İKİNCİ İZNİK KONSİLİ


img





II. İznik Konsili‘nin merkezinde yer alan konu, ikonların doğası ve Kilise’deki yerleriyle ilgilidir.



8. yüzyıl Bizans dünyası ikona kırıcılar ve ikona destekçileri olmak üzere ikiye bölünmüştü. Bizans’taki bu olayların nasıl patlak verdiğini anlamak istiyorsak, bu dönemin yaşanmasına neden olan tarihsel süreci anlamamız önemlidir.



İkonaların kökeni, M.S. 200’lü yılların başında yeşeren Hristiyan sanatıdır. Bu tarihten önce Hristiyan motifler ve tasvirlerini bulmak oldukça güçtür. Günümüze ulaşmış en eski Hristiyan tasvirleri Roma’daki yeraltı mezarlarında bulunan 3.yüzyıl tasvirleridir. İlk iki yüzyılda Pagan bir ortamda yaşayan Hristiyanlar için sanat, putperestlikle eş anlamlıydı. Çünkü o dönemin sanatı elbette Pagan ve putperest ilkelerini yansıtmaktaydı.



Fakat 3. yüzyılın başında Hristiyan âleminde yeni bir akım ve olgu oluştu. Bu sefer Pagan sanat motifleri tümüyle reddedilmek yerine, Hristiyanlığın kurtuluş mesajını aktarmak ve müjdelemek için kullanılmaya başlandı. Halen imparatorluk nüfusunun %5 veya %10’unu oluşturan Hristiyanlar için sanat, kalan %90’a mesajlarıyla ulaşmak için temel bir araç olacaktı. Bu bağlamda ilk kez 4. yüzyılda Hristiyan sanatının pozitif etkileri, Kilise düşünürleri tarafından olumlu bir dil ile değerlendirildi.



5. ve 6. yüzyıllarda, özellikle Bizans dünyasında, ikona sanatının bir patlamasını görürüz. Sürekli savaşlar ve kriz ortamları içinde bulunan Bizans’ta, insanlar kaygıları nedeniyle manevi gerçeklerin hissedilir ve görünür hallerine özlem duymaktaydı. Nihayetinde, ikonalarla ilgili ilk teolojik açıklama ve tanımlar 6. yüzyılda karşımıza çıkmaya başladı. Efesli Hipatius’un Edremtli Julian’a yazdığı mektuptaki sözleri bu akımı yansıtır: “Süsleme maddeleri sayesinde…[Tanrı’nın] anlaşılabilir güzelliklerine yönlendiriliyoruz ve sunaktaki olan ışıktan [Tanrı’nın] anlaşılır tinsel ışığına yönlendiriliyoruz” (Atramytiumlu Julian’a Mektup).



Böylece 6. yüzyıla ulaştığımızda, resimsel tasvirlerin sadece öğretici bir yönü olmadığını, Tanrı’nın varlığının aktif bir şekilde yansıtan bir dini üslup ve gizem olarak algılandıklarını görürüz.



Bizans İmparatoru III. Leo’nun hükümdarlığı sırasında meydana gelen olaylar, bu dönem içerisinde tetiklenir. Tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı, 726 yılında III. Leo, ikonaları bir imparatorluk hükmüyle tümüyle yasaklar. Yaptığı ilk şey, sarayın giriş kapılarından biri olan Halki kapısının üstünde bulunan Mesih İsa ikonasını kaldırmak olur. Saray muhafızlarından biri ikonaya ulaşmak için bir merdiven kullanır. Merdivenin çevresinde bir grup rahibe telaş içinde toplanır ve askeri durdurmak ister. Merdiven devrilir ve asker ölür. Sinirli muhafızlar öçlerini, merdiveni deviren rahibeyi öldürerek alır. Bu rahibenin adı Theodosia’dır (14. yüzyılda Konstantinopolis’teki bir kilise bu rahibeye adanmış olacaktır; Aya Theodosia kilisesi veya diğer bilinen ismiyle, Gül Camii).



III. Leo’nun neden böyle bir yasa çıkarttığı hala tartışma konusudur. Bazı tezler ikona kırıcılık hareketinin, III. Leo tarafından manastırları kontrol altına almak isteğinden kaynaklandığını savunur. Bizans merkezi bir imparatorluktu. Manastır cemiyetleri ise, özerk bir statüye sahipti. Çoğu manastır geçimini ürettiği ikonalara borçluydu. Dolayısıyla, ikonaları yasaklamak, manastırların ekonomik kaynağını kesmek anlamına geliyordu. Bir başka teze göre, III. Leo Araplarla girdiği sık savaşlardan yorgun düşmüş ve istilaları, “Tanrı’dan gelen bir ceza” olarak yorumlamıştır. Hal böyleyken, bu cezanın bir nedeni olmalıydı. Araplar insan figürlerinden oluşan dini tasvirleri yasaklıyordu; Bizansın ise, dini tasvirlere yönelik aşırı bir sevgisi vardı. Belki de Tanrı onları, putperestlik suçu işlediklerinden dolayı cezalandırıyordu. Neticesinde, III. Leo imparatorluğunun sorunları için bir günah keçisi arıyordu ve böylece ikonaları seçmiş oldu.



M.S. 754 yılında ikona karşıtları Hiereia konsili” diye bilinen kendi konsillerini oluşturarak ikona yanlılarını aforoz etti. İkona karşıtı episkoposların ikonlara karşı temel argümanı, ikonaların Nesturîliğe teşvik ettiği düşüncesiydi. Bu düşünceye göre, ikonlar İsa’nın tanrısal doğasını değil, insansal doğasını yansıtıyordu. Dolayısıyla ikona yapanlar ve ikonalara hürmet gösterenler, insansal doğayı tanrısal doğadan ayırmaktaydılar. Evkaristiya(komünyon) için kullanılan öğeler ve haç figürü dışında Mesih’in varlığını yansıtan herhangi bir cisimleşme, sapkınlık ilan edildi.



İmparator III. Leo’nun ikonaları yasaklaması, Hristiyan âlemini yeniden bölmüştü. Hem batıdan hem doğudan tepkilerin gelmesi pek gecikmedi. Batı’da Papa II. Gregor, Kilisenin dogmaları ve kararlarında İmparatorun söz sahibi olamayacağını, bu türden kararların Kilisenin kendi bünyesinde çözülmesi gerektiğini ifade ederek ağır eleştirilerde bulundu. Doğu’da ise, Şamlı Yuhanna (İng. John of Damascus) ikona destekçilerinin teolojik altyapısını oluşturdu.

Yuhanna’ya göre, maddi şeyler saygı ve hürmete layık şeyler olabiliyordu. Aksini söylemek, maddeyi tümüyle kötü gören Manicilik veya Gnostikçilik sapkınlığına düşmek olurdu. Kutsal Kitap, haç, ayin objeleri, Mesih’in varlığını yansıtan sanat, vb. şeyler hürmet ve saygıya layık olmakla birlikte, asla tapınılmaması gereken emtialar idi. Yuhanna, hürmet gösterme ve tapınma kavramları arasında bir farktan bahsediyordu. Bununla beraber Yuhanna, ikonaları, Tanrı lütfunu ve varlığını tecrübe etmemizi kolaylaştıran ve kutsallaşma yolculuğumuzda bize yardımcı olan birer araç olarak tanımlıyordu.



M.S. 780 yılında İmparator VI. Konstantin tahta geçene kadar, ikona destekçileri sayısız zulüm politikalarına maruz kaldı. Konstantin tahta geçtiğinde 10 yaşındaydı ve henüz genç olduğundan annesi Atinalı İrini imparatorluğun fiili hükümdarı oldu. Atinalı İrini bir ikona yanlısıydı. İrini’nin teşvikiyle Batılı ve Doğulu ikona yanlısı episkoposlar toplanıp, kendi konsillerini oluşturacaklardı. II. İznik Konsili için zemin artık hazır hale getirilmişti.



II. İznik konsili ilk başta 1 Ağustos 786 yılında Konstantinopolis’teki Kutsal Havariler kilisesinde toplanmayı denedi. Fakat ikona karşıtlarının şehirde çıkarttıkları kargaşadan dolayı, konsilin adresi değişti ve episkoposlar İznik’te toplandı. Yaklaşık 300 episkoposun toplandığı konsil 24 Eylül 787’de ilk oturumunu gerçekleştirdi.



Konsilin dördüncü oturumunda, ikona sanatını destekleyen Kutsal Kitap ayetleri ve Kilise Babalarının bu konuyla ilgili görüşleri ve alıntılarına yer verildi. Antlaşma çadırının perdeleri ve antlaşma sandığı üzerinde yer alan keruv(melek) figürleri; Hezekiel peygamberin tapınak görünümündeki keruvdekorasyonları bazı örnekler olarak kullanıldı (Mısır’dan Çıkış 25:19; Çöl. Say. 7:89; İbraniler 9:5; Hezekiel 41:18). Başta Athanasius ve Nazianzoslu Gregor gibi Kilise babalarının sanatsal tasvirlerle ilgili olumlu görüşleri aktarıldı.

Altıncı oturumda, Hieria konsilindeki tutanaklar okunduktan sonra, bu konsil sapkın ilan edildi; kararları geçersiz kılındı. Yedinci oturumda, konsilin inanç amentüsü yazıldı. Bu amentüye göre: “Kutsal ve hayat veren haç, her yerde bir sembol olarak kullanıldığı gibi; Mesih İsa, Meryem, kutsal melekler, azizler ve kutsal kabul edilen kişilerin somut tasvirleri, kutsal kaplar, duvar halıları, dini giysiler vb. kiliselerin duvarları veya evlerde kullanılabilir ve hürmet ve saygıyla karşılanmalıdır. Bu tasvirlerin üzerinde derin düşünülmesi, temsil ettikleri asıl varlıkları (prototipleri) hararetle anımsamamıza neden olur. Dolayısıyla, onlara gayretli ve saygın bir hürmetle yaklaşmamız uygundur, ancak imanımıza göre tek gerçek tapınış ve ibadet sadece Rab’be aittir. Görüntüye (ikonaya) sunulan hürmet temsil ettiği asıl varlıklara geçer. Dolayısıyla ikonaya hürmet gösteren, gerçekte ikonanın temsil ettiği asıl gerçek prototip’e hürmet göstermiş olur.”



Sekizinci ve son oturum 23 Ekim 787 senesinde Konstantinopolis’in Magnaura sarayında gerçekleşti. Bu oturumda, konsilin kararları episkoposlar, İrini ve VI. Konstantin tarafından imzalandı. Böylece ikona çatışmaları 60 senelik bir dönemin sonrasında, resmi olarak son bulmuş oldu. Konsilden sonra bir müddet ikona karşıtlığı imparatorluğun değişik bölgelerinde devam etse de, artık bu hareket sönen bir alev haline gelmişti.