Eyüp’ün başından geçenlere bakarsak kötülüğün ve acının birçok farklı sebepleri olabildiğini görürüz. Birinin başına kötü bir şey geldi demek, kişi günah işledi demek değildir. Arka planda göremediğimiz ve akıl erdiremediğimiz daha başka etkenler olabilir. Yine de genel olarak baktığımızda, nerede bir acı varsa bunun belirli bir nedeni vardır. Doktora belirli bir şikayetle gittiğimiz zaman bizi muayene ederek onun sebebini tespit edip, gerekli tedaviyi uygulayabilir. Ancak bazı rahatsızlıklar için, mesela psikolojik veya ruhsal hastalıklar için, bunun sebebini saptamak çok daha zordur. Bazı şeyleri bilimsel olarak açıklayabiliriz; virüslerin nasıl yayıldığı veya depremlerin nasıl gerçekleştiği, ancak bu bizi daha önemli bir soruya sevkediyor: Neden acı, neden ölüm vardır? Olmazsa olmaz mı?
Bir önceki bölümde gördüğümüz önemli bir gerçek vardır, o da şu ki “Tanrı iyidir.” Bazılarının sandığı gibi Rab’den hem iyilik hem de kötülük gelmez. Tanrı adil olacaksa O’nun kutsal olması şarttır. O halde kötülük nereden geldi? Kötülük Tanrı’dan değil, İblis’den çıkageldi. Tanrı’nın yarattığı her şey güzel ve mükemmeldi. Ancak bizleri ve melekleri yaratırken, bizlere özgür bir irade verdiği için bunun suistimal edilmesi söz konusu oldu. Yüce bir melek olarak yaratılan Lusifer, Tanrı’ya başkaldırarak Şeytan olup çıktı. Böylece Tanrı’nın kutsallığına aykırı olarak ilk kez İblis’in yüreğinde günah doğmuş oldu.
Kutsal Kitap’ın Yaratılış bölümüne baktığımızda Tanrı’nın dünyayı nasıl yarattığını okuyoruz. Dünyadaki her şeyi kademe kademe yaratırken her şeyin ‘iyi’ olduğunu vurguluyor. Daha sonra dünyaya bakmak ve üzerine egemen olmak için ilk insanlar Adem ve Havva’yı kendi suretinde, kendine benzer yarattı. Tanrı’nın manevi çocukları olarak yaratılmış olan insanlar diğer her şeyden katbekat daha üstündürler. Böylece yaratılış işini tamamladığında Tanrı her şeyin “Çok iyi” olduğunu söyledi.
Bu sırada Tanrı’nın yeryüzünde harika bir bahçe diktiğini ve atalarımızı oraya yerleştirdiğini okuyoruz. İnsanlar hayvan alemi ile barış içinde yaşıyordu, bahçeye ekilmiş onlarca meyveli ağaçtan doyasıya yiyebiliyordu. Adem ve Havva arasındaki ilişki o kadar kutsaldı ki bir şey giymeden bahçede serbest dolaşabiliyorlardı. En önemlisi onları yaratan Tanrı’yla oldukça yakın ve samimi bir ilişkiye sahiptiler. Esasen Tanrı’nın yarattığı dünya ilk başta böyleydi. Bu çok önemli bir gerçektir ki Tanrı’nın bize teslim ettiği dünya her yönden mükemmeldi.
Peki günah ve ölüm ne zaman devreye girdi?
Tanrı insanı Aden Bahçesi’ne yerleştirdiği zaman ona her ağaçtan yeme hakkını verdi, ancak bir ağaçtan, iyi ile kötüyü bilme ağacından yemeleri yasaklandı. Tanrı, “bu ağacın meyvesini yerseniz öleceksiniz” dedi. Peki buna ne gerek vardı? Tanrı insanı sorumluluk sahibi özgür bir varlık olarak yaratmak istedi. Öyle ki kendisini özgür irademizle sevelim. Ancak sevmek mecburi olamaz, dolayısıyla bir alternatif de gereklidir. Böylece Rab insanlara bir seçenek vererek, kendisine özgürce bağlanıp sevgi göstermeleri için bir şans tanıdı.
Tam bu esnada yılan kılığına girmiş olan İblis kurnazca ilk atalarımızın karşısına çıktı.
“Yılan kadına, ‘Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?’ diye sordu. Kadın, ‘Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz’ diye yanıtladı, ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.’ Yılan, ‘Kesinlikle ölmezsiniz’ dedi, çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.’ Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.” (Yaratılış 3:1-7).
Anlaşıldığı üzere Şeytan kendi içine düştüğü kibir ve açgözlülük tuzağına insanları da düşürmeyi başardı. Tanrı’nın suretinde yaratılmak yetmiyormuş gibi atalarımız Tanrı gibi olmayı, ondan bağımsız bir hayat kurmayı hayal etmeye başladılar. Adem ve Havva Tanrı’nın iyiliğine ve sevgisine güvenmek yerine, İblis’in yalanlarına inanmayı seçtiler. Yılanın söylediği gibi gözleri gerçekten açıldı fakat gördükleri tek şey kendi utanç verici halleri, çünkü günah artık onlara da bulaşmış oldu. Bundan sonra kendi çabalarıyla durumu düzeltmek için ne yaptılarsa da boştu.
“Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Adem’e, ‘Neredesin?’ diye seslendi. Adem, ‘Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim’ dedi. RAB Tanrı, ‘Çıplak olduğunu sana kim söyledi?’ diye sordu, ‘Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?’ Adem, ‘Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim’ diye yanıtladı. RAB Tanrı kadına, ‘Nedir bu yaptığın?’ diye sordu. Kadın, ‘Yılan beni aldattı, o yüzden yedim’ diye karşılık verdi” (Yaratılış 3:9-13).
İlk başta Tanrı insanlarla o kadar samimiydi ki her gün yanlarına uğrar, onlarla vakit geçirirdi. Hatta Adem ve Havva’nın günah işlediğini bildiği halde bunu yüzlerine vurmayıp, tövbe etmeleri için bir fırsat veriyor. Ne var ki atalarımız günahlarını itiraf etmek yerine doğrudan birbirini suçlamaya başladılar. Dahası, Adem suçu kadının üstüne atarken “yanıma koyduğun kadın meyveyi bana Verdi” diyerek dolaylı yoldan Tanrı’yı suçlamaya kalktı. Ne ilginçtir ki bugüne dek bizler de aynı şeyi yapıyoruz. Suç işlediğimizde hemen başkasına topu atıyoruz, bazen Tanrı’yı da suçlamaya cüret ediyoruz. Oysa ki Tanrı bize mükemmel bir dünya teslim etti, onu bozan ve bu acı hale getiren biziz.
“Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, ‘Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın’ dedi, ‘Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.’ RAB Tanrı kadına, ‘Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim’ dedi, ‘Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek.’ RAB Tanrı Adem’e, ‘Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi’ dedi, ‘Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin” (Yaratılış 3:8-19).
O günden sonra her şey değişti; günahın acı sonuçlarını okuyoruz. Dünya tarihinde ilk defa acı sözü geçiyor. Kadın doğum yaparken acı çekecek, erkek toprağı işlerken zorlu bir tecrübe yaşayacak. İkisi arasındaki ilişki de bozuldu. Huzur yerine hüsran, sevgi yerine kavga, yaşam yerine ölüm. Bundan önce bunların hiçbiri yoktu. İnsan günah işlememiş olsaydı hiç ölmeyecekti, her şey mükemmel bir şekilde devam edecekti. Ancak İncil’in de belirttiği gibi “günahın ücreti ölümdür.” Böylece ölüm dünyaya girmiş oldu çünkü günah virüsü hepimize yayıldı.
Burada birileri itiraz edebilir, “Başkasının günahı neden hepimizi bu denli etkilesin?”
Her koyun kendi bacağından asılmaz mı? Doğrudur. Peki, hangimiz günahsız olduğumuzu savunabilir? Gerçek şu ki Adem’den doğan herkes ondaki günah virüsünü kaptı. Adem ve Havva’nın ilk çocuğu Kayin bile, günü geldiğinde öz kardeşini kıskandığı için öldürdü. İstesek de istemesek de dünyamızın gerçeği budur, hepimiz ölüyoruz çünkü hepimiz günah işliyoruz. Başkalarının günahlarını görmek her zaman daha kolaydır ama bunda kendi payımızı görmezsek, kendi kendimizi aldatmış oluruz.
Tanrı İblis’i ve insanları günahlarından dolayı yargılarken şu cümle belki dikkatimizi çekmiştir:
“Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.”
Burada Tanrı Şeytan’a hitaben, onun insanlarla asla tam anlamıyla müttefik bir güç oluşturamayacağını belirtir. Dahası, ilerde bir gün ‘kadının soyu’ diye atfedilen birinin onun başını ezeceğini belirtir. Bu ifade ilgimizi çekmeli çünkü normal şartlarda kadının soyu yoktur. Soy erkekten türer. Aslında Tanrı bu ifadeyle, yıllar sonra bir bakireden doğan yani Adem’in günahından muaf bir şekilde dünyaya gelen İsa Mesih’in gelişini müjdeler. İnsanların tek umudu O’dur çünkü bir tek İsa ölümü yenerek İblis’in başını ezebildi.
Adem yargılanırken toprağın da onun yüzünden lanetlendiğini okuduk. İnsan topraktan yaratıldı ve toprak üzerine egemen kılındı, o yüzden günah işlediğinde doğal olarak himayesinde bulunan dünya da bunun acı sonuçlarına katlanmak zorunda kaldı. İncil yaratılmış olan bu güzel dünyanın bizim yüzümüzden çektiği işkenceyi şöyle betimler:
“Yaratılış, Tanrı çocuklarının ortaya çıkmasını büyük özlemle bekliyor. Çünkü yaratılış amaçsızlığa teslim edildi. Bu da yaratılışın isteğiyle değil, onu amaçsızlığa teslim eden Tanrı’nın isteğiyle oldu. Çünkü yaratılışın, yozlaşmaya köle olmaktan kurtarılıp Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması umudu vardı. Bütün yaratılışın şu ana dek birlikte inleyip doğum ağrısı çektiğini biliyoruz. Yalnız yaratılış değil, biz de -evet Ruh’un turfandasına sahip olan bizler de- evlatlığa alınmayı, yani bedenlerimizin kurtulmasını özlemle bekleyerek içimizden inliyoruz” (Romalılar 8:19-23).
Gördüğümüz gibi içinde yaşadığımız bu dünya, Adem’den bu yana asırlardır süregelen kötülükten dolayı inliyor, acı çekiyordur. Yaşanan doğal afetler bunun sonucudur. Amaçsızlığa teslim edildi diyor çünkü dünyanın orijinalinde bu tür felaketler yoktu. Yaratılış ilk başta harika ve huzurlu bir yerdi ancak günah ve ölüm girdikten sonra her şey bozulmaya başladı. Böylece ara sıra gözüken afetler aslında dünyamızın inlemesi, doğum ağrısı çekmesi gibidir. Neden? Çünkü yaratılış isyan ediyor. Aynı zamanda daha iyisini bekliyordur. Bu iş insanla bozulduysa, insanın Tanrı’nın yoluna dönmesiyle de düzeleceğine inanırız. Mesih’in de anlattığı gibi sonlara yaklaştığımızda çok sancılı bir süreç olacağı kesindir ama sonunda İsa’nın dünyaya dönmesiyle birlikte her şey yenilenip orijinal haline dönecektir.
Anlaşılan şu ki doğal afetler Tanrı’nın bir yargısı olabilir. Yaratılış kitabına baktığımızda Adem’den sonraki insanların bir hayli bozulduğunu okuyoruz:
“RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte” (Yaratılış 6:5).
Hatta o dönemki insanlar kötü ruhlarla bir şekilde ilişkiye girerek insanlığın kimyasını değiştirdiler. Resmen insan insanlıktan çıktı, o yüzden Tanrı bu yönden kendini kirletmemiş Nuh’u ve ailesini seçerek koca bir gemi yapmasını istedi. Sonra tüm dünya üzerine bir tufan gönderdi ve dünyayı silip süpürdü. Böylece Tanrı kendini kötülüğe teslim etmiş ilk insan neslini korkunç bir afetle yok etti.
Ancak bu demek değil ki her doğal afet Tanrı’nın bir yargısıdır. Çoğu ‘doğal’ bir şekilde gelişir ve gelişi tahmin edilebilir. Sellerin, depremlerin ve kasırgaların olacağını biliyoruz, o yüzden hazırlıklı olmaya çalışıyoruz. Bu anlamda her şeyi Tanrı’nın yargısına bağlamak yanlış olabilir. İsa Mesih’in bununla ilgili değindiği birkaç olaya bakabiliriz:
“O sırada bazı kişiler gelip İsa’ya bir haber getirdiler. Pilatus’un nasıl bazı Celileliler’i öldürüp kanlarını kendi kestikleri kurbanların kanına kattığını anlattılar. İsa onlara şöyle karşılık verdi: ‘Böyle acı çeken bu Celileliler’in, bütün öbür Celileliler’den daha günahlı olduğunu mu sanıyorsunuz? hayır diyorum. Ama tövbe etmezseniz, hepiniz böyle mahvolacaksınız. Ya da, Şiloah’taki kule üzerlerine yıkılınca ölen o on sekiz kişinin, Yeruşalim’de yaşayan öbür insanların hepsinden daha suçlu olduğunu mu sanıyorsunuz? hayır diyorum. Ama tövbe etmezseniz, hepiniz böyle mahvolacaksınız’” (Luka 13:1-5).
Burada İsa Mesih daha önce Eyüp’ün arkadaşlarının da sergilediği aynı zihniyetle karşılaşıyor: Birinin başına kötü bir şey gelirse bunu hakedecek bir şey yapmış olmalı. Ancak İsa bu tür basit denklemi reddediyor. Hatta insanların başına gelen felaketleri iki sınıfa ayırdığını görüyoruz:
1. İnsandan kaynaklanan afet/kötülük
2. Doğal bir şekilde gelişen afet/kötülük
Birincisinde gaddar Romalıların elinden Yahudilerin başına gelen korkunç bir işkence ve katliam söz konusu. Bunun sorumlusu ne Tanrı ne de kaderdir. İkincisinde de yıkılan bir duvarın altında ezilen on sekiz kişinin durumu söz konusu. Bunların bu ıstırabı hakedecek belirli bir günahları mı vardı? Kesinlikle hayır diyor İsa. Günün sonunda ister insanların elinden, ister doğal afet ve kazalardan gelen acılar olsun, bu tür olaylar hepimizin başına gelebilir.
Fakat İsa’nın sözlerine daha dikkatle bakılırsa, bu gibi olayların bizleri tövbeye yöneltmesi gerektiğini vurguluyor. Gerçek şu ki kaza olsun, hastalık olsun, savaş olsun ya da yaşlılık olsun hepimiz öleceğiz. Önemli olan bir an evvel, daha fırsatımız varken, Tanrı’ya yönelip tövbe etmektir. Mesih’in dediğine göre hepimiz günahlarımızdan ötürü Tanrı’nın yargısını hakkediyoruz. Hepimiz günah işledik ve Tanrı’nın yüce amacından saptık. Hepimiz yaramaz koyunlar gibi sevgili çobanımızdan uzaklaştık. O yüzden bugün nefes alıyorsak, bu Tanrı’nın yüzünü aramak ve yoluna dönmek için bir fırsattır.
Gördüğümüz gibi acının pek çok sebebi vardır. Acı, günahla bozulmuş, ölüme yüz tutmuş bir dünyanın içinde yaşamanın doğal bir parçasıdır. Günah bir insan aracılığıyla bu dünyaya girdiyse de hepimizin bunda fazlasıyla katkısı olmuştur. İşin içinde İblis ve kötü ruhlar varsa da bizler de irademizle yaptıklarımızdan sorumluyuz. Aden Bahçesi’nden bu yana dünyanın düzeni gittikçe bozulmakta; kainat adeta inliyor, onu amaçsızlığa teslim eden bizlere karşı ayaklanıyor. Tanrı doğal afetlerle insanları yargılayabilir ama çoğu zaman bunlar kendiliğinden oluşan, beklenebilir ve çoğu zaman önlenebilir felaketler. O yüzden bu tür olumsuz olaylara rastladığımızda Tanrı’yı şikayet etmek yerine kendi yüreğimize baksak iyi ederiz. Neticede Tanrı’nın en başta bize emanet ettiği dünya böyle değildi.
Peki bu çile ne zamana dek sürecek? Bunun bir çözümü yok mu? Şükürler olsun ki Tanrı bu ıstıraba son vermek için harekete geçmiştir. Belirli bir kavmi gözetmeksizin, Tanrı tüm insanları günahın acısı ve ölümün lanetinden kurtarmak için bir yol açtı. İsa dedi ki, “Yol, Gerçek ve Yaşam Benim… Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.” Şimdi Tanrı’nın İsa Mesih aracılığıyla dünyayı nasıl kurtaracağına bakalım.