Aklandık! Ne demek! Demek ki Mesih'in doğruluğu bana giydirildi. Onun sürdüğü lekesiz yaşamı sürdürmüşüm gibi bana yüklendi.
Hepimiz murdar olanlara benzedik, Bütün doğru işlerimiz kirli âdet bezi gibi.
Yeş 64:6
Çünkü bir zamanlar biz de anlayışsız, söz dinlemez, kolay aldanan, türlü arzulara ve zevklere köle olan, kötülük ve kıskançlık içinde yaşayan, nefret edilen ve birbirimizden nefret eden kişilerdik.
Tit 3:3
Eski durumumuz çaresizdi! Pis, yıpranmış, bit pazarından alınmış giysilerimiz vardı; ama Kurtarıcımız Tanrı bize yepyeni, bembeyaz elbiseler giydirdi. Müjde bu! Mesih'i giyindik!
Kaç tane düğüne katıldın? Ben onlarca düğüne gittim! Gelin ne giyer? Beyaz! Çünkü kadın temiz. Kendini kocası için temiz tuttu. Peki, kaç defa gelinin kendini çamura fırlattığını gördün? Hiç! Haşa! O beyaz gelinlik o kadar temiz, o kadar değerli ki, kadın büyük bir özenle kendini çamurdan uzak tutar!
Tanıdığım bir kız anneannesinin gelinliğini giydi! Onu kirletmemek için ne kadar özen gösterdiğini size anlatamam! Bir görseydiniz!
Aynı şekilde, lütuf öğretmenim aynaya bakmamızı istiyor! Mesih sana yeni giysiler bağışladı. Kendi lekesiz, yıldızlı beş olan karnesini sana verdi. Onu kirletecek misin? Haşa! O zaman günahtan uzak kal! O televizyon kanalını açma. Kumarhaneye yaklaşma bile.
Tanrı tarih boyunca kendisine özgü ve adanmış bir halk istedi. Seni çağırdığında, seni de o halka dahil etti. Ne kadar büyük bir ayrıcalık! Ne kadar büyük bir onur! Bu ailenin bir üyesi olmam bir onurdur!
İngiliz Krallarından biri çocuklarını şöyle eğitirdi: 'Kim olduğunuzu hatırlayın'.
Arkadaşlarınız sizi bir şey yapmaya çağırınca: 'Teşekkürler, o davranış bana yakışmaz.' deyin!
Evlat edinildim. Artık Babam Kralların Kralı! Kim olduğumu unutmam. O davranış, o eylem, o yer bana pek yakışmaz. Teşekkürler, katılmam.
Lütuf öğretmenim: ‘Kimliğini çıkar ve bak. Kimsin artık? O davranış eski kimliğine yakışmış olsa bile, yeni kimliğine yakışmaz. Ona hayır de!’ diyor.
Bu aklanma bize ne pahasına verildi? Hani bize karşılıksız olarak verilmişti; ama Mesih korkunç bir şekilde kendi canını vererek bu kurtuluşu sağladı bize.
Gelinlikler ne kadar pahalı? Tabii ki geleneklere göre bunun ücretini gelin ödemez, babası öder! Ama gelinler, babalarını sevdikleri için, bembeyaz gelinliklerini yıpratmaktan, kirletmekten sakınır. Neden? Çünkü çok pahalı! Ayıp olur! Babanın o kadar para harcamasını dikkate almayacak mısın?
Ben bir defa arabamın kaportasını yaptırdım. Arabam bir otobüs tarafından karınca gibi ezildikten sonra tam bir kaporta yaptırmak zorunda kaldım. Öf be! 1200 lira harcadıktan sonra... Arabamı artık çok dikkatli bir şekilde kullanacaktım. 10 kilometre hızı bile geçmedim. Özenle, korkuyla; çünkü o boyanın ne kadar pahalı olduğu aklımdaydı; ama insan gittikçe unutur ve kendini bir kez daha İstanbul trafiğinin akışına bırakır...
Aynı şekilde, arkadaşlar, ne pahasına satın alındığımız aklımızda olsun.
Bir bedel karşılığı satın alındınız; onun için Tanrı'yı bedeninizde yüceltin.
1.Kor 6:20
İsa ne işkenceler çekti. Çarmıha gerilmeden önce 40 kere kamçılandı. Romalılar, unutmayalım, acayip gaddardılar. Deri şeritlerden yapılmış, uçlarına kemik ve kurşun parçaları yerleştirilmiş kamçılar kullanılırdı. Birçok kişi sadece kamçılanarak öldüler.
Ondan sonra çarmıha. Koca çiviler ellerine çekiçle çakıldı. Dikenlerden bir taç kafasına geçirildi. Azar azar nefes alıp veriyordu. Ölümü yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Bütün bu bedensel acıları bir yana bırakabilirsek, ruhsal acıları daha da derindi. Babasının huzurundan ayrı düşürüldü. Allah'ın, insanlığın bütün günahlarına karşı birikmiş gazabı İsa'nın üzerine döküldü. Her tecavüze karşı, her cinayete karşı, her küfre karşı, her dövülen eşe karşı kutsal Allah'ın, haklı bir öfkesi yok mu? Bu öfke tarih boyunca birike birike geldi. Tanrı bu anı bekliyordu ve bütün öfkesini Mesih'in üzerine boşalttı.
Çünkü sabredip daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı.
Rom 3.25
Öyle ki bu ceza İsa'nın üzerine dökülsün. Mesih'i öldüren oydu! Tanrı'nın gazabı. Evet kardeşler, biz aklandık, beraat ettik; ama ne pahasına? Ucuz değildi! Tanrı'nın kusursuz, eşsiz, mayası bozulmamış biricik oğlunun hayatının pahasına! Gözlerimizi çarmıha dikelim. Unutmayalım. Öyle ki günaha, tanrısızlığa hayır diyebilelim.
Bu gayretli kelimesi 'yanan, kaynayan' anlamına gelir. Bir amaçla yandığın zaman hayır demek daha kolay.
İlkbaharda, kralların savaşa gittiği dönemde, Davut kendi subaylarıyla birlikte Yoav'ı ve bütün İsrail ordusunu savaşa gönderdi. Onlar Ammonlular'ı yenilgiye uğratıp Rabba Kenti'ni kuşatırken, Davut Yeruşalim'de kalıyordu. Bir akşamüstü Davut yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi.
2.Sam 11:1-2
Gerisini tahminlerinize bırakıyorum.
Davut nerede olmalıydı? Savaşta, cephede; ama neredeydi? Yatakta. Sarayda. Pot kırmakta. Olması gerektiği yerde olsaydı, bu kadını görür müydü? Hayır; çünkü kendini savaşmakla meşgul ederdi. Hem kadın da yok cephede.
Aynı şekilde, günah bizi çağırınca: 'Gel, benimle takıl...caddeye çıkalım…' diye, 'Nazik davetiniz için teşekkürler; ama benim önemli bir işim var. Olmam gereken bir yer var. İyilik etmekteyim. Dua toplantısına gidiyorum. Kiliseden arkadaşlarla takılacağım bu akşam. Ya da müjdeyi paylaşmak üzere imanlı olmayan komşumu ziyarete gidecektim' diyelim.
Mesela Depresyon Efendi çağırıyor: 'Gel, bir oturalım diz dize, şöyle ağlaşalım, sızlaşalım, birlikte kendimizi zavallı hissedelim' deyince, sen: 'Hayır, ben hemen çıkıp kiliseden arkadaşlarıma gidiyorum!’ de.
Böylece kendimizi hem günahtan, hem de günah olmayan; ama yararsız şeylerden uzak tutmuş oluruz'.
Bir Amerika Başkanı (hangisi olduğunu hatırlamıyorum), başkan olunca iki alışkanlığından vazgeçti: İçki içmek ve keman çalmak. Bunlar günah değil; fakat adam dedi ki: ‘Bütün vaktimi olabileceğim en iyi başkan olmaya adamak isterim.’
Olimpiyatlarda atletler yarış başlamadan soyunurlar; neredeyse çırılçıplak olurlar. Eşofman kötü değil; fakat olmayınca daha hızlı koşulur.
Biz de her yükü ve bizi kolayca kuşatan günahı üzerimizden sıyırıp atalım ve önümüze konan yarışı sabırla koşalım.
İbr 12.1
Acaba sen hayatında gereksiz şeyler taşıyor musun? İster günahlar, ister boş, anlamsız şeyler. Haftada kaç saat televizyon izliyorsun? Kaç saat internette dolaşıyorsun? Kaç saat cep telefonunda oyun oynuyorsun?
İsa Mesih hepimiz için bir yarış tasarladı ve ödülümüz O’nun elindedir. O bizi bekliyor.
Şimdiki çağ geçici. Rahibe Teresa: 'Çağlar boyunca cennette olunca, bu hayatımıza kötü bir otelde geçen tek bir gece gibi bakacağız.' dedi.
Victoria Beckham var ya! Bir kaç hafta önce fotoğraf çekimi için Los Angeles'ten Londra'ya geldiğini duydum. Uçakla 12 saat. Bir iki saat kaldı ve Los Angeles'e, evine döndü. Dedi ki: 'Direkt gitmeyelim; çünkü bebeğimi yatırmak istiyorum.' Bu ne biçim hayat!
Londra'dayken kol saatini değiştirmemiş, para birimini de değiştirmemiş; çünkü kalmayacakmış, hemen dönüyormuş.
Aynı şeklide, biz sokaktayken kalabalıktaki herkese benzeriz; fakat bir fark var! Buraya ait değiliz, yakında eve gideceğiz. Kol saatlerimizi buraya göre değil, cennetin zamanına göre ayarlayalım. Boş, geçici şeylerle fazla ilgilenmiyoruz. Gideceğiz ya!
Benim zaafım yemekler. Ne zaman yeni bir yere gitsem: ‘Şundan bir tane alsam, şunu bir denesem, bunun tadına bir baksam.’ derim… Bir keresinde Yunanistan'a gittim. Sanırım bir iki gün kaldık, o kadar. Bagajımız yoktu. O kadar çok yiyecek aldım ki, yarım saat sonra gideceğimizi unuttum, yanımda bulunduramadım hepsini.
Lütuf öğretmenim hep fısıldıyor; burada kalmayacaksın. Onu istemene gerek yok kardeş, zaten birazdan kalkacaksın ve onu yanında bulunduramazsın! Gideceğin yerde zaten ona gerek duymayacaksın!
Daha geniş bir ev, yeni bir araba kötü istekler değil, şimdiki çağda; ama yakında yolcuyuz ağabey. Çabanı boşa harcamış olma. Geçici şeyler için değil, kalıcı şeyler için çalış.
Yıllarca görüşmediğin özel bir arkadaşınla bir lokantada buluşacaksın. İlk varan sensin.
Garson: 'Hoşgeldiniz. Bir şey içer misiniz?' diye soruyor.
'Hayır, arkadaşımı bekliyorum.' diyorsunuz.
On dakika sonra, arkadaşınız daha gelmemiş, garson: 'Bir arzunuz var mı efendim?' diye tekrar soruyor.
'Hayır, arkadaşımı bekliyorum.' diyorsunuz.
Açsın, canın bir şeyler istiyor, garson bir kez daha: 'Size bir iki soğuk meze getireyim mi?' diye soruyor.
Evet desen ayıp olur… Arkadaşın geliyor ve sen sandviç yiyorsun. ‘Kusura bakma, seni bekleyemedim…’ Saygısız! Ne diyecek? Yuh be! Bekleyemedin mi iki dakika?
Aynı şekilde, lütuf öğretmenim bana diyor ki: 'Mesih'in yücelik içinde gelmesini bekle'. Günaha hayır diyebileceksin! Bir arzunuz var mı? Hayır!
Acı çekiyor musun? Zor günlerden geçiyor musun? Acılanma, yüzünü ekşitme. Allah'a öfkelenme. Hayır, ben Mesih'in yücelik içinde gelmesini bekliyorum!
Cevaplanmamış dualar mı ettin? Yılma. Vazgeçme! Mesih'in yücelik içinde gelmesini bekliyorum!
Hayal kırıklığına mı uğradın? Hayattan tamamen bıktın mı artık? Bıkma be abla! Bıkma be ağabey!
Lütuf öğretmenim kulağıma fısıldıyor… Mesih'in yücelik içinde gelmesini bekle. Cesaretini yitirme. Bıkma. Vazgeçme. Öfkelenme. Zor olduğunu biliyorum; ama O gelecek! Gelince, her şeyimizi değiştirecek güçtedir!