4. TANRIM, TANRIM, BENİ NEDEN TERK ETTİN?

Oldukça tuhaf bir gündü. Daha şafak sökmeden İsa tutuklanıp Yahudilerin yüksek kurulu önünde haksızca suçlandı. Din bilginleri onu öldürtmek için bahane arıyorlardı ve en sonunda İsa’nın kendisi beklenen Mesih olduğunu kabul etmesiyle, onu öldürmeye karar verdiler. O esnada askerler İsa’yı epey hırpaladılar. Ardından onu apar topar Roma valisi Pilatus’un önüne çıkardılar ve İsa’yı Sezar’a tehdit olmakla suçlayarak, çarmıha gerilmesini istediler. Pilatus aptal değildi, bunu kıskançlıktan dolayı yaptıklarını sezdi. Önce İsa’yı kamçılattı ama Yahudi din bilginlerinin kötü niyetlerinden vazgeçmeyeceklerini anlayınca onu çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim etti.

Böylece İsa iki haydutla birlikte Kudüs şehrine yakın bir tepeye çıkartılıp, halkın önünde elleri ve ayaklarından çivilenerek çarmıha gerildi. Ancak diğer mahkûmlar lanet okurken, İsa onu çarmıha gerenler için şöyle dua etti: “Baba onları bağışla çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.” Ama canı çok yanıyordu. Hayata tutunmak için kıvranan İsa yeri geldiğinde “Susadım” diye bağırdı. Gelen giden ona küfrediyor, “Eğer sen Mesih isen, kendini kurtar bakalım” diyordu. Öğleyin güneş tutuldu ve üç saatliğine koyu bir karanlık üzerlerine çöktü. Birden Mesih’in ağzından çıkan şu sözler tepelerde yankı buldu: “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?”

O anda onu dinleyenler ne demek istediğini anlayamadılar, tıpkı bugünkü insanlar gibi. Acaba İsa Tanrı’ya isyan mı ediyordu? Baba Tanrı O’nu gerçekten terk etti mi? Dahası, İsa gibi kutsal ve kusursuz bir insan neden bu acılara katlanıyordu? Tanrı neden buna izin veriyordu? Tanrım neden?

İsa’nın o gün Golgota Tepesinde yaşadıklarını anlamak için birkaç adım geriden başlamak lazım. Doğuşu bakire Meryem’e müjdelenen İsa’nın baştan beri çok farklı biri olacağı belliydi. Henüz yeni nişanlanan Meryem’in itirazı üzerine Cebrail şöyle karşılık verdi, “Korkma, senin rahminde oluşan Kutsal Ruh’tan olacak, o yüzden ona Tanrı’nın Oğlu denecektir.” Tabii bunu Yusuf adındaki nişanlısına anlatınca doğal olarak bunu pek hoşgörüyle karşılamadı. Ama meleğin ona da görünmesi üzerine Meryem’i eş olarak aldı ve çocuğu İsa’ya sahip çıktı. Fakat tahmin edebileceğimiz gibi genç çift yanlış anlaşılmaktan dolayı bunun büyük acılarına katlanmak zorunda kaldı.

Aradan yıllar geçti. Günün birinde halkı Mesih’in gelişine hazırlamak için tövbeye çağıran kuzeni Yahya onu gördüğünde, “İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!” diye bağırdı. Hizmete başlar başlamaz İsa kırk gün oruç tutmak ve ardından İblis tarafından denenmek için çöle çekildi. Ayartıcı onu üç alanda denemeye kalktı: Yetki, Mevki ve Gurur. İlk önce İsanın fiziksel yorgunluğu ve aşırı açlığından yararlanmaya çalışan İblis şöyle dedi: “Tanrı’nın Oğluysan söyle şu taşlar ekmek olsun.” Bu ifadesinden anlaşılacağı üzere, Şeytan bile Mesih’in, Tanrı Oğlu olduğunu kabul ediyordu. Burada Mesih’in mucize yapma yetkisini, kendi kişisel ihtiyaçları için kullanmaya davet etti. İsa Mesih ise İblise Tevrattan bir ayetle cevap verdi: “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz. Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşar” (Matta 4:4). Bu yanıtla İsa Şeytannın önerisi uyarınca kendi nefsine uymayıp, Göklerdeki Babası’nın sağlayışına bel bağladığını belirtti.

Sonra Şeytan İsa’yı bir güç gösterisi yapmaya davet etti, halkın gözü önünde Tapınağın tepesinden atlamasını söyledi, nasıl olsa Tanrı kutsal Mesihin yere düşmesine izin verecek değildi. İblisin amacı burada İsanın kendini ön plana çıkarmasını sağlayarak, egosuna hitap etmekti. Ancak Mesih böyle bir karaktere sahip değildi, dahası Tanrı’nın gücünü kendi lehine kullanıp sabrını zorlayacak biri değildi, o yüzden İblisin bu teklifini reddetti.

Son olarak İblis, İsa’nın gururunu okşamaya çalıştı. Mesih’e vaat edilen egemenliği kestirme yoldan vermeyi önererek, çarmıha gitmek yerine bir tek Şeytana boyun eğmesi gerektiğini söyledi. Buradan İblisin İsan dünyaya geliş amacını çok iyi anladığı görülür. Şeytan, Mesihin egemenliği elinden alacağını biliyordu. Ne var ki İsa bu oyuna gelmedi. Aksine İblisin teklifini çok sert bir şekilde tersledi ve böylece Şeytan İsanın yolundan çekilmek zorunda kaldı.

Böylece Mesih ilk büyük sınavı geçmiş oldu. Ademin güzel bir bahçede yapamadığını, İsa kuru bir çölde yapmayı başardı. Adem İblisle karşılaştığında günaha yenildi ve tüm insanların ölüme sürüklenmesine neden oldu. Mesih ise Şeytana hiç kanmayıp, tüm insanlara yaşam yolunu açtı. Görüldüğü gibi, Mesih hep Tanrı’nın Sözü’ne başvurdu ve onun eşsiz gerçekleriyle İblisi alt edebildi. Böylece İsa, İblis’in üstesinden nasıl gelineceğini bizlere göstermiş oldu.

Gerçek şu ki hepimiz Adem, Yusuf, Eyüp ve İsa gibi zaman zaman İblis tarafından deneniyoruz. Şeytan özellikle içinde bulunduğumuz acılı süreçleri kullanarak, bizlerin egomuza uyarak Tanrı’ya karşı ayaklanmamızı sağlamaya çalışır. Tanrı da İblis’in bizi bu şekilde zorlamasına müsaade ediyor çünkü sınavı geçtiğimizde imanda katbekat daha güçlü çıkacağımızı biliyor. Bundan şu dersi çıkartabiliyoruz ki acılar bizim verdiğimiz karşılığa bağlı olarak, bizi ya güçlendirebilir ya da çökertebilir. Aynı acılı süreç aracılığıyla İblis bizi yıkmaya çalışırken, Tanrı aslında bizi daha da pekiştirmek ister.


10. İlke - Acı çektiğimizde İblis’e uyup yıkılmak yerine Tanrı’ya bağlı olup güçlenebiliriz


Ardından İsa Mesih göksel egemenliğin müjdesini yayarak, insanlar arasında hizmetini sürdürmeye başladı. Çok eskiden beri peygamberler Mesih’in gelişine ilişkin pek çok kehanette (önbildiride) bulunmuşlardır. Özellikle O’nun büyük bir kral olup, halkını onlara eziyet eden pagan hükümdarlardan kurtaracağına ilişkin büyük beklentileri vardı. O sırada Romalıların elinden çok acı çeken Yahudiler, Mesih’in bir an evvel düşmanlarını yenip krallığını kurması yönünde ümitlendi. Onlara göre yeni bir siyasi düzenin kurulmasıyla tüm sorunları çözülecekti. Bazen bizler de buna umut bağlayabiliriz ama İsa böyle bir yol izlemedi.

Halk arasında hizmetini sürdüren İsa her türlü mucize yapıyordu, ölüleri bile diriltiyordu yani elinden her şey geliyordu. İsteseydi halkı galeyana getirip Romalılara saldırabilirdi, nasıl olsa halk bu yönde onu teşvik ediyordu. Ancak baştan beri Mesih’in müjdelediği egemenlik siyasi değil, ruhsal yani göksel bir krallıktı. İsa yeni bir rejim kurmaya değil, insanların yüreklerine hitap etmeye geldi. Çünkü gerçek şu ki hükümet değişse de insanların yürekleri değişmedikçe er ya da geç kendimizi aynı çıkmazda bulacağız. İsa’ya göre insanın esas düşmanı Romalılardaki gibi kötü yöneticiler değil, arkadan arkaya onları ve tüm hepimizi yönlendirmeye çalışan İblis’tir. Yani aslında gerçek tehdit, hepimizin yüreğine ekilen şeytani düşünceler ve bencil davranışlardır.

İsa’nın bu konudaki öğretisi aslında beklediğimizin tam tersidir. O’nun acıya ve zulme bakış açısı bambaşkaydı:


Ne mutlu ruhta yoksul olanlara!

Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. 

Ne mutlu yaslı olanlara!

Çünkü onlar teselli edilecekler.

Ne mutlu yumuşak huylu olanlara!

Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar. 

Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara!

Çünkü onlar doyurulacaklar. 

Ne mutlu merhametli olanlara!

Çünkü onlar merhamet bulacaklar.

Ne mutlu yüreği temiz olanlara!

Çünkü onlar Tanrı’yı görecekler.

Ne mutlu barışı sağlayanlara!

Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek. 

Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere!

Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. 

Benim yüzümden insanlar sövüp zulmettikleri, yalan yere karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler” (Matta 5:2-12).


Mesih’in sözlerinden anlaşıldığı gibi bu dünyada acıya katlanmak tamamıyla boş ve anlamsız değildir. Özellikle doğruluk uğruna zulme katlanırsak, Tanrı’nın kutsallarının acılarına ortak olmuş oluyoruz. Elbette ki umudumuz sadece bu dünyaya bağlı ise o zaman bu tür acıların bir anlamı yoktur ama gözümüzü bir sonraki dünyaya, Mesih’in sözünü ettiği egemenliğe diktiysek, işte o zaman şimdilik katlandığımız zorlukların bir anlamı vardır.

Peki bu Göklerin Egemenliği nasıl bir şeydir? Aslında daha önce gördüğümüz gibi Tanrı dünyanın egemenliğini bizlere teslim etti. Ancak Adem ve Havva İblis’e uyarak bu kutsal mirası Şeytan’a kaptırdılar, o yüzden Tanrı’nın güzel dünyası gün geçtikçe harap oldu. Fakat İblis’in tüm oyunlarına rağmen Tanrı çocuklarından vazgeçmedi ve bizleri kendine yeniden kazandırmak için kutsal Oğlu İsa Mesih’i gönderdi. İsa’nın öğretisine göre insanın öncelikle ruhsal olarak ‘yeniden doğması’ gerekir. Günahlarımızdan tövbe edip Mesih’e iman ederek, Tanrı’nın çocuğu olarak yeni bir kimliğe bürünebiliriz. Böylece bu dünyada çektiğimiz sıkıntılar artık bizi temelden sarsamaz aksine Rab’den aldığımız güçle dayanabiliriz çünkü umudumuz bu dünya değil, Mesih’in Egemenliğidir.

Söz konusu bu egemenlik, aslında şimdiden bizim yüreğimizde taht kuran Tanrı’yla olan ilişkimizde başlar. Ancak yakında bir gün İsa Mesih’in yeniden dünyaya gelmesiyle tam anlamıyla hedefine ulaşacağına da inanıyoruz. İsa, Yahudi önderleri tarafından reddedildikten sonra artık ikinci gelişinde krallığını kuracağına söz verdi. Bununla beraber dünyanın sonu ile ilgili birçok alametten söz etti:


Savaş gürültüleri, savaş haberleri duyacaksınız. Sakın korkmayın! Bunların olması gerek, ama bu daha son demek değildir. Ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak; yer yer kıtlıklar, depremler olacak. Bütün bunlar, doğum sancılarının başlangıcıdır. O zaman sizi sıkıntıya sokacak, öldürecekler. Benim adımdan ötürü bütün uluslar sizden nefret edecek. O zaman birçok kişi imandan sapacak, birbirlerini ele verecek ve birbirlerinden nefret edecekler. Birçok sahte peygamber türeyecek ve bunlar birçok kişiyi saptıracak. Kötülüklerin çoğalmasından ötürü birçoklarının sevgisi soğuyacak. Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır” (Matta 24:6-13).


Anlaşılan dünyanın bu düzeni sona ermeden önce başına daha birçok felaket gelecektir. Ancak Mesih’in sözü uyarınca hazırlıklı isek o zaman telaşa kapılmaya, korkmaya hiç gerek yoktur çünkü son gelmeden bunların olması gerekir.


11. İlke - Acı çektiğimizde bu dünyaya değil gelecek dünyaya umut bağlayalım


Ama şimdi gelelim Mesih’in çarmıh üzerinde söylediği son sözlere: “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” Aslında İsa’nın isyan etmediği kesindir çünkü baştan beri bu acılara katlanacağını öğrencilerine kendisi bildirmişti. Her tür mucize yapma gücüne sahip olan İsa’nın istediği anda çarmıhtan inebileceği aşikârdır. Elbette ki haçta çok acı çekiyordu ve çok yalnız hissediyordu, nitekim bizlerle her yönden empati kurmak için bu yolu seçtiği bellidir. Çünkü İsa orada ‘Tanrı Kuzusu’ olarak insanlık uğruna canını bağışlıyordu. O yüzden bir anlamda bizim yerimize geçtiği için bizim hakettiğimiz cezaya maruz kalıyordu. Bizim günahımızın sonucu olan Tanrı gazabını üstüne çektiği için bir anlamda bizim için cehennemin azabını ve ebedi yalnızlığını da çekiyordu. Böylece İsa bu sözleri kendi adına değil, esas bizim adımıza söylüyordu. İsa bizim hakkettiğimiz acılara katlandı ki bizler Tanrı’nın lütfuna erişelim.

Bununla beraber bu sözleri yüksek sesle bağırmasının başka bir sebebi de vardı. Aslında İsa çarmıh üzerinde çektiği işkenceyi izleyen Yahudilere çok önemli bir ipucu veriyordu. Günümüzde bile Yahudiler Kutsal Kitap’ın her hangi bir bölümünü ilk geçen sözleriyle anarlar. Mesela, Yaratılış bölümünü ‘Bereşit’ diye adlandırırlar çünkü metinde geçen ilk söz ‘başlangıç’ anlamına gelen bereşittir. Mesih’in dile getirdiği bu sözler aslında Yahudilerce iyi bilinen bir mezmurun ilk sözleri. Böylece İsa bu sözlerle onlara, ‘Gidin bu mezmura bakın…’ demek istedi. Neden? Çünkü çarmıh üzerinde yaşadığı şeyler ayrıntılı bir şekilde bu mezmurda geçiyordu. Yirmi ikinci mezmur şöyle başlıyor:

img

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?

Niçin bana yardım etmekten,

Haykırışıma kulak vermekten uzak duruyorsun?

Ey Tanrım, gündüz sesleniyorum, yanıt vermiyorsun,

Gece sesleniyorum, yine rahat yok bana.

Oysa sen kutsalsın,

İsrail’in övgüleri üzerine taht kuran sensin.

Sana güvendiler atalarımız,

Sana dayandılar, onları kurtardın.

Sana yakarıp kurtuldular,

Sana güvendiler, aldanmadılar.

Ama ben insan değil, toprak kurduyum,

İnsanlar beni küçümsüyor, halk hor görüyor. 

Beni gören herkes alay ediyor,

Sırıtıp baş sallayarak diyorlar ki, 

Sırtını RAB’be dayadı, kurtarsın bakalım onu,

Madem onu seviyor, yardım etsin!’” (Mezmur 22:1-8).


Gördüğümüz gibi yüzlerce sene önce Mesih’in atası Davut tarafından Kutsal Ruhun esinlemesiyle kaleme alınan bu cümleler İsa’nın o gün çarmıhta yaşadıklarını betimliyordu. O zamana kadar O’nu çok seven halk artık O’nu hor görüyordu. İsa’yı çarmıhta görenler O’na lanet okuyup alay ediyorlardı. Ama esas en şaşırtıcı ayrıntılar aşağıdaki ayetlerdedir:


Boğalar kuşatıyor beni,

Azgın Başan boğaları sarıyor çevremi. 

Kükreyerek avını parçalayan aslanlar gibi

Ağızlarını açıyorlar bana. 

Su gibi dökülüyorum,

Bütün kemiklerim oynaklarından çıkıyor;

Yüreğim balmumu gibi içimde eriyor. 

Gücüm çömlek parçası gibi kurudu,

Dilim damağıma yapışıyor;

Beni ölüm toprağına yatırdın.

Köpekler kuşatıyor beni,

ler sürüsü çevremi sarıyor,

Ellerimi, ayaklarımı deliyorlar. 

Bütün kemiklerimi sayar oldum,

zlerini dikmiş, bana bakıyorlar. 

Giysilerimi aralarında paylaşıyor,

Elbisem için kura çekiyorlar” (Mezmur 22:12-18).


Mesih’in başına gelenlerden yaklaşık 1000 sene önce bu sözleri yazan Davut’un bu ayrıntıları bilmesi mümkün değildi, bu, Tanrı’nın işiydi. Böylece çarmıhta acı çeken İsa’nın bu sözleri dile getirmesinin nedeni, Yahudileri bu ayetleri okuyup üzerinde düşünmeye sevk etmekti. Tanrı’nın Sözü’ne aşırı bağlı olan din bilginlerinin yaptıkları bu haksızlıkla, peygamberlerin Mesih ile ilgili yazdıklarını yerine getirdiklerine işaret etmeye çalışıyordu. Demek ki İsa’nın çarmıha gerilmesi tesadüf ya da bir kaza sonucu değildi, bu Tanrı’nın planının bir parçasıydı. Ama neden? Bunun için bölümün sonuna bakmamız gerekir:


Ey sizler, RAB’den korkanlar,

O’na övgüler sunun!

Ey Yakup soyu, O’nu yüceltin!

Ey İsrail soyu, O’na saygı gösterin! 

Çünkü O mazlumun çektiği sıkıntıyı hafife almadı,

Ondan tiksinmedi, yüz çevirmedi;

Kendisini yardıma çağırdığında ona kulak verdi. 

Övgü konum sen olacaksın büyük toplulukta,

Senden korkanların önünde yerine getireceğim adaklarımı.

Yoksullar yiyip doyacak,

RAB’be yönelenler O’na övgü sunacak.

Sonsuza dek ömrünüz tükenmesin! 

Yeryüzünün dört bucağı anımsayıp RAB’be dönecek,

Ulusların bütün soyları O’nun önünde yere kapanacak. 

Çünkü egemenlik RAB’bindir,

Ulusları O yönetir. 

Yeryüzündeki bütün zenginler doyacak

Ve O’nun önünde yere kapanacak,

Toprağa gidenler,

Ölümlerine engel olamayanlar,

Eğilecekler O’nun önünde. 

Gelecek kuşaklar O’na kulluk edecek,

Rab yeni kuşaklara anlatılacak. 

O’nun kurtarışını,

Rab yaptı bunları diyerek,

Henüz doğmamış bir halka duyuracaklar” (Mezmur 22:23-31).


Demek ki Mesih’in çektikleri boşuna değildi. Çünkü öldükten üç gün sonra İsa ölümü yenerek dirildi. Baba Tanrı O’nun duasına kulak verdi. Dahası ölüm üzerindeki bu zaferi kendisine inanan herkes için büyük bir umut kapısı oluyordur. Hatta bu sayede yeryüzünün dört bucağı Rab’be dönecek çünkü egemenlik Rab’bindir! İşte baştan beri müjdelenen Göksel Egemenlik bu şekilde kurulmuş oldu. Şimdi de İsa’ya iman eden herkes ölüm korkusundan kurtulabilir çünkü sonsuz yaşam vaadini Rab’den alır.

Anlaşılan tüm bunlar çok daha geniş kapsamlı kozmik bir planın parçasıydı. Tanrı ölüm korkusuyla ulusları yöneten İblis’in başını ezmek için İsa’yı ölüme teslim etti. İsa haçta acı çekerken Şeytan mutlaka sevinmişti ancak üç gün sonra Mesih’in mezarı boş çıktığında şok olmuştur. Tanrı’nın bu kadar korkunç bir olayı iyilik için kullanabileceğini hiç düşünmemiştir.


12. İlke - Acı çektiğimizde Tanrı’nın kutsal planına dahil olduğumuzu unutmayalım


Kaldı ki bu dünyada türlü acılara katlanmamız gerekirse de bunların, Tanrı’nın yüce bilgeliğiyle ebedi kurtuluş planına işlenebileceğini hatırlamalıyız. Biz belki olayın sadece bir tarafını görebiliyoruz, Tanrı ise bütün resmi görüyor. Tanrı Yusuf’u dünyayı kurtarmak için ve Eyüp’ü acı çeken nicelerine ilham kaynağı olmak için nasıl kullandıysa, bizim de acılarımızı kutsal ve ebedi planına işleyebilir.


Haksız yere acı çeken kişi, Tanrı bilinciyle acıya katlanırsa, Tanrı’yı hoşnut eder. Çünkü günah işleyip dövüldüğünüzde dayanırsanız, bunda övülecek ne var? Ama iyilik edip acı çektiğinizde dayanırsanız, Tanrı’yı hoşnut edersiniz. Nitekim bunun için çağrıldınız. Mesih, izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu. ‘O günah işlemedi, ağzından hileli söz çıkmadı. Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi, acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi; davasını, adaletle yargılayan Tanrı’ya bıraktı. Bizler günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi. O’nun yaralarıyla şifa buldunuz. Çünkü yolunu şaşırmış koyunlar gibiydiniz, şimdiyse canlarınızın Çobanı’na ve Gözetmeni’ne döndünüz” (1. Petrus 2:19-25).