Yeşu, Hâkimler, 1. ve 2. Samuel

Eski Antlaşma’daki Savaşlar: Nasıl Yaklaşılmalı, Ne Öğretilmeli?

 

Savaş bu bozulmuş dünyanın bir parçasıdır. Öyle ki dünya tarihi savaşlara göre yazılır. Bundan Kutsal Kitap bile muaf değil. Eski Antlaşma’da savaşlar çok büyük bir rol oynar. O kadar büyük bir rol oynar ki Rut ve Ezgilerin Ezgisi kitapçıkları hariç tüm kitaplarda sözü geçer. Kutsal Kitap sadece savaş hakkında bilgi verse, sorun olmazdı. Ancak bundan öte Tanrı, halkına savaşmasını buyuruyor. Bunlar bizim bugün uzaktan izlediğimiz savaşlar gibi değildi. Bunlar gerçek, kanlı, acımasız ve gaddar savaşlar idi. Erkek kadın, yavru yaşlı demeden yığınlarcası öldürülüyor ve bunlar tek Tanrı’nın adı uğruna, Yahve’nin seçilmiş halkı tarafından yapılıyor. Hristiyanlar olarak bu duruma yaklaşımımız nasıl olmalı? Bu metinleri okurken ne hissetmeliyiz? Çocuklarımıza neyi öğretmeliyiz?

Eski Antlaşma Savaşlarının Etkisi

Eski Antlaşma’daki savaşlar, tarih boyunca üç büyük din üzerinde çok büyük bir etki bırakmıştır. Bu etki hem bireysel hem de geneldir. Peter C. Craigie 1978’de yazdığı The Problem of War in the Old Testament başlıklı kitabında[1] bu konuyu irdeliyor. Kişisel soruların içinden en önemlisi ahlâk ile ilgilidir.

Hristiyanlıktaki ahlâki öğretiler yalnızca Yeni Antlaşma üzerine mi kurulu olmalıdır? Yoksa Kutsal Kitap’ın tümünü ele alarak mı? Eğer Kutsal Kitap’ın tümü ahlâk bilimiyle alâkalı ise (On Buyruk Eski Antlaşma’da geçiyor ya), savaş meşru bir şekilde sürdürülebilir manasına gelir mi? Savaş meşru olarak sürdürülebilirse, bu fikir Yeni Antlaşma ile birazcık da olsa çekişmez mi?[2]

Bu sorular çok önemlidir ve cevapları ilk olarak şahsen çözülmelidir. Ancak bu sorulara verdiğimiz şahsi cevaplar, başkalarına verdiğimiz öğretileri etkiler. Craigie kitabında bu şahsi görüşlerin öğretilere yansıyan ilginç bir etkisini gösterir: Çocuklarımızı eğitirken Eski Antlaşma’daki savaşları anlatıp onlardaki kanlı kahramanları yüceltmekte sorun görmüyoruz (örneğin, Davut, Şimşon, Yeşu). Ancak çocukları cinsellikten korumaya çalışıyoruz.[3] Çocuklar sınırsızca Yeşu, Hâkimler, Samuel ve Krallar kitaplarından kan akan öyküler dinler; evlilikteki cinselliği erotik dil ile yücelten Ezgilerin Ezgisi ise yetişkinlere mahsus tutulur. Burada bir tutarsızlık var. Hangisi aslında daha kötü; şiddet mi, yoksa evliliğin kutsal sınırlarında yer alan cinsellik mi?

Bu kişisel soruları şimdi bir yana bırakalım. Eski Antlaşma’daki savaşlar toplumda genel bir etki sergiler. İslamiyetteki “kılıçlı cihat” kavramı, biraz da olsa Tevrat ve tarih kitapçıklarındaki “RAB’bin Savaşları”ndan (Say. 21:14; 1Sa. 18:17; 25:8 vd.) etkilenmiştir. Craigie özellikle Kuran’daki 8. Sure’nin Eski Antlaşma’ya çok yakın bir dil kullandığını hatırlatır.[4] Orta Çağ’daki Haçlı Seferlerinin teolojik altyapısı Eski Antlaşma’ya dayanıyordu.[5] Modern çağlarda bile, Eski Antlaşma’yı temel alan fikirler, hem yanlış teolojik uygulamalar hem de Hristiyanlığı eleştirenler tarafından yanlış sonuçlara ulaşılmasına yol açar.[6] Aslında bu savaşlar bazı tanrıbilimcileri öyle etkilemiştir ki Eski Antlaşma’nın gerçekten vahiy olduğunu sorgulamışlardır.

Tarihin öğrettikleri, bizi Eski Antlaşma’yı ciddi bir şekilde çalışmaya davet eder. Öğretiler, Kutsal Kitap’ın tümü göz önünde bulundurularak anlaşılmalıdır. Öğretileri insani amaçlar uğruna kullanma tehlikesinin varlığının farkında olmalıyız.[7]

Savaşın Kötülüğü ve Tanrı’nın Yakınlığı

Şunu açıkça belirtmeliyiz: Savaş kötüdür. Savaş günahın sonucudur ve insanın düşmüş doğasının büyük ölçekte belirtisidir (Yak. 4:1).[8] Devletler tarafından sürdürülürse bile, savaşın temelinde bencillik vardır. “Hedef insandan daha değerlidir” der. Katliam ve muharebe insanın hayatını aynı şekilde hor görür.[9] Ancak, Tanrı bu kötülüğü kullanarak dünyaya iyilik getirir.

Tevrat’taki savaşlara baktığımızda, en zoru, Yahve tarafından buyurulan Kenan toprakları fethidir. Yasa’nın Tekrarı 20:10-20’de Tanrı, Musa aracılığıyla İsrailoğullarına savaş ile ilgili yasaları açıklar. Bunların içinde, “Ancak Tanrınız RAB’bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız” (Yas. 20:16)[10] buyruğu yer alır. Bu çok sert bir buyruktur ve aslında bizim için kabullenmesinin çok zor olması gerekir. Kadın erkek, yaşlı çocuk demeden Kenanlı herkes kesilecekti. Sevgi olan Tanrımız buna nasıl izin verebilir? Kenan fethini İslamiyet’teki “kılıç cihadı” ile karşılaştıran Imad Shehadeh şu gözlemlerde bulunur:

  1. Bu [Kenan fethi] tek seferlik bir buyruktur, tüm zamanlar için değil.
  2. Bu tek bir ülke içindir, tüm ülkeler için değil. Vahyi yerine getirmek için günahı yargılar. Belirli bir dine bağlılık yaratmak için değildir.
  3. Tanrı’nın kutsallığını gösterir, gücünü değil. Hedefi tüm yeryüzünü kutsamaktır, onu zapt etmek değil. Söz konusu olan halkı için savaşan Tanrı’dır, Tanrısı için savaşan halk değil.
  4. Bu savaş Tanrı’nın sadık doğasına bağlıdır, değişkenliğine değil.
  5. Tanrı’nın Mesih’in ölümü aracılığıyla tüm halkların hak ettiği yargı ve gazabı kendi üzerine almasının bir işaretidir.[11]

Shehadeh’in bu gözlemleri aslında Craigie’nin düşünceleri ile aynıdır: Eski Antlaşma’daki şiddetli savaşların anlamı Tanrı’nın insana yakınlığı ile çözülebilir.

Varlığın Efendisi olan Tanrı, ayrıca tarihin de Efendisi’dir. Kendi amaçları için o kötü insani oluşuma [savaşa] katılmıştır. Savaşa katılımının ahlâki varlığını değil, iradesini ve eylemlerini yansıttığını söyledik. İnsanın esas kurtuluşunu sağlamak için, Tanrı insanlar aracılığıyla etkin olur. Dünyada, olduğu halde etkin olur. Eğer Tanrı’nın eylemlerini yerine getirmesi için günahsız insanlar ve günahsız toplumlar gerekli olsaydı, Tanrı insanlar ve insani oluşumlar aracılığıyla hiçbir şey yapamazdı.[12]

Bu, özellikle İsrail’in tarihine baktığımızda açığa çıkar. Yeşu ve Samuel kitaplarında İsrail, Yahve’nin Kenanlılara yargısının aracı oluyor. Ancak, İsrail kralı Omri (1Kr. 16:25) ve Yahuda kralı Manaşşe’nin dönemlerinde, İsrailoğulları “RAB’bin İsrail halkının önünde yok ettiği uluslardan daha çok kötülük yaptılar” (2Ta. 33:9b). Böylece Yahve İsrail ve Yahuda krallıklarını cezalandırıp onları ulus devleti olarak yok etti. Bu zapt, peygamberlerin “yeni” bir krallığı, bir yürek krallığını vahiy etmesiyle sonuçlandı (örn. Yer. 24:7; 32:39-40; Hez. 11:9; 18:31; 36:26).

Kahraman Kavramı

Böylece, Kutsal Kitap’ı öğretirken “kahramanları” nasıl görmemiz gerekir, sorusuna geliyoruz. Çocukken, Davut ile Golyat’ın öyküsü (1Sa. 17) bana sık sık anlatılırdı. Artık benim de çocuklarım var ve o hikâyeyi anlatan birkaç kitabımız var. Kahraman genç Davut[13], kötü cengâver dev Golyat’ı başka hiç kimsede bulunmayan bir cesaret göstererek taş ve sapan ile yeniyor. Ne güçlü bir genç! Ancak, Kutsal Kitap’ın geniş bakış açısına göre, Davut’u kahraman kılan cesareti değil, Tanrı’ya olan imanı ve bağlılığıdır (1Sa. 13:14; Elç. 13:22).

Bu da bizi nihai kahramana ulaştırır: Nasıralı İsa. İsa’nın öğrencileri bile O’nu galip bir kral olarak görüyordu. İsa, Tanrı’nın egemenliğini kendi gücü ile kuracaktı. Ancak, Eski Antlaşma’daki “yeni antlaşma”yı (Yer. 31:31) yerine getirmek için, İsa Mesih’in şiddet kullanan bir kral olarak değil, şiddete maruz kalan bir kurban olarak gelmesi şarttı.

Şiddeti Aşmak

Dünyadaki ulusların hepsi şiddet kullanarak ayakta durur. Bu şiddetin görülür, zorba olması gerekmez. Sadece ordunun ve polisin olması yeterlidir. Yok edilmek istemeyen her ülkenin bir şekilde şiddete başvurması gerekir. Buna ekonomik, diplomatik veya sözel şiddet de eklenmelidir.[14] “Tanrı’nın Egemenliği’nin vatandaşları şiddet ihtiyacına bağlı olmamalıdır. Onlar ihtiyacın üstesinden gelmelidir.”[15] Efendimiz İsa Mesih nasıl şiddete boyun eğmekle kendini güçlü gösterdiyse, Mesih’in takipçileri olarak bizim de bu gücü kullanmamız gerekir. İnsanlar doğal olarak şiddetten korkar. Korku da insanları yönetmek için kullanılır.[16] Bundan dolayı korkusuz bir şahıs, devletlerin ve kuruluşların en korktuğu şeydir. Hristiyanların aslında korkusuz olmaları gerekir. Tanrı Yeşaya’ya şöyle seslendi:

Onların entrika dediği her şeye Siz entrika demeyin; Onların korktuğundan korkmayın, yılmayın. Her Şeye Egemen RAB’bi kutsal sayın. Korkunuz, yılgınız O’ndan olsun. (Yşa. 8:12-13)

Yuhanna’da, “yetkin sevgi korkuyu siler atar” (1Yu. 4:18) yazılmıştır. Mesih’in gösterdiği bu yetkin sevgi zorbalıktan, şiddetten bile korkmadı.[17] Hristiyanlar olarak biz de böyle bir sevgiye, böyle bir korkusuzluğa çağrıldık. İdeal olan budur.

İki Dünyanın Vatandaşı

Ancak bu düşmüş dünyada ideallere ulaşmak zordur ve bazen imkânsızdır. Biz hem Tanrı’nın Egemenliğinin hem de yaşadığımız devletlerin vatandaşlarıyız. Böylece bir ikilem yaşarız. Eğer vatandaş olduğumuz ülke başka bir ülkeye savaş ilan ederse (ki bu kesinlikle olacak bir olaydır) veya başka bir ülkeye ekonomik veya sözel baskı yaparsa, nasıl davranmalıyız? Tamamen barışçı olup savaşa karşı mı çıkmalıyız? Peki, ya kötülük olan savaş daha büyük bir kötülüğü önleme amacını güdüyorsa (İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik kuvvetlerin Hitler’e karşı savaştığı gibi)?[18] O zaman ne yaparız? Polisin suçlulara karşı kullandığı şiddet hakkında ne düşünüyoruz? Bunların hepsi zor sorular. Craigie şöyle yazıyor:

Vergi ödemeyi reddetmeye hazır olmazsam, oturduğum ülkede tamamen barışçı olmam mümkün değil: ödediğim vergiler polisi, orduyu ve şiddet araçlarını destekler. Bunlar devletin gerekli (ama iyi olmayan) araçlarıdır. Aynı zamanda Adil Savaş teorisini veya memleketimin sürdüreceği savaşları sözel olarak destekleyemem. Çünkü gerekli olan şiddet bile her zaman kötüdür, her zaman Tanrı Egemenliği’nin ilkelerine aykırıdır. Bu “iyi niyetli” (mesela, soykırımı önlemek) olsa bile doğrudur.[19]

Öneriler

Bu gerçekleri göz önünde bulunursak, Hristiyanlar olarak Eski Antlaşma’daki savaş hakkındaki öğretilerimiz her zaman Yeni Antlaşma’nın bakış açısından olmalı. Eski Antlaşma’ya ait kavramlar (özellikle Yasa ve savaş ile ilgili olanlar) Yeni Antlaşma kavramlarını kullanarak günümüz açısından “tercüme” edilmelidir. Eski Antlaşma’daki savaşlar aslında genel olarak gerçekçidir ve bunu da öğretirken açıklamalıyız: savaş korkunç bir şeydir. Günah da korkunç bir şeydir ve bunun yargısı korkunç olacak!

İ.Ö. 1400’den 586’ya dek Kenan topraklarında var olan İsrail devletleri bir ülke devletiydi. Bundan dolayı onların savaşması mantıklıydı. Ancak, Tanrı’nın Egemenliği gözle görülür bir ülke devleti değildir. Kilisenin tarihte yaptığı gibi şiddeti kullanması tamamen yanlıştır.

Eski Anlaşma’da geçen “RAB’bin fetih Savaşları” kavramını temel alan herhangi bir Hristiyan cihat[20] öğretisi gayrimeşrudur ve Eski Antlaşma’nın öğretisinin tamamını anlama yetersizliği gösterir.[21]

Burada sadece kılıçlı kurşunlu cihatlardan söz etmiyoruz. Burada “gerçeği korumak için” kasıtlı küçük düşürücü iftira veya sözel şiddet geçerlidir. “Müslümanlara uyarlı” İncil tercümeleri karşıtlarının veya Rob Bell’in Love Wins[22] kitabına karşı bazılarının tavırları buna birer örnektir. Gerçek Hristiyanlara böyle sapkınlıklara karşı öfkeli bir şekilde tepki vermek, bağırıp çağırmak, isim takmak yakışmaz. Gözyaşıyla, üzüntüyle, alçakgönüllü bir kalple kardeşlerimize yaklaşmamız gerekir. Onlar bize karşı ağır sözler kullanırlarsa da kullansınlar ama biz öyle karşılık vermeyelim. Bazen en akıllıca şey susmaktır (Özd. 17:28 ve Vai. 3:7b).

Ama en önemlisi, Eski Antlaşma’yı bir bütün olarak öğretmekten vazgeçmeyelim. Yeni Antlaşma’yı gerçekten anlayabilmek için Eski Antlaşma’yı bilmek şarttır. Buna orada geçen savaşlar da dahildir; çünkü bu savaşların korkunçluğu, gelecek barış çağının ve savaşın olmadığı yeni dünyayı daha da muhteşem kılar.

Dipnotlar

[1] Peter C. Craigie, The Problem of War in the Old Testament, (Grand Rapids, Michigan: William B. Eerdmans Publishing Company, 1978).

[2] A.g.e. s. 11-12.

[3] A.g.e. s. 16-17.

[4] A.g.e. s. 25.

[5] Bu gözlemde bulunurken, Craigie şöyle yazar: “Tabii ki, Haçlı Seferleri, Orta Çağ Hristiyanlığının içindeki ve dışındaki bir sürü karmaşık etkiyi göze alarak yorumlanmalıdır. Eski Antlaşma haçlı seferlerini başlatmadı, ancak onlara teorik bir altyapıyı sağlamak için kullanıldı.” A.g.e. s. 28.

[6] Bkz. “Amerika’nın din savaşçıları”, Radikal, 29.06.2009 < http://www.radikal.com.tr/ Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=793121&CategoryID=100 > (29.03.2012 tarihinde erişildi; 13.11.2020 tarihinde doğrulandı). Burada hem Jesus Camp’ın kurucusu Becky Fisher’in teolojisi tamamen yanlış hem de bu yanlış Tanrı anlayışından yola çıkan isimsiz Radikal yazarının yorumu.

[7] Craigie, s. 28-29.

[8] A.g.e., s. 81.

[9] A.g.e., s. 56-57. Ama bunun yanında şu gerçek de vurgulanmalıdır: Bu ifadeler ve altıncı buyruk (Çık. 20:13; Yas. 5:17) ölüm cezasını geçersiz kılmaz. Altıncı buyruk savaşı da yasadışı haline getirmez. İdam ve altıncı buyruk, insan hayatının değerini ifade eder ve bu değeri koruma altına alır. Bkz. Yar. 9:5-6 ve Craigie, s. 58-59.

[10] Vurgu eklenmiştir. Bunun nedeni, Yas. 20:18’de belli olur: “Öyle ki, ilahlarına taparken yaptıkları iğrençliklere uymayı size öğretemesinler, siz de Tanrınız RAB’be karşı günah işlemeyesiniz.”

[11] Imad Shehadeh, “Review: Allah A Christian Response”, The Gospel Coalition, 15.08.211, < https://www.thegospelcoalition.org/themelios/review/allah-a-christian-response/ > (13.11.2020 tarihinde erişildi).

[12] Craigie, s. 96.

[13] Say. 1:3’e göre İsrail ordusuna alınan erkekler yirmi yaşında oluyordu. Davut’un orduya alınmaması, onun yirmi yaşından küçük olduğunu gösterir. Ayrıca sekiz kardeşin en küçüğü olup sadece üç ağabeyi asker olma yaşında olduğuna göre (1Sa. 17:13), Davut’un en fazla 14 veya 15 yaşında olması mümkündür (eğer İşay’ın tek karısı ve çocukların arasında birer yaş varsa). İşay birden fazla karıya sahip olsa bile, Davut’un yaşı 16’dan büyük olamazdı.

[14] Craigie bu kavramları çok detaylı bir şekilde “War and the State” başlıklı bölümünde inceliyor. Craigie, s. 65-74.

[15] A.g.e., s. 102.

[16] Michael Crichton, State of Fear, (New York: HarperCollins Publishers, 2004) romanında bu fikri çok güzel bir şekilde açıklar.

[17] Burada bazıları İsa Mesih’in Getsemani bahçesindeki duasını (Mat. 26:39,42; Mar. 14:35-36; Luk 22:41-42) korkusunun kanıtı olarak gösterebilir. O da insandı ve bir nevi korku göstermesi normal olurdu. Ancak, O bu korkunun üstesinden gelip “senin istediğin olsun” dedi ve çarmıha gitti.

[18] Buna genellikle “adil savaş” adı verilir. Bkz. James Glass, “Ahlak Bilimi: Hıristiyanların Savaşa Yaklaşımı”, e-manet, Sayı 3: Ekim-Aralık 2003, s. 6-8.

[19] Craigie, s. 110. Vurgu kendisine ait.

[20] Craigie, İngilizcede “crusade” kelimesini kullanır. Bu Türkçede genel olarak “Haçlı Seferleri” olarak tercüme edilir. Ancak bu bağlamda İslami bir terim olan “cihat”, “crusade”in gerçek manasına daha yakındır, yani din uğruna yapılan savaş.

[21] Craigie, s. 97.

[22] Rob Bell, Love Wins: A Book About Heaven, Hell and the Fate of Every Person Who Ever Lived (New York: HarperOne, 2011). Bell’in kitabındaki öğretiler evrensel kurtuluş sapkınlığına çok yakındır ve Amerika’daki müjdeci Hristiyanlar arasında aşırı sert tepkilere neden olmuştur. Birkaç örnek için Bell’in kitabı hakkındaki kötü (1 yıldızlı) yorumlara bir göz atın: “Customer Reviews: Love Wins: A Book About Heaven, Hell and the Fate of Every Person Who lived”, Amazon.com, < http://www.amazon.com/Love-Wins-About-Heaven-Person/product-reviews/006204964X/ref=cm_cr_dp_qt_hist_one?ie=UTF8&filterBy=addOneStar&showViewpoints=0 > (25.06.2012 tarihinde erişildi; 13.11.2020 tarihinde doğrulandı).