TEVRAT’I MUSA MI YAZDI?


img




Günümüzde Musa’nın Tevrat yazarlığını ve Mısır’dan Çıkış anlatısının bir peri masalından ibaret olduğunu söyleyen yazarlar çoğalmaya başladı. Mesela, Tel-Aviv Üniversitesi profesörü Finklestein’in iddialarına göre; İbraniler hiçbir zaman Mısır’da bulunmamışlardır; M.Ö. 11. yüzyılda çok tanrılı Kenanlılardan ayrılarak, kendi kavimlerini kurmuşlar ve nihayetinde kendilerini meşrulaştırmak için Tevrat’ı, özellikle Babil sürgünü (M.Ö. 6.yy) sırasında yazmışlardır. Maalesef bu tarz iddialarda bulunan kişilerin düştüğü çok basit ve temel hatalar var: (1) Çıkış ile ilgili kanıtları çok geç bir tarih ve kronolojide aramak (M.Ö. 13-12. yy.); ki, bu tarihlerde Ai veya Eriha gibi yerleşimlerinde fetih kanıtı yoktur; (2) Tevrat metninin iç analizini yapmamak; (3) Bu iddianın tersini savunan arkeolojik keşifleri görmezlikten gelmek.



Peki, Musa’nın yazarlığına ilişkin veya İbranilerin Mısır’da bulunduklarını ve buradan çıktıklarını destekleyen ne tür kanıtlar veya arkeolojik bulgulardan bahsedebiliriz? Kısaca birkaç tanesine bakalım. Bunları arkeolojik ve metinsel bulgular olarak ikiye ayıracağız…







ARKEOLOJİK BULGULAR



M.Ö. 1890-1870 tarihli Beni-Hasan mezarında Kenan’dan Mısır’a giren Sami tüccarların resimleri bulunmaktadır.



M.Ö. 19. yy. Tel el-Daba’daki ilk yerleşim seviyesinde inşa edilen kerpiç evler “Asyalılar” (yani Filistin topraklarından gelen göçebeler) tarafından inşa edildiğini göstermektedir. Bu dört odalı evler Mısır’a özgü olmayıp, karşımıza 12. yüzyılda İbranilerin Filistin topraklarında inşa ettiği evler olarak tekrar ortaya çıkmaktadır.



M.Ö. 17-16. yy. kalma bütün kayıtlar Hiksos adında Asyalı bir hanedanlık tarafından yönetilen bir Mısır diyarını göstermektedir. Hiksoslar döneminde, büyük inşaat projeleri gerçekleşir ve bu kayıtlar Tevrat’ın anlatılarına paralellik göstermektedir.



III. Tutmosis’in veziri olan Rekhmire’nin mezarında, Samilerin ve Nubiyelilerin kiremit ürettiklerini gösteren bir resim vardır. Bu resmi özel kılan husus, kiremit karışımına saman eklenmesidir. Bu, Mısır arkeolojisinde bu tekniğin geçtiği ilk ve tek resimdir. Bu tablo aklımıza hemen Firavun’un tepkisini getiriyor: “Firavun o gün angaryacılara ve halkın başındaki görevlilere buyruk verdi: ‘Kerpiç yapmak için artık halka saman vermeyeceksiniz. Gitsinler, kendi samanlarını kendileri toplasınlar” (Mısır’dan Çıkış 5:6-7).

M.Ö. 1400’den kalma ve Mısır Soleb’de keşfedilen “YAHVE’nin Şaşuları” (“Yahve’nin göçebeleri”) yazıtı. Bu yazıt söz konusu “Şaşuları” Edom’un çöllerine, yani günümüzün Ürdün’üne yerleştirmektedir. Bu da ilginç bir şekilde İbranilerin 40 sene çölde geçirdikleri döneme ve coğrafyaya denk gelmektedir.



İbranilerin Yeşu kitabına göre, İbranilerin Kenan’da fethettikleri Ai ve Eriha kentleri, Tunç çağından (M.Ö. 1550-1400 yılları arasında değişen) yıkım izlerini gösterir.



Yine Mısır’da keşfedilen, M.Ö. 1360-1400 tarihli Berlin “İsrail” yazıtı, hiyerogliflerden oluşan bir İsrail kaydı içermektedir. Yazı, İsrail’i Kenan ve Aşkelon yakınlarında bir ulus olarak tarif etmektedir.



M.Ö. 1208 tarihli ve Mısır’da keşfedilen Mernepta Steli ise İsrail’den bahsederken; Kenan’da yerleşik bir şehir devleti olarak değil, dışarıdan gelen ve Kenan içerisinde gezinen bir ulus olarak tanımlar.



M.Ö. 11-10.yy. tarihli bir testide keşfedilen en eski İbranice yazıt, “Ophel Yazıtı,” İbranicenin alfabetik yazılışından önce Mısır hiyerogliflerinden türeyen ideograflar kullanıldığını göstermektedir.



M.Ö. 7.yy. tarihli Tevrat’ın en eski keşfedilmiş nüshası, (“Ketef Hinnom”) Tevrat’ın Babil sürgününde yazılmadığına; tersine, 8. veya 9.yy. öncesinde yazıldığına dair önemli bir delil teşkil etmektedir.



METİNSEL BULGULAR



Tevrat’ın Çıkış bölümünde geçen birçok kişi isminin kökeni Mısır dilidir ve 18. hanedanlığı işaret etmektedir. Mesela “Musa” (İbranice’de “Mose”) Mısır’ın 18. hanedanlığına özel (M.Ö. 16-14. yy.) bir isimdir: Tut-Mose, Ah-Mose gibi isimler aynı kökten gelirler. “Miriam” ismi, yine Mısırca “Myr” yani, “sevilen” anlamına gelen sözcükten türemedir. İbranilerin inşa ettiği Pithom kenti ”Pi-Atum”, yani Atum tanrısının evi anlamına gelir ve yine 18. hanedanlığa özel bir isimdir.



Çıkış metninde belirtilen coğrafi yerler yine, Mısır’ın 18. hanedanlığına özeldir ve Mısır dilinin kelimelerinden oluşmaktadır. “Sukkot” (arkeolojik olarak keşfedilen “Tjeku” ve çıkış öncesi İbranilerin toplandığı mekan), Migdol (Mısır dilinde “kale” anlamına gelir), ırmak kanalı anlamına gelen Pi-Hahiroth, ve son olarak Kızıldeniz için kullanılan “Yom-Suph” yine Mısır dilinden gelme ve Mısırca’da “Kamış denizi” anlamına gelen bir terimdir. Bu terimleri kullanan bir yazarın 18.hanedanlık döneminde Mısır’da yaşamış olması gerekir. Sonradan yaşasaydı, bu terimleri veya coğrafyayı bilemezdi çünkü hanedanlıkların değişimiyle çoğu kez mekânların ismi de değişime uğramaktaydı!



Metin içinde bulunan Mısır’a özel kültürel âdetler de hayli ilginçtir: “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.” (Mısırdan Çıkış 1:16) Ayette geçen doğum sandalyesi sadece Mısır’da bulunan bir sandalyeydi. Bu sandalyenin özelliği, doğum kanalının açılmasına ve doğumun daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesine yardımcı olmasıydı.

Bu verilerin ışığında sadece Mısır’dan Çıkış anlatısının tarihselliğini değil; Musa’nın bu anlatıyı 18. hanedanlık (M.Ö. 1550-1350) döneminde yazmış olabileceğine dair önemli delilleri görebiliriz. Bütün bu bilgileri aktaran bir Tevrat yazarı; Mısırca bilen, 18. hanedanlık döneminde Mısır’da büyümüş ve orada eğitim almış birisi olmalıdır.



YASANIN TEKRARI 34 İDDİASI ÜZERİNE



Musa’nın yazarlığını çürütmek için kuşkucuların başvurduğu en temel iddialardan bir tanesi, Tevrat metninin Musa’dan üçüncü şahıs olarak bahsetmesi ve özellikle Yasa’nın Tekrarı 33 ve 34’te Musa’nın ölümü kaydedildiğinden dolayı, Musa’nın Tevrat yazarlığını yapmamış olması iddiasıdır.



Bu iddialar oldukça basit bir şekilde çürütülebilir. Eski metinlerde tarihsel olayların anlatımında 3. şahısın kullanılışı, yazının tarihsel olduğunu gösteren bir unsurdu. İbrani tarihini anlatmak isteyen yazılarda bunu sık sık görmekteyiz. Ama 3. şahıs kullanımı sadece İbranilere öz bir teknik değildir. Antik dönemin yazarları tarafından yaygın olarak kullanılan bir teknikti.



Musa’nın eğitim aldığı Mısır medeniyetini örnek alalım. Örneğin, Frood ve Baines’e göre 18. hanedanlık dönemi Mısırındaki hiyeroglif yazıtlarında, birinci şahısın kullanımı yazının tarihi değil, kurgu olduğu anlamını taşımaktadır. Zira birinci şahıs olayların idealleştirilmiş bir uyarlaması için kullanılmaktaydı.



Antik Mısır’dan günümüze ulaşmış ve 3. şahıs ile yazılmış birçok biyografik yazıt vardır. Bunlardan biri Batı Thebes’de 409 No’lu mezarda bulunan Samut’un yazıtıdır. Yazıtın son cümlesi birinci şahısla yazılmış bir dua ve adak olmasına rağmen; Samut kendi biyografisini aktarırken 3. şahsı kullanmaktadır. 1959’da keşfedilen bu yazıtın tarihi, Mısır’ın 18. hanedanlık dönemine aittir. Yazıt şu şekilde başlar:



Güney Heliopolis’te bir adam vardı,

Teb’de gerçek bir kâtipti.

Samut ismini annesi verdi,

Annesinin ismi KyKy’di



Samut’un tanrısı onu eğitti,

Öğretisine göre yetişti

Onu yaşam yolunda koydu

Vücudunu korumak için…”



Görüldüğü gibi Musa’nın Mısır’da bulunduğu dönemden, tarihsel olayların anlatımında 3. şahısın kullanımını bulmak mümkündür.



Musa’nın ölüm bahsine gelelim. Bilindiği gibi antik çağda yazarlık kavramı bir kişinin metnin tümünü yazmış olması manasını taşımıyordu. Genellikle yazarlar, kâtipler veya yazarlar kullanırlardı. Fakat Musa’nın kâtip veya bir yardımcı kullanmış olabilmesi onun asıl yazar olmasına engel teşkil etmez. Günümüzde bile birçok Üniversite profesörü, kitaplarının bazı kısımlarını asistanlarına yazdırır. Ama bu gerçek, kitabın Üniversite Profesörüne atfedilemeyeceği anlamına gelmez. Profesör bütün süreci yönetir dolaysıyla eser onun eseridir, her ne kadar kitabın bazı kısımları bir asistan tarafından yazılmış olsa da.



Geleneğe göre Tevrat’ın son bölümlerini yazmış olan kişi Musa’dan sonra gelmiş olan Yeşu peygamberdir. Musa Tanrı’nın sözü uyarınca öleceğini biliyordu: “RAB Musa’yla Harun’a, “Madem İsrailliler’in gözü önünde benim kutsallığımı sayarak bana güvenmediniz” dedi, “Bu topluluğu kendilerine vereceğim ülkeye de götürmeyeceksiniz” (Çölde Sayım 20:12). Tevrat’ın son bölümleri yazılırken İbrani halkı vaat edilen topraklara girmek üzereydi. Musa bu topraklara giremeyeceğini biliyordu: “Yüz yirmi yaşındayım. Bundan böyle önderlik edemem. Üstelik RAB bana, ‘Şeria Irmağı’nın karşı yakasına geçmeyeceksin’ dedi. Tanrınız RAB önünüzden geçecek. Bu ulusları önünüzden yok edecek. Ülkelerini mülk edineceksiniz. RAB’bin sözü uyarınca Yeşu önderlik edecek” (Yasa’nın Tekrarı 31:1-2).



Bu durumun ışığında, Musa’nın özellikle yardımcısı olan ve kendisinden sonra halka liderlik yapacak olan Yeşu’ya Tevrat metninin son kalan kısımlarını tamamlaması için emir verdiği düşünülmektedir. Hristiyan inancı için bu durum Kutsal Kitap’ın vahiy anlayışını etkileyen bir unsur değildir çünkü Hristiyan anlayışında vahiy, kitapların gökten inmesi veya bir melek tarafından dikte edilmesi değildir. Hristiyanlıktaki vahiy anlayışı Tanrı ruhu esinlendirmesi ve yönlendirişiyle birden çok yazarın metin yazma işlemine dâhil olmasına müsaade eder. Kuşkucuların iddiası, az önce profesör örneğinde açıkladığımız gibi, Musa’nın Tevrat yazarı olmadığını ispat etmek için yetersidir.



Kaldı ki eğer amaç keyfi yorum değil de, bilimsel bir yaklaşım ile gerçeği öğrenmekse, Musa’nın Tevrat’ın yazarı olduğunu savunan birçok bilimsel çalışma bulmak mümkündür. Mesela, 1982 senesinde İsrail’deki Technion Üniversitesinin çalışmasında, Tevrat’tan 20,000 İbranice kelime bilgisayara yüklenmiş, keşfedilen kalıplar ve yapılar ışığında Tevrat’ın tek yazar tarafından yazılmış olmasına %82’lik istatiksel bir oran verilmiştir. Aynı şekilde 1988 yılında Jerusalem College of Technology ve Hebrew University’nin ortak çalışması sonucu, Matematik profesörleri Doron Witztum, Eiyahu Rips ve Yoav Rosenberg tarafından yayınlanmış “Equidistant Letter Sequences of the Book of Genesis” adındaki bilimsel makale, yine istatistiksel açıdan tek yazarlık görüşünü destekleyen çalışmalar arasında yer alır. Bu çalışma günümüzde halen çürütülememiştir.