Neden? Bu, basit bir soruya benziyor ama oldukça derin ve engin mevzulara yelken açar. Hatta, bu yolculuğa başlayan birçok kişi geri dönmüyordur. Kimisi inancını kaybeder, kimisi kendini de kaybetmiştir. O yüzden bu sorudan çekiniriz. Ne var ki büyük bir facia ya da felaket geçirdikten sonra neden sorusu gündüz hayalet gibi arkamızdan gezer ve geceleyin de uykumuzu kaçırır. Neden bunlar başıma geliyor? Neden bu kadar acıyor? Neden dualarımız karşılıksız kalıyor? Neden Tanrı bunlara müsaade ediyor? Neden, neden sorularının ardı arkası kesilmiyor.
Neden sorusu aslında hayatta ele alınacak en ağır meselelerden biridir, kaçınılmazdır. İstesek de istemesek de günü gelir bir kaza, bir kriz ya da bir katliam ile karşı karşıya gelir ve biz de bu soruyu sormak zorunda kalırız… Neden? Aslında yanlış giden birçok duruma belki de her gün facia ve felaket haberleri izlediğimiz için alışmışızdır; seyredince bir anlığına, biraz üzülürüz ama bize dokunduğunda, işte o zaman her şey değişir… Peki ama neden? Bugüne kadar başkalarının acı çektiğini uzaktan izlemişizdir, hatta içimizden belki de hak ediyorlar diye düşünmüşüzdür, şimdiyse yanan bizim canımız ve ruhumuzun feryadını bastıramıyoruz… Neden?
Böylesi acı durumların içindeyken neden sorusuna verilen klasik cevaplar da şifa vermek yerine yaralı yüreğimizi tahriş eder sanki. Zira, bir cevaptan ziyade bizim aradığımız tesellidir. Ama o da yeterli değildir. Ruhumuz tutuşan orman gibi yanıyor, neden ya da nasıl yanmaya başladığı pek önemli değil artık, önemli olan acımızın bir an evvel dinmesidir. Ama bir süre sonra ormanın ağaçları küle döndüğü zaman bizler de asıl soruya geri dönüyoruz… Neden?
Son yıllarda Orta Doğu genelinde yaşanan acı olayların haddi hesabı yok. Savaşlar, depremler, isyanlar ve devrimler. Doğal olarak yüreğimizde bu önemli soru yankılanıyor… Neden? Genellikle insanlara, ‘Allah öyle istedi… kaderimiz budur’ denmesi bizi hiç ama hiç tatmin etmiyor. Hatta, ruhumuz ve canımız buna isyan ediyor… Neden? Neden Allah bunu istesin ki? Yüce Yaradan neden buna izin versin? Böylesi gaddar bir Allah’a gerçekten inanmaya değer mi?
Bu soruların cevabı var mı? Kimine göre yoktur, sadece kaderimize teslim olmamız gerekir. Ne var ki dürüst olmak gerekirse bu yanıt ne aklımızı ne de yüreğimizi tatmin ediyor. Bu soruların mantıklı bir cevabı olması gerekir. Elbette ki evrenin tüm sırlarını anlamayı bekleyemeyiz ama tutunacak bir dalımız olsa bile yeterli olur. Bu kitapta bizler bu derin mevzuları Hristiyan bir perspektiften yanıtlamaya çalışacağız. Nitekim bu coğrafyada yaşananlar, dil veya din ayrımı yapmadan, hepimizi derinden sarsmıştır. O yüzden inancımız ya da felsefemiz ne olursa olsun, hepimizin bu soruları acilen yanıtlamaya ihtiyacı vardır.
“Neden” dediğimiz derin mevzulara dalarken, birçok insanımızın yüreğinde hâlâ yanıp tutuşan acıları küçümsemek gibi bir niyetimiz yok elbette. Kayıplarımız büyük ve acısı ancak zamanla geçmeye başlasa bile her zaman yüreğimizde bir boşluk kalacaktır. Aynı zamanda neden sorusunu irdelememizin amacı sadece felsefik bir tartışmaya girmekten ziyade, gerçekten acı çeken kardeşlerimize Tanrı’nın kutsal sözlerine dayanan bir cevap sunarak, yüreklerinin bir nebze de olsa iyileşmesine yardımcı olmaktır. Çünkü acılar dindiği zaman yine dönüp dolanacağımız konu şudur: Neden? Ama bu sorular ebediyen yanıtsız kalacak değildir.
Tanrı’nın Sözü adımlarımıza çıra ve yolumuza ışıktır. Bu karanlık vadilerden geçerken bu ışıktan yararlanarak, Rab’bin göksel nuruna doğru birlikte ilerlemeye çalışacağız. Kuşkusuz Tanrı bizi çaresiz bırakmadığı gibi kendisi bize rehber olacaktır.