1. TANRIM NEREDESİN?

Acı çektiğimizde genellikle yalnız, çok yalnız hissederiz. Etrafımızda başkaları da acı çekse bizim acımız farklıdır. Onların acılarına tamamıyla empati kuramadığımız gibi kimse bizim acımıza tam anlamıyla ortak olamaz, hiç kimse canımızın acısını paylaşamaz. Yüreğimizin tenha yerlerinde tek başımıza gezinir, ağlar sızlarız, haykırırız ama kimse duymaz sanki. Acılarımızla baş başa kaldığımızda, hiç kimsenin erişemediği karanlık iç odalarımıza çekildiğimizde, keşke en azında Tanrı burada olsaydı, diye söylenebiliriz.

Dibe vurduğumuz zaman başkalarının da dibe vurduğunu biliyor olsak da bizimkisi hep farklı gelir. Belki şu anda bile o karanlık yerlerde geziniyorsundur. Ancak daha önce, benzer ıssız ve karanlık yerlerden geçen birinden duymaya ne dersin? Belki onun deneyimleri sizin karanlığınızı aydınlatabilir.

Çoğumuz Yusuf’un hikâyesini tamamıyla olmasa da duymuşuzdur. Oldukça masum bir genç olmasına rağmen başına çok büyük sıkıntılar geldi. Bunlarla nasıl başa çıktığına bakıp, kendimize çok önemli bir takım dersler çıkartabiliriz. Aslında çocukken Yusuf babası Yakup’un favori çocuğuydu, gözbebeği gibi onu korur ve kayırırdı. Ne var ki bundan dolayı Yusuf’un ağabeyleri onu gitgide kıskanmaya başladılar. Hatta günü geldi Yusuf’u yok etmek için komplo kurmaya başladılar. Peki ama o noktaya nasıl geldiler?

Yusuf aslında akıllı bir delikanlıydı. Babasının eli altında büyüdü, böylece ataları İbrahim’in Tanrısı’nı tanımış ve O’na yaraşır bir yaşam benimsemişti. Fakat doğru olanı yapmaya çalıştıkça, yaramaz ağabeylerinin öfkesini üzerine çekiyordu. Onların yanlışlarını babasına aktardıkça, gazaplarını daha da körükledi. Son olarak da Tanrı’dan gelen bir takım rüyalar başına büyük bir iş açmıştı. Rüyalarında aile fertlerinin etrafında dizilip, huzurunda eğildiklerini gördü. Bu gibi düşlerini ailesine anlatınca doğal olarak ağabeyleri, ‘Başımıza kral mı olacaksın?’ diye alay edip ondan daha çok nefret etmeye başladılar.

Günün birinde Yakup, çobanlık yapan diğer oğullarına bakması için Yusuf’u yanlarına gönderdi. Onu daha uzaktan gören ağabeyleri, ‘İşte düş hastası geliyor’ diyerek homurdanmaya başladılar. Sonra kendi aralarında Yusuf’tan kurtulmak için komplo kurdular. Yanlarına gelen Yusuf’u birden yakalayıp, soydular ve yakınlarındaki bir kuyuya attılar. Bütün itirazlarına rağmen acımasız ağabeyler onu hiç dinlemeyip, Yusuf’a ne yapacaklarına karar vermek için yemeğe oturdular. O sırada kuyunun dibinde çamura batan Yusuf’un neler hissettiğini tahmin edebiliriz. ‘Neden bunu yapıyorlar? Ben ne yaptım ki? Öz kardeşlerine nasıl bunu yaparlar?’

img Kendi aralarında Yusuf’a ne yapacaklarına karar veremeyen ağabeyler, birden kendilerine doğru gelen İsmaili bir kervan gördüler. Kendi elleriyle Yusuf’a zarar vermek istemedikleri için uzaktan akraba olan İsmaililer’e satmaya karar verdiler. Böylece Yusuf’u kuyudan çıkartıp yanlarından geçen tüccarlara 20 gümüşe sattılar. Yollarına devam eden İsmaililer Yusuf’u Mısır’a götürdüler. Orada onu köle olarak firavunun bir görevlisine, muhafız birliği komutanı olan Potifar’a sattılar.

Yabancı bir ülkede, birçok ülkeden toplanmış birbirinden tuhaf, iğrenç kokan ve hayvan muamelesi gören insanlar arasında genç Yusuf’un neler hissettiğini tahmin edebiliyoruz. ‘Benim burada ne işim var? Daha geçen gün babamın yanında yatar uyurdum, hiçbir eksiğim yoktu, şimdiyse hiç tanımadığım insanlarla yatıp kalkıyorum, kimseyle anlaşamıyorum, yapayalnız hissediyorum… Tanrım neredesin? Buna nasıl izin verirsin? Sana ne yaptım ki? Beni neden terk ettin?’

İşte tam burada Yusuf’un hikâyesini aktaran Tevrat’ta şu ifadeyi okuyoruz:


RAB Yusuf’la birlikteydi ve onu başarılı kılıyordu. Yusuf Mısırlı efendisinin evinde kalıyordu. Efendisi RAB’bin Yusuf’la birlikte olduğunu, yaptığı her işte onu başarılı kıldığını gördü. Yusuf’tan hoşnut kalarak onu özel hizmetine aldı. Evinin ve sahip olduğu her şeyin sorumluluğunu ona verdi. Yusuf’u evinin ve sahip olduğu her şeyin sorumlusu atadığı andan itibaren RAB Yusuf sayesinde Potifar’ın evini kutsadı. Evini, tarlasını, kendisine ait her şeyi bereketli kıldı. Potifar sahip olduğu her şeyin sorumluluğunu Yusuf’a verdi; yediği yemek dışında hiçbir şeyle ilgilenmedi. Yusuf güzel yapılı, yakışıklıydı” (Yaratılış 39:2-6).


Her şey ‘RAB Yusuf’la birlikteydi’ ifadesiyle değişti. Böylece köle olarak eve giren delikanlı, kısa bir süre sonra efendisinin her şeyi üzerinde sorumlu oldu. Bu başarı hikâyesinin kilit noktası tam olarak budur: Yusuf Tanrı’nın varlığına güvendi. Gerçekte Tanrı’nın kendisiyle birlikte olduğunu hissedip hissetmediğini bilmiyoruz ama her şeye rağmen buna inandı ve o andan itibaren her şey değişti. Belki içinde bulunduğu şartlar hemen değişmediyse de Yusuf’un bakış açısının değiştiği kesindir. Çünkü Tanrı’ya isyan etmek, başına gelen şanssızlıklar için Rab’bi suçlayıp O’nu bırakmak yerine O’na sarılıp, O’nun yoluna sadık bir şekilde yaşamayı seçti. İşte acı çekenler için burada ilk ve en önemli ilkeyi öğreniyoruz:


1. İlke - Acı çektiğimizde ne olursa olsun Tanrı’nın elini bırakmayalım


Acı çekerken içimizde fırtınalar kopabilir, kafamızda binbir soru dolaşabilir, yüreğimizde beklenmedik şüpheler de doğabilir, hatta ruhumuz Rab’be karşı isyan edebilir; ancak günün sonunda O’na arkamızı dönmek yerine O’na sarılmalıyız. Göksel Babamız’ın bu acılara neden izin verdiğini anlamasak da sırtımızı dönüp başka kime gidebiliriz? Kendisine kızsak da bağırsak da bizi sevdiği için isyanımızı hoşgörüyle karşılayacağına emin olabiliriz.

Yusuf bu önemli dersi kimden öğrenmiştir? Elbette ki babası Yakup’tan, o da bunu daha önce çok fazla acıyla denenmiş dedesi İbrahim’de görmüştür. Rab İbrahim’i ilk çağırdığı zaman, onu alabildiğine kutsayıp büyük bir ulusun babası yapacağına söz verdi. Ama İbrahim’le eşi Sara’nın tek bir çocuğu dahi yoktu. Ne var ki İbrahim tüm bu olumsuzluklara rağmen Tanrı’nın vaadine inanmayı seçti ve böylece Rab’bin beğenisini kazandı ve öz eşinden doğan bir çocuğu bağrına basabildi. Yıllar sonra Tanrı ondan sevgili oğlunu kurban etmesini isteyince de yine İbrahim tereddüt etmeden harekete geçerek, Rabbe yürekten güvendiğini kanıtladı. İşte her şey imana dayanır. Yusuf da ataları gibi acılara maruz kaldığında hemen imanını satmadı, aksine Rab’be bağlı kalmayı seçti ve bunun sonucunda Rab’bin bereketini gördü, dahası etrafındaki insanlar da bu bereketten yararlandılar.

Ama dikkat edersek Yusuf’un Rab’be bağlı kalması sonucunda her şey hemen değişmedi. Hâlâ memleketinden uzak bir köleydi. Hatta bunun üzerine daha büyük bir denenme geldi. Okuduğumuz gibi Yusuf yakışıklı biriydi ve çok geçmeden efendisinden başka birinin daha dikkatini çekti:


Bir süre sonra efendisinin karısı ona göz koyarak, ‘Benimle yat’ dedi. Ama Yusuf reddetti. ‘Ben burada olduğum için efendim evdeki hiçbir şeyle ilgilenme gereğini duymuyor’ dedi, ‘Sahip olduğu her şeyin yönetimini bana verdi. Bu evde ben de onun kadar yetkiliyim. Senin dışında hiçbir şeyi benden esirgemedi. Sen onun karısısın. Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı’ya karşı günah işlerim?’ Potifar’ın karısı her gün kendisiyle yatması ya da birlikte olması için direttiyse de, Yusuf onun isteğini kabul etmedi” (Yaratılış 39:7-10).


Yusuf’un Tanrı’ya olan bağlılığı bu olayda çok net bir şekilde sergileniyor. Atası İbrahim gibi imanı denendi ve dürüstlüğünden ödün vermek istemedi. Aslında Yusuf birçok bahane uydurabilirdi. Evinden uzak yabancı bir diyardaydı, nasıl olsa patronun karısı onu zorluyordu adeta; mutlaka buna mantıklı bir kılıf uydurabilirdi. Ama Yusuf direndi, efendisinin namusuna dokunmaya yanaşmadı. Dahası zina işleyerek Tanrı’ya karşı günah işlemeye hiç niyeti yoktu. Nitekim Yusuf’un sözlerinden anlaşıldığı gibi günahın nihai hedefi Tanrı’nın kendisidir. Yani günah işlediğimizde her şeyden önce Tanrı’ya karşı gelmiş oluruz, Göksel Babamız’ın yüreğini incitiriz.

Acı çekip zorlu bir süreçten geçerken bu gibi denenmelerle karşı karşıya kaldığımızda çabucak yenik düşebiliriz. Hatta hissettiğimiz acıyı bastırmak için bazen içimizdeki boşluğu başka şeylerle, zararlı alışkanlıklar ve toksik ilişkilerle doldurmaya kalkabiliriz. Bu tür çözümler kısa vadede işe yarıyor gibi görünse de bir süre sonra başımıza daha büyük işler açtığını görmeye başlarız. Yine çektiğimiz acıdan dolayı kendimize bir takım bahaneler üretmeye başlayabiliriz. Fakat, yaptığımızın gerçekte Tanrı’nın istemine karşı olup bize zarar getirdiğini kabul etmedikçe ancak kendi kendimizi zehirlemiş oluruz. Buradan ikinci çok önemli bir ilke öğreniyoruz:


2. İlke - Acı çektiğimizde kötülüğe bir an bile fırsat vermeyelim


Çektiğimiz acılardan dolayı zayıf düştüğümüzde, bizim acımızdan yararlanmaya çalışacak İblis’in oyunlarına karşı hazırlıklı olmalıyız. Kafamızda sorular ve yüreğimizde büyük sancılar da olsa, kendimizi asla kötülüğe teslim etmemeliyiz. Bir anlık zevk için de olsa hiç değmez. Zorluklara, hatta adaletsizliklere katlanmak bile, İblis’e teslim olmaktan yeğdir.

Yusuf için günbegün Tanrı’ya olan bağlılığının arkasında durup Potifar’ın karısına direnmek hiç de kolay olmadı. Hatta ilerleyen süreçte bu adanmışlığı çok pahalıya patladı: 


Bir gün Yusuf olağan işlerini yapmak üzere eve gitti. İçerde ev halkından hiç kimse yoktu. Potifar’ın karısı Yusuf’un giysisini tutarak, “Benimle yat” dedi. Ama Yusuf giysisini onun elinde bırakıp evden dışarı kaçtı. Kadın Yusuf’un giysisini bırakıp kaçtığını gönce, uşaklarını çağırdı. ‘Bakın şuna!’ dedi, ‘Kocamın getirdiği bu İbrani bizi rezil etti. Yanıma geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım. Bağırdığımı duyunca giysisini yanımda bırakıp dışarı kaçtı. Efendisi eve gelinceye kadar Yusuf’un giysisini yanında alıkoydu. Ona da aynı şeyleri anlattı: ‘Buraya getirdiğin İbrani köle yanıma gelip beni aşağılamak istedi. Ama ben bağırınca giysisini yanımda bırakıp kaçtı. Karısının, ‘Kölen bana böyle yaptı’ diyerek anlattıklarını duyunca, Yusuf’un efendisinin öfkesi tepesine çıktı. Yusuf’u yakalayıp zindana, kralın tutsaklarının bağlı olduğu yere attı. Ama Yusuf zindandayken RAB onunla birlikteydi. Ona iyilik etti” (Yaratılış 39:11-21).


Ne kadar büyük bir haksızlık! Zavallı Yusuf, doğru olanı yapmaya çalışırken yüz kızartıcı bir iftiraya maruz kalıyor. Ailesinden uzak bir diyarda köle olmak yetmiyormuş gibi şimdi de kendini bir zindanda buluyordu. Kendisine yöneltilen haksız suçlamalardan dolayı hissettiği öfkeyi ve acıyı tahmin edebiliriz. Ancak bunun ardından, ‘RAB onunla birlikteydi. Ona iyilik etti’ sözü dikkatimizi çeker. Bu nasıl bir iyilik ki? O anda Yusuf’a iyilik gibi gelmediği kesindir. Ancak hikâyenin ilerleyen kısmında Tanrı’nın bu acı durumu nasıl iyiliğe çevirdiğini göreceğiz.

O gün zindana düşen Yusuf için nasıl bir iyilik söz konusuydu? Yusuf daha önceki zorluklarda Tanrı’nın elini bırakmadığı ve yeri geldiğinde İblis’e fırsat vermediği için, şimdi de karanlık zindanda Rab’bin varlığını apayrı bir şekilde hissetmeye başladı. Yusuf yaşadığı bütün sıkıntılara karşın, yalnız olmadığını biliyordu. Bunu bilmemiş olsaydı kendini tümden depresyona teslim edebilirdi. İsyan edip intihar etmeye kalkabilirdi ama baştan beri Tanrı’ya bağlı kalmayı seçtiği için en dibe vurduğu zaman bile paniğe kapılmadı. İşte bu acı durumda yüreğinin şüphelerine yenik düşmemesi Tanrı’nın bir iyiliğiydi. Adaletsizliklere ve zorluklara dayanabilmek Rab’bin bir lütfudur.

Hikâyenin ilerleyen bölümünde Yusuf’un zindanda yaşadıklarını görüyoruz:


Zindancıbaşı Yusuf’tan hoşnut kaldı. Bütün tutsakların yönetimini ona verdi. Zindanda olup biten her şeyden Yusuf sorumluydu. Zindancıbaşı Yusuf’un sorumlu olduğu işlerle hiç ilgilenmezdi. Çünkü RAB Yusuf’la birlikteydi ve yaptığı her işte onu başarılı kılıyordu” (Yaratılış 39:21-23).


Yusuf kendini tümden bırakmak yerine, etrafındaki insanlara hizmet etmeye adandı. Kendi acısına odaklanmak yerine başkalarının dertlerine yöneldi. Bu şekilde zindanda bile Yusuf yeniden yükselmeye başladı ve insanların güvenini kazanarak önemli sorumluluklara sahip oldu. Ama bu ayetlerin son cümlesinde okuduğumuz gibi Yusuf’un başarısının sırrı çok güçlü veya akıllı olması değil, Tanrı’nın onunla birlikte olmasıydı. Zira Yusuf Tanrı’ya dayanmayı öğrendi. Rab’bin hikmetine ve gücüne güvenerek önüne konan hizmete odaklandı. Böylece Tanrı’nın kendisiyle birlikte olduğunu hissettiği için ayakta kalabildi.

Şimdiye kadar Yusuf’un hikâyesi oldukça olumsuz bir gidişattan ilerliyor fakat bir anda her şey kötü olduğu gibi yine bir anda her şey iyiye dönebilir. Firavun’un bazı görevlileri de zindana düştü ve Yusuf onlara hizmet ediyordu. Bir gün gördükleri rüyaları kendisine anlattılar ve Yusuf’un bunları hikmetli bir şekilde yorumlaması üzerine Firavun’un baş sakisi yine saraydaki görevine döndü. Bir süre sonra Firavun da tuhaf bir rüya gördüğünde, sakinin önerisi uyarınca düşünü yorumlaması için Yusufu zindandan çağırttı. Kendini bir anda sarayda bulan Yusuf’un da mütevazi bir şekilde kralın rüyasını yorumlaması üzerine Firavun onu ansızın hizmetine almaya karar verdi. Böylece Mısır’a köle olarak gelen Yusuf bir anda ülkenin yöneticisi oldu.

Aradan yıllar geçti ve kıtlık sebebiyle Mısır’a buğday satın almaya gelen ağabeyleri Yusuf’la yine karşılaştılar. Ancak Yusufu tanıyamadılarsa da en başta kendi rüyalarında gördüğü gibi Yusuf’un aile fertleri, önünde eğildiler. Sonra Yusuf kim olduğunu açıklayınca onlardan intikam alacağını düşünerek ağabeyleri büyük bir paniğe kapıldılar. Fakat Yusuf yine yürek temizliğini sergileyerek şöyle cevap verdi:


Beni buraya sattığınız için üzülmeyin. Kendinizi suçlamayın. Tanrı insanlığı korumak için beni önden gönderdi. Çünkü iki yıldır ülkede kıtlık var, beş yıl daha sürecek. Kimse çift süremeyecek, ekin biçemeyecek. Tanrı yeryüzünde soyunuzu korumak ve harika biçimde canınızı kurtarmak için beni önünüzden gönderdi. Beni buraya gönderen siz değilsiniz, Tanrı’dır!” (Yaratılış 45:5-8).


Anlaşılan yaşadığı tüm zorluklara rağmen Yusuf hepsinde Tanrı’nın hikmetini görmeye başlamıştı. Rab’be güvendiği için zamanla çok farklı bir perspektife sahip olmuştu. Ağabeylerine kin tutmak yerine kendini Tanrı’nın ellerine teslim ederek, ilahi hikmetine sığındı. Böylece, daha sonra yine şüpheye düşen ağabeylerine şunu söyleyebildi:


Siz bana kötülük düşündünüz, ama Tanrı bugün olduğu gibi birçok halkın yaşamını korumak için o kötülüğü iyiliğe çevirdi” (Yaratılış 50:20).

3. İlke - Acı çektiğimizde Tanrı’nın iyiliğini ve hikmetini gözlemleyelim


Belki şu anda içinde bulunduğumuz zorluklardan ne iyilik çıkabilir diye merak ediyoruz. Çektiğimiz acının nasıl olumlu bir sonucu olabilir ki diye soruyor olabiliriz. Belki bu soruyu sormak için henüz çok erkendir. Ancak şundan emin olmalıyız ki Göksel Babamız’ın hikmeti öyle engindir ki en korkunç acıdan iyilik çıkartabilecek güçtedir. Kaldı ki bugün o acılı sürecin neresinde olursak olalım, Yusuf gibi Tanrı’nın varlığına şüphe etmeden dayanırsak er ya da geç Tanrı’nın iyiliğini göreceğimiz kesindir.

Şimdi en baştaki soruya dönebiliriz: Acı çektiğimizde Tanrı nerededir? Başından sonuna kadar Rab bizimle birliktedir! Bazen varlığını hissetmeyebiliriz ya da çektiğimiz acıdan dolayı isyan da edebiliriz ama Tanrı yine de bizim yanıbaşımızdadır. Fırtınalı günlerde güneşin ışığını ve sıcaklığını hissetmeyebiliriz ama bu güneşin olmadığı anlamına gelmez, sadece gözükmüyordur. Bulutların arkasında yine de parlıyor ve yakında bir gün yine yüzünü bize gösterecek ve yüreğimizi ısıtacaktır. Aynı şekilde bugün Tanrı’nın varlığını hissetmeyebiliriz ama kendisine bağlı kalırsak eninde sonunda iyiliğini göreceğimize emin olabiliriz.