Pavlus Troas sahilinde durmuş, gözlerini ufka dikerek bir yelkenli arıyordu. MS 55 yılının sonbaharıydı ve esen soğuk rüzgarla titredi. Titus nerede kalmıştı? Pavlus, yeni imanlılarla yapacağı akşam toplantısına hazırlanması gerektiğini biliyordu; bu imanlılardan bazıları gelecek için büyük potansiyel gösteriyordu ama Korint’ten gelecek haberi dört gözle bekliyordu. Yaptığı son ziyaret felaket geçtiğinden Titus’u ortamı düzeltmesi için oraya göndermişti ve ilk gemiyle geri döneceğini ümit ediyordu.
Pavlus’un yüreğinde çelişkili duygulardan oluşan bir fırtına vardı. Bir yandan Korint’teki imanlılar için, bir babanın çocukları için duyduğu türden derin bir sevgi duyuyordu. Aklında Korint’e yaptığı ilk ziyaretten kalan birçok güzel hatıra ve büyük zorluklar içinde kazanılan muhteşem zaferlerin baş döndürücü heyecanı vardı. Oraya varmasından kısa bir süre sonra Yahudi önderler ona eziyet ederek havradan uzaklaştırdılar ve yeni Roma konsülü olan Gallio’nun15 önünde ona karşı düzmece bir dava açtılar. Pavlus bir anlığına Romalıların falakasına bir kez daha maruz kalacağını düşündü ama Gallio onların oyununa gelmeyecek kadar akıllıydı. Bu muhalefete rağmen havra yöneticisi Krispus ev halkıyla birlikte İsa’nın Mesih olduğuna iman etti ve İsa’yı Mesih olarak kabul eden başka bir havra yöneticisi Sostenis ise uluorta dövüldü. Sevgili Gayus ve Stefanos yeni kurulan iki ev topluluğuna kendi evlerinin kapılarını açtılar. Pavlus yaşamları tamamen değişen adları çıkmış pejmürde insanları – putperestleri, hırsızları, sarhoşları, cinsel ahlaksızlıkta bulunanları, homoseksüelleri, açgözlüleri – hatırladığında gülümsedi! Kutsal Ruh’tan kaynaklanan sevinci tattıkları ve armağanlarına hayran kaldıkları tapınma zamanları ne kadar da harikaydı! Onları tekrar görebilmeyi ne kadar çok arzuluyordu. Yüreğinde onlara karşı hissettiği derin yakınlık her türlü deneme ve sıkıntıya değerdi.
Ardından durum tamamen tersine döndü. Her şey Pavlus Efes’teyken, Kloi’nin çekişmeler hakkında gönderdiği haberle başladı (1Kor. 1:11) ve aralarındaki sorunların listesi gitgide uzadı. Elit konumdaki zengin imanlılar alışkın oldukları eski yolda – anlaşmazlıklar yüzünden mahkemeye gitmek, tapınaklarda eski arkadaşlarıyla putlara sunulan etleri yemek ve kilisedeki yoksul, aç kardeşlerin gözü önünde, eskiden katıldıkları şölenlerde yaptıkları gibi kendilerini tıka basa doldurmak gibi - yaşamaya devam ettiler.
Pavlus 1. Korintliler olarak bildiğimiz mektubu yazdıktan sonra, Korint’e hatırasının bile kendisine büyük acı verdiği şahsi bir ziyarette bulundu (2Kor. 2:1). Üvey annesiyle apaçık bir şekilde ilişkiye giren bir “imanlı” adam vardı ve kilise bu duruma müdahale etmek bile istemedi. Aksine modası geçmiş tabulardan özgür olmalarıyla övünüyorlardı! Pavlus onlardan eylem istediğinde Pavlus’a karşı durdular ve ona elçileri olmaya layık olmadığını söylediler. İstedikleri şey kendi kafalarında canlandırdıklarına uygun hoş sözlü, parlak ve kültürlü bir önderdi. Pavlus’un konuşma becerisi zayıf, görüntüsü pejmürdeydi ve geçimini çadır yapma sanatıyla kazandığı için onların gözünde kendini küçük düşürüyordu (2Kor. 10:10). Pavlus herkesin önünde hakaretlere maruz kalınca yenik ve yara almış bir şekilde oradan ayrılmasından başka seçenek kalmamıştı.
Pavlus’un yapabileceği tek şey, gözyaşlarıyla ıslanan başka bir mektup yazmaktan ve bunu Titus eliyle Korintlilere göndermekten ibaretti (2Kor. 2:4). Şimdi Troas’ta, yalvarışlarına nasıl karşılık verdikleri haberini getirecek olan Titus’u bekliyordu. Korint’ten gelen gemiyi beklerken, Tanrı’nın lütfunun durumu değiştirmesi için bir kez daha dua etti. Uzakta bir yelkenli görür görmez hemen limana koştu. Yolcular birer birer gemiden indiler ama Titus aralarında değildi! Pavlus bir sonraki geminin ne zaman geleceğini sorduğunda, bu geminin kış aylarında Akdeniz’i çok tehlikeli hale sokan fırtınalardan önceki son gemi olduğunu öğrendi. Troas’tan ayrılıp karayoluyla Makedonya üzerinden Korint’e gitmesi gerektiğini bildiğinden içini derin bir hüzün kapladı. Korint’teki sevgili azizler için duyduğu kaygı öylesine büyüktü ki, Troas’taki hizmetine odaklanmakta zorlanıyordu. Onlar için duyduğu kaygı kendisini, dövülmekten veya gemi kazalarından çok daha fazla yiyip bitiriyordu (2Kor. 11:28)!
Korint’e karayoluyla gitmesi Pavlus’a karşısındaki sorunlar hakkında uzun uzun düşünme fırsatı verdi. Kendisine karşı yapılan muhalefetin büyük çoğunluğunun kiliseye katılan ama değerleri müjdenin etkisiyle değişmeyen elit kesimden kaynaklandığını biliyordu. Onları motive eden şey hala onur ve unvan kazanmanın peşinden gitmekti. Birçok sınıflamaya sahip olan Grek-Roma toplumunda, insanlar en çok kendi itibarlarına ilgi gösterirlerdi; bu itibar geldikleri aileye, sahip oldukları servete ve cömert ve cesur oldukları için başkaları tarafından övülmeye dayalıydı. Yaşam onlar için sosyal konumlarını yükseltmeye çalıştıkları bir yarış gibiydi ve örneğin şölenlerine önemli kişileri davet etmek suretiyle ünlerini arttırmak ya da muhaliflerini mahkeme salonlarında yenilgiye uğratmak gibi yaptıkları her şey, bu amacı gerçekleştirme adına yapılan hesapların birer parçasıydı. Başarılarını öven konuşmalar ve görkemlerini ebedileştiren yazıtların peşindeydiler. Üst sınıftan insanlar olarak büyük bir güce sahiptiler ve çevrelerindeki herkese emirler verme, onları alçaltma ve iş kölelerine geldiğinde onları falakaya yatırma ve hatta çarmıha gerdirme yetkileri bile vardı.
Pavlus’un davranışları ve yaşam tarzı bu gibi kişiler için büyük bir sürçme taşıydı. İlk olarak Pavlus’un hitabet becerisi, üstün ve etkili bir konuşma becerisine sahip olan Apollos’la kıyaslanamayacak kadar etkisizldi (Elç. 18:24). Birinci yüzyılda yaşayanlar için, hitabet sanatına hakim olmak en önemli becerilerden birisiydi çünkü toplu müzakerelerde, mahkemelerde ve sosyal toplantılarda onurlandırılma arayışında hayati önem taşırdı. Aslında yüksek seviyedeki eğitimin çoğunluğu hitabet sanatı üzerinde yapılır ve şaşalı ve karmaşık cümleler kurmak revaçta tutulurdu. Pavlus’un mektupları sözcükleri ifade etme hakimiyetini göstermesine rağmen, bundan dolayı hava atma veya bu hitabet oyunlarına katılma niyetinde olmadığını gösterir.
Buna ek olarak, Pavlus’un fiziksel görünümü sıradan ve kişilerin bir önderden beklediği etkileyici özelliklerden uzaktı. Romalılar baskın kişiliklerini güçlü fiziksel görünümleriyle dışa vuran güçlü önderler ararlardı. Buna çağdaş bir örnek göstermek gerekirse, Devlet başkanı Putin, güçlü gövdesini ve kaslı kollarını resimleyen fotoğrafla, Rus halkının sahip olmak isteyeceği türden bir önder olduğunu gösterdiğini bilir.
Korintliler Pavlus’un düşük seviyeli bir zanaatkâr gibi elleriyle çalışmakta ısrarcı olmasından özellikle rahatsızdılar. Korint’te yaşayan bir beyefendi fiziksel emek gerektiren bir işle uğraşırken görülmek istemezdi – bu gibi işler kölelere aitti. Pavlus’un – onlardan maddi destek almaktan kaçınmak üzere – çadır dikme işine devam etmek istemesi, durumu daha da kötüleştiriyordu. Eski çağda yaşayan zengin gözetenler, gözettikleri gezgin filozofları madden desteklerlerdi. Bunun karşılığında filozoflar gözetenlerini över ve gözetenler de verdikleri şölenlerde, bu zeki filozoflar konuklarının gözlerini kamaştırdığında onur kazanırlardı. Pavlus böyle bir sisteme katılmanın konuşma özgürlüğünden ve sistemin üzerine kurulduğu değerlere meydan okumaktan ödün vermesine neden olacağını fark etti. Filipi’deki kiliseden ayrıldıktan sonra onlardan maddi yardım almaya razı oldu; çünkü artık onlar vereceği hizmete ortak olmuşlardı. Fakat Korint’te yaşarken Korintlilerden maddi yardım alamazdı çünkü böyle bir davranış verdiği mesajı körleştirirdi.
Korint kilisesindeki elit kesim Pavlus’u zayıf bir akılsız, gülünesi biri, Plato’nun yazdığı komedilerdeki bir soytarı gibi görürlerdi. Bu oyunlar genellikle dövülüp evlerinden kovulduklarında gülünesi hallere düşen köleler, acayip kıyafetler içindeki zavallı sefiller hakkında olurdu. En yüksek kahkahalar, alçalmanın zirvesi olarak görülen çarmıha gerilme sahnesinde işitilirdi.16 Pavlus muhaliflerinin gözünde böyle görüldüğünü iyi biliyordu.
Pavlus Makedonya’dan geçerken nihayet Titus’la buluştuğunda, Titus ona Korint’teki imanlılara gönderdiği gözyaşlarıyla lekelenen mektubun büyük etkisini heyecanla anlattı. Pavlus’a yaptıklarından dolayı çok üzgündüler. Tavır ve davranışlarından tövbe ettiler ve aralarını düzeltmek için, öylesine büyük bir suç işleyen kişiyi cezalandırmak da dahil olmak üzere (2Kor. 7:11), yapılması gereken her neyse yapmaya hazırdılar. Pavlus ümit ettikleri gerçekleştiği için sevinçle doldu ve onlara olan güveninin boşa gitmediğini anladı. Uzun günler boyunca çekilen acılardan sonra ne kadar harika bir teselliydi bu. Haleluya!
Ancak hala Pavlus’a karşı çıkan bir grup vardı – bunlar Pavlus’un şahsi yetkisini sorgulayan “süper elçilerdi”. Onlar da Yahudi’ydiler ve belki Yeruşalim’deki gerçek elçileri temsil ettiklerini iddia ediyorlardı. Oysa onların Müjde versiyonu ölümcül kusurlarla doluydu; çarmıh engelini örtüyor ve Kutsal Ruh’un etkisini kendinden geçercesine coşkun bir tecrübe olarak vurgularken, sevginin yüce elzemliğini göz ardı ediyordu. Pavlus kıskançlık ve öfke duyuyordu: kıskanıyordu çünkü bu “süper elçiler” derinden sevdiği imanlıları yoldan saptırıyorlardı; öfkeliydi çünkü imanlılar arasında gerçekleştirdiği iyi işler bozuluyordu. Pavlus bir mektup daha yazmaya karar verdi – 2. Korintliler olarak bildiğimiz mektup – ve bunu Titus ve diğer birkaç kardeşle birlikte, kendisinin Korint’e varmasından hemen önce hazırlık olması için önden gönderdi.
Bu mektup Korintlilerden cezalandırdıkları kardeşi tekrar kabul etmelerini ister. Artık onların işbirliğinden emin olduğu için, Yeruşalim’deki yoksul imanlılara götürmek üzere toplayacağı maddi destek hakkında da talimatlar verir. Mektubunun son bölümlerinde “süper elçilerin” zehir dolu tartışmalarından kaynaklanan kaleleri yıkmaya kararlı olarak konuşur. Bunu yapmaya sıra dışı bir “övünmeyle” başlar. Övünmek, kendilerini ön plana çıkarmak için en bariz yöntem olduğundan, birinci yüzyıldaki önderler için normal bir şeydi. Bir Yahudi olan ve Tanrı’yı Eski Antlaşma açısından gören Pavlus övünmekten nefret ediyordu ama muhaliflerinin anladığı tek dil bu olduğundan, övünmesi gerektiğini fark etti. Fakat Pavlus’un övünmesi (2Kor. 11:16-12:10) diğerlerinin övünmelerinin temelini çökertir ve elçilik yetkisinin gerçek doğasını yeniden tesis eder.
Pavlus söze kendisinin de Yahudi olduğunu söyleyerek başlar ve ardından yaşadığı zorlukları sıralar. Çektikleri acıları ve sıkıntıları sıralamak önderlerin makam ve şereflerini müdafaa etmek üzere kullandıkları yaygın bir yöntemdi. Büyük İskender – eski çağda şanının tüm dünyada duyulmasını arzulamasıyla tanınan örneksel büyük adam – girdiği ihtişamlı savaşlarda nasıl yaralandığını ve bunların bedeninde bıraktığı izleri tek tek sıralardı. Pavlus’un listesi bundan farklıdır çünkü Yahudilerin elinden yediği sayısız dayakları, beş kez kırbaçlandığını, Romalılar tarafından üç kez değnekle dövüldüğünü ve taşlandığını hatırlar. Pavlus’un sırtı yara izleriyle dolu olmalıydı. Bu yaralar savaşa katılan askerlerin göğüslerinde görülen onur işaretleri değil, cezalandırılan bir kölenin sırtında taşıdığı utanç izleriydi.17 Romalı bir yazar olan Apuleyus karşılaştığı bir grup köleyi tanımlamıştır: “Tüm bedenleri yedikleri bir sürü dayaktan kaynaklanan mor izlerle kaplıydı. Kırbaç izleriyle dolu olan sırtlarında yırtık pırtık yamalı giysiler vardı.”18 Pavlus bilinçli olarak utanç veren bu durumlarla övünür.
Pavlus benzer şekilde Şam kentinin surlarından bir küfe içinde nasıl aşağıya sarkıtıldığı hakkında güldüren bir olayı anlatır. Roma ordusu bir kuşatma sırasında surların üzerinden yağdırılan ok ve mızraklara aldırmadan, surların üstüne tırmanan ilk yiğit savaşçısına herkesin iyi bildiği corona moralis veya “sur tacı” ödülünü verirdi. Pavlus surlara tırmanarak elde ettiği kahramanlıkla değil, bir küfe içinde surlardan aşağıya sallandırılmasıyla ilgili vakarsız kaçışının komik tarafıyla övünür.19
“Süper elçiler” hizmetlerini doğrulama yolu olarak, muhteşem doğaüstü maceralarla övünmekten zevk alan kişilerdir. Gördükleri hayret verici görümleri ve sıra dışı mucizelerin detaylarını anlatırlar. Bu sebeple Pavlus’un da ruhsal tecrübeleri hakkında konuşması gerekir. Pavlus’un çok zengin bir iç dünyası olduğu şüphe götürmez ama kendisinden üçüncü şahıs “bir Mesih izleyicisi” (2Kor. 12:2) olarak söz ederek, isteksizce konuşması ilginçtir. Cennete götürüldüğünü ifade ettikten sonra detaylar üzerinde durmayı reddeder. “Süper elçiler” birçok şifa hakkında konuşmalarına rağmen, Pavlus konuşmasını sadece kendisine ait olan Şeytan kaynaklı sıkıntısıyla ve bundan kurtulmak için ettiği üç duanın başarısızlığıyla sınırlar. Pavlus’un hizmeti boyunca birçok başka şifa örneği olduğunu biliyoruz ama bu elçi kendi hastalığına bile şifa bulamadığını vurgular! Bütün bunların işaret ettiği şey Rab’bin şu sözleridir: “Lütfum sana yeter. Çünkü gücüm güçsüzlükte tamamlanır” (2Kor. 12:9).
Pavlus’un zayıflık ve utançla övünmesi ruhsal yetkiye sahip olmadığı anlamına gelmez. Aksine mektubunun sonuna doğru, tanıkların vereceği tanıklıkları dinleyen bir yargıç olarak gelmekte olduğunu, geliştirme veya yıkma yetkisinin kendisine verildiğini, gerekirse bu yetkiyi sert bir şekilde kullanacağını söyleyen Pavlus, konuşma tarzını değiştirir (2Kor. 13:1-10). Hizmetkâr bir önder olmak çekingen veya harekete geçme güdümünden ve gidilecek yönü seçme becerisinden yoksun olmak anlamına gelmez.
Mektup Pavlus’un ümitlerini gerçekleştirdi ve MS 56 yılının kışını Korint’te geçirebildi. Oradayken Roma’da yaşayan Hristiyanlara yazdığı mektupta, “Makedonya ve Ahaya’da bulunanların, Yeruşalim’deki kutsallar arasında yoksul olanlar için yardım toplamayı uygun gördüklerinden” (Rom. 15:26) sevinçle söz eder. Korint kilisesi Pavlus’un elçi olarak sahip olduğu yetkiyi onaylayarak ve Yeruşalim’deki ana kiliseye yardım gönderme projesine gayretle katılarak Pavlus’un arkasında olduğunu gösterdi.
Bu durum hayret verici bir zaferdi. Eğer Pavlus “süper elçileri” yetkisini savunarak ve – onlardan daha bilgili, daha zeki olduğunu ve daha gösterişli mucizeler yapabileceğini göstermek suretiyle - daha çok övünerek mağlup etmiş olsaydı, cephe çarpışmasını kazanmış ama savaşı kaybetmiş olurdu. Daha derinlere inen sorun, “süper elçiler” tarafından yapılan iddiaların temelini oluşturan kültürü ve değerleri ortadan kaldırmaktı. Eğer onlarla karşılaştığında onların koyduğu şartlara göre hareket ederek, deplasmanda savaşsaydı, üstünlüğünü kanıtlayabilirdi ama kiliseyi yönetmekte olan dünyaya bakış açısı aynen yerinde kalırdı. Şeref ve güç kültürünün kurduğu “kaleleri yıkmanın” (2Kor. 10:4) tek yolu, kendi utancının ve zayıflığının sağladığı silahları kullanmaktı. Bu yöntemin büyük riskleri vardı ama Pavlus, İsa “güçsüzlük içinde çarmıha gerildiği halde şimdi Tanrı’nın gücüyle yaşadığı” (2Kor. 13:4) için, kendisinin de kilisenin gözünde aklanacağına ve gerçek ruhsal yetkiye sahip olacağına inanıyordu.
Hristiyan kültüründen tamamen uzak olan bölgelerde yeni kiliseler başlatan önderler, mevcut kültürleri ancak bu kültürlere aykırı düşen şekilde yaşayarak değiştirebileceklerini anlamalıdırlar. Bunun anlamı Pavlus’u, örneklediği acı çekme, utanç görme, itibarını kaybetme ve çarmıha daha da yaklaşma yolunda izlemek olacaktır. Zor durumlarla karşılaştıklarında, alışkın oldukları eski kültüre geri dönme kışkırtmasına direnmeleri gerekecektir. Sonuçta elde edecekleri ödül, yaşamların ve toplumların gerçekten değiştiğini görmek olacaktır.