Tapınakta olanlar ve onu takiben gelişen olaylar neticesinde Yahudiler İsa’yı yok etmeye karar verdiler ancak, onu hayranlıkla izleyen halkın tepkisinden korkuyorlardı. İsa’nın bir yanlışını bulamadıklarından dolayı başka bir yol aramaya başladılar. Nihayetinde de aradıkları fırsatı ellerine geçirdiler.
Yahudi din adamları ve önderleri hain planlarının peşi sıra ilerlerken, bu sırada İsa kendisini izleyenlerle birlikte Fısıh Bayramı’nın geleneksel sofrasına oturmaya hazırlık yapıyordu. Onlara vereceği son bir dersi vardı. Akşam olunca hep birlikte tanıdık birinin evinin üst odasında toplandılar. Herkes oturacak en güzel yeri kapmak için tartışırken İsa’nın ortadan kalktığını fark etmediler bile. Aslında eve girer girmez aralarından birinin herkesin kirli ayaklarını yıkaması gerekiyordu ama kimse buna razı değildi. Birde baktılar ki, İsa beline havlu dolamış şekilde bir leğende su taşıyordu. Eğilip her birinin pis ayaklarını tek tek yıkamaya başladı. Odadaki herkesin ağzı açık kaldı. Hatta Petrus karşı koymaya çalıştıysa da İsa ısrar etti. İşini bitirdikten sonra İsa onlara şunu söyledi:
"Siz beni Öğretmen ve Rab diye çağırıyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz, öyleyim. Ben Rab ve Öğretmen olduğum halde ayaklarınızı yıkadım; öyleyse, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız. Size yaptığımın aynısını yapmanız için bir örnek gösterdim. Size doğrusunu söyleyeyim, köle efendisinden, elçi de kendisini gönderenden üstün değildir. Bildiğiniz bu şeyleri yaparsanız, ne mutlu size!’ (Yuhanna 13:13-17)
Bu olağanüstü alçakgönüllülük dersinden sonra İsa eline bir ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi: "Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın" Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: "Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. Ama bana ihanet edecek kişinin eli şu anda benimkiyle birlikte sofradadır. İsa aslında burada öğrencilerine öncelikle kendini bir kurban olarak sunmaya hazırlandığını belirtti. Aynı zamanda kendi elçilerinden birinin de buna alet olacağını bildirirdi. Havariler çok şaşırdılar, buna kim yeltenebilirdi ki? Tam o sırada, Yahuda İskariyot kalkıp dışarı çıktı.
Bu kaçısının nedeni, son yemek öncesinde Yahuda’nın Yahudi önderlerinin yanına gidip İsa’yı ellerine teslim etmek için anlaşmasıydı. İşte Yahudiler’in aradıkları ve nihayet ellerine geçen fırsat buydu; Yahuda’nın hainliği. Yahudiler, Yahuda ile öğretmeni olan İsa’ya ihanet etmesi için otuz gümüş parçasına anlaştılar. Yanlarına bu ikinci gelişinde de, emrine bir bölük asker verdiler. Yahuda, İsa’nın yemekten sonra çok sevdiği ve her zaman ziyaret ettiği Getsemani Bahçesi’ne gideceğini biliyordu. Aslında baştan beri tüm bu komplolardan haberdar olan İsa, eğer isteseydi oradan uzaklaşabilirdi. Ancak bile bile Yahuda’nın tuzağına ayak bastı. İsa, bahçeye girdiğinde havarilerine çok kederli olduğunu söyleyerek kendisiyle bir müddet dua etmelerini istedi. Bir süre dua ettikten sonra dönüp havarilerinin uyuyakaldığını farketti. Onları uyandırıp, ‘İşte saat yaklaştı, İnsanoğlu günahkârların eline veriliyor. Kalkın, gidelim. İşte bana ihanet eden geldi!’ dedi.
Tam o anda, karşılarına Yahuda çıktı. Yanında, halkın ileri gelenleri tarafından gönderilmiş askerler ve kılıçlı, sopalı büyük bir kalabalık da vardı. İsa'ya ihanet eden Yahuda, "Kimi öpersem, İsa O'dur, O'nu tutuklayın" diye onlarla sözleşmişti. Dosdoğru İsa'ya gidip, "Selam, Rabbî!" diyerek O'nu öptü. İsa ise, "Arkadaş, ne yapacaksan yap!" dedi. Bunun üzerine adamlar yaklaştı, İsa'yı tutukladılar. İsa’nın elçilerinden biri olan Petrus, ani bir hareketle kılıcını çekti, başkâhinin kölesine vurup kulağını uçurdu. Fakat İsa ona, "Kılıcını yerine koy!" dedi. "Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek. Yoksa Babam'dan yardım isteyemez miyim sanıyorsun? İstesem, hemen şu an bana on iki tümenden fazla melek gönderir. Ama böyle olması gerektiğini bildiren Kutsal Yazılar o zaman nasıl yerine gelir?” Bununla İsa Mesih adına savaşılmasına katiyen karşı olduğunu belirtmiş oldu.
Bundan sonra İsa kalabalığa dönüp şöyle seslendi: "Niçin bir haydutmuşum gibi beni kılıç ve sopalarla yakalamaya geldiniz? Her gün Tapınak’ta oturup öğretiyordum, beni tutuklamadınız. Ama bütün bunlar, peygamberlerin yazdıkları yerine gelsin diye oldu." Bu esnada havarilerin hepsi canlarını kurtarabilmek için O'nu bırakıp kaçtılar.
Gecenin o saatinde İsa’yı alıp Yahudiler’in Yüksek Kurulu başkanı olan başkahinin önüne getirdiler. Başkâhin ile Yüksek Kurul'un öteki üyeleri, İsa'yı ölüm cezasına çarptırmak için beraberlerinden getirdikleri yalancı tanıklarıyla birlikte orda hazır bekliyorlardı . Kürsüye birçok yalancı tanık çıktığı halde, O’nu ölüm cezasına çarptırmak için yeterli sebepleri sağlayamadılar. Sonunda başkâhin ayağa kalkıp İsa’ya, "Yaşayan Tanrı adına ant içmeni buyuruyorum, söyle bize, Tanrı'nın Oğlu Mesih sen misin?" dedi. Bu soru açık bir şekilde onların esas dertlerinin ne olduğunu gözler önüne sermekteydi.
İsa, "Söylediğin gibidir" yanıtını verdi ve devam etti, "Üstelik şunu söyleyeyim, bundan sonra İnsanoğlu'nun, Kudretli Olan'ın sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz." Bu sözleriyle İsa, gerçek kimliğini karşı konulamaz bir netlikle açıklamakla beraber kendi ölüm fermanını da imzalamış oldu.
Bunun üzerine başkâhin giysilerini yırtarak, "Tanrı'ya küfretti!" diye haykırdı. "Artık tanıklara ne ihtiyacımız var? İşte küfürü işittiniz. Buna ne diyorsunuz?" Hep birlikte "Ölümü hak etti!" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine İsa'nın yüzüne tükürüp, O'nu yumrukladılar.
Yahudi önderleri İsa’yı çok seven halkın tepkisini kendi üzerlerine çekmemek için Mesih’in idamı için Romalı Vali Pilatus’a başvurmaya karar verdiler. Bu yüzden sabah olunca tutuklu olan İsa’yla birlikte Vali’nin makamına yöneldiler. Normal şartlarda Pilatus Yahudiler’den nefret ederdi ve en ufak bir bahane ile onlarca Yahudi’yi çarmıha gerdirirdi. Ancak İsa’yla ilgili tutarsız iddiaları dinledikten sonra, Yahudi önderlerinin kıskançlıktan dolayı kendisine geldiklerini anladı. Böylece, onların niyetlerinin aksine, İsa’yı salıvermek için elinden geleni yapmaya başladı. Ne var ki halkın önderleri onu Sezar’a şikayet etmekle tehdit ettiklerinden istemeyerek de olsa İsa’yı çarmıha gerilmeye gönderdi.
Böylece İsa, sırtına yüklenen çarmıhı ile birlikte Yeruşalim sokaklarında dolaştırılarak, şehrin surlarının hemen dışında bir tepeye çıkartıldı. Golgota yani ‘Kafatası’ olarak adlandırılan yere vardıklarında İsa'yı, biri sağında öbürü solunda olmak üzere, iki suçluyla birlikte çarmıha gerdiler. Haça çivilenirken acıyla kıvranan İsa, çekiçleri savuran askerler için, "Baba, onları bağışla" dedi. "Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar". İsa, insanlık dışı böyle bir zulüm altındayken, Romalı askerler O'nun giysilerini aralarında paylaşmak için aralarında kura çekiyorlardı. Halkın yanısıra Mesih’in annesi ve yakınları orada durmuş, olup bitenleri çaresiz bir şekilde seyrediyordu. Halkın ileri gelenleri ise İsa'yla alay ederek, "Başkalarını kurtardı; eğer Tanrı'nın Mesihi, Tanrı'nın seçtiği O ise, kendini de kurtarsın" diyorlardı. Askerler de yaklaşıp İsa'yla eğlendiler. O'na ekşi şarap sunarak, "Sen Yahudiler'in Kralı'ysan, kurtar kendini!" dediler.
İsa çarmıhta gerili bir halde iken, öğleyin on iki sularında güneş birden karardı ve saat üçe kadar bütün ülkenin üzerine ürkütücü bir karanlık çöktü. Ardında İsa yüksek sesle, "Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?" diye bağırdı. Sesini duyanlar başta çok şaşırdılar ve ne demek istediğini anlayamadılar. Oysa ki Mesih’in bu sözleri Yahudilerin çok iyi bildikleri 22. Mezmur’un ilk ayetidir. Peygamber Davut’un yaklaşık bin sene önce yazmış olduğu bu mezmurun devamında son derece anlamlı şu ayetler geçer:
‘Köpekler kuşatıyor beni, kötüler sürüsü çevremi sarıyor, ellerimi, ayaklarımı deliyorlar. Bütün kemiklerimi sayar oldum, gözlerini dikmiş, bana bakıyorlar. Giysilerimi aralarında paylaşıyor, elbisem için kura çekiyorlar.' (Mezmur 22:16-18)
Aslında burada İsa, olup bitenleri izleyenlere çok büyük bir ipucu veriyordu. Başına gelenlerin çok önceden Kral Davut’un bir gün Mesih’in başına gelecek eziyetlerin aynısı olduğuna işaret ediyordu. Anlaşılan o ki, bunların hiç biri tesadüf değildi. Baştan beri peygamberlerin yazdıkları üzere, beklenen Kurtarıcı bu şekilde canını feda ederek tüm insanların günahına karşılık kurban olacaktı (bkz. Yeşaya 53).
Ardından İsa yüksek sesle, “Tamamlandı! Baba, ruhumu ellerine bırakıyorum!" diye seslendi. İsa Tanrı’nın baştan beri düzenlediği kurtuluş planını tam tamına yerine getirmek için canını tüm insanlığın günah borcuna karşılık bir fidye olarak vererek son noktayı koydu. Olanları gören Romalı yüzbaşı, "Bu adam gerçekten doğru biriydi" diyerek birden Tanrı'yı yüceltmeye başladı. Olayı seyretmek için toplanan halkın tümü, olup bitenleri görünce, göğüslerini döve döve şehire geri döndüler. Ama İsa'nın tanıdıkları ve Celile'den O'nun ardından gelen kadınlar uzakta durup, olanları derin bir hüzünle seyretmeye devam ettiler.
Bayram arifesi olduğu için, din bilginlerinin isteği uyarınca, çarmıha gerilen kişilerin bir an evvel öldürülüp indirilmesi istendi. Normal şartlarda bu gibi ölüler yakınlarda boş bir hendekte çürümeye terk edilirdi. Ancak, İsa’yı gizliden gizliye takip eden bir halkın önderi olan Yusuf isminde zengin bir adam cesede sahip çıkmak için izin aldı. İsa’nın bedenini çarmıhtan indirip temiz keten beze sardı. O’nu kendisine ait olan, kayaya oydurduğu yeni mezarına yatırdı. Mezarın girişini yuvarladığı büyük bir taşla kapatıp oradan ayrıldı.
Dağılmış bulunan İsa’nın izleyicileri, yeniden bir araya toplandıklarında hem şaşkındılar hem de çok üzgündüler. İsa ile ilgili tüm hayalleri suya düşmüştü. Olup bitenlere bir türlü inanamıyorlardı. Özellikle mucize yapan İsa’nın kendisine yapılanlara hiç bir şekilde karşı koymayıp resmen razı gelip de ölüme teslim olmasına şaşırdılar. Sanki ölmek istiyordu.
Üçüncü gün, bayram sona erince, kadınlar sabah erkenden mezara döndüler. Ne var ki, yattığı yere geldiklerinde mezarın girişindeki taşın yerinden yuvarlanmış olduğunu gördüler. Dahası içeri girince Rab İsa'nın cesedini bulamadılar. Onlar bu durum karşısında şaşkınken, şimşek gibi parıldayan giysilere bürünmüş iki melek yanlarında beliriverdi. Korkuya kapılan kadınlar başlarını yere eğdiler. İlahi varlıklar ise onlara, "Diri olanı neden ölüler arasında arıyorsunuz?" dediler. "O burada yok, dirildi. Daha Celile'deyken söylediğini anımsayın. İnsanoğlu'nun günahlı insanların eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini bildirmişti." O zaman, hepsi birden İsa'nın sözlerini anımsadılar. Mezardan dönen kadınlar bütün gördüklerini ve duyduklarını Elçiler’e ve ötekilerin hepsine bildirdiler.
İnanılması güç bu haberi duyan havariler çok şaşırdılar, ne yapacaklarını bilmediler. Bazıları sevindiyse de çoğu söylenenlere inanamadı. Akşamleyin hepsi bir aradayken, ansızın İsa gelip tam ortalarında belirdi. Onlara, "Size esenlik olsun!" dedi. Havariler ürktüler, bir hayalet gördüklerini sanarak korkuya kapıldılar. İsa isa onlara, "Neden telaşlanıyorsunuz? Neden kuşkular doğuyor içinizde?" dedi. "Ellerime, ayaklarıma bakın; işte benim! Dokunun da görün. Hayaletin eti kemiği olmaz, ama görüyorsunuz, benim var." Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve ayaklarını gösterdi. Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine, "Sizde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. İsa onu alıp, gözlerinin önünde yedi. Evet, İsa gerçekten dirildi!
Sonra onlara şöyle dedi: "Daha sizlerle birlikteyken, 'Musa'nın Yasası'nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar'da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir' dedim." Bu andan itibaren İsa, Kutsal Yazılar'ı anlayabilmeleri için hepsinin zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, "Şöyle yazılıdır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim'den başlayarak bütün uluslara O'nun adıyla duyurulacak. Sizler bu olayların tanıklarısınız. Ben de Babam'ın vaat ettiğini göndereceğim. Ama siz, yücelerden gelecek güçle kuşanıncaya dek kentte kalın.”
İşte İsa Mesih böylece ölümü yendi. İblis’i ayak altında ezdi. Dünyanın başlangıcından beri biriken günahın bedelini bir kerede ödedi. En önemlisi de, bu fedakarlığının neticesinde kendisine inanan tüm herkese sonsuz yaşamın kapısını açmış oldu.