Ek 7. Eski ve Yeni Antlaşma Arasındaki Farklar



Eski Antlaşma’nın ciddi bir şekilde incelenmesi onun, Yeni Antlaşma’yla olan ilişkisi konusunda bazı soruların ortaya çıkmasına yol açar. Buraya kadar yaptığımız çalışmalarda, İbrani Kutsal yazılarının İsa Mesih’in gelişiyle ilgili olarak yolu hazırlayışını ve Yeni Antlaşma’nın da O’nu nasıl açıkladığını göstermeye çalıştık. Ancak bir takım meraklı ya da kuşkucu okuyucular için bazı sorular henüz yanıtlanmamış gibi gözükebilir. Özellikle Yeni Antlaşma döneminde bazı konularda Tanrı’nın neden düşüncesini değiştirmiş gibi gözüktüğü sorulabilir. Tanrı iki antlaşmada gerçekten tutarlı mı davranmaktadır? Buradaki konuları birbiriyle bağlantılı iki gruba ayırabiliriz:

1) Eski Antlaşma’daki kutsallık standardı neden bazen Yeni Antlaşma’nınkinden daha düşük gözükmektedir? Kölelik, çok eşlilik ya da “kutsal savaş” gibi bazı sosyal çarpıklıklara neden müsamaha gösterilmiştir? Örneğin, Tanrı’nın bazı durumlarda, İsrailden, inançsız düşmanlarını acımadan yok etmesini isterken Yeni Antlaşma’da ise, halkından düşmanlarını sevip onlar için dua etmelerini istemesi tutarlı mıdır? Bu tür konularda, Yeni Antlaşma’nın standartlarının neden daha yüksek, sıkı ve daha “ruhsal” gözüktüğüne bakmalıyız.

2) Niçin Eski Antlaşma’daki bazı yasaklar ve buyruklara Yeni Antlaşma’da rastlamıyoruz? Örneğin domuz etinin (ya da kirli sayılıan diğer yiyeceklerin) yenmesi Musa’nın Yasasında yasaklanmışken sonradan Yeni Antlaşma’da serbest bırakılmıştır? Neden Eski Antlaşma’da yasanın vatandaşlarla ilgili yönleri ve törenler ayrıntılı olarak verilirken Yeni Antlaşma’da verilmiyor? Bu tür konularda Yeni Antlaşma Eski Antlaşma’ya göre daha az yasaklayıcı gözükmektedir. Öyleyse Tanrı düşüncelerini mi değiştirdi?

Bunun gibi ayrıntılı soruları burada tümüyle yanıtlamak güçtür. Ancak yanıtlamaya yardımcı olacak ana ilkeleri burada vermek istiyorum. Ondan sonra bu ilkelere dayanarak birkaç somut örneği anlamaya çalışacağız.

TEMEL YORUMLAMA İLKELERİ

İlke #1: Kutsal Kitap bazen Tanrı’nın uygun görmediği olayları yorumsuz olarak kaydeder.

Kutsal Kitap, içinde kayıtlı bulunan her şeyi onayladığını ya da emrettiğini düşünmemeliyiz. Özellikle Eski Antlaşma’da buna ilişkin pek çok örnek vardır. Tanrı’nın peygamberleri de dahil olmak üzere insanların günahlı olduğu defalarca belirtilir. Tanrı’nın lütfu bu imanlı kadın ve erkeklerin günahlarını örtmüştü, ancak O’nun doğruluğu olup bitenlerin olduğu gibi kaydedilmesini gerektirdi. İmanda örnek olmuş olan bu insanların her davranışını örnek alamayız. Nuh, İbrahim, İshak, Yakup, Musa ve Davut’tan Tanrı’nın sadık kutsalları olarak söz edilir (İbr.11:7-32). Ancak Kutsal Kitap, onların işlediği sarhoşluk, yalan, inançsızlık, aldatma, çokeşlilik, adam öldürme ve zina gibi günahlarını da kaydeder.132 Olayları kaydeden bölümlerde Tanrı’nın hoşnutsuzluğu yazılmazsa da bu tür davranışlar Kutsal Kitap’ın diğer bölümlerinde açıkça kınanmaktadır.

Bazı davranışların (örneğin: çok eşlilik, şiddet gibi) Yeni Antlaşma’da, Eski Antlaşma’ya oranla daha çok yasaklandığı ortadadır. Yine de bu davranışların tekrar tekrar kaydedilmiş olmasının, Tanrı’nın onları onayladığı anlamına gelmediğini unutmamalıyız. Bu yalnızca Tanrı’nın ne kadar çok sabrettiğini gösteriyor.

O’nun belli bir durumda birini onaylaması da o kişinin her davranışını onayladığını göstermez. Eriha’daki putperest fahişe Rahav’ın İsrail’in Tanrı’sına olan imanı övülür, ancak bu, fahişeliği ya da İsrailli casusları korumak için söylediği yalanın, imanlıların örnek alacağı durumlar olduklarını göstermez.

İlke #2: Kutsal Kitap’ın esinleri gelişme gösterir.

Giriş ve sonraki bölümlerde açıklanmış olduğu gibi Tanrı isteklerini, uzun tarih dönemleri boyunca, yavaş yavaş açıklamıştır. Bu nedenle Kutsal Kitap’ın sonuna doğru davranış standartlarının daha derin ve üstün bir biçim olması şaşırtıcı bir durum değildir. Aynı süreci bir çocuğu eğitirken de görürüz. Bu gidiş ters yönde olsaydı herhalde felaket bir şey olurdu. Yani eğer standartlar daha ilkel, yüzeysel ve dışsal bir hale gidiş gösterseydi, başımız gerçekten dertte olurdu.133

Tanrı sözünün insana yavaş yavaş vahyedilmesinde görülen “gelişmenin” yanında “açıklanan gerçeğin her aşamada mükemmel” olduğunu da hatırlamalıyız.134 Kaiser’in meşe ağacı ve palamuduyla ilgili olarak 28. sayfada verilen örneği hatırlayın. Fazla gelişmemiş olsa da tohum ve filiz gelişmiş durumdaki ağaç kadar mükemmeldir. Aynı şekilde Tanrı’nın gerçeğinin zenginliği ve ruhsal derinliği çok sonraları Yeni Antlaşma’da açıklanmışsa da, önceki vahyi de aynı gerçeği, daha az gelişmiş ama yine de mükemmel tohum biçiminde içeriyordu.

Tanrı’nın vahyini yavaş yavaş yapması hem yukarıdaki soruları yanıtlamamıza yardım eder, hem de şu iki noktayı daha iyi kavramamızı sağlar: 1) Tanrı daha sonra açıkça yasakladığı bazı şeylere (çok eşlilik, boşanma gibi) başlangıçta sabretti. 2) Tanrı daha sonra ortadan kaldırdığı bazı dışsal adetleri (hayvan kurbanı, tapınakta izlenen kurallar gibi) önceleri gerekli gördü.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Tanrı, insanlara bildirmiş olduğu isteklerine göre davranmaktadır. “Kime çok verilmişse, ondan çok istenecek. Kime çok şey emanet edilmişse, kendisinden daha fazlası istenecektir” (Luk.12:48). Bu, Tanrı’nın Eski Antlaşma zamanındaki imanlıların bazı davranışlarına neden izin vermiş olduğunu da açıklar. Onlara açıklanan da azdı, onlardan istenen de.

İlke #3: Eski Antlaşma’da esinlenenler bazı yönlerden sınırlıdır.

Eski Antlaşma Tanrı’nın gerçeğinin son bölümü değildi, tersine izleyecek olan Yeni Antlaşma’ya hazırlıyordu. “Şu anda var olan sınırlamalar genellikle esinin, Tanrı’nın isteği ve planına göre, tarihin akışı içinde gelişmesi gerçeğine dayanılarak açıklanabilir.” 135 Aşağıdaki nedenlere göre sınırlama söz konusudur:

a) Tarihi sınırlamalar

Düşüş gerçeği Tanrı’nın tüm tarihsel işinin temelidir. İsrail zamanındaki dünyanın dokusunu; puta tapma, kölelik ve kabileler arası savaşlar gibi yaygın sosyal sorunlar oluşturuyordu. Rab İsa özellikle Düşüşün sonucu olan bazı şeylere İsrail’de “yüreklerinin katılığından ötürü” izin verildiğini anlatır. “Tanrı, geçmiş dönemlerin bilgisizliğini görmezlikten geldi; ama şimdi her yerde herkesin tövbe etmesini buyuruyor” (Elç.14:16; 17:30). Bu “bilgisizlik dönemlerinde” Tanrı, dünyanın Kurtarıcısının gelişi için yolu hazırlamaktaydı. Kendisini kanıtsız bırakmaksızın, düşmüş bir dünyada, diğerlerinden üstünlüğü olmayan bir ulusa Kendini açıklayarak, çalışmaktaydı. Bu tarihi gerçek, Eski Antlaşma’daki yasaların çoğunun genel çerçevesini oluşturur.

b) Ulusa özgü sınırlamalar

Eski Antlaşma’daki yasa ve buyrukların çoğu İsrail ulusuna yöneliktir. On Emir, Tapınakla ilgili kurallar, İsrail’in medeni hukukunu ve adetlerinin tümünü içeren ve Sina dağında yapılmış olan Antlaşma yalnızca bu ulus ile yapılmıştı: “Yalnızca sizi seçtim yeryüzündeki oymaklar arasından, bu yüzden bütün suçlarınız için sizi cezalandıracağım” (Amo.3:2). İsrail; Tanrı’nın yeryüzündeki ulusu, gerçek teokrasinin olduğu yer, Rab’bin halkının arasında taht kurduğu ve O’nun sözünün de halkın hem ahlaki standartlarını hem de medeni hukukunu oluşturduğu ulustu. Bu çok özel bir çağ, Tanrı’nın İsrail’den uzaklaşıp onları yargılamasıyla sona erdi. Ardından da İsa’nın “diğer ulusların dönemleri” (Luk.21:24) dediği yeni bir çağ başladı.

Tanrı’nın karakteri ve insan için olan isteği değişmese de, dünyada sürdüğü egemenliğin biçimi, insanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde değişiklikler gösterdi. Bu yeni çağda Tanrı, “eklesia” (yani kilise topluluğu) dediği ve dünyanın tüm uluslarından, İsrail ulusunun medeni hukukuna değil, bulundukları ülkenin hükümetlerine tâbi olmalarını istedi. Bu yüzden Eski Antlaşma’daki buyrukları düşünürken ulusa özgü bu sınırlamaları da hatırlamalıyız.

c) Yasaya dayanan sınırlamalar

“Yasa benim, onun buyruklarını yerine getirmem için gereksinim duyduğum harekete geçiren güçten yoksundur. Yasa’nın özü sevgi ise de o, tek başına bu sevgiyi üretemez.” 136 Tüm bunların nedeni ise insanın zayıf ve kusurlu oluşudur. Yasa çocuklara göz kulak olan bir bekçi ya da bir çift öküzü aynı hizada tutan boyunduruk gibiydi (bkz. Gal.3:23 - 4:3 ve Elç.15:10). Yasa hatalı veya eksik değildi, ancak Tanrı’nın buyruklarına tam bir itaati da sağlayamazdı. Yalnız Tanrı’nın Kutsal Ruhu tam bir itaati sağlayabilir (bkz. Rom.8:1-4).

ç) Maddeye ait sınırlamalar

Hiç kuşkusuz Eski Antlaşma zamanında Tanrı’nın bereketleri daha çok maddi zenginlikle ölçülmekteydi. Yeni Antlaşma’da açıklanan “ruhsal” bereketler Mesih’in gelişinden önce aynı netlikle anlaşılmamıştı. Göksel zenginliklerden emin bir şekilde, her durumda Rab’de sevinmeye çağrılışımız, İsa’nın ölümden dirilmesinden sonra çok daha iyi anlaşılır oldu. Bu harika olayda O, “yaşamı ve ölümsüzlüğü Müjde’nin aracılığıyla ışığa çıkarmıştır” (2Ti.1:10).

İlke #4 Mesih’in gelişi Tanrı ile insan arasındaki ilişkileri tümüyle değiştirdi.

Mesih’in gelişi, birçok takvimin her yıl bize hatırlattığı gibi, tarihin en önemli olayıdır. Dolayısıyla büyük bir gelişmeden ya da yepyeni bir çağdan daha azını beklemek Yeni Antlaşma’nın gücünü küçümsemek olur. Eğer, Yeni Antlaşma yazılarının da belirttiği gibi, bakireden doğarak dünyaya gelen, mükemmel bir yaşam süren, fedakârca ölüp dirilerek göğe çıkan Rab bizzat Yasa’yı vermiş olansa, bazı şeylerin sırasında yapılan değişiklikler bizi şaşırtmamalı.

Eski Antlaşma vaadin çağını kaydeder ve “gelecekteki iyi şeylerin” bazı geçici “gölgeleri”ne yer verirdi (İbr.10:1). Ancak Yeni Antlaşma vaatlerin yerine gelişini kaydeder, dolayısıyla gerçek olan gelmiştir. Tanrı’nın Kutsal Ruh’u, dışsal adet ve geleneklerin yerine ruhsal tapınmayı ve Babamız Tanrı’ya sevinçle hizmet edebilmemiz için gelmiş ve her imanlının yüreğine yerleşmiştir. Bu içsel güç, Tanrı’nın isteğine her alanda (evlilik, kişisel kutsallık, düşmanlarımızla ilişkiler vs.) daha derinden itaat edebilmemizi olanaklı kılmaktadır. Dolayısıyla Tanrı Eski Antlaşma zamanında hoş gördüklerini artık hoş görmemektedir. Dışsal adet ve törenlerin yerini de Tanrı’nın Ruh’uyla özgürce tapınma almıştır (Flp.3:3). Ayrıca İsa’nın Tanrı’nın Kuzusu olması da hayvan kurbanlarını sona erdirmiş oldu. Törensel yasanın tüm diğer yönleri de İsa’da tamamlandı.