:
“…bu yeni inanışı dünyaya tanıttığı için çarmıha gerilen adam… Bundan başka Grek tanrılarını bırakıp çarmıha gerilmiş olan bu kişiye inanan insanlar kurallarına göre yaşamaya başladıklarından beri birbirleriyle kardeş olduklarına inanmış bulunuyorlar” (Lucian, The Passing of Peregrınus, s. 12, 13).
Görülüyor ki, çarmıh hikayesi Roma’da, olayın yer aldığı birkaç yıl içinde Hristiyan olmayan toplum tarafından da biliniyordu, ve Hristiyanlığa düşman olan putperest tarihçiler bile İsa’nın yaşamış ve çarmıha gerilmiş olduğu fikrini destekliyorlar.
Kime inanalım? Olaylardan 6 yüzyıl sonra ortaya cıkan ve o ana kadar hiç kimsenin aklına gelmeyen Kur’an’ın açıklamasına mı, yoksa olayları yakından inceleyen tarihçilere mi inanalım? Eğer bunlar arasında seçim yapmak zor ise, kalan şüphelerimizi silecek, kesin çözümü sağlayacak üçüncü tanık, İncil’in, kimden yana olduğuna bakalım.
İncil’in ilk dört kitapçığı, Matta, Markos, Luka, ve Yuhanna, hiç bir çelişki olmaksızın İsa’nın çarmıha gerilmesini ve ölümünü anlatıyor. Sayfalarımız sınırlı olduğu için, yalnız Yuhanna’nın ifadesini inceleyeceğiz. Yuhanna 19:17-42’de şunları okuyoruz:
“Askerler İsa’yı alıp götürdüler. İsa çarmıhını kendisi taşıyıp Kafatası—İbranicede Golgota—denilen yere çıktı. O’nu orada çarmıha gerdiler. O’nunla birlikte iki kişiyi daha, İsa ortada, onlar da iki yanında olmak üzere çarmıha gerdiler. Pilatus bir de yafta yazıp çarmıhın üzerine astırdı. Yaftada şöyle yazılıydı: ‘Nasıralı İsa—Yahudilerin Kralı’
İsa’nın çarmıha gerildiği yer kente yakındı. Böylece İbranice, Latince, ve Grekçe yazılmış olan bu yaftayı Yahudilerin birçoğu okudu. Bu yüzden Yahudilerin başkahinleri Pilatus’a, ‘Yahudilerin Kralı diye yazma,’ dediler. ‘Kendisi, Ben Yahudilerin Kralıyım dedi’ diye yaz.’ Pilatus, ‘Ne yazdımsa, yazdım’ karşılığını verdi.
Askerler İsa’yı çarmıha gerdikten sonra O’nun giysilerini aldılar. Her birine birer pay düşecek biçimde dört parçaya böldüler. Mintanını da aldılar. Mintan boydan boya dikişsiz bir dokumaydı. Birbirlerine, ‘Bunu yırtmayalım’ dediler. ‘Kimin olacak diye kura çekelim.’ Bu olay, şu Kutsal Yazı yerine gelsin diye oldu: ‘Giysilerimi aralarında paylaştılar, elbisem üzere kura çektiler.’
Bunlar askerler yaptı. İsa’nın çarmıhının yanında ise annesi, annesinin kızkardeşi, Klopa’nın karısı Meryem ve Mecdelli Meryem duruyordu. İsa, annesiyle sevdiği öğrencinin yakınında durduğunu görünce annesine, ‘Anne, işte, oğlun!’ dedi. Sonra öğrenciye, ‘İşte, annen!’ dedi. O andan itibaren öğrenci, Meryem’i kendi evine aldı. Daha sonra İsa, her şeyin artık tamamlandığını bilerek Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için, ‘Susadım!’ dedi. Orada ekşimiş üzüm suyu dolu bir kap vardı. Üzüm suyuna batırılmış bir süngeri zufa dalına takarak O’nun ağzına uzattılar. İsa üzüm suyunu tadınca, ‘Tamamlandı!’ dedi ve başını eğerek ruhunu teslim etti.
Yahudiler Pilatus’tan çarmıha gerilmiş adamların bacaklarının kırılmasını ve cesetlerin kaldırılmasını istediler. Hazırlık günü olduğundan, cesetlerin Sept günü çarmıhta kalmasını istemiyorlardı. Çünkü o Sept günü büyük bayramdı. Bunun üzerine askerler gidip birinci adamın, sonra da İsa’yla birlikte çarmıha gerilmiş olan öteki adamın bacaklarını kırdılar. Ama İsa’ya gelince O’nun ölmüş olduğunu gördüler. O’nun için bacaklarını kırmadılar. Bununla birlikte, askerlerden biri O’nun böğrünü mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. Bunu gören adam tanıklık etmiştir ve tanıklığı doğrudur. Doğruyu söylediğini bilir. Siz de iman edesiniz diye tanıklık etmiştir. Bunlar, ‘O’nun tek kemiği kırılmayacaktır’ diyen Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için olmuştur. Yine de başka bir Yazı’da, ‘Bedenini deştikleri adama bakacaklar’ deniyor.
Bundan sonra Aramatyalı Yusuf, İsa’nın cesedini kaldırmak için Pilatus’a başvurdu. Yusuf, İsa’nın öğrencisiydi, ama Yahudilerden korktuğundan bunu gizli tutuyordu. Pilatus izin verince, Yusuf gelip İsa’nın cesedini kaldırdı. Daha önce geceleyin İsa’nın yanına gelmiş olan Nikodim de otuz litre kadar karışık mür ve sarısabır özü alarak geldi. İkisi, İsa’nın cesedini alıp Yahudilerin gömme geleneğine uygun olarak onu baharatla keten bezlere sardılar. İsa’nın çarmıha gerildiği yerde bir bahçe, bu bahçenin içinde de henüz hiç kimsenin konulmadığı yeni bir mezar vardı. O gün Yahudilerin Hazırlık günüydü. Mezar da yakın olduğundan İsa’yı oraya koydular.”
İşte, İsa’nın çarmıha gerilmesi ve ölümü bütün ayrıntılarıyla tarif edilmektedir. İsa, kesin olarak, annesinin gözlerinin önünde öldü. Anne oğlunu tanımaz mı? Çarmıhta Yudas değil, İsa gerilmişti. İncil zaten Yudas’ın ölümünü anlatıyor:
“İsa’yı ele veren Yahuda (Yudas) O’nun mahkum edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüş parayı başkahinlere ve ihtiyarlara geri götürdü. ‘Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim’ dedi. Onlar ise, ‘Bundan bize ne? Onu sen düşün’ dediler. Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı” (İncil: Matta 27:3-5).
İsa’nın gerçekten ölmüş olduğuna hiç bir şüphe yok. Roma İmparatorluğunun cellatları işlerini çok iyi biliyorlardı—onlar için ölü bir bedenle hâlâ yaşayan bir bedeni ayırmak zor değildi. Üstelik Yuhanna askerlerden biri İsa’nın göğsünü mızrakla deldiğinde, böğründen kan ve su aktığını görmüştü. Doktor olmadığı için, gördüğü kan ile su karışmasına şaşmıştı. Yine de, suyu gördüğünü ısrarla söylüyor: “Bunu gören adam tanıklık etmiştir ve tanıklığı doğrudur.” Eğer Yuhanna bir doktor olsaydı, durumu anlıyabilirdi; çünkü herhangi bir doktor, kanın pıhtı ve serum şeklinde ayrılmasının ölümün kesin bir kanıtı olduğunu bilir.
Evet, İsa çarmıha gerilip öldü. Hem putperest, inanmak istemeyen tarihçiler, hem de görgü tanıkları olan İncil’in yazarları, İsa’nın öğrencileri, buna tanıklık etmektedir. Kime inanalım? Olaydan 600 yıl sonra Arap peygamberi tarafından uydurulmuş bir hikayeye mi, yoksa tarafsız tarihçilere ve görgü tanıklarına mı?
Bütün bunların önemi nedir? Neden böyle uzun uzun İsa’nın ölümü üzerinde duruyoruz? Bunun iki nedeni var:
Birincisi, İsa’nın ölümü Kur’an’ın güvenilmezliğini ortaya çıkarıyor. İkincisi ise, daha önemlidir. Çünkü İsa’nın ölümü anlamsız, rastgele bir olay değildi. Bütün peygamberlerin öngördüğü günahlarımızın karşılığı idi. İsa Mesih bizim uğrumuza boğazlanan kurban oldu. İsa hakkında, Yeşaya peygamber O’nun gelişinden 600 yıl önce şöyle yazmıştı:
“Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi. O baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi açmadı ağzını… Bundan dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını o üzerinde aldı, başkaldıranlar için de yalvardı” (Kutsal Kıtap: Yeşaya 53:4-7.12).
Mesih İnanlılarının ümidi tamamen İsa’nın ölümüne bağlanmaktadır. Eğer İsa ölmeseydi, Mesih İnanlıları herkesten çok acınacak duruma düşerlerdi. Ama, hamdolsun ki İsa öldü! Günahlarımızı yüklendi ve bizim yerimize çarmıha gerildi, bizim hak ettiğimiz ölümü O üstlendi. İsa’nın aracılığıyla Tanrı’nın adaleti yerine geldi ve artık hesap gününde hiç korkmadan O’nun önünde durabiliriz. Ne büyük sevgi, ümit, ve müjde!
Fakat müjde burada bitmiyor. İsa öldü, gömüldü, ve üçüncü günde dirilip, mezardan çıktı! İsa ölümü yenip, zafer kazandı.