Elçi Pavlus tahminlere göre M.S. 50. yılda Korint şehrine gidip, İsa Mesih’le ilgili müjdeyi paylaşarak kilise kurmaya başladı. Orada 18 ay kaldı, müjdeyi duyurdu ve bir cemaat oluşturdu. Bu kiliseyi çok severdi, değer verirdi ve herkesi el üstünde tutardı.
Tanrı'nın Mesih İsa'da size bağışladığı lütuftan ötürü sizin için her zaman Tanrım'a şükrediyorum. (1.Kor.1:4)
Başkaları için elçi değilsem bile, sizler için elçiyim ya! Rab yolunda elçiliğimin kanıtı sizsiniz. (1.Kor.9:2)
Pavlus Korint’ten ayrılıp Efes’e geçti. Efes’te tahminen 54 yılına kadar, 2-3 yıl kaldı. Apollos bu süre boyunca Korint’i ziyaret edip kilisenin durumunu Pavlus’a bildirdi. Pavlus onlara nüshası elimizde bulunmayan bir mektup yazdı. (Yorumcular bunu ‘sert mektup’ diye adlandırır. Onları sevdiğinden, onların iyiliğini istediğinden bazen sert konuşmak gerekirdi.) Korintliler cevap olarak, Pavlus’a bazı sorular sormak üzere bir mektup yazdılar ve Kloi’nin ev halkından bir kaç kişi Pavlus’a gelip kiliseyle ilgili haberler verdiler.
Şimdi Pavlus, Korint Kilisesi’nin sorularını cevaplamak ve duyduğu haberlerle ilgili bazı konuları öğretmek üzere ‘1. Korintliler’ diye tanınan mektubu yazıyor. Pavlus bu mektupta: ‘Sizi seviyorum ama duyduğum kadarıyla bazı konularda doğru davranmıyorsunuz.’ diyor. İlk olarak Rab’bin Sofrası’yla ilgili bazı şeyleri onlara hatırlatmaya başlıyor.
Toplantılarınız yarardan çok zarar getirdiği için aşağıdaki uyarıları yaparken sizi övemem. Birincisi, toplulukça* bir araya geldiğinizde aranızda ayrılıklar olduğunu duyuyorum. Buna biraz da inanıyorum. Çünkü Tanrı'nın beğenisini kazananların belli olması için aranızda bölünmeler olması gerekiyor!
Toplandığınızda Rab'bin Sofrası'na katılmak için toplanmıyorsunuz.Her biriniz ötekini beklemeden kendi yemeğini yiyor. Kimi aç kalıyor, kimi sarhoş oluyor.Yiyip içmek için evleriniz yok mu? Tanrı'nın topluluğunu hor mu görüyorsunuz, yiyeceği olmayanları utandırmak mı istiyorsunuz? Size ne diyeyim? Sizi öveyim mi? Bu konuda övemem!
1 Kor 11:17-22
İlk kiliseler Rab’bin Sofrası’nı evlerinde yemek sırasında kutluyorlardı.
Arkeologlara göre Korint’teki evlerde misafirler için bir salon ve onun yanında bir avlu vardı. Onurlu, zengin konuklar salonda ağırlanırdı. Daha sıradan, daha az önemli ve onurlu misafirlere ise avluda yemek yedirilirdi. Salondaki misafirlere çok çeşitli ve güzel yemekler, kaliteli şaraplar, avluda oturanlara ise ikinci sınıf yemekler, şaraplar verilirdi.
Korint’in nüfusunda, İstanbul gibi bütün büyük şehirlerdekiyle benzer olarak, çok çeşitlilik olduğunu biliyoruz. Romalılar, Yunanlılar, yabancılar, zenginler, fakirler, emekli devlet adamları ve köleler. Kilisede de bu çeşitlilik vardı. Hamdolsun! Çünkü geçmişinizin nasıl olduğu önemli değil, hepimiz Mesih’te biriz!
Benim emekli bir beyefendi olduğumu ve evimde bir Yaşam Grubu’nu ağırladığımı düşünelim. Tabiki herkes davetli ama ‘Bizden’ olanlar, benim gibi arkadaşlarım, aynı tabakadan hemşerilerim daha erken geliyorlar ve onlar misafir odasına oturuyorlar. Biz yiyip içmeye başlıyoruz.
Biraz sonra, çalışanlar, köleler, kilisenin daha az varlıklı olan üyeleri de geliyorlar. Onlar işten çıkıp geldikleri için, daha geç geliyorlar ve avluda oturuyorlar. Karanlık bastıkça: ‘Haydi, herkes burada, Rab’bin Sofrası’nı da yapalım’ diyorlar. ‘Mesih’e tapınalım’. Sen, geç gelenlerden ve avluda oturanlardan biri olsaydın, kendini nasıl hissederdin? İkinci planda, önemsenmemiş.
Pavlus bu durumda ne diyor? Türkçe çeviride anlam biraz kayboluyor ama Pavlus şunu söylüyor : ‘Bu yaptığınız Rab’bin Sofrası değildir.’ (20) ‘Yarardan çok zarar getirir.’
Ekmek yiyorsunuz, şarap içiyorsunuz, dua ediyorsunuz ama eksik olan bir şey var. Şefkat. Duyarlılık.
Neden? Çünkü sözde bir bedensiniz ama bir beden olarak davranmıyorsunuz.
Çünkü Rab’bin Sofrası kapsayıcı olmalı, herkesi kucaklamalı ama siz bunu başkalarını dışlamak için kullandınız.
Pavlus 22. ayette ne diyor?
Yiyip içmek için evleriniz yok mu?
Yani arkadaşlarınızla yemek yemek istiyorsanız, buyrun, sorun değil! Ama Mesih adına toplandığınızda, Rab’bin Sofrası’na katıldığınızda, kilise olarak topladığınızda böyle bir ayrım yaratamazsınız.
Tanrı'nın topluluğunu hor mu görüyorsunuz, yiyeceği olmayanları utandırmak mı istiyorsunuz?
Bence ev sahipleri farkında değildiler. Tabiki kendi kendilerine: ‘Bugün ne yapalım? Tanrı’nın topluluğunu hor görelim! Evet, iyi bir fikir! Ayrıca, yoksulları utandıralım! Ne güzel!’ diye düşünmediler ama farkına varmadan bazen kardeşlerimizi hor görüp, utandırabiliriz.
Popüler bir grubun içinde olanlar, o grupta olduklarının farkında bile değildirler ama dışlananlar bunun farkındadırlar!
Bazı kültürlerde, bu bazen apaçık ortaya çıkıyor. Örneğin Güney Afrika’nın ırkçı faşist hükümetinin yönetimi altında, Cape Town’ın en büyük Katolik kilisesinde bu sistem vardı. Rab’bin Sofrası’na ilk önce beyaz tenliler katılıyorlardı. En son beyaz tenli kişi katıldıktan sonra zenciler gelebilirdi!
Londra’da bazı kilise binalarına giderseniz, orada bir balkon görürsünüz. Eskiden hizmetçiler bu balkonlarda otururlardı. Kilisenin ana bölümünde efendiler otururlardı. Hizmetçiler efendilerinin yemeğini hazırlamak için toplantı bitmeden önce eve giderlerdi.
Acaba Pavlus o kiliselere ne derdi? ‘Yaptığınız Rab’bin Sofrası değildir.’ der miydi?
Peki ya biz?
Acaba biz bunu ne zaman yapıyoruz? Bilemem ama Pazar günleri sadece tanıdığımız arkadaşlarımızla mı selamlaşıyoruz, yoksa kiliseye katılan herkesle mi konuşuyoruz? Evlerimize sadece kendimize benzeyen insanları mı çağırıyoruz, yoksa farklı kesimlerden insanları da davet ediyor muyuz?
Pavlus bu duruma karşı iki uyarıda bulunuyor; biri dolaylı, ince, biri dolaysız, direkt.
Birinci Uyarı: Yahuda gibi misin?
Size ilettiğimi ben Rab'den öğrendim. Ele verildiği gece Rab İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi: "Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın.
1.Kor.11:23
‘Ele verildiği gece.’ İhanete uğradığı gece. Pavlus o geceyi tarif etmek için birçok kelime seçebilirdi: ‘Son akşam yemeği’, ‘Fısıh Bayramı’nı kutladıkları gece’ ama ‘Ele verildiği gece’yi tercih etti. Neden?
Çünkü Yahuda İskariyot, o gece de oradaydı. Ekmek yedi, şarap içti. Öğrencilerle birlikteydi ama hemen sonra çıkıp İsa’yı düşmanlarına sattı. İhanet etti, arkasından vurdu, kalleşlik yaptı. Pavlus şunu ima ediyor: Yahuda gibi olmayınız. İsa’ya odaklanmak gerektiği zaman, Yahuda kendine odaklanıyor. Kendi çıkarına bakıyor. (O’nu satsam ne kadar kazanırım? diye).
Toplantıdayken İsa’yı onurlandırıyorsunuz ama eylemlerinizle ona ihanet ediyorsunuz. Özümüz sözümüz bir olsun. İsa’ya odaklanalım, kendi çıkarımıza değil.
Yahuda kendi yararını başkasınınkinden üstün tuttu. Biz de tam tersine başkalarının yararını kendimizinkinden üstün tutalım! Yahuda gibi olmayalım!
İkinci uyarı daha dolaysız.
Bu nedenle kim uygun olmayan biçimde ekmeği yer ya da Rab'bin kâsesinden içerse, Rab'bin bedenine ve kanına karşı suç işlemiş olur.Kişi önce kendini sınasın, sonra ekmekten yiyip kâseden içsin. Çünkü bedeni fark etmeden yiyip içen, böyle yiyip içmekle kendi kendini mahkûm eder. İşte bu yüzden birçoğunuz zayıf ve hastadır, bazılarınız da ölmüştür. Kendimizi doğrulukla yargılasaydık, yargılanmazdık.Dünyayla birlikte mahkûm olmayalım diye Rab bizi yargılayıp terbiye ediyor.
1 Kor 11:27-32
John Calvin bu mektubun hem değerli hem de zor olduğunu söylemiştir. Bir şekilde Pavlus şöyle diyor: ‘Yaptıklarınız Rab’bin hoşuna gitmiyor. Rab’bi öfkelendiriyorsunuz. Tanrı sizi terbiye etmek için başınıza gelenlere izin verdi.’ Tanrı kilisesine karşı ne kadar tutkulu, değil mi?
Yeni Antlaşma’da bunun gibi direkt yargılar çok nadir görülmektedir. Elçilerin İşleri 5:1-11’de ve Vahiy 2. ve 3. bölümlerde. Nadir olarak ve sıradışı ama genelde kilise tarihinde kilit noktalarda belli temeli olan durumlarda böyle cezaları görüyoruz. Tanrı değişmiyor, her zaman böyle hissediyor, kilisesinin birliğini çok ciddiye alıyor ama her zaman harekete geçmiyor. Bunu yarından korkmamız için değil, bugünü ciddiye almamız için yapıyor!
O zaman kendimizi sınayalım. Yahuda gibi miyiz?
Başkaları hakkında mı kendi hakkımda mı düşünmeye yatkınım?
Kilise bedininde hor gördüğüm, aldırış etmediğim, konuşmadığım, değer vermediğim insanlar var mı? Bir kişiden özür dilemem mi lazım? Birliğimizi geliştirmek için ne yapabilirim? Yardıma muhtaç olan biri var mı? Teselliye muhtaç olan biri var mı? Avutulmaya muhtaç olan biri var mı?
Pavlus’un sunduğu çözüm, her zamanki gibi gözlerimizi İsa Mesih’e çevirmektir.
Tabiki pratik öğütler de verecek. Örneğin:
Öyleyse kardeşlerim, yemek için bir araya geldiğinizde birbirinizi bekleyin. Aç olan karnını evde doyursun. Öyle ki, toplanmanız yargılanmanıza yol açmasın. Öbür sorunları ise geldiğimde çözerim.
1.Kor.11:33-34
Ama Pavlus yürek değişmeden herhangi bir pratik çözümün durumu doğru düzgün değiştiremeyeceğini biliyor! Yüreklerimizi değiştirebilen ancak İsa Mesih’tir!
Böylece Elçi Pavlus dikkatimizi Mesih’e çekiyor.
Size ilettiğimi ben Rab'den öğrendim. Ele verildiği gece Rab İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi: "Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın."Aynı biçimde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: "Bu kâse kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. Her içtiğinizde beni anmak için böyle yapın."Bu ekmeği her yediğinizde ve bu kâseden her içtiğinizde, Rab'bin gelişine dek Rab'bin ölümünü ilan etmiş olursunuz. Bu nedenle kim uygun olmayan biçimde ekmeği yer ya da Rab'bin kâsesinden içerse, Rab'bin bedenine ve kanına karşı suç işlemiş olur.
1.Kor.11:23-27
İsa ne yapmamızı istedi? Bir eylem yaparak bir gerçeği ilan etmemizi istedi. ‘Rab’bin ölümünü ilan etmiş olursunuz’.
10 Kasım’da Atatürk’ü anma törenine katılmakla bir şey ilan ederiz. Ne ilan ederiz? Atatürk’ü onurlandırırız, ona karşı saygımızı gösteririz, onun ilkelerine uyacağımıza söz veririz, onun izinden gideceğimizi ilan ederiz.
Aynı şekilde Rab’bin Sofrası’na katılmakla ‘Mesih bizim uğrumuza kendini feda etti.’ diye ilan ediyoruz. Sadece ‘İsa öldü.’ demekle kalmayıp, ‘İsa benim için öldü.’ demiş oluyoruz. Ekmeği yediğimizde, şarabı içtiğimizde bu gerçeği imanla içselleştiriyoruz, benimsiyoruz ve bu gerçekten faydalanıyoruz.
Buradaki ev sahibi Mesih’tir.
İsa ekmek aldı, şükretti, onu böldü ve dağıttı. Bunu yapan ev sahibidir. Korintli bir imanlı: ‘Ama bu benim evim, davet etmek istediğim kişileri davet edemez miyim?’ diyebilirdi ama ekmeği böldüğümüz zaman haklı olarak ev sahipliği İsa’ya geçiyor. Onun kuralları hakim oluyor. Kendi evine istediği kişileri çağırabilir, istediği kişileri de onurlandırabilir.
Bu yüzden, aslında özel bir papaza, rahibe ihtiyacımız yoktur! Yetkili olan, tek kahinimiz, ekmek bölen, şarap döken İsa’nın ta kendisidir. Özel bir binaya gerek yoktur çünkü İsa Mesih’in evi biziz!
Söz konusu olan şey İsa’nın bedenine ait olduğumuzdur.
Çünkü bedeni fark etmeden yiyip içen, böyle yiyip içmekle kendi kendini mahkûm eder.
1.Kor.11:29
Burada bir kelime oyunu var. Bu metinde ‘isa’nın bedeni’ ne anlamına geliyor?
İsa’nın fiziksel olarak çarmıhta acı çekerek ölen bedeni.
İsa’nın fiziksel bedenini resmeden ekmek.
İsa’nın şimdiki yeryüzünde yaşayan farklı üyelerden oluşan bedeni; kilise, bizleriz!
İsa’nın ölümüne şahit olduğunuzu akıllarınızda canlandırın. Onun yaralanmış, kan revan içinde, kırılmış, cansız bedenini çarmıhtan indirirken ne kadar özenli, yumuşak, saygılı bir şekilde tutardınız, taşırdınız. Yıkayıp, bezlerle sarıp, mezara koyduğunuzda nasıl davranırdınız? Sevgiyle, itinayla. Bunu düşünebiliyor musunuz?
Aynı şekilde kardeşler, Mesih’in bedeninde yaralanmış, acı çeken, yoksul, yabancı, yalnız olanlara tıpkı bu şekilde davranalım. İncitmeden, hor görmeden onları taşıyalım. Bedeni fark etmek bu demektir!
Sevginin ne olduğunu Mesih'in bizim için canını vermesinden anlıyoruz. Bizim de kardeşlerimiz için canımızı vermemiz gerekir.Dünya malına sahip olup da kardeşini ihtiyaç içinde gördüğü halde ondan şefkatini esirgeyen kişide Tanrı'nın sevgisi olabilir mi?Yavrularım, sözle ve dille değil, eylemle ve içtenlikle sevelim.
1.Yuh.3:16-18
İbrahim’in Sofrası
‘Rab’bin gelişine dek...’ (26)
Kutsal Kitap boyunca bir vaat tekrarlanıyor; günün birinde Tanrı’nın egemenliğinde bütün uluslar Tanrı’nın sofrasında birlikte oturacaklar.
Her Şeye Egemen RAB bu dağda bütün uluslara yağlı yemeklerin ve dinlendirilmiş seçkin şarapların sunulduğu zengin bir şölen verecek.Bütün halkların üzerindeki örtüyü, bütün ulusların üzerine örülmüş olan örtüyü bu dağda kaldıracak. Ölümü sonsuza dek yutacak. Egemen RAB bütün yüzlerden gözyaşlarını silecek. Halkının utancını bütün yeryüzünden kaldıracak. Çünkü RAB böyle diyor. O gün diyecekler ki: "İşte Tanrımız budur; O'na umut bağlamıştık, bizi kurtardı, RAB O'dur, O'na umut bağlamıştık, O'nun kurtarışıyla sevinip coşalım."
Yeş.25:6-9
Bu ayrıcalık kapsayıcı olmalı, herkesi kucaklamalı ama Yahudiler bunu dışlamak için kullandılar.
İsa Mesih Yahudi olmayan bir kişiyi iyileştirince, Yahudiler şikayet ettiler. İsa ne dedi?
Size şunu söyleyeyim, doğudan ve batıdan birçok insan gelecek, Göklerin Egemenliği'nde İbrahim'le, İshak'la ve Yakup'la birlikte sofraya oturacaklar.
Mat. 8:11
İşte bu yüzden bu sofrada, bu kilisede ne kadar çeşitlilik varsa, ne kadar farklı ırktan, farklı geçmişten, farklı maddi durumlardan gelenler olursak olalım, Tanrı’nın egemenliğine o kadar yakın oluruz! Çeşitlilikteki birliğimiz, gelecek umudumuzun bir simgesidir! On ikinci bölümde bunu daha çok göreceğiz. Herhalde bu olay Korint’te büyük bir sorundu. İstanbul’da büyük bir sorun olmasın!
Rab’bin Sofrası’nın özel kelimelerle, özel kıyafetli kişilerle, özel bir binayla ilgisi yoktur. Özel kişi; Meshedilmiş Olan İsa Mesih aramızdadır. Özel bina da biziz zaten; her nerede toplanırsak toplanalım, ister Pazar toplantısında, ister yaşam gruplarımızda, ister ailecek ya da arkadaşlarla birlikte, ‘Ekmek bölüp içten bir sevinç ve sadelikle yemek yiyelim ve Tanrı'yı övelim.’ Elç.İş.2:46
27. Ayetteki ‘Uygun olmayan’ ifadesi gördüğümüz bağlama göre şefkatle ve alçakgönüllülükle ilgilidir. Bu ayet bazen yanlış algılanır. Bazen ‘Eğer kendinizi suçlu hissediyorsanız, eğer günah işlediyseniz, lütfen Rab’bin sofrasına katılmayın.’ denir.
Ama bu yanlış çünkü layık hissetmediğinizde, günaha düştüğünüzde Rab’be yaklaşmanız gerekiyordur! Ey kilise önderleri, düşene tekme vurmayın! Bakın, Petrus İsa’yı üç kere inkar ettikten sonra, İsa dirildiğinde Petrus’a gitti ve onu kahvaltıya davet etti: ‘Soframa yaklaş.’ dedi. Düştüğünüz zaman, tökezlediğiniz zaman, kendinizi layık hissetmediğiniz zaman, işte o zaman İsa’ya yaklaşın, işte o zaman Rab’bin Sofrası’na katılın. Şeytan, büyük Suçlayıcı, sizi suçlayacaktır. İsa’ya koşun.
İlaç ne zaman içilir? Hastayken. İşte, ilk kilise önderlerinden biri Rab’bin Sofrası’na ‘Ölümsüzlüğün ilacıdır.’ demiş. Bu ilaç kimler için? Günahlı olanlar için!
Rab’bin Sofrası zamanında, kiliseye ilk defa katılanlar için bir davet olsun: ‘Bugün İsa seni de çağırıyor. Ona doğru bir adım atmak istersen, İsa’ya yaklaşmak istersen, buyur.’ Davet etmediğimizde, kapsayıcı bir olayı dışlamak için kullanmış oluyoruz.
‘Size ilettiğimi ben Rab'den öğrendim.’ deyince, Pavlus elçisel bir gelenekten söz ediyor. Bu katıldığımız sofra bütün kiliselerde, 2000 sene boyunca devam eden ortak bir noktadır.
Bir anma töreninden ziyade, Kutsal Ruh aracılığıyla diri Rab İsa’yla yüz yüze gelmek için bir fırsattır.
Bizim hakkımızda asla şöyle söylenmemesini umuyorum: ‘Toplantılarınız yaradan çok zarar getiriyor.’
En önemlisi, birbirimizi sevelim, birbirimize karşı şefkatli, saygılı, duyarlı olalım ve Mesih’e odaklanalım çünkü Mesih’in bedeni bizleriz!