5. İsa Mesih ile Yahudiler


Yahudi halkı Peygamberlerin sözleri uyarınca asırlardır atalarına vaat edilen büyük Kurtarıcı'yı Mesih’i dört gözle bekliyorlardı. Ancak onu genellikle, güçlü ve siyasi bir önder olarak hayal ediyorlardı. Özellikle İsa’nın yaşadığı dönemde bu beklentiler hat safhadaydı, çünkü Yahudiler Roma İmparatorluğu hegemonyası altında eziyet çekiyorlardı. Kendi devletleri yoktu, aksine Roma’ya yüklü gümrük ve vergiler ödemek zorundaydılar. O dönemde Yahudiler arasında yaşanan bu zülüme karşı durmak adına farklı yaklaşımlar mevcuttu. Bazıları Roma’nın işgaline silahlı saldırıyla karşılık vermek isterken, başkaları çöllere kaçıp sükunetli bir yaşam sürdürmeyi tercih ediyordu. Halkın ileri gelenleri ise, Sadukiler ve Ferisiler olmak üzere, genel anlamda iki gruba ayrılıyordu. Sadukiler, Romalı hükümetle uzlaşma yolunu bulmaya çalışırken, Ferisiler Musa’dan gelen Yasa’ya daha sıkı tutunmaya gayret ediyorlardı. Peki, ‘İsa hangi gruba bağlıydı?’ Aslında, ‘Hiç birine!’

İsa Mesih halk arasında gezip mucizeler yaparak hizmetine başladığı zaman, hemen Yahudi önderlerinin dikkatini çekmeye başladı. Aslında birinci yüzyılda İsa gibi pek çok gezgin Yahudi hocalar vardı. ‘Rabbî’ olarak çağırılan bu kimseler, Kutsal Yazıları halka öğretmekle beraber etraflarında bir hayran kitlesi toplamaya çalışırlardı. İsa’nın amacı ve tarzı ise bu kişilerden çok farklıydı. İsa baştan beri oldukça mütevazi bir şekilde insanlığa hizmet ediyordu. Şifa verdiği kimselerin, kendisinin reklamını yapmalarına izin vermiyordu. Ne var ki, buna ragmen olağanüstü gücünün haberinin yayılmasına hiç kimse engel olamadı. Dolayısıyla, kısa bir süre sonra her yerden insanlar İsa’ya akın akın gelmeye başladı.

Özellikle Ferisi mezhebinden olan din bilginleri kendisine hayrandı. Bunun en temel gerekçelerinden birisi İsa’nın, Rab’bin Sözü’ne sımsıkı sarılarak kendileri gibi muhafazakar bir çizgiden ilerliyor oluşuydu (bkz. Yuhanna 3). Zira, İsa baştan beri peygamberlerce vaat edilen temel Tanrı öğretisinden farklı bir şey ya da yeni bir din getirmeye gelmedi. Kendisinin de söyledi gibi: ‘Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak’ (Matta 5:17-18). Anlaşılan, İsa asırlarca kendisiyle ilgili söylenen peygamberlik sözlerini yerine getirmeye, Tanrı’nın planını gerçekleştirmeye geldi.

Ne var ki, İsa dönemin din bilginlerinin teorideki öğretilerine büyük ölçüde katıldıysa da pratik yaşamdaki uygulamalarından hiç hoşnut değildi. Bunu açık bir şekilde ifade etti: ‘Size şunu söyleyeyim: Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler'inkini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği'ne asla giremezsiniz! (Matta 5:20).’ Din bilginleri, İsrail halkına Tanrı’nın gerçeklerini öğrettilerse de kendileri bunları tutarlı bir şekilde yerine getirmiyorlardı. Dahası halkı din adına sömürüyorlardı. Bu sebeple İsa, ‘Sizi İkiyüzlüler’ diyerek onları yaptıklarından ötürü sık sık eleştiriyordu. Örneğin, din bilginleri Tanrı’nın Sözü uyarınca herkesi sevmenin önemini vurgularken, esasında yalnızca kendi millet ve mezhebinden insanları seviyorlardı. İsa ise Tanrı'nın müjdesini bütün uluslara yaymak için gelmişti. Dolayısıyla İsa Mesih, dost olsun düşman olsun tüm herkesi sevmek gerektiğini öğretti. Bu öğretisini de aşağıdaki ifadeleriyle özetledi:

Ben diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanız'ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır. Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur? Vergi görevlileri de öyle yapmıyor mu? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyor mu? Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun.’ (Matta 5:44-48)


İsa yalnızca öğretmekle kalmaz, aynı zamanda kendisi öğütlerinin hepsini kendinde uygulardı. Yeri geldiğinde Yahudilerin hor gördüğü insanlarla oturup kalktı ve nefret ettikleri kişilere de zaman ayırırdı. Özellikle aşağılanan kimselere, hastalara, yabancılara ve fuhuştan kurtulan kadınlara bile merhametle yaklaştı. Bir keresinde İsa, Yahudilerin nefret ettiği Samiriyeliler diyarından geçerken bir kuyunun yanına oturup su çekmeye gelen bir kadından kendisine su vermesini rica etti. Yahudi bir erkeğin kendisine ilgi göstermesine şaşıran kadın onunla konuşmaya başladı ve çok geçmeden İsa’nın özel biri olduğunu anladı. İsa’nın, yaşadığı kötü hayatı bildiğini sezen kadın onunla dini konular tartışmaya kalktı. Buna karşılık İsa şöyle karşılık verdi:img

Kadın, bana inan, öyle bir saat geliyor ki, Baba'ya ne bu dağda, ne de Yeruşalim'de tapınacaksınız!  Siz bilmediğinize tapıyorsunuz, biz bildiğimize tapıyoruz. Çünkü kurtuluş Yahudiler'dendir.  Ama içtenlikle tapınanların Baba'ya ruhta ve gerçekte tapınacakları saat geliyor. İşte, o saat şimdidir. Baba da kendisine böyle tapınanları arıyor.  Tanrı ruhtur, O'na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar." Kadın İsa'ya, "Mesih denilen meshedilmiş Olan'ın geleceğini biliyorum" dedi, "O gelince bize her şeyi bildirecek." İsa, "Seninle konuşan ben, O'yum" dedi.’ (Yuhanna 4:21:24)


Topluluğun dışladığı bu kadına ilgi gösteren İsa, bu tavrıyla yerli yabancı, kadın erkek tüm herkesle Tanrı’nın sevgisini paylaşmaya geldiğini gösterdi. Ne var ki, ilerleyen süreçte İsa Tanrı’nın Sözünü öğretmeye devam edip, gerçekte kim olduğunu kanıtladıkça insanlar kutuplaşmaya başladılar. Onu çok seven ve yetkisine hayran kalan halk, İsa’nın bir an evvel kalkıp bir devrim ya da darbe yapmasını istiyordu. Ama Mesih’in yolu başkaydı. Bunu takiben din bilginleri zaman geçtikçe İsa’ya kin duymaya başladılar çünkü halk eskisi gibi onlara bağlı değildi. Dahası, İsa doğruları öğrettikçe, onların yanlışları da gün yüzüne çıkıyordu. Yani, ışık karanlığı aydınlatıyordu; din bilginleri de bu duruma daha fazla tahammül edemiyorlardı.

Din bilginleri İsa’yla öğreti ve yetki konusunda baş edemeyeceklerini anlayınca, çözümü O’na iftira atmakta buldular. O’nun Tanrı’nın gücüyle değil İblis’in yetkisiyle cinleri kovduğunu iddia ettiler. İşte tam da bu nedenle İsa, onları bırakıp kendisine inanan ve ardından gelen havarilerini bilgiyle donatmaya odaklandı. İsa’yı izleyenler arasında yüzlerce erkek ve kadın vardı. Ancak özellikle kişisel temsilcileri olarak seçtiği ‘Elçilerin’ yeri farklıydı. Tek tek bu kişilerin kim olduklarına bakıldığında çok parlak bir ekip portresi çıkmıyor ortaya. Bir çoğunun balıkçı, bir tanesinin eski bir gerilla, bir diğerinin ise halkın nefret ettiği bir vergi memuruydu. Ne var ki, insanların hor gördüğü ve yüz çevirdiği bu kişileri İsa, üç yıllık hizmetine katarak harika bir şekilde biçimlendirdi. Her birinin erdem bakımından tam donanımlı bireyler olmalarını sağladı .

Aslında, İsa’nın kendisini izleyenlerle arasında kan bağından da güçlü manevi bir bağı vardı. Bu kişiler, Mesih’in ardından gitmek için her şeylerini geride bırakıp hayatlarını kendisine adadılar. Böylece İsa onlara Tanrı’yla ilişki kurmanın yolunu öğretti. Yeri geldiğinde onlarla kendi mucize yapma yetkisini de paylaştı. Böylece onlar, Yahudilerin köylerini tek tek gezerek Göklerin Egemenliği’nin müjdesini duyurdular. Bir gün İsa onlara şu önemli soruyu sordu: ‘Sizce ben kimim?’ Petrus buna şöyle karşılık verdi: ‘Sen yaşayan Tanrı’nın Oğlu Mesih’sin!’

Bundan bir kaç gün sonra İsa Mesih Petrus ile iki havariyi daha yanına alarak yüksek bir dağa çıktı. Birden doğaüstü bir manzara belirdi:


Onların gözü önünde İsa'nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri ışık gibi bembeyaz oldu. O anda Musa'yla İlyas öğrencilere göründü. İsa'yla konuşuyorlardı. Petrus İsa'ya, "Ya Rab" dedi, "Burada bulunmamız ne iyi oldu! İstersen burada üç çardak kurayım: Biri sana, biri Musa'ya, biri de İlyas'a."  Petrus daha konuşurken parlak bir bulut onlara gölge saldı. Buluttan gelen bir ses, "Sevgili Oğlum budur, O'ndan hoşnudum. O'nu dinleyin!" dedi.  Öğrenciler bunu işitince, dehşet içinde yüzüstü yere kapandılar.  İsa gelip onlara dokundu, "Kalkın, korkmayın!" dedi.  Başlarını kaldırınca İsa'dan başka kimseyi göremediler.’ (Matta 17:2-8)


Bu meselden anlaşılan şudur ki, havarilerin İsa’nın kimliğini doğru bir şekilde saptamaları üzerinde Baba Tanrı, onların Mesih’in yüceliğini görmelerine izin verdi. Petrus, İsa’yı ünlü peygamberler Musa ve İlyas’ın yanında görünce çok heyecanlandı. Fakat gökten seslenen Baba Tanrı ‘Sevgili Oğlum budur’ diyerek İsa’nın peygamberlerden çok ötede bir kimliğe sahip olduğunu belirtti. Bununla Tanrı’nın kendisi, İsa’nın gerçekte kim olduğunu ikinci bir kez gökten seslenerek şüpheye yer kalmayacak şekilde netlik getirmiş oldu.

Daha sonra İsa, büyük Fısıh Bayramına katılmak üzere Yeruşalim yoluna koyuldu. Öğrencilerine bir kaç defa orada ölüme çarptırılacağını söyledi ama onlar kendisine inanmak istemediler. Aksine, Mesih egemenliğine kavuşunca kimin en büyük yeri ve görevi kapacağını aralarında tartışmaya başladılar. İsa Mesih ise onları gelecek zorluklara hazırlamaya çalışıyordu. Çünkü kendisini reddetmiş bulunan Yahudi önderlerinin gazabına uğrayacağınıimg biliyordu.

Yeruşalim’e varınca, peygamber Zekeriya’nın sözü uyarınca İsa, eşeğin sıpasına binerek kente girmeye hazırlandı. Kendisine eşlik eden halk onu büyük sevinçle alkışlıyordu. Fakat olup bitenleri izleyen din bilginleri İsa’yı azarlayarak halkı da susturmaya çalıştı. Bu sırada İsa, Yahudilerin bu asi tutumunu görünce ağladı: ‘Keşke bugün sen esenliğe giden yolu bilseydin’ dedi. İsa bu kişilerin asırlarca müjdelenen Mesih’i reddetmelerinden ötürü Rab’bin gazabına uğrayacaklarını biliyordu.

Bu karşılamanın ardından İsa, Tanrı’nın, halkı arasında varlığını temsil eden kutsal Tapınak’a girdi. Lakin karşılaştığı manzara çok üzücüydü, İsa dini önderlerin, halkı Tanrı’ya yaklaştırmak yerine kendi ceplerini doldurmak için türlü yollar bulduklarını gördü. Sağı solu kurbanlık hayvanları fahiş fiyata satan ve kalpazanlarla dolup taşan Tapınak, kelimenin tam anlamıyla bir çarşıya dönüştürülmüştü. Buna dayanamayan İsa, ‘Babamın evini haydut inine çevirdiniz’ diyerek hepsini kovdu. Buna çok sinirlenen Yahudi önderleri ise İsa’yı yok etmek için yollar aramaya başladılar.

İlerleyen günlerde İsa birçok sefer Yahudi din bilginleriyle çatıştı. Yahudi alimler, kimi zaman onu dini konularla, kimi zaman da siyasi konularla ilişkili tuzağa düşürmeye çalıştılar. Ama her defasında İsa üstün hikmetini ve ilahi yetkisini fazlasıyla kanıtladı. Sonunda İsa benzetme yoluyla çok akıllıca safsatalarını yüzlerine vurdu:


 "Bir benzetme daha dinleyin: Toprak sahibi bir adam, bağ dikti, çevresini çitle çevirdi, üzüm sıkma çukuru kazdı, bir de bekçi kulesi yaptı. Sonra bağı bağcılara kiralayıp yolculuğa çıktı.  Bağbozumu yaklaşınca, üründen kendisine düşeni almaları için kölelerini bağcılara yolladı.  Bağcılar adamın kölelerini yakaladı, birini dövdü, birini öldürdü, ötekini de taşladı.  Bağ sahibi bu kez ilkinden daha çok sayıda köle yolladı. Bağcılar bunlara da aynı şeyi yaptılar. Sonunda bağ sahibi, 'Oğlumu sayarlar' diyerek bağcılara onu yolladı. "Ama bağcılar adamın oğlunu görünce birbirlerine, 'Mirasçı bu; gelin, onu öldürüp mirasına konalım' dediler.  Böylece onu yakaladılar, bağdan atıp öldürdüler.  Bu durumda bağın sahibi geldiği zaman bağcılara ne yapacak?"  İsa'ya şu karşılığı verdiler: "Bu korkunç adamları korkunç bir şekilde yok edecek; bağı da, ürününü kendisine zamanında verecek olan başka bağcılara kiralayacak." İsa onlara şunu sordu: "Kutsal Yazılar'da şu sözleri hiç okumadınız mı? 'Yapıcıların reddettiği taş, İşte köşenin baş taşı oldu. Rab'bin işidir bu, Gözümüzde harika bir iş!' "Bu nedenle şunu söyleyeyim, Tanrı'nın Egemenliği sizden alınacak ve bunun ürünlerini yetiştiren bir ulusa verilecek. "Bu taşın üzerine düşen, paramparça olacak; taş da kimin üzerine düşerse, onu ezip toz edecek.’ (Matta 21:33-44) 


Son tahlilde, İsa’nın baştan beri kendisine inanmaları için onlara her türlü fırsatı vermesine ve türlü mucizeler göstererek esasen kim olduğunu defalarca kanıtlamasına rağmen Yahudiler, O’nu reddetmeleri neticesinde kendilerini Tanrı’nın kutsal planında reddedilmiş bir konuma düşürdüler. ‘Temel taş’ olarak nitelendirilen Mesih’in üzerine inşa edilmek yerine, onun altında ezileceklerdi. Ancak Mesih’in de burada öngördüğü gibi, önce ‘Oğul’un ölmesi gerekirdi. Anlaşılan, İsa Mesih baştan beri başına geleceklerden haberdardı. Zira tüm bunlar baştan beri tasarlanan ilahi bir planın parçasıydı.