Sana gelince, sağlam öğretiye uygun olanı öğret. Yaşlı erkeklere ölçülü, ağırbaşlı, sağduyulu olmalarını buyur. İmanda, sevgide ve sabırda sağlam olsunlar. Aynı şekilde yaşlı kadınlar saygın bir yaşam sürmeli. İftiracı, şaraba tutsak olmamalı; iyi olanı öğretmeli. Öyle ki genç kadınları, kocalarını ve çocuklarını seven, sağduyulu, temiz yürekli, iyi birer ev kadını ve kocalarına bağımlı olmak üzere eğitebilsinler. O zaman Tanrı'nın sözü kötülenmez. Genç erkekleri de sağduyulu olmaya özendir. İyi olanı yaparak her konuda onlara örnek ol. Öğretişinde dürüst ve ağırbaşlı ol, kimsenin kınayamayacağı doğru sözler söyle. Öyle ki bize karşı gelen, hakkımızda söyleyecek kötü bir söz bulamayıp utansın. Köleleri, her konuda efendilerine bağımlı olmaya özendir. Efendilerini hoşnut etsinler. Ters yanıt vermeden, hırsızlık yapmadan, tümüyle güvenilir olduklarını göstersinler. Böylece Kurtarıcımız Tanrı'yla ilgili öğretiyi her yönden çekici kılsınlar.
Tit 2:1-10
Hristiyanlığın ilk 3 yüzyılı boyunca, Büyük Konstantin gelene kadar, İsa Mesih'i izleyenler hep azınlık olarak yaşadılar. Bazen zulmedilerek, bazen hor görülerek, bazen Roma İmparatoru tarafından yasaklanarak, Hristiyanlar kendilerini bir şeklide toplumdan dışlanmış buldular.
Oturduğumuz şehir kurulunca, dünyanın ilk 'Hristiyan İmparatorluğu, Hristiyan ülke' doğdu. Bazı yorumcular şöyle der: ‘Keşke olmasaydı; çünkü Hristiyanlık azınlık olduğu sürece, daha sağlıklı, daha hakiki olur.
Mesela bir kardeşten şunu duydum: Kendisi İranlı 3 imanlıyı arabasıyla bir yere götürecekti. Onlara göre 1979 İran devriminden önce, hiç kimse İsa Mesih'le ilgilenmiyordu; ama Radikal Dinciler iktidara geldiğinden beri, binlerce İranlı İsa Mesih'e iman etti. Dediler ki: ‘Bizim özgürlüğümüz için sakın dua etmeyin. Biz, Türkiye için, İran'ın akıbetine uğrasın diye dua ediyoruz!'
Tamam, o ucu açık bir konu; ama tartışılmaz bir gerçek var: Pavlus Girit'e gittiğinde Hristiyanlar pek de popüler değildiler. Kurduğu kiliseler imanlı olmayan, hatta Hıristiyanlar’ı hoş karşılamayan bir kültürde bulunuyorlardı. Pavlus Titus'a bu mektubu yazdığında diyor ki: ‘Kilise içinde bulunduğu kültürden çekilmesin. Kaçmasın. Hristiyanlar içe kapanık bir şekilde yaşamasınlar, azınlık psikolojisine uymasınlar.
Aynı zamanda, içinde bulundukları kültüre tamamıyla da uymasınlar. Bukalemun gibi, kültür kırmızı ise biz de kırmızı olalım, kültür böyle ise biz de böyle yaşayalım. Hiç fark olmasın! Böylece sıkıntı yaşamayacağız! Pazar günü ibadetimizi yapıp gündelik hayatında fark olmayan bir halk olalım.’ da demedi Pavlus.
Hayır. Kilise içinde bulunduğu kültürde yaşasın. Ne çekilsin ne de tamamen uysun; ama yaşantımız, ahlaki değerlerimiz farklı olsun.
Sınırlarımız esnektir. Aramızda henüz iman etmeyenler var, biz de Mesih'i izlemeyenler arasında yaşıyoruz ve çalışıyoruz. Gidişler ve gelişler var.
Buna göre, hor görülen bir azınlık olarak, ahlaki standartlarımız çok daha önem taşırır.
Öyle ki bize karşı çıkan, hakkımızda söyleyecek kötü bir söz bulamayıp utansın (2.8)
Senin ahlaklı yaşaman seni aklayamaz, Kutsal bir Tanrı'nın önünde seni haklı çıkaramaz; fakat önemli bir şey yapabilir.
Böylece Kurtarıcımız Tanrı'yla ilgili olan öğretiyi her yönden çekici kılsınlar (2.10)
Mesajımız farklı, değil mi? Bizce, Allah zorla kabul ettirilen kurallarla değil, korkutarak değil, lüftederek, severek, bizi kutsal bir hale getirir. Bunu ancak hayatlarımızla ispat edebiliriz. Ben Mesih'e geldim ve O’nun bana gösterdiği lütuf beni değiştirdi. Artık hayatıma bak; huzurluyum, minnettarım, günaha karşı dayanabilirim. Korkum yok. Değiştirildim yani!
Antakyalı İgnatius, Elçi Yuhanna’nın öğrencilerinden biri, Roma yolundayken (ki MS 108 yılında Roma'da şehit oldu) İzmir'deki kilise önderi Polykarpus'a yazdığı mektupta şöyle dedi:
'Sadece bir ruhun değil, bir bedenin de var olma sebebi görünen dünyanın beğenisini kazanmalısınız.'