İsa’nın doğumu deyimi yerinde ise, baştan sona ironiler dizini olarak gelişti. Öyle ki, asırlardır beklenen kral ve dünya kurtarıcısı, zengin ve soylu bir ailede doğmak yerine oldukça mütevazi genç bir çifte bağışlandı. Doğumu antik dünyanın ünlü metropollerinden birinde değil, küçük bir kasabada Beytlehem’de gerçekleşti. Hatta annesi Meryem, doğurma vakti gelince kalacak bir yer bulamadıklarından dolayı, ilk oğlu İsa’yı samanla dolu bir yemliğe koymak zorunda kaldı. Doğuşunu müjdeleyen melekler de kime haber verdiler? Krallara veya din büyüklerine gitmek yerine, kırda sürüleri yanında nöbet tutan çobanlara görünerek "Bugün size, Davut’un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu Rab olan Mesih’tir” dediler. Böylece İsa’nın ziyaretine gelen ilk insanlar, fakir fukara köylüler oldu.
Elbette, bunların hiç biri tesadüf değildir. Aksine bu manzarada çok güçlü bir mesaj vardır: Tanrı alçakgönüllülere lütfeder!
İncil, İsa'nın soy kaydını dizerek başlar. İlk ayetlere göre İbrahim'in ve Davut'un soyundan gelmesi çok büyük önem taşır. Çünkü gelecek olan Kurtarıcı’nın, peygamberlerin sözleri uyarınca, asırlardır beklenen Mesih konumuna sahip olabilmesi için belirli bir takım kritere uyması gerekir. Nitekim, İncil’in metni boyunca, İsa’nın her açıdan peygamberlerin kendisi hakkında yüzlerce sene evvel yazdıklarına uyduğunu görülmektedir.
Öncelikle, baştan beri Havva’ya bildirildiği gibi, beklenen Kurtarıcı’nın bakireden doğarak mucize sonucu ortaya çıkması gerekiyordu. Bu kehanete uygun olarak, bir gün Melek Cebrail yeni nişanlanmış bir kız olan Meryem’in karşısına çıktı. Meryem haliyle çok şaşırdı ve korkuya kapıldı. Cebrail ise "Korkma Meryem, Tanrı’nın lütfuna eriştin" diyerek ona iyi haber getirdiğini belirtti. Gebe kalıp bir oğul doğuracağını söyledi., İsmi ‘İsa’ olacaktır dedi. Ayrıca, “Doğan çocuk çok büyük olup, ‘Yüceler Yücesi’nin Oğlu’ diye tanınacaktır” dedi. Çünkü İsa, atası Davut’un tahtına yükselecek ve ona vaat edilen egemenliği sonsuza dek sürdürecektir (bkz. Luka 1:28-33).
Tabii henüz çok genç olan Meryem için bu oldukça şaşırtıcı hatta ürkücü bir olaydı. Asırlardır Rab’bin peygamberler aracılığıyla halkına sözünü ettiği büyük hükümdar Mesih kendisinden doğacaktı! Aynı zamanda bu haber Meryem için ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Kendisi hiç erkeğe varmamıştı. Yani, bekardı! Bunun yanı sıra yakında evlenmek için henüz yeni nişanlanmıştı. Böylesi bir hamileliğin, başına çok büyük bir bela getireceğinden korkmak için oldukça haklı sebepleri vardı.
Buna karşılık Cebrail, Meryem’e, doğan çocuğun olağan ilişkiden doğmayıp, Tanrı Ruhu’nun mucizevi işleyişi sonucunda rahmine düşeceğini belirtti. Hatta bundan dolayı doğan çocuğa ‘Kutsal, Tanrı Oğlu’ deneceğini tekrarladı.
Buradan iki önemli gerçek vardır:: Birincisi, İsa, diğer Adem oğulları gibi günahlı bir doğayla değil, kusursuz ve günahsız biri olarak doğacaktı. İkincisi, Cebrail’in dediğine göre İsa, Tanrı’nın Oğlu kimliğine sahipti. Cebrail’in bunu fiziksel anlamda değil, özellikle insani doğaya sahip bir baba figürü olmaksızın dünyaya geleceği için, ruhsal anlamda söyledi. Bu bağlama istinaden, İsa’nın Tanrı’dan başka bir babası yoktu. Dahası, Cebrail’in Meryem’e ilettiğinden başka, soyundan gelecek Mesih hakkında Davut’a söylenen sözleri ışında, Mesih’in Tanrı Oğlu sıfatıyla doğacaktır. Aynı zamanda İncil de O’nun ezelden beri Baba Tanrı’yla birlikte bulunduğunu belirtir (bkz. Yuhanna 1:1-2). Yani, İsa Mesih birçok açıdan Tanrı Oğlu sıfatına layıktır ama bunun içerisinde herhangi bir cinsel anlam söz konusu değildi, olamaz da.
Şimdi Meryem’in çok önemli bir kararı vermesi gerekiyordu. Tanrı’nın bu dediğini kabul ederse, en başta nişanlısı olmak üzere, anne babası ve bütün toplum onu dışlayacaktı, hatta onu öldürmeye bile kalkabilirlerdi. Fakat Tanrı’nın hikmetine güvenen Meryem, her şeye rağmen "Ben Rab’bin kuluyum, bana dediğin gibi olsun” diyerek razı oldu.
Bu sırada, Meryem Yusuf'la nişanlıydı, yani o günün örf ve adetlerine göre evli bile sayılırdı. Yusuf, nişanlısının hamile olduğunu anlayınca elbet ki çok şaşırmıştı, çok da üzülmüştü. Yasaya göre onu yargıçlara teslim edebilir hatta istese kızı taşa tutturup öldürtebilirdi. Ancak merhametli ve doğru bir adam olduğundan Meryem’i rencide etmeden ondan ayrılmaya karar verdi. Bunun üzerinde Rab, Yusuf’a da bir melek gönderip Meryem’deki bebeğin ‘Kutsal Ruh’tan’ olduğunu bildirerek ona sahip çıkmasını söyledi.
Bu sırada, Tanrı melek aracılığıyla Yusuf’a da bebeğe konulacak ismi bildirdi. İsmi ‘İsa’, orijinal dilinde ‘Yeşua’ olacaktır dedi. Yeşua, o dönemde Yahudiler arasında yaygın olan Aramice dilinde “Rab kurtarır” yani “Kurtarıcı” demektir. Aslında o dönemdeki İsrail halkı onları Roma işgalinden kurtaracak bir kurtarıcı bekliyordu. Ancak Tanrı, Mesih'in onları öncelikle kendi günahlarından kurtaracağını belirtti. Böylece, Yusuf Meryem’i eşi olarak aldı ama İsa doğana kadar karısına dokunmadı. Burada anlatılmak istenen Meryem’in başka kimseyle fiziksel bir temas yaşamadığı, rahminde olanın tamamıyla ruhsal ve mucizevi bir oluşum olduğuydu (bkz. Matta 1:18-25).
Bu süreçte Meryem ile Yusuf Nasıra’da yaşıyorlardı. Ancak peygamberlerin dediklerine göre Mesih’in Davut kenti olan Beytlehem kasabasında doğması gerekirdi. Bunu ayarlamak için Rab, koskoca Roma İmparatoru Sezar Oktavius Avgustus’u harekete geçirip sayım yaptırmasını sağladı. Böylece herkes adını kaydettirmek üzere kendi kentine dönmek zorundaydı. Bu Yusuf’la Meryem için hiç de kolay bir yolculuk değildi. Hamile olan Meryem’in yaklaşık 150 kilometrelik yol çekmesi gerekiyordu. Nihayet asıl memleketleri olan Beytlehem’e vardıklarında, sayımdan dolayı tüm akrabalarının evleri dolmuş olduğunu gördüler. Kalacak yer bulamıyorlardı. O dönemki köy evlerinin bir tarafında hayvanların yattığı bir bölüm de vardı. Dolayısıyla başka bir yer bulamayınca genç çift, mecburen hayvanların yanında konakladılar. Oradayken Meryem’in doğurma vakti geldi ve doğan bebeğini, oğlu İsa’yı, hayvanların yediği yemliğe yatırdı.
Söz konusu dönemde yeni doğan bir bebek için genellikle küçük bir kutlama yapılırdı. Kasabanın müzisyenleri bebeğin doğduğu eve gelip bir iki parça çalardı ve akrabalar dans ederlerdi. Mesih gibi büyük birinin doğumuna, çok önemli ve zengin adamların gelip kutlaması gerekirken ne ilginçtir ki, ilk haberi duyan çobanlar oldu. Dahası gökten gelen melekler korosu, krallar ve prenslerin huzurunda ilahiler okumak yerine, sıradan köylülerin önünde şu ezgileri söylediler:
"En yücelerde Tanrı’ya yücelik olsun,
Yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara
Esenlik olsun."
Dönemin sosyo-politik yapısı doğrultusunda, çobanlar, toplum tarafından en çok dışlanan ve sevilmeyen kesimdi. Böylece Rab meleklerini özellikle onlara göndererek, Mesih’in dünyevi makamlardan çok sıradan insanlara değer verdiğini vurguladı. Bu arada gelen Cebrail’in, sözlerine dikkat edelim. Melek, en başta tüm halkı sevindirecek önemli bir müjde ilettiğini belirtti. Sonra Davut’un kenti olan Beytlehem’de bir Kurtarıcı, Rab olan Mesih’in doğduğunu söyledi. Yahudilerin hepsi, kral olsun çoban olsun, büyük Mesih’in gelişini özlemle bekliyordu. Ne var ki çoğu O’nun büyük bir fatih olarak beyaz ata binmiş şekilde gelip Roma’yı devirmesini bekliyordu. Yani genel anlamda siyasi bir önder hayal ediyorlardı. Ancak meleğin dediğine göre, Kurtarıcı ve Rab olan Mesih siyasi bir devrim değil esenlik getirmeye geliyordu. Demek ki Mesih beklediklerinden çok ama çok daha büyük biriydi ve üstlendiği misyon da umduklarından çok daha yüceydi.
Melek, Mesih’i bulmaları için çobanlara çok belirgin bir işaret verdi: ‘Kundağa sarılmış ve yemlikte yatan bir bebek bulacaksınız’ dedi. Kuşkusuz o gece, yeni doğmuş yemlikte yatan İsa’dan başka bebek yoktu. Böylece çobanlar melek korosunu dinledikten sonra alecele Beytlehem yoluna koyuldular. Meryem’le Yusuf’un yanına gelince, her şeyi meleğin anlattığı gibi buldular. Tabii Meryem’le Yusuf için, kırlarda onlara görünen melek ordusundan söz eden birtakım çobanların bir anda bulundukları yere gelmesi çok büyük bir sürpriz oldu. Bu aynı zamanda onlara gönderilmiş onaylayıcı bir teşvik mesajıydı. Yani, onlara görünen meleğin aynı müjdeyi bu çobanlara bildirmesi, bu haberin gerçekten Tanrı’dan olduğunun kanıtıydı (bkz. Luka 2:1-21).
Yahudi geleneğine göre doğan her erkek çocuğun sekizinci gün sünnet edilmesi gerekiyordu. Bu, sembolik olarak, çocuğun asırlar önce Tanrı’nın İbrahim’e verdiği vaade tabi olduğu anlamına geliyordu. Nitekim dünyaya gelen Mesih, aslında o vaadin hedefi ve doruk noktasıydı. Böylece Cebrail’in, başta Meryem ve daha sonra Yusuf’a, bildirdiği gibi sünnet töreninde bebeğe ‘Kurtarıcı’ anlamına gelen ‘Yeşua’ ismi verildi.
Doğumdan yaklaşık kırk gün sonra Meryem’le Yusuf, İsa’yı Tanrı’ya adamak üzere yakınlarında bulunan başkent Yeruşalim’de duran Kutsal Tapınağa götürdüler. Musa’nın Yasası’na göre, her rahmin ilk ürünü Rab’be aitti. Böylece ilk doğan oğulun bedelini karşılamak için ailenin bir kurban sunması gerekiyordu. Genellikle kusursuz bir kuzu sunulurdu ama aile fakir ise bir çift kumru ya da iki güvercin yavrusu da yeterliydi. Kendi maddi olanakları dahilinde Meryem’le Yusuf’ İsa için ancak iki kuş sunabildiler.
İnsan isterdi ki, şimdi Yeruşalim’in Tapınağına gelmişken, yeni doğan Mesih’i karşılamak üzere bütün ileri gelen din bilginleri ve önderleri bu büyük ve yüce kralı karşılamak üzere kuyruğa geçsin…değil mi? Ne var ki İsa için, kapıda ne ileri gelen din bilginleri ne de yöneticiler vardı. O gün İsa’yı karşılamaya yaşlı bir adam ve dul bir teyzeden başka kimse gelmemişti. Meryem ve Yusuf Tapınağa vardıklarında ilk önce, Şimon adında doğru ve dindar yaşlı bir amcayla karşılaştılar. Bu adamın Tapınak’ta ruhani bir vasfı yoktu, ancak Tanrı’nın vaadinin gerçekleşmesini özlemle bekleyen bir insandı. Yıllar önce Rab’den aldığı söze istinaden beklenen Mesih’i görmeden ölmeyecekti. Olan şuydu, Meryem’le Yusuf’un Tapınağa geldikleri gün Kutsal Ruh’un yönlendirmesiyle Şimon da aynı yere gelmişti. Bebeği görünce çok sevinen Şimon onu kucağına alarak Tanrı’ya şükretmeye başladı.
Bu sırada bir kişi daha, heyecanlı bir şekilde çifte yaklaştı. Bu da Anna isminde yaşlı bir kadındı. Çok genç yaşta kocasını kaybeden kadın hayatının kalanını dua etmek üzere Tanrı’ya adamıştı. Böylece gece gündüz Tapınak’ta kalan yaşlı Anna da bebek İsa’yı görünce beklenen Mesih olduğunu fark ederek çok sevindi ve herkese bunu duyurmaya başladı. Ama anlaşılan şu ki bu iki yaşlının tanıklığına rağmen en başta din bilginleri ve Yeruşalim’in geneli Mesih’in gelişine hiç aldırmamışlardı (bkz. Luka 2:21-40).
İsa Mesih’in doğumudaki ironilere son bir tane daha eklemek gerekir, Mesih doğduğunda, ailesinin yaşadığı ülkenin kralı ‘Büyük’ Hirodes ve din bilginleri onu hiç fark etmezken, ta uzaklardan, Mesih'in yıldızını gören birtakım yıldızbilimci ansızın yanına gelmiş olmasıdır. Bunlar muhtemelen eski Pers ve Medler medeniyetlerinden kalma kayıtlarda rastlanan ‘Majiler’ yani birtakım kâhin ve alimlerdi. Majiler, yıldızların hareketlerini yorumlayan ve kralların rüyalarını tabir etmekle ün yapmış bilgin insanlardı. Bir zamanlar Peygamber Daniel, Babil'deyken onlara başkanlık yapmıştı ve onlara gelecek olan Mesih'ten söz etmiş olmalıydı ki, bu insanlar verilen işaretleri takip ederek O'nun gelişini dört gözle bekliyorlardı. İşte, Rab de bir şekilde bunu onlara gösterince, kalkıp binlerce kilometre öteye Yeruşalim'e kadar geldiler. Ama ne ilginçtir ki İsrail’in topraklarına varıncaya kadar Yahudilerin Mesih’le ilgili olup bitenlerden henüz hiç haberleri yoktu.
O dönemde Yeruşalim’de Roma adına bölgeyi yöneten Hirodes aslında tam Yahudi değildi. Bu yüzden Mesih’in doğuş haberini duyunca kendisine bir rakip çıkmış olabilir diye bir hayli tedirgin olmuştu. Derhal din bilginlerini toplayıp beklenen Mesih’in nerede doğması gerektiğini sorguladı. Onlar da Mika 5:2'de geçen ayeti göstererek Beytlehem kasabası diye karşılık verdiler. Orası Yeruşalim'den 10 kilometre uzaklıktaydı. Böylece Kral Hirodes yıldızbilimcileri ile görüştükten sonra onları Beytlehem'e uğurladı. Ama ne ilginçtir ki ne Hirodes ne de din bilginleri Mesih'i görmek için rahatlarını bozmaya tenezzül etmedi.
Rab'bin gönderdiği yıldız, yıldızbilimcilere yine rehberlik yaptı ve onları doğrudan Meryem ve Yusuf'un kaldığı eve yönlendirdi. Bu arada İsa artık yeni doğmuş bir bebek değil en az bir yaşında bir çocuktu. Yıldızbilimciler O'nun esas ne kadar yüce biri olduğunu bildiklerinden dolayı ayaklarına kapanıp huzurunda secde ettiler. Ayrıca, O’na krala yaraşır birtakım armağanlar verdiler: Altın, günnük ve mür. Buradan anlaşılacağı üzere, Mesih gerçekte yüce bir kraldı ve de tüm ulusların kralı olmak üzere doğdu. Ne var ki kendi halkı olan Yahudiler doğan çocuğun değerini fark etmezken, çok uzaklardan gelen yabancılar O’na tapındılar.
Hirodes’in kötü niyetini sezen Majiler, Mesih'i ziyaret ettikten sonra memleketlerine başka yoldan döndüler. Çünkü Kral Hirodes son derece gaddar bir despottu. Paranoyak kaygılarından ötürü kendi eşini ve iki oğlunu bile öldürtmüştü. Kendisi ölüm döşeğinde olan Hirodes, rakibi sandığı Mesih'i de öldürtmeye kalkıştı. Buna karşılık Tanrı, yine meleği aracılığıyla Yusuf ve Meryem'i uyarıp Mısır'a kaçmalarını sağladı. Ardından Beytlehem'de korkunç bir çocuk katliamı gerçekleşti. Mesih'in ailesi ise Mısır'da bir kaç yıl kaldıktan sonra eski memleketleri olan İsrail’e geri döndüler. Orada, kuzeyde bulunan Nasıra adında, oldukça küçük ve önemsiz bir kasabaya yerleştiler (bkz. Matta 2).
Böylece İsa Mesih, sıradan halk arasında doğdu ve büyüdü. Basit bir marangoz oğlu olarak yetişti. Ancak daha doğmandan önce Cebrail’in Meryem’e ve Yusuf’a söylediklerine ve sonra doğumu etrafında gelişen olağanüstü gelişmelere bakıldığında, İsa’nın hiç de normal ya da sıradan bir insan olmadığı aşikârdır.