SONSÖZ

Tanrı’nın Sözü bizlere acılara karşı bambaşka bir perspektif sağlıyor. Bu demek değil ki acılara seviniyoruz ya da acı çekmek için fırsat kolluyoruz. Ancak herkes gibi acılara maruz kaldığımızda farklı karşılık verebiliyoruz çünkü olup bitenleri dünyasal bir şekilde değil, göksel gözlerle değerlendirebiliyoruz. İncil şöyle der:

Bu nedenle cesaretimizi yitirmeyiz. Her ne kadar dış varlığımız harap oluyorsa da, iç varlığımız günden güne yenileniyor. Çünkü geçici, hafif sıkıntılarımız bize, ağırlıkta hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük, sonsuz bir yücelik kazandırmaktadır. Gözlerimizi gönen şeylere değil, görünmeyenlere çeviriyoruz. Çünkü görünenler geçicidir, görünmeyenlerse sonsuza dek kalıcıdır” (2. Korintliler 4:16-18).


Çoğu kişi bu tarz iyimser bakış açısı ya da yaklaşımı imkansız olarak görse de yakın tarihte yaşanan birkaç örnek verebiliriz. 1999 yılında bir adam ile iki oğlu Hindistan’ın Manoharpur şehrinde arabalarında yakılarak öldürüldüler. Avusturyalı Graham Staines ve eşi Gladys, 1965 yılından beri o bölgedeki cüzamlı deri hastalığı olan insanlara büyük fedakârlıkla yardım ediyorlardı. Ancak 23 Ocak gecesinde iki genç oğluyla arabada yatarken birden fanatik bir kalabalığın saldırısına uğradılar. Kaçmalarına izin vermeyen dinci çete arabalarına benzin döküp babayla iki oğlunu diri diri yaktılar. Bu korkunç katliamın haberi duyulunca başta Hint devlet yetkilileri olmak üzere, olayı büyük üzüntüyle kınadılar. Ancak en ilginç karşılık Graham’ın dul eşi Gladys’ten geldi. Medya mensuplarına şunu söyledi: “Tabi ki şoka uğradık ve üzüldük, özellikle bu olayın ne tür gaddarlıkla yapıldığını öğrenince çok derinden sarsıldık. Yine de duam ve isteğim şu ki kocamın canını alan bu kişiler onun sevgisinden öyle etkilensinler ki asla başkasına böyle bir şey yapmasınlar.”

Böylesi korkunç bir travma yaşayan Gladys hanım üzüntüye boğulabilirdi, Hint halkına lanetler okuyup ülkesine dönebilirdi fakat bunu yapmadı. Bir süre daha Hindistan’da kalıp 2005 yılında cüzamlılar için kocasının hayali olan büyük bir hastane kurmayı başardı. Dahası sergilediği olağanüstü sevgi sayesinde Gladys Hintlilerin saygısını öyle kazandı ki devlet onu büyük ödüller ve armağanlarla ülkesine uğurladı. Bu şekilde sevginin acıya galip geldiğini görebiliyoruz.

Birkaç sene sonra, 2007 yılında Malatya Zirve Yayınevi katliamında Tilmann Ekkehart Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel boğazları kesilerek öldürüldü. Olayın ardından medya mensuplarına konuşan Alman vatandaşı Suzan Geske, eşini öldüren gençler için intikam duyguları beslemeyip onları bağışladığını belirtti. Bunu neden yaptı? Çünkü İsa Mesih kendisini çarmıha gerdiren askerler için aynı şeyi yaptı. Hristiyan inancının özüdür bu. İlerleyen yıllarda mahkeme süreci uzadıkça Suzan hanımın genç kızının bir sözü beni çok etkiledi. Mahkemenin neden bir an evvel bitmesini istediğini soran annesine şöyle karşılık verdi: “Çünkü bir an evvel babamı öldüren bu adamların yanına gidip onlara Tanrı’nın sevgisinden bahsetmek istiyorum.” Gerçekten çok farklı bir perspektif!

Zirve Yayınevi katliamında öldürülen Necati Aydın’ın eşi Şemsa Aydın da basına yaptığı açıklamada "Eşimi ve arkadaşlarını öldürenlerin hiçbirine kızgın değilim. O insanları da seviyorum. Rabbim onları yaptıklarından dolayı bağışlasın” açıklaması yapmıştı.

Elbette tüm bunlar acıyla ilgili bütün soruları yanıtladık demek değildir. Derin bir acımız veya bir can kaybımız olduğu zaman biz de ağlıyoruz, uzun bir süre üzülüyoruz, ancak umutsuz ve çaresiz değiliz. ‘Neden?’ soruları bir süre aklımızı meşgul edebilir ancak onları tam anlamıyla cevaplayamasak da her şeyin nedenini bilen Tanrı’ya güvenmeyi seçiyoruz. Dahası, sıkıntılarla da övünebiliriz. Çünkü biliyoruz ki bu acılarımızda Tanrı bize çok önemli dersler öğretiyor. Yeri geldiğinde sevecen bir baba gibi bizleri karşılaştığımız bu zorluklarla terbiye ediyordur. Böylece acılar sayesinde karakterimiz zenginleşiyor, yüreğimiz büyüyor, sabrımız artıyor ve umudumuz beliriyor.

Gerçek şu ki acılar ve sıkıntılar, İsa Mesih dünyaya dönene ve her şeyi düzene koyana dek günaha yüz tutmuş bir dünyada yaşamanın kaçınılmaz bir yan ürünüdür. Ancak olumsuz şeylerin bizi yıkmasına izin vermek yerine, zorluklar sayesinde daha da güçlenebiliriz ve artık ayakta duracak gücümüz kalmadığında diz çöküp Tanrı’ya sığınabiliriz.

Biri demiş ki, “Karanlıkta yürürken Tanrı’nın sana ışıkta gösterdiklerinden sakın şüphe etmeye kalkma.” Bazen çektiğimiz acılara öyle boğulabiliriz ki doğru bildiğimiz her şeyi bir anda unutuveririz. O yüzden Yusuf, Eyüp ve İsa gibilerinden öğrendiğimiz bu önemli dersleri sık sık göz önüne getirmeliyiz: