YENİ DİN ŞEHİTLERİ VE AZİZLERİ


img


Osmanlı döneminde imanları uğruna katledilen Hristiyanlara “Yeni Din Şehidi” (İng. Neomartyr) unvanı verilir. Bir başka yaygın olarak kullanılan terim ise “İman İkrarcısı” (İng. Confessor) kelimesidir. İman İkrarcıları, İsa Mesih’i inkâr etmedikleri için çeşitli işkencelere maruz kalan fakat öldürülmeyen insanlardır. Bu kişilerin bazılarına da resmi olarak Azizlik unvanı bahşedilmiştir.



Tarihte Aziz veya şehit olan Hristiyan Türklerin hepsi Ortodoks kilisesinin bünyesinde bu unvanları almışlardır. Kitapçığımızda yer alan hikâyelerin çoğu Ortodoks keşişler tarafından yazılıp zamanla koleksiyonlar haline getirilmiştir. Bu koleksiyonların en önemlisi 19. yüzyılın sonlarında kaleme alınıp yayımlanan, Konstantin Dukas’ın “Megas Synaksaristis” [Büyük Aziz Hikâyeleri] eseridir. Bu eseri önemli ölçüde kullanan iki önemli kitap Perantonis’in 1972’de yayınladığı “Lexicon Neomartyron” ve Kementzetzis’in 1984’te yayınladığı “Synaksaristis Neomartyron”dur. Her ikisi de Yunancadır. 2000 yılında ise, ABD’de bulunan Saint Vladimir İlahiyat Okulu Profesörü Vaporis, bu hikâyeleri “Witnesses For Christ: Orthodox Christian Neomartyrs of the Ottoman Period, 1437-1860” başlığı altında özet şeklinde İngilizce olarak yayımlamıştır. Özellikle İngilizce bilen ve bu konuyu derinlemesine araştırmak isteyenler açısından önemli bir kaynaktır. Bu kitapçıktaki hikayelerin derlenmesinde özellikle yukarda bahsedilen kaynaklara başvurulmuştur.



Bundan sonraki bölümlerimizde toplam 6 Hristiyan Türk Azizi ve Yedi Din Şehidini konu olarak alacağız: 17. Yüzyılda şehit edilen Aziz Tounom, (Karamanlı) Nikolas ve Aziz Ahmet; 18. Yüzyılda keşiş olan Ahmet oğlu Musa; 19. Yüzyılda yaşamış olan Konitsalı Yahya ve Midillili Konstantin.


Ama bu anlatılara geçmeden önce kısaca Hristiyan aleminde Azizlik kavramı hakkında bahsetmek isterim.

HRİSTİYANLIKTA AZİZLİK KAVRAMI



Hristiyanlıkta “aziz” kelimesinin iki manası vardır. İlki daha geniş bir anlama sahiptir ve bütün Hristiyanlara hitaben kullanılan bir kelimedir. Bu anlamda “aziz” dünyadan ve zevklerinden kendisini soyutlamış, İsa Mesih’le beraber yaşayan ve yürüyen bir imanlı demektir. Grekçe kelime “ἅγιος” (hagios) ve fiil şekli “ἁγιάζω” (hagiazo) “ayırt edilen”, “kutsal edilen” anlamını taşımaktadır. İncil metninde Havarisel (Elçisel) yazarlar, bu kavramı kendini Tanrı’ya adamış kişilerin geneline vermektedirler. Öyleki birçok mektup ve yazı, kilisede bulunan imanlılara; “azizlere selamiletisiyle başlar, mesela: “Tanrı’nın isteğiyle Mesih İsa’nın elçisi atanan ben Pavlus ve kardeşimiz Timoteos’tan Ahaya’nın her yanındaki bütün kutsallara (azizler’e, Gr. ἁγίοις) ve Tanrı’nın Korint’teki kilisesine selam” (2 Korintliler 1:1).



Aziz kelimesinin ikinci manası ise daha dar anlamlıdır. Bu anlamda kullanılan “Aziz” kutsal yaşamları ve hayatta bıraktıkları örnekler açısından özellikle Ortodoks ve Katolik kiliseleri gibi geleneksel bir yapıya sahip olan kiliselerde hürmet edilmeye ve şefaat istenen insanlara verilen bir unvandır. Hem Ortodoks hem de Katoliklik kiliselerinde bir kişinin Azizlik unvanı elde edebilmesi için belirli kriterlere uyup, resmiyet kazanması gerekir. Katoliklikte bu resmiyet (İng. canonization) özel bir komisyonun incelemesi ardından Papalığın beyanları ve kararıyla oluşur. Ortodoks mezhebinde ise bir Aziz, episkoposların toplandığı konsey veya sinodlarda resmiyet kazanır. Hem Ortodoks hem de Katolik kilisesinin düşüncesi ve ilahiyatında Kilise aslında azizleri seçmez, yapılan şey zaten Tanrı lütfu ve Kutsal Ruh tarafından özel bir şekilde seçilen ve kullanılan bu kişileri resmi olarak tanımlamalarıdır. Protestan mezhebinde böyle bir anlayış yoktur ve Aziz kelimesinin bu dar anlamı pek kullanılmamaktadır. Eğer unvan olarak kullanılıyorsa, bu daha çok kişiye bir hürmet olarak ve hayatı “örnek alınmaya layıktır” düşüncesiyle kullanılmaktadır.



Augsburg İman beyanının yazarı ve Luter’in yakın arkadaşı Philipp Melanchthon Protestan mezhebinde bir Aziz’e hürmet edilişinin 3 yönünü şöyle tanımlamaktadır:



1) Tanrı lütfunun birer örneği oldukları için Tanrıya şükretmek; 2) İman hayatımızın güçlenmesi için onları örnek almak;

3) Onların imanını ve hayır işlerini taklit etmek.



Protestanlar, Azizlerin şefaat vazifesini reddeder. Ortodoks ve Katolik kiliselerinde ise Azizlerin cennette hala hayatta oldukları için, her yaşayan insan gibi bizler için de dua edebileceklerini savunur. Bu yazıda amacım birini veya diğerini haklı çıkartmak olmadığı için sadece genel hatlarıyla Aziz kelimesinin mezheplerce tanımını vermekle yetineceğim. Şimdi dilerseniz birlikte okuyalım, Yeni Din Şehitleri ve Azilerinin Rum kaynaklarından bize aktarılan hayat hikayelerine göz atalım.


AZİZ TOUNOM (1614)



Rum kayıtlarında ismi “Aziz Tounom” veya “Hodja Amiris” olarak geçen ve Kudüs’te yer alan Osmanlı ordusunda hizmet eden emirin Türkçe ismi bilinmemektedir. 1614 Paskalyasında emir, Kudüs’te bulunan Kutsal Kabir kilisesinin ayinine meraktan ötürü katılır. Ayin sırasında “Kutsal Işık” veya “Kutsal Ateş” mucizesine tanık olur. Bu ayinde din görevlisi kilise içinde bulunan İsa’nın mezar odasına girer. Mezarın bulunduğu kısımda bir mavi ışık belirir ve din görevlisinin elinde tuttuğu mum veya yağ lambası yanmaya başlar. Bu mucize emiri derinden etkiler ve İsa Mesih’e iman ederek, Hristiyanlığı kabul eder.



Arkadaşları din değiştirdiğini öğrenince kendisini ihbar ederler ve emir gözaltına alınır. Gözaltında iken İslam’a dönmesi için birçok işkenceye maruz bırakılır. Fakat bunlara rağmen kendisi İsa’yı inkâr etmez ve yeni inancına sadık kalır. İşkenceler devam eder ve sonunda 1614 senesinde hayata gözlerini yumar.



NİKOLAS KARAMANOS (1657)



Soyadından da anlaşılacağı gibi Karamanlı bir Türk Ortodoks olan Nikolas, İzmir’de yaşamaktaydı. Bir gün, hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir olay yüzünden Nikolas Müslüman olacağını iddia eder. Bazıları bunu duyup Nikolas’ı Osmanlı döneminde kentlerde dini yargıç görevini üstlenen Kadı’ya götürür. Kadı, Nikolas’a sorar: “İşittiğim gibi, hakikaten Müslüman mı olmak istiyorsun?” Nikolas şöyle cevap verir: “Tanrı esirgesin, Yaratıcım ve Kurtarıcım, ölüleri ve dirileri yargılayacak olan tek hakiki Rab’bi, Mesih İsa’yı inkâr edemem.” Bu cevap üzerinden Kadı, Nikolas’ın dövülmesini buyurur. Mesih’i inkâr edip Müslüman olması konusunda ısrar eder. Fakat Nikolas, Rab’den gelen büyük lütuf ile dayaklara cesaretle dayanır ve İsa Mesih’i asla inkâr etmez.



Ardından Nikolas hapse atılır. Muhafızlar Nikolas’a su ve yiyecek vermemeleri, ayrıca günde iki kez onu dövmeleri konusunda emir alırlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Nikolas tekrar Kadı’ya götürülür. Vaatler ve tehditler işe yaramaz. Nikolas imanına sadık kalır ve ona işkence edenlere şöyle seslenir: “Beni denize atsanız veya ateşle yaksanız ya da küçük parçalara doğrasanız bile, en tatlı Mesih’imi inkâr edemem.” Kadı, bu sözleri duyunca sinirlenir. Nikolas bir sütuna bağlanır ve zorla sünnet ettirilir. Nikolas acılar içinde feryat eder: “Ben Ortodoks bir Hristiyan’ım. İsa Mesih’e tek Tanrı olarak iman ediyorum. Asla Müslüman olmayacağım.”



Bu sözler Nikolas’ın hapis süresinin uzamasına ve daha fazla işkencelere maruz kalmasına yol açar. Fakat Nikolas bütün bu acılara sevinçle karşılık verir. Adı uğruna acı çekmeye layık görüldüğü için Mesih’e şükreder. En sonunda Nikolas asılır ve 3 gün boyunca bedeni açıkta bırakılır. İki Ortodoks Hristiyan’a, bedeninin denize atılması için, emir verilir. Bu iki şahıs İzmir limanına gider. Fakat Nikolas’ın bedeni Levanten Hristiyanlar tarafından kurtarılır. Batılı Hristiyanlar ceset için yetkililere bir ödeme yapar ve ceset gemiyle Batı Avrupa’ya nakledilir. Böylece Mesih’e duyduğu sevgiden ötürü Nikolas Karamanos 19 Mart 1657 yılında dünyamızı terk edip, göksel vatanına kavuşur.


ŞEHİT AHMET (1682)



Ahmet Kalfa Osmanlı İmparatorluğu’nun Büyük Muhasebe Defteri’nin kâtibidir. Ahmet’in Rus kökenli genç Ortodoks Hristiyan bir cariyesi vardır. Bu cariye imanına oldukça sadıktır. Ahmet, cariyesinin kilise ayinlerine gitmesine izin verir. Bir Pazar ayini sonrasında cariye eve döner. Sohbet ettiklerinde, Ahmet cariyenin ağzından tarif edilemez bir misk kokusu alır ve bu kokunun nereden kaynaklandığını sorar. İlk başta cariye kokunun kaynağını anlatmaz. Ahmet ısrar eder ve sonunda cariye bu kokunun ayinde yediği kutsanmış ekmekten (Antidoron) ve içtiği kutsanmış ayazma suyundan kaynaklandığını söyler. Ayin hakkında sohbet ederken cariye imanın esaslarını Ahmet’e anlatır: “İmanımız canlı bir imandır. Biz Hıristiyanlar için, Mesih İsa Tanrımızdır. O Allah’ın Oğlu’dur. O, bizi günahtan kurtarmak için insan olmuş ve gökyüzünden yere inmiştir. O, bu dünyada yaşadığı zamanda, sayılamayacak kadar mucizeler yapmıştır. Eğer bilmek ve aklında da tutmak istersen, bu mucizelerin en önemlisi, sırf bizi çok sevdiğinden Yahudiler tarafından çarmıha gerilmesi ve üçüncü günde ölümden dirilmesidir. İsa Mesih’in yeniden dirilişi, insanlık tarihindeki en önemli olaydır. Biz Ortodoks Hıristiyanların hayatında, İsa Mesih’in gücüyle, mucizeler bugün de devam etmektedir. İsa Mesih ile her şey mümkündür.”



İşittiklerinin üzerinden günler geçmekte ve Ahmet derin derin düşünmektedir. Cariyenin cesareti ve ayin hakkındaki paylaştıkları, Ahmet’in merakını bir hayli cezbeder. Bir sonraki ayine katılabilmek için Patrik I. İakovos’tan izin alır ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi kilisesindeki ayine katılır. Ayinde Ahmet bir görüme tanık olur. Kendisi hariç kilisedeki herkesin başı aydınlanmıştır. Bu olay Ahmet’i çok etkiler: “Cariyem gerçekten de haklı” diye düşünür. “Hıristiyanların dini canlıdır. Şimdi hissettiğim sevinç ne büyüktür!” diye düşünür.



Bu olaylardan sonra Ahmet cariyesine döner, yaşadıklarını şaşkınlıkla anlatır ve gerçekten samimi bir biçimde tövbe eder: “Daha fazla karanlıkta kalmak istemiyorum. Gerçek ışığı gördüm! Bana söylediklerine inanıyorum! İsa Mesih’e inanıyorum! Senin yanına gelebilmem için bana yardım et İsa Mesih’im! Tövbe ediyorum! İsa Mesih’im, bana şefaat et! Bana göstermiş olduklarına, kalbimin derinliklerinden sana şükranlarımı sunuyorum!”



Aradan bir müddet geçtikten sonra, Ahmet vaftiz olur. Mesleğinden dolayı Ahmet imanını gizli tutar. Hristiyan cariyesi, sayılı papaz ve Hristiyanlar dışında hiç kimse Ahmet’in tecrübe ettiklerinden haberdar değildir.



Bir gün Ahmet İstanbul’un önde gelenleriyle bir şölene katılır. Dünyada hangi felsefe veya inancın en büyük olduğunu tartışırlarken, soruyu Ahmet’e de yönlendirirler. Ahmet bir ikilem içerisindedir. Yalan söyleyip söylememe konusunda gel-gitler başlar. İçinden şöyle düşünür: “İsa Mesih’imi reddetmem gerekecek, oysa İsa Mesih’imi o kadar seviyorum ki (…) Hayır! Ben hain olmayacağım, ben Yahuda [İskariot] olmayacağım.” Artık Ahmet’in yüreği kendisine değil, İsa Mesih’e aittir. Büyük bir cesaretle şöyle cevap verir: “Bütün inançların en büyüğü, Hıristiyanların inancıdır.” Artık gizlenecek bir yer kalmamıştır ve bu şekilde herkes Ahmet’in din değiştirdiğini öğrenmiş olur. Sorguya alınır ve inancını inkâr etmediği için kadı tarafından ölümle cezalandırılır ve başı kesilir. Böylece Defterdar Ahmet Kalfa, İsa Mesih’e duyduğu sevgiden dolayı, 3 Mayıs 1682’de İstanbul’da hayata gözlerini yumar.



AHMET OĞLU MUSA: KEŞİŞ DANİEL (1775 civarı)



Her ne kadar tam anlamıyla bir aziz veya şehit sayılmasa da, Ahmet oğlu Musa, Yunanistan Aydonatlı, Şehit Anastasios’un geride bıraktığı tanıklık ile o kadar etkilenmiştir ki, İslam’ı bırakıp, Rab İsa Mesih’e iman etmiş ve hayatının sonuna doğru Korfu adasında bir keşiş olarak yaşamıştır.



Musa, Aydonat kadısı olan Ahmet Paşa’nın oğluydu. Bir gün, Anastasios adındaki bir çiftçi bir seri suçlamayla Ahmet Paşa’nın huzuruna getirilir. Anastasios ve arkadaşları kız kardeşine cinsel tacizde bulunmak isteyen iki askeri dövmüşlerdir. İntikam almak isteyen askerler, Anastasios ve arkadaşlarının Müslüman olmaya yemin ettiklerini fakat bu yemini yerine getirmediklerini beyan ederek, asılsız bir suçlama getirirler. Anastasios’un arkadaşları dövülüp bir para cezası karşılığında serbest bırakılırlar. Fakat Anastasios, Ahmet Paşa’nın gözüne girer ve Paşa onu kendi hizmetçisi yapmak ister. Ahmet Paşa, Anastasios’u bir seri vaatle Müslüman olmaya davet eder: “Seni çok önemsiyorum. Gel Müslüman ol, seni kendi öz oğlum gibi yetiştireyim. Seni bir beyefendi yapıp köle hayatından azat edeyim” der. Fakat Anastasios imanını yitirmemeye bir hayli kararlıdır: “Ben bir Hristiyan olarak yetiştirildim ve Mesih’in yardımıyla bir Hristiyan olarak da öleceğim. Bana vaatte bulunduğun harika şeylere gelince, onlarla ilgilenmiyorum. Çünkü gökte beni bekleyen ebedi hazinem var. Senin verdiğin armağanlar, göksel armağanlarla kıyaslanamaz bile” diye yanıtlar. Bir süre daha Ahmet Paşa Anastasios’u ikna etmeye çalışır, ama bu çabalar sonuç vermez. Anastasios hapse atılır ve bir seri işkenceye maruz kalır. Ahmet Paşa’nın bir yardımcısı “işkence karşısında Hristiyanların daha da inatçı olduklarını” söyleyerek Anastasios’un yumuşak huylu bir tavırla ikna edilmesini önerir. Anastasios tekrar Ahmet Paşa’nın huzuruna getirilir. Bu sefer Ahmet Paşa Anastasios’a bir dizi zenginlik ve kızının elini önerir. Anastasios bunları da reddeder: “Senin önerdiklerinle ben ne yapayım. Cennette beni çok daha değerli ve ebedi hazine bekliyor. Neden ebedi hazinemi boş ve bozulabilen şeyler için kaybedeyim?” der.



Bütün olan bitenleri seyreden Ahmet Paşa’nın oğlu Musa, Anastasios’a karşı büyük bir hayranlık duymaya başlar. Özellikle Hristiyanların dünyasal zenginlikleri reddetmesi ve cennete kavuşma ümidiyle ölüm karşısındaki sevinçleri Musa’yı kendi inancını sorgulamaya iter. Bir gün Musa Anastasios’un hücresini ziyaret eder. Anastasios’un çevresinde iki kişi görür ve korkar. “Bunlar kimdi?” diye sorar. Anastasios “Bunlar koruyucu meleklerim. Onları görmüş olmalısın. Her Hristiyan’ın yanı başında bir koruyucu meleği vardır. İkincisi ise büyük ihtimalle şehitliğim yaklaştığı için gönderilmiştir” diye karşılık verir. Musa bir sürü soru sormaya başlar. Anastasios bunları cevaplar ve Musa’ya, İsa Mesih’in hayatını ve iman ilkelerini anlatmaya başlar. Musa gördükleri ve duydukları karşısında iman eder ve vaftiz olmak ister. Anastasios bunun şu an mümkün olmadığını, ama Rab’bin inayetiyle o günün geleceğini söyler. Anastasios son bir kez yargılanır ve bu defa da imanından taviz vermez. En sonunda, 18 Kasım 1750’de Anastasios başı kesilerek idam edilir. Ahmet Paşa bedenin gömülmesine izin vermez. Fakat üç gece sonra rüyasında Anastasios’u gördüğünde, dehşete kapılır ve Hristiyanlara Anastasios’un cansız bedenini gömmeleri için izin verir.



Bu sırada Ahmet Paşa, oğlunun hayatında meydana gelen derin değişimleri gözlemler. Musa kendisini dünyasal zevklerden arındırmış, sürekli dua etmekle meşguldür. Bu durumdan rahatsız olan Ah-met Paşa, kız kardeşinin düğününe hastalık bahanesiyle katılmaz ve Musa’yı aile temsilcisi olarak gönderir. Düğün yolunda Musa ve hizmetçileri bir geceyi Anastasios’un gömülü olduğu manastırda geçirir. Mezar başında dua ettikten sonra manastırdaki keşişlerden vaftiz edilmeyi talep eder. Keşişler Ahmet Paşa’nın gazabından korktukları için bu talebi reddederler. Eninde sonunda, Rab’bin bir şekilde bu vaftizin gerçekleşmesi için bir kapı açacağı gerçeğiyle, Musa’yı teselli ederler. Ertesi gün Musa düğüne katılır fakat kutlamalar ona pek çekici gelmez. Dönüş yolculuğunda kaçmaya karar verir. Patras’a geçer ve oradan Venedik’e yelken açar. Venedik’te Ortodoks bir cemaat bulur ve oradaki Aya Yorgi kilisesinde vaftiz olup ismini Demetrios olarak değiştirir. Hristiyan ilahiyat eğitimi almaya başlar. Sonrasında Korfu adasındaki bir manastırda eğitimini tamamlar ve keşiş olarak atanır. Atanma ile bu sefer ismi Daniel olarak değişir. Daniel kendi topraklarına dönüp inancını yayarak, bir iman şehidi olmak ister. Bu doğrultuda İstanbul’a gidip Kudüs Patriği Sofroniyos’a danışır. Patrik diğer Hristiyanların hayatını riske atmama konusunda Musa’yı uyarır. Sonra, kararını vermeden önce, bol bol dua edip, oruç tutmasını önerir. Dua ve oruç döneminden sonra Daniel kararını verir. Korfu adasına döner ve hayatının geri kalanını inzivaya çekilen bir keşiş olarak sürdürür.



KONİTSALI YAHYA (1814)



Konitsa, Yunanistan’ın batısında, Arnavutluk’a komşu olan, Epir bölgesinin bir kasabasıdır. Yahya 1785 doğumludur ve babası hem bir derviş hem de bir şeyhtir. 20 yaşına geldiğinde, Yahya bir derviş tarikatına üye olur. Sonrasında Konitsa’da yeterince tekke bulunmadığı için Vrakhori’ye taşınır. Bu, günümüzde Agrinion olarak bilinen kenttir. Vrakhori’nin valisi Haznedar Yusuf Arap Paşa (Rum kaynaklarında: “Haznatar Isufaravos”) Yahya’nın babasıyla arkadaştır. Bu vesile ile Yahya valinin sarayında konaklayıp, valiye hizmet eden özel dervişi” olur.



1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşına katılan Yahya, İyonya adalarında geçen çatışmalarda, Ruslara karşı mücadele eder. Savaş esnasında birçok Hristiyan ile tanışma fırsatı bulur ve Hristiyanlığı araştırmaya başlar. Savaştan sonra Vrakori’ye döndüğünde, Yahya artık bir Hristiyan gibi yaşamaya başlamıştır. Derviş kıyafetlerini bir kenara bırakıp Ortodoks Hıristiyanların giydiği giysileri giyer. Her ne kadar vaftiz olmak istese de, yetkililerden korkan bölgenin Hristiyan papazları, onu vaftiz etmekten kaçınır. Haznedar Yusuf Arap Paşa bir başka bölgeye atanır. Fakat Yahya onunla birlikte gitmektense, İthaka Adasına kaçar. Orada vaftiz olur ve İoannis (Yuhanna) ismini alır. Yunan yarımadasına döndüğünde Ortodoks bir kadınla evlenir ve bir Hristiyan olarak yaşamaya devam eder. Aradan biraz zaman geçer ve Yahya’nın babası oğlunun din değiştirdiğini öğrenir. Tekrar İslamiyet’e dönmesi ve oğlunu ikna etmeleri için iki derviş gönderir. Bütün çabalara rağmen Yahya Hristiyan inancında kalmakta kararlıdır ve imanına sadık kalır.



Yahya’nın İslamiyeti terk ettiği haberi çabucak yayılır ve Vrakhori kentindeki bazı Müslümanlar kendisini ihbar eder. Askerler tarafından tutuklandıktan sonra bölgenin kadısına götürülür. Yargıç, Yahya’nın kimliğini sorduktan sonra Yahya şöyle cevap verir: “Ben Ortodoks bir Hristiyanım ve adım İoannisdir.” Yargıç: “Sen Konitsa şeyhinin genç derviş oğlu değil misin yani?” Yahya: “Evet doğrudur. Ama ben artık Hristiyanım ve bir Hristiyan olarak da ölmeye hazırım.” Yargıç: “Hristiyan karın seni kandırmış olmalı. Aklını başına topla. Kelime-i Şehadet getir ve ben de sana büyük onurlar bahşedeyim” der. Yahya bu teklifi reddeder. Yargıç oldukça sinirlenir ve Yahya’nın “başı kesilerek” infaz edilmesini buyurur. Başı kesilmeden önce Yahya şöyle dua eder: “Rab, egemen olarak döndüğünde beni anımsa, Âmin.”

Konitsalı Yahya Mesih’e olan sadakati yüzünden, 23 Eylül 1814’de, henüz 29 yaşındayken, bu hayata gözlerini yumar. Yahya öldürüldükten sonra bedeninin defnedilmesine izin verilmez ve Aziz Dimitrios Kilisesi yakınlarında bir akarsuya atılır. Yöredeki Hristiyanlar Vrakhori valisine rüşvet vererek, Yahya’nın cesedini kurtarıp gizli bir ayinle gömerler.



MİDİLLİLİ KONSTANTİN (1819)


Türkçe ismi kayıtlarda geçmeyen Konstantin, Midilli adasında doğmuştur. Henüz çocuk iken babası vefat eder ve annesinin yönlendirmesiyle İslami örf ve adetlere göre yetiştirilir. 15 yaşındayken çiçek hastalığı geçirir ve bunun sonucunda kör olur. Çocuğun bu haline acıyan Ortodoks bir kadın annesinden izin alarak onu bir ayazmaya götürür. Ayazmada onun için dua eder, yüzünü yıkar ve mucizevî bir şekilde çocuk iyileşir. Konstantin o süreçte iman etmese de, bu olay hayatında derin bir iz bırakır.



Kısa bir müddet sonra Konstantin’in annesi tekrar evlenir. Fakat yeni üvey baba, sıklıkla sarhoş olup, çocukları döver. Şiddete daha fazla tahammül edemeyen Konstantin, kardeşi ve abisiyle birlikte İzmir’e kaçıp, bir manav açar. Sebze ve meyve siparişlerinin teslimatını üstlenen Konstantin’in uğradığı mekânlardan biri de Metropolit II. Kalinikos’un kilisesi olur. Zaman zaman makamlı okumalar ve ayinleri dinlemek için bir müddet kilisede bekler. Zamanla Hristiyan inancı onu kendisine çeker ve kilisede iki arkadaş edinir.



Bir gün İzmir’i veba salgını vurur. Konstantin yeni arkadaşlarıyla birlikte kiliseye sığınıp mum yakar. Duaları cevap bulur ve salgından kurtulur. Fakat bu olaydan sonra hayatı bir bocalama ve ahlaksızlık dönemine girer. Belki de çocukluğunda yaşadığı mucizeyi anımsayarak, Konstantin hatalarından tövbe eder ve ahlaksız hayat biçimini bıraktıktan sonra, Yunanistan’daki Kutsal Atos dağına gitmeye karar verir. Bir manastıra sığınıp, münzevi bir hayat sürdürmek ister. Atos dağındaki keşişleri büyük bir korku sarar, çünkü Konstantin bir Müslümandır ve onun din değiştirmesi keşişlere büyük sorunlar yaratabilir. Aziz Pavlus manastırındaki rahipler onu Büyük Lavra manastırına gönderir. Büyük Lavra manastırındaki rahipler iseonu Azize Anna manastırına gönderir. Sonunda kendisini “Kutsal Üçlü”, diğer adıyla “Kafsokalivia” manastırında bulur. Orada inzivaya çekilmiş olan Patrik V. Gregorios ile tanışır.



Patrik, Konstantin’in samimiyetini ölçmek amacıyla ona birkaç soru yöneltir: “Neden, ey genç, biz hor görülenlere geldin? Bizden ne istiyorsun? Bizim sana verebileceğimiz bir şey yoktur. Biz bütün milletlerin arasında en alçak olanı değil miyiz? Siz ise egemenlik, kudret ve dünyanın nimetlerine sahipsiniz? Birçokları senin bulunduğun konumda olmak isterken, neden memnun değilsin?



Bu soruların karşısında Konstantin, hüngür hüngür ağlamaya başlar ve Patrik gencin saf niyeti konusunda ikna olur. Patrik şöyle devam eder: “Seni vaftiz etmek için yakında manastıra döneceğim. Yalnız temiz bir hayat sürdürmeye ve bu kararını hiç kimseye anlatmamaya dikkat et.” Konstantin Kafsokalivia manastırına çekilir. Uzun bir süre geçer ama Patrik geri dönmez. Genç adam sabırsızlanmaya başlar. Manastırın baş keşişi Konstantin’in hayatını gözlemlemektedir. Kendisi genç adamın imanından ikna olur ve onu vaftiz eder. Böylece yeni vaftiz ismiyle, yani “Konstantin” olarak tanınmaya başlar.

Bir gün Konstantin, Aziz Vaftizci Yahya manastırına getirilen, yeni din şehitlerine ait kutsal emanetleri görmeye gider. Sonrasında hayli üzgün bir yüz ifadesiyle geri döner. Baş keşiş ona bu üzüntünün nedenini sorar. Konstantin şöyle cevap verir: “Yeni din şehitlerinin emanetlerine hürmet gösterdiğim sırada ruhum onlara tümüyle bağlandı ve içimde onlar gibi şehit olma arzusu filizlendi.” Baş keşiş bunu duyunca “Rab’be Hamdolsun, eğer bu yüreğinin isteğiyse, eminim ki; Tanrı sana bu onuru bahşedecektir” diye karşılık verir.



Konstantin 40 gün boyunca günde sadece bir öğün yemek yiyerek, oruç tutar. Bu oruç sonucunda, İzmir’e dönmeyi ve ailesini imana davet edip, vaftiz etmeyi kararlaştırır. Dönüş yolculuğunun masraflarını, kuru üzüm satarak karşılar. Ayvalık’a ulaştığında İzmir’deki manav günlerinden kendisini tanıyan biri, onu ihbar eder. İlk başta kimliğini gizlemeye çalışsa da, başarılı olamaz ve sonunda bir zamanlar Müslüman olup, daha sonrasında ebedi hayata kavuşma arzusuyla Hristiyan olduğunu itiraf eder.



Böylece Konstantin, İslam’a dönmesi için baskı görür, daha sonrasında işkencelere maruz kalır. Fakat bütün bunlara rağmen imanını terk etmez. En sonunda İstanbul’a gönderilir ve orada 40 gün daha işkencelere maruz kalır ve sonunda asılarak idam edilir. Böylece Midillili Konstantin, Mesih’e beslediği sevgi sonucunda, 2 Haziran 1819’da hayata gözlerini yumar. Sünnetli olduğu gerekçesiyle de İslami bir mezarlığa gömülür.