II. Allah ile insan arasında Söz aracılığıyla oluşan ilişki

Allah kendini açıkladı mı?

Kur’an’daki vahiy her ne kadar Allah’tan geldiyse de, Allah’ın kendisinin veya öz varlığının bir vahyi değildir, çünkü sonsuz yaratıcının kendisi yarattıkları için gizli ve saklı kalacaktır.

Kutsal Kitap’ın başlıca amacı, Allah’ın kendisini ve öz varlığını açıklayarak O’nunla güven üzerine kurulmuş bir ilişki bina etmektir. Vahiyin asıl amacı budur. Bu yüzden Kutsal Kitap’ın, Allah’ın oğlu Mesih İsa’nın insan oluşundaki öz açıklamasını Kutsal Kitap’ı tasdik eden ve hatta onu aşan bir olay olarak görmesi tesadüf değildir.

Kur’an’da veya İslamda aslında Allah kendisini açıklamaz. Allah bir gizdir. İslamî ilahiyat bunu böyle öğretiyor. Kendisi yaratılıştan ayrıdır. Felsefi açıklamalar O’nu ‘örtülerle örtülmüş’ diye tarif ediyor. O, insanın ulaşamadığı bir mekânda varlığını sürdürüyor. İnsan kendi başına Allah’la irtibat kuramaz. Yaratıcı ile yaratılmış varlık arasında herhangi bir köprü olmaz. Allah, insanlara gönderdiği vahiyleri de doğrudan değil, melek Cebrail aracılığıyla ulaştırıyor. Hadislerin anlatımına göre Allah, insanın kendi kendine geçemediği bir perdenin arkasından konuşuyor. İnsan Allah’ı tanıyamaz, O’nu kavrayamaz ve anlayamaz… İslamî vahiy anlayışına göre Allah hiçbir zaman gizliliğin örtüsünden çıkmamıştır. Gerçi o kendi mesajını iletti ve insanlara belirtiler (örneğin yaratılışıyla) gösterdi. Kur’an’a göre her insan Allah’ın varlığını yaratılışta görebilir. Ama O kendisi ve öz varlığı hakkında hiçbir şey iletmemiştir.”40

Kutsal Kitap’ta,peygamberler ve elçiler aracılığıyla gelen ve özellikle İsa Mesih’te sağlanan tanrısal vahiyde, Allah’ın kendi kendini açıklaması görülür. Allah insanlara yaklaşmak ister, onlarla barış sağlayarak onlara bağışlamayı sunar ve insanlarla güven üzerine kurulmuş bir ilişkiyi hedefler.

İncil’in öğretisine göre insanlar Baba olan Allah’ı kendi imkânlarıyla tanıyamazlar (Yuhanna 1:18; 5:37; 6:46; Matta 11:27; 1. Timoteos 6:16; 1. Yuhanna 4:12) ve kendi başlarına Allah’ı bilmezler (Eyüp 36:26). Ama sevgi olan Allah (2. Korintliler 13:11; 1. Yuhanna 4:8, 16) kendini insana ulaşan ilk müjdeci yaptı (Yaratılış 3:9). Sonra İsa Mesih’te (Matta 10:40; Markos 9:37; Luka 10:16; Elçilerin İşleri 3:20, 26; Yuhanna 3:17; krş. Yeşaya 48:16) ve Kutsal Ruh’ta (Yuhanna 14:26; 15:26; Luka 24:49), yine insanlara ulaşan asıl müjdeci olarak görev aldı. Onun için İsa Mesih, “Beni görmüş olan, Baba’yı görmüştür!” dedi (Yuhanna 14:9; benzer şekilde 12:45). İsa Mesih’te Rab Tanrı insanlar arasında “yaşadı” (“çadır kurdu”) (Yuhanna 1:14). Kutsal Ruh aracılığıyla Allah imanlıların “içinde yaşıyor” (Romalılar 8:9), “çünkü bize verilen Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın sevgisi yüreklerimize dökülmüştür” (Romalılar 5:5).


Allah

Hristiyanlar ve Müslümanlar göğün, yerin ve her bir insanın yaratıcısı Allah’a inanırlar. Tek O her şeye kadir olup insanlarla ilişkisini ve insanlardan isteğini kitabında belirtmiştir. Belirlediği zaman tamamlandığında bütün insanları yargı kürsüsü önünde sorguya çekecektir.

Kur’an

Kutsal Kitap

1. Allah dünya ve her bir insanın yaratıcısıdır ama O aynı zamanda farklı bir boyuttadır, yani yaratılıştan ayrıdır. Yaratıcı ile insan arasında herhangi bir köprü mevcut değildir (Rahman 55:1-78; En’am 6:101-102).

1. Allah insanı kendi suretinde ve kendisi ile karşılıklı ilişkide olsun diye yarattı. Allah özünü yaratılışta ve sözünde açıklıyor. İsa Mesih Allah ile insan arasında köprü vazifesini üstlendi, nitekim O’nda Allah insan oldu (Yuhanna 1:14-15).

2. Allah’ın çocukları yoktur ve O’na benzeyecek hiçbir şey yoktur. İsa Allah değildir ve Allah olarak da onurlandırılamaz. Üçlübirlik (Teslis) inancı çoktanrıcılıktır. İslamiyete çoktanrıcılık en ağır ve bağışlanamayacak günah olarak nitelendirilir, çünkü bununla Her Şeye Gücü Yeten’e “eş koşmuş” olunuyor (El Maide 5:72-73, 75; Nisa 4:171-172).

2. Allah’ın biricik Oğlu İsa Mesih’tir. İsa Mesih insan olarak dünyaya gelmiş olmasına karşın kendisi yine de Allah’tır. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh tekte üç, üçte tek olan Allah’tır (Yuhanna 1:1-2; Matta 28:20). O’nun dışında başka hiçbir ilaha kulluk edilemez (Çıkış 20:1-3).

3. Allah yaratıcıdır ama ne müminlerin ne de İsa’nın babasıdır. Kur’an Hristiyanları, Allah’a, İsa’ya ve Meryem’e inanmakla, üç Allah’ı yüceltmekle ve bununla çoktanrıcılıkla suçlar (Tevbe 9:30-31).

3. Allah İsa Mesih’in babasıdır. Allah’a Ruh’un yardımıyla Baba olarak seslenirse O’nun çocuğu sayılır (Romalılar 8:15-17). Üçlübirlik Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tan oluşur (Matta 28:19). Meryem sadece bir insan olup Üçlübirlik’te pay sahibi değildir.

4. Allah tekrar ve tekrar peygamberleri aracılığıyla konuştu. Onların duyurdukları vahiy de hep Gücü Her Şeye Yeten tek Allah ve O’nun gelmek üzere olan yargısı ile ilgili aynı mesajı içeriyordu (En’am 6:74-90).

4. Üçte bir, tekte üç olan Allah kendini İsa Mesih’ten önce birçok kez ve artan ölçüde açıkladı. Birçok inanç tanığı, peygamber ve sonunda kendi Oğlu İsa Mesih aracılığıyla konuştu (İbraniler 1:1-2; 11).

5. Allah kendini Kur’an’da sonsuz, tek, gücü her şeye yeten, her şeyi bilen ve rahmet eyleyen Allah olarak açıkladı ama kendi kişiliğini yine de saklı tuttu (A’raf 7:156; Fatır 35:16).

5. Kutsal Kitap’ın Tanrısı kendini sonsuz, görkemli, her şeyi bilen ve yetkin olarak açıklarken, O’nunla yakın ve kişisel ilişkide yaşayan insanlara gerçek, yaşam, ışık, sevgi ve adalet olmak ister (Mısır’dan Çıkış 15:11; Mezmur 147:5; 1. Yuhanna 4:7-9, 16).

İman, Allah’ın tek hükümdar olarak tanınması mı, yoksa karşılıklı bir güven ilişkisi mi?

Kur’an’da iman (Arapça “imân”), tek ve sonsuz Allah’ı ve O’nun sonsuz gücünü tanıma olarak ifade edilir. İman Allah’a alçakgönüllülükle sunuluş ve iradesine teslimiyettir (İslam). Bu da insanın Allah’ın kötü dediği şeyden kaçması ve iyi olarak belirttiği şeyi yapması, yani İslamiyetin beş şartını yerine getirmesi anlamına gelir.

Kutsal Kitap’ta temel olarak “iman” konusunda (İbranice “emuna”, Grekçe “pistis”, Latince “fides”) şu görüş yer almaktadır: İman, Allah’ın sergilediği “sadık” tutumuna verilen yanıt ve Allah’a yönelik sağlam bir güvendir. Bir takım inanç gerçeklerinin tanınması ve Allah’a imanla bağlanan kişinin O’nun isteğini yapma arzusunda olması bekleniyorsa da, iman, insan ile Allah arasında yer alan kişisel ilişkinin ifadesidir. İman eden kişinin, insanın Allah’ın isteğini birçok defa yapmamasından dolayı da, Allah’a olan güveni çok önemlidir. İman bu durumda karşılıklı bir güven ilişkisidir, çünkü Allah’ın “sadakati” için aynı kelime kullanılmaktadır.

İslamiyette iman her şeyden önce Allah’ın egemenliğini ve her şeye kadir olmasını kabul etmek ve bununla beraber Allah’a alçakgönüllü bir tutumla bağlı kalarak ahlaki ve isteğine teslim olmaktır. Allah’a iman, ahirete, meleklere, kutsal yazılara ve peygamberlere inanmayı gerektirir (El Bakara 2:177). İman sadece teorik bir “gerçek olarak kabul etme” tutumuyla sınırlı kalmaz; daha ziyade iyi olanı emredip fenalıktan alıkoymaktır (Ali İmran 3:110); “iman edip iyi ameller yapmaktır (2:25); İslamiyetin beş şartına bağlı kalarak dünyadaki yaşamı her zaman Allah’ın önündeki sorumluluğu hatırlamak ve gelecekteki kesin ahiretin bilincinde kalıp yaşamı ona göre biçimlendirmektir.

Beş şartın birincisi şöyle diyor: “Ben şehadet ediyorum ki; Allah’tan başka bir ilah yoktur ve Muhammed de onun peygamberidir.”41Bu tanıklık hep Arapça olarak telaffuz edilir. Bununla hem Allah’ın eşsizliği (Arapça tauid) hem de bu eşsizliği duyuran Muhammed’in elçiliğine odaklanılır. Şehadet her gün birçok defa namazda tekrarlanır ve böylece reşit yaşa gelmiş bütün erkek ve kadınların iman uygulamasının sabit parçası olur. İki tanık, bir imam veya (Arapça) ‘kadı’nın huzurunda telaffuz edilen şehadetle gayrimüslim döndürülemez şekilde İslama geçmiş olur.

Kutsal Kitap’ta iman Allah’a yönelik sabit bir güvenin ve insan ile Allah arasında olan kişisel ve iyi bir ilişkinin ifadesidir. Ayrıca iman kelimesi Allah’ın insana gösterdiği “sadakat”le aynı kavramdır. İman Eski ve Yeni Antlaşma’da hem aktif hem de pasif bir anlam taşır. Birincisi bir kişiye veya bir söze olan sadakati; diğeri ise bir başkasının söze olan güvenini kasteder. İmanın ne olduğu, yaşamlarının tümünü sarsılmaz bir güven ve itaatle Allah’a adamış iman kahramanlarının hayatlarından öğrenilebilir (İbraniler 11).

Eski Antlaşma’da bile iman, sadece bir takım öğreti sözlerinin kabul edilmesini veya Allah’ın yasasının görünürde onaylanmasını kastetmiyordu; Allah’ın sadakatine ve güvenilirliğine derin ve sonsuz bir güven ve O’nun isteğine karşılık sevgi dolu bir itaatle karşılık vermek anlamına geliyordu (Yasa’nın Tekrarı 32:20; Habakkuk 2:4). İncil Tanrı’yı sadece “gerçek olarak kabul etme” tutumunu reddediyor: “Sen Tanrı’nın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun. Cinler bile buna inanıyor ve titriyorlar!” (Yakup 2:19).

İncil’de “iman” ve “iman etmek” kavramları yaklaşık 500 defa geçiyor. İncil’in temel öğretisinde, Allah’a ve Oğul İsa Mesih aracılığıyla sağlanan kurtuluşa iman, sonsuz yaşam için şart olarak gösteriliyor. İlk Hristiyanlar kendilerini “imanlılar” veya “iman edenler” diye nitelendiriyorlardı (Elçilerin İşleri 2:44). Pavlus’un yazdığı mektuplarda kişinin kurtuluşu için iman, Yasa’nın gerekenlerini yapmakla zıt olarak anlatılır (Romalılar 3:20-22). İncil’de iman Allah’ın armağanıdır. İnsan bunun için dua edebilir ve etmelidir de, çünkü kişi kendi gücüyle onu elde edemez. Bundan dolayı imanlı insan, “İman ediyorum, imansızlığımı yenmeme yardım et!” diye dua eder (Markos 9:24).

Kutsal Kitap’a göre, insanın iyilikleri ve doğruluğu elbette imanının doğal sonucudur ama imanı oluşturmazlar: “Bunun gibi, tek başına eylemsiz iman da ölüdür”(Yakup 2:17). Kutsal Kitap bunu da “meyve sağlamak” diye nitelendirir: “Bende kalan ve benim de kendisinde kaldığım kişi çok meyve verir” (Yuhanna 15:5). Bunu da İsa Mesih’in verdiği örnekle destekler: “Tanrı’da yaşıyorum’ diyen, Mesih’in yürüdüğü yolda yürümelidir”(1. Yuhanna 2:6).

Allah verdiği sözlere bağlı mıdır, değil midir?

Kur’an’ın tebliğ ettiği Allah öylesine mutlak, her şeyden üstün ve bağımsızdır ki kendini insana karşı hiçbir zaman bağlı kılmaz ve bunu yapmak da istemez. Verdiği sözlerde bile Allah’ın her zaman başka türlü karar verme kaydı vardır ve hiç kimse O’nu bundan alıkoyamaz. Aksi takdirde Allah kendini insanların kararlarına tabi kılardı.

Kutsal Kitap’ın duyurduğu Rab Tanrı, egemen ve yaratıcı olarak tamamıyla mutlak, her şeyden üstün ve bağımsızdır. Planlarını değiştirmek ve verdiği sözlerden vazgeçmek isteseydi hiç kimse buna karşı koyamazdı. İnsan veya yaratılış Allah’ı bağlayıp zorlayamaz. Fakat Allah kendisini, kendi verdiği söze bağlıyor ve kendi varlığı üzerine yemin ediyor. Rab Tanrı “sadık” ve tamamıyla “güvenilir”dir. Aslında O’nun her şeyden üstün oluşu, planlarını, vaatlerini ve yeminlerini yerine getirmesiyle ve bunları yerine getirmekten hiç kimsenin O’nu alıkoyamamasıyla belli olur.

AllahKur’an’da her şeye kadir olduğu için kararlarında her zaman bağımsız ve üstündür. İnsanlara verdiği bir söz için bile bu geçerlidir, çünkü insanın verilen bir vaadi hatırlatarak Allah’a ne yapması gerektiğini söylemesi düşünülemez. Bu özellikle Allah’ın ahiret gününde vereceği kararlarda da geçerlidir. Bu kararları burada ve şimdiden öngörebilmek, Allah’ın mutlak gücünü azaltmak ve O’nu, kararında sınırlandırmak anlamına gelirdi ki bu insana asla düşmez.

Gerçi Allah rahman ve rahim, bağışlayıcı ve kerem olarak tasvir edilir ama Müslüman birey bağışlanıp bağışlanmamış olduğunu ancak ölümünden sonra kesin olarak öğrenebilir. “Dostum ancak âlemlerin Rabbi’dir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O’dur… Beni öldürecek, sonra da diriltecek O’dur. Ahiret gününde günahımın bağışlanmasını kendisinden umduğum da O’dur” (Eş Şuarâ 26:77-82).

Kur’an Allah’ı bazı ayetlerde ‘hileci’ terimiyle tanıtır. Bazı İslami yorumcular Allah’ın hile yapmasının veya tuzak kurmasınının sadece imansızlarla ilgili olduğuna inanırken, bazıları bütün insanlar için geçerli olduğuna inanır. Nitekim Allah sınırlandırılamaz ve O’nun ne yapacağı önceden belirtilemez. “Fakat tuzaklar ancak Allah’a mahsustur” (Er-ra’d 33:42). Başka bir çeviriye göre, “Fakat sonuçta bütün hile Allah’ındır” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın tercümesi). “Onlar bu tuzağı kurarken, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir” (Enfal 8:30).

Kur’an’da yeminler geçtiği halde Allah hiçbirinde kendini insanın karşısında bağlamaz, çünkü bu Allah’ı insanla aynı seviyeye getirmek olurdu.

Kutsal Kitap’ta Rab Tanrı’nın en göze çarpan özelliği herhalde O’nun güvenilirliği ve sadakatidir (örneğin, Mısır’dan Çıkış 34:6; Mezmur 117:2). O “sadık Tanrı” (Yeşaya 65:16) ve tamamıyla güvenilirdir, çünkü “O söyler de yapmaz mı, söz verir de yerine getirmez mi?”(Çölde Sayım 23:19; Mezmur 33:4). Allah’ın bu “sadakat”inden doğan “güven” (“iman”) kavramının, “sevgi” kavramıyla beraber Allah ile insan arasındaki ilişkiyi en çok tarif eden unsurlardan olması da tesadüf değildir.

İnsanla bir antlaşma yapmak (Yaratılış 12:1-3; Mısır’dan Çıkış 20:1-3), lütfunu gösterip insanı günah ve ölümden kurtarmak için (Yunus 4:2) Allah, kendini yaratıklarının karşısında kurtuluşa ve bağışlamaya kesin bir kararlılıkla şartlandırdı. Tanrı insanın kurtuluşu için yaptığı antlaşmayı (İbraniler 5-6) “üzerine ant içecek daha üstün biri olmadığı için kendi üzerine ant içerek” (İbraniler 6:13) çözülmez bir yeminle sabitleştirdir. Yeni Antlaşma’nın (1. Korintliler 11:25) başlamasını (vaftiz) ve sürekli yenilenmesini (Rab’bin Sofrası, Komünyon) simgeleyen uygulamaların (sakramentlerin) kilisenin işaretleri olması şaşırtıcı değildir.

Allah’ın kendi üzerine ant içmesi Kutsal Kitap’ta 82 defa dile getirilir (İbraniler 6:13’ü şu ayetlerle karşılaştırın: Yaratılış 22:16; Mısır’dan Çıkış 32:13; Yasa’nın Tekrarı 32:40; Yeşaya 45:23; Yeremya 22:5; 44:26; 49:13; Amos 4:2; 6:8; Romalılar 14:11). Ayrıca Allah kırk defa bir antlaşma yaparak insanlara kendi özü ve yapacakları hakkında kesin bir güvence veriyor, çünkü bir ant sadece gerçeğe taahhüt vermek için değildir. Nitekim öylesi bir amaç hiç yalan söylemeyen bir Tanrı için mantıksız olurdu. Ninova şehrinin kırk gün içinde mahvolacağı mesajı, ant içilmeden de gerçekti (Yunus 3:4) ama bu mesaj tövbeye açık bir kapı bıraktı. İçilen bir ant, söylenen sözü sabit ve değişmez hale getirir ve onun kesinliğini ve geri alınamazlığını vurgular (İbraniler 6:16-18; Romalılar 11:29). Eski ile Yeni Antlaşma’da hiç kimse gerçeğin Tanrısı’ndan fazla ant içmiyorsa, bu da Allah kendi sözlerini geri alınamaz hale getirdiği ve kendini gelecek konusunda bağlı kıldığı içindir.

Allah’ın bir yandan tamamen üstün olması, diğer yandan ise yaptığı antlaşma dahilinde kimliğinin ölçülebileceği sorumlulukların altına girerek kendini insanlara bağlaması, Hristiyan ve Yahudi vahiy kaynaklarının bir özelliğidir. Allah bu inayeti gösterirken hep ilk adımı atıyor. Bu özellikle On Emrin başında belli oluyor: “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim. Benden başka tanrın olmayacak...” (Mısır’dan Çıkış 20:2-3). İlk önce Allah İsrail halkını kurtardı, ondan sonra onları yolunu izlemek için sorumlu tuttu; tersi değil.

Allah’ın kendi kendini bir antla bağlaması Hristiyanlığın özünü oluşturan unsurlardandır. Allah’ın kesin güvenilirliğini, kendi kendini Müjde’de bağlayarak ve verdiği vahye son ve sabit yazılı bir şekil sağlayarak belirgin kılması tesadüf değildir. Dahası, Allah’ın, Oğlu İsa Mesih’in insan olmasında bu koşulun ötesine dahi gitmiş olması hiç tesadüf değildir. Allah, insan O’nu zorlamaksızın, öz isteğiyle sevgide kendini insana bir antlaşmayla bağladı. Allah’ın kendini Antlaşma Tanrısı olarak açıklamış olma güvencesi de neden Kutsal Yazıların veya içinde yer alan bazı metin ve paragrafların tümüyle güvenilir olarak görüldüğünü de açıklar (Mezmur 119:43, 160; 2. Timoteos 2:25; 1. Selanikler 2:13; Yuhanna 17:17).

Allah’ı sınamak yasaklanır mı, yoksa teşvik mi edilir?

Allah’ı ve güvenilirliğini sınama düşüncesiKur’an’a ters düşer.

Kutsal Kitap’ın birçok yerinde Allah’ın kendisi imanlıları güvenilirliğini sınamaya çağırır.

Kur’an’da Allah insanları kendisine olan tutumlarını görmek için sınamaktadır (örneğin, Mülk 67:1). Ama öbür yandan yaratılmış hiçbir varlık Yaratan’ı ne sınayabilir ne de O’ndan hesap sorabilir: “Allah, yaptığından sorumlu olmaz, fakat insanlar sorumlu olurlar” (El Enbiyâ 21:23).

Kutsal Kitap’ta Allah’ın güvenilirliğinin vurgusu sadece Allah’ın insanı sınamasıyla değil, tersine, Allah’ın insanı kendini sınamak için çağırmasıyla (örneğin, Malaki 3:10), insanın şikayetlerini ele almasıyla (Yeşaya 1:18; 41:1; 43:26; ayrıca bkz. 45:9) ve “Allah, sözünü gerçekten tutar mı?” konusunu görmeye davet etmesiyle belli olur. Allah’ın kendini antla bağlaması, sağladığı vahiy ve Sözü, Allah’ın kendisinde ölçülebilir.

İmanlı bir kişi Rab Tanrı’yı anlayamıyorsa, duyduğu bu duyguyu bastırmasın. Allah’ın kendisi insanı, konuyu duayla önüne getirmeye, bunu kendisiyle tartışmaya ve çözümleyerek bunu yaşamaya teşvik ediyor. Gerçi sonunda Allah her zaman güvenilir çıkacaktır. Ama bu soru sorulması veya sınanması yasak olduğu için değil, daha ziyade kendisi verdiği ölçeklere göre gerçekten gerçekçi ve güvenilir olduğu içindir.

Sadece bundan dolayı Allah, Ağıtlar’a, ağlayış veya övgü mezmurlarına müsaade ediyor. Az evvel söz ettiğimiz gibi, Allah o metinlerde, görünüşte tutmadığı sözlerden dolayı şiddetli bir şekilde suçlanıyor. Sevgi dolu ve iyi bir Allah’ın yarattığı dünyada bu kadar çok haksızlıkla acının nasıl olabildiği sorusu sık sık O’na yöneltiliyor (Mezmur 73; Ağıtlar; Romalılar 9; 3:5-6; Eyüp). Ama sadece Her Şeye Gücü Yeten Allah’ın ölçülebileceği bir ölçeğin varlığı kabul edilirse, yani O’nun iyi ve sevgi olması ölçeği, sevgisiz ve kötü bir dünya içinde çekilen acı bir sorun oluşturuyor. Pavlus şu soruyu bile sorabilmektedir: “Tanrı adaletsizlik mi ediyor?”(Romalılar 9:14). Gerçi sorduğu soruya olumsuz bir yanıt veriyor (Romalılar 9:15-26) ama Kutsal Kitap’ta bu tür soruların sorulması ve tartışılması alışıldıktır.

Sevgi, Allah’ın verdiği bir karşılık mıdır, yoksa öz varlığı mıdır?

Allah’ın sevgisi Kur’an’da, Allah’ın isteğini yerine getiren mümine merhametle yaklaşması anlamına geliyor. Allah, sözünü dinleyenleri sever.

Kutsal Kitap’ta Allah’ın sevgisi, Allah’ın kendisini sormayan insanları aradığı ve Babaları olarak onları eve getirmek istediği anlamına geliyor. Kendisine itaat etmeleri için Allah insanları seviyor.

Allah’ın tövbeleri çok kabul eden ve esirgeyen” (Nisa 4:16) olması Kur’an’ın temel ifadelerindendir. O’nun inayetli ve merhametli olması, Sure 9 hariç, bütün 114 Sure’nin başında “rahman ve rahim olan Allah’ın adında” girişinin yer almasından da belli oluyor. Yer yer Allah’ın sevgisinden de söz edilir; örneğin, “İman edip iyi işlerde bulunanları, esirgeyici (Allah) sevgili kılacaktır” (Meryem 19:96). “Ortodoks İslamiyet çevreleri insanın Allah’a olan sevgisini, O’na itaat edip hizmet eden ve şeriata, lütfuna (teveccüh) ve ödüllerine duyulan sevgi dolu bir tutumla tanımlarlar. “Çünkü -diyorlar-, sevgi, dostlar veya hatta aşkla bağlanmışlar arasındaki gibi karşılıklı bir meyil olarak, sevilen ve sevenin eşit olmasını gerektirir. Ama Allah’ın uluviyeti, Allah ve insan arasında böyle bir ilişkiyi düşünmeyi bile yasaklar. Onun için insanla Allah arasında sevgi dolu ve yakın bir dostluğu farz etmek sapkınlıktır. Böyle bir varsayım insan tarafından yapılan dayanılmaz bir küstahlık ve küfredici şekilde Allah’ın saygısını küçültücü olur.”42

İslamiyette Allah’ın sevgisi hiçbir zaman insani sevgiyle kıyaslanmamalı. Allah’ın büyüklüğü, her şeye kadirliği, ulviyeti ve her şeyden farklı oluşu sevgi konusunda da ayrı tutulmalı. Böylece insan veya insanlar arası duygular ve özelliklerin Allah’la karşılaştırılması düşünülemez.

Ayrıca İslamiyette Allah’ın sevgisi insanın itaatine bir yanıttır. Resulüm de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyunuz, ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın! Zira Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir” (Al İmran 3:31).

Allah’ın sevgisi Kur’an’ın mesajının merkezini oluşturmuyor.43Kur’an’ın merkezi daha çok, Allah’ın benzersizliğine ve tekliğine (Arapça tauhîd) olan şehadet ve O’nun her şeye egemen oluşuna ve kudretine olan teslimiyettir.

Kutsal Kitap’ın “Tanrı sevgidir” (1. Yuhanna 4:8, 16) sözü Hristiyanlığın en belirgin mesajıdır. Allah sadece sevgiyi armağan eden veya sevgi dolu davranan biri değildir; kendisi sevgiyle eş anlamlıdır ve “sevginin kaynağıdır” (2. Korintliler 13:11). Allah’ın yarattıklarına sevgisi, tarih boyunca Allah’ın etkin olmasını sağlayan, O’nu harekete geçiren güdüdür. Bu güdü özellikle İsrail halkının Mısır’daki köleliğinden ve başka tutsaklıklardan kurtuluşunda ve Oğlu İsa Mesih’in gönderilmesinde kendini gösterir: “... çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi.” (Yuhanna 3:16). İnsan olup aramıza gelen Tanrı Oğlu İsa Mesih, “Allah’ın bizde izhar olunan sevgisidir” (1. Yuhanna 4:9)44. Allah kendisi sevgi olduğu için her sevgi Allah’tandır (1. Yuhanna 4:7). İnsanların arasında yer alan bütün ilişkilerle beraber Tanrı’yla olan ilişkileri de sevgide temellendirilmelidir; aksi takdirde sonunda yararsızdırlar. En büyük adanmışlığın ve her tür feragatli davranışın motivasyonu Allah ve insan sevgisinden kaynaklanmıyorsa bomboş bir uğraştan başka bir şey değildir. 1. Korintliler 13:1-13’te dile getirilen sevginin üstünlüğünde bu durum etkileyici bir şekilde yansıtılır: “İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalmaz. Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam, dağları yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim. Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiçbir yararı olmaz.”

Her sevginin kaynağı olan Allah insanlara sevgisini armağan ettiği için insan da Allah’ı sevebilir. Onun için Kutsal Kitap şöyle buyurur: “Tanrınız RAB’bi bütün yüreğinizle, bütün canınızla, bütün gücünüzle seveceksiniz” (Yasa’nın Tekrarı 6:5). Bu buyruk ve ondan kaynaklanan “Komşunu kendin gibi seveceksin” (Levililer 19:18) buyruğu da, İsa Mesih’in kendisi tarafından birçok defa en büyük iki buyruk olarak nitelendirildi (örneğin Matta 22:37-39). Onun için evlilik ilişkisi (Efesliler 5:25; Koloseliler 3:19), aile ve kilise yaşamı (Yuhanna 13:35; 15:12; Efesliler 4:1-3), bütün insanlarla ve hatta düşmanlarla olan ilişkiler sevgi temelinde belirlenmelidir. “Sevginiz ikiyüzlü olmasın… Birbirinize saygı göstermekte yarışın…, zulmedenler için iyilik dileyin. İyilik dileyin, lanet etmeyin… Ama düşmanın açıkmışsa onu doyur, susamışsa su ver…” (Romalılar 12:9, 10, 14, 20). Onun için İsa Mesih de Dağdaki Vaaz’da, “Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın” diye buyuruyor (Luka 6:27; benzer şekilde 6:35 ve Matta 5:44).

Kutsal Kitap’ın sevginin özellikle kurban edilişinde belli olduğu düşüncesi de Kur’an’a yabancıdır. Kutsal Kitap’a ait bu kurban kavramı özellikle İsa Mesih’in ölümünde kendini gösterir. İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümünde Allah’ın ta kendisi sevgisini gelmiş geçmiş en büyük kurbanla mühürledi (1. Yuhanna 4:9-10). Bu sevgi ifadesinin insanları da ilgilendirdiği İsa Mesih’in bu sözünden anlaşılır: “Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur”(Yuhanna 15:13). Onun için evliliğin sırrı da, sevgi uğruna gerektiği takdirde kendi yaşamını diğeri için feda etmekte bulunuyor (Efesliler 5:25, 28).

Hristiyanlıktaki sevgi anlayışıyla bütün diğer dini görüşler arasında daha da derin bir fark var. Bu fark Üçlübirlik ve bununla Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un, aralarındaki ilişkileriyle ilgilidir. Çünkü ancak Üçlübirlik ilişkisinde “Tanrı’nın içindeki” sevgi mümkün olur ve sevebilmek için karşısında birilerini yaratmak zorunda kalmadan yaratılmamış gerçek olarak duruyor. Ama buna daha sonra değineceğiz.

Allah’ın sevgisi üzerine yapılan vurgu da, İncil’de Allah’ın neden hep “Baba” olarak tasvir edilmiş olduğunu, Hristiyanların dualarında O’na neden “göklerdeki Babamız”(Matta 5:19-13) veya “Babacığım”(“Abba, sevgili Baba”; Romalılar 8:15) diye seslendiklerini açıklar. Son derece etkileyici “Kaybolan Oğul Benzetmesi”nde, Baba Tanrı’nın, kaybolmuş çocuklarını yine evine davet edişi anlatılır (Luka 15:11-32).

Allah Efendi mi, yoksa dost ve kardeş mi?

Kur’an’a göre Allah’la insan arasında büyük bir mesafe bulunmaktadır. Onun için hiçbir zaman bir insan Allah’ın dostu veya kardeşi olamaz.

Kutsal Kitap’ta Allah insanlarca dost ve Baba diye çağrılabilir, İsa Mesih de dost ve kardeş olarak nitelendirilebilir.

Kur’an’da Allah insanlara lütufkar armağanları sağlar, öyle ki insan bunların karşısında Allah’a şükrederek O’nu yüceltsin. Ama insanın Allah’a karşı gösterdiği bu itaat, Yaratıcı ve yaratılmışın arasındaki mesafeyi hiçbir zaman azaltmaz. Hiçbir zaman bir insan Allah’ın çocuğu, kardeşi veya dostu olamaz.

En’Am Suresi 6:127 ayetinin bazı çevirilerinde Allah müminlerin “dostu” olarak tanımlanırken, bazıları da imanlıların “yardımcısı” veya “koruyucusu” olarak belirtir. Kastedilen şey ise sadece Allah’ın Cennet’te onlara bir yurt sağlayacağıdır. A’raf Suresi 7:155’te Musa Allah’ı “dost” (birçok çeviri “yardımcı” veya “veli”) diye çağırıp kendisinden merhamet diler. İlahiyatçılar bunun bir istisna olduğuna ve Musa hariç hiç kimse için geçerli olmadığına dikkat çekiyor.

Kutsal Kitap’ta Allah “Baba” ve “dost” diye çağrılabilir. Titus 3:4 “Tanrı’nın iyiliği ve insana olan sevgisi”nden ve 1. Petrus 2:3 Tanrı’nın “iyiliği”ndenveya “iyi yürekliliği”nden söz ediyor. Tanrı Oğlu Mesih de imanlıları “dost”(Yuhanna 15:14-15; Luka 12:4) ve “kardeş”(İbraniler 2:11) olarak nitelendirmekten çekinmiyor. Evet, İsa Mesih’i kabul edenlerin hepsi “Tanrı’nın çocukları olma hakkına” (Yuhanna 1:12) kavuşuyorlar, çünkü onlar “sevgili çocuklar”dırlar (Efesliler 5:1). “RAB Musa’yla iki arkadaş gibi konuşurdu” (Mısır’dan Çıkış 33:11). “İbrahim’e Tanrı’nın dostu dendi” (Yakup 2:23) ve başka bir yerde Rab Tanrı’nın ta kendisi iman atasından söz ederken “dostum” (Yeşaya 41:8) diye bir ifade kullanıyor. Pavlus Romalılara mektubunda “Tanrı’nın sevdiklerine”diye hitap ediyor (Romalılar 1:7; benzer şekilde bkz. Koloseliler 3:12; 2. Selanikliler 2:13). İsa Mesih de insanlara çok defa “siz dostlarım” diye hitap etmiştir (örneğin, Luka 12:4).

İnanca öncülük eden savaş efendisi mi, yoksa barış prensi mi?

Kur’an’a göre, Muhammed siyasi bir lider ve komutan olarak büyük başarı gösterir. Amaç, şeriat kurallarına göre yönetilen bir İslam devleti kurmak ve onu Allah’a tabi kılmaktır.

Kutsal Kitap’ta din kurucusu siyasete sırt çeviriyor ve dünyanın kurtuluşu için canını feda ediyor. Kilise ile devletin görevleri farklıdır ve Hristiyanlar, uzmanlık alanlarıyla kendilerini siyaset ve toplumun yararı için ortaya koymaları gerekse de otorite olma amacı taşımazlar. Ait oldukları yönetime itaat etmek Allah’ın buyruğudur.

Kur’an, Muhammed’in tebliğ ve savaş yoluyla alay edilmiş peygamber statüsünden sıyrılıp Medine’de geçirmiş olduğu yaşamının son yılında (MS 622-632) nasıl devlet reisi ve gelişen bir egemenliğin efendisi durumuna yükseldiğini anlatıyor. İslamiyetin egemenliği Muhammed’in yaşam döneminde bile hem ruhsal hem de dünyasal bir yönetimdi. Burada Muhammed ve halifelerinin yaşam öykülerini anlatmayacağız. Tarih boyunca farklı İslami devletler ortaya çıkmıştır. Ama kitap anlayışından yola çıkarak, her zaman sadece camiinin değil, devletin de ve bununla beraber bütün yaratılış ve yaşam gerçeğinin de, İslam hukukuna bağlı olarak Kur’an’a göre biçimlendirilmesi amaçlandığı görülüyor.

Kutsal Kitap’ın İncil bölümü İsa Mesih’in duyurusunun ve çalışmasının kaba güçten uzak bir şekilde var olduğunu anlatır. Böylece İsa Mesih, devrimin güçle sağlanacağını duyuran gruplardan farklı bir anlayışla ortaya çıktı. Yahudiliğin Mesih beklentisi, İsrail’in dünya üzerinde siyasi bir egemenlik kurmasıyken, İsa Mesih’e göre Tanrı’nın egemenliğini geliştirme yöntemi, kişinin yeni bir yaşama kavuşması için tövbe etmesinde ve günahtan dönmesinde yatıyordu. İsa Mesih’e göre Tanrı’nın egemenliğinin yayılışı zorlamayla olmayacak, nitekim kendisi “Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek” dedi (Matta 26:52).İsa Mesih ayrıca çok açık ve net, “Ne mutlu barışı sağlayanlara! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır”(Matta 5:9) ve “Benim krallığım bu dünyadan değildir” (Yuhanna 18:36) dedi. İsa Mesih, Eski Antlaşma’daki krallık ve kahinlik görevlerinin ayrı tutulmasıyla hazırlanmış kilise ve devlet ayrımını şu sözlerle duyurdu: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin”(Matta 22:21; Markos 12:17; Luka 20:25). Pavlus, yaşadığı zamandaki kilisenin, dönemin Roma devletine tabi olduğunu belirtiyor (Romalılar 13:1-7). “Tanrı’ya hizmet eden” grup bu bağlamda kilise değil, suç işledikleri takdirde Hristiyanları da cezalandıran devlettir.

İki bin yıllık tarihinde ve dünya çapındaki yayılışında Hristiyanlık, devlet ve kilise ilişkisinde yer alabilecek birçok hata yaptı. Ama temel yönüyle kilise sadece tek ve ruhsalbir göreve odaklanmalıdır. Ellerini siyasi ve ekonomik güce ne kadar az bulaştırırsa görevini o kadar iyi şekilde yerine getirir. Kilise, peygamberin aracılığı gibi bir uyarıcı ve ahlaki bir yol gösterici olarak, devlete yararlı ve güzel hizmetler sunabilir. Kendini hizmete adamış Tanrı adamları ve kadınları, tıpkı Eski Antlaşma’daki Yusuf ve Daniel gibi, uzmanlık alanlarında topluma yarar sağlayacak bir görev üstlenebilir ama kilisenin kendisi siyasi egemenlikte bir hak talep edemez.

İnanca öncülük eden bir efendi mi, yoksa hizmet eden mi?

Kur’an’da din kurucusu olan peygamber, başarılı bir efendi ve başkomutan konumuna yükselir. Dinin kurucusu zaferler elde eder ve başarısı davranışlarını doğrular niteliktedir. Allah efendidir ve bu da hizmet etmeyeceği anlamına gelir.

Kutsal Kitap’ta inancın öncüsü, yüce konumundan insanlara hizmet etmek üzere aşağıya iner. Kutsal Kitap’a göre öncülük eden İsa Mesih acı çeker ve ölüler arasından dirilerek kendi doğruluğunu tasdik eder. Allah efendidir ve tam bu sebepten insanlara hizmet edebilir.

Kur’an’ın bakış açısı için önceki ‘İnanca öncülük eden savaş efendisi mi, yoksa barış prensi mi?’ başlığına bakınız.

Kutsal Kitap’ta hizmetin büyük bir değeri vardır. Mesih imanlıları için barış, baskı ve egemenlik sürmekle değil, daha ziyade hakkından vazgeçmekle (1. Korintliler 6:7), diğerini kendinden değerli saymakla (Filipililer 2:3) ve hizmet etmekle (Galatyalılar 5:3) sağlanabilir.

İsa Mesih kendisinden söz ederken şöyle dedi: “Nitekim İnsanoğlu, hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi”(Matta 20:28; Markos 10:45). Bunu söyleyerek gelecekteki kilise önderleri için ulusların liderlik anlayışına ters düşen şu sonucu belirtiyor: “Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, ötekilerin hizmetkârı olsun” (Matta 20:26; Markos 10:43; benzer şekilde Matta 23:11; Markos 9:35; Luka 22:26). Çünkü, “kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir”(Matta 23:12). “Hizmet eden”İsa Mesih (Luka 22:27; 1. Korintliler 12:5) Petrus’a hizmet etmesini öğretti, öyle ki bu havari de mektubunda imanlıları “birbirinize hizmet edin”(1. Petrus 4:10) sözüyle teşvik etsin.

Dua özellikle başkalarıyla beraber yerine getirilen bir şart mı, yoksa Göklerdeki Baba’yla kişisel bir görüşme mi?

Kur’an’da namaz, Allah’la olan ilişkinin, yani O’na olan teslimiyetin en önemli belirtisidir. Bireysel dua edilebilir, ancak günlük kılınması gereken namazlarda, belirlenmiş sözler ve belli başlı hareketler ibadetin özünü oluştururlar. Topluluk içinde yapılan ibadetler kişisel olanlardan daha değerlidir.

Kutsal Kitap’ta dua Tanrı’yla sürdürülen ilişkinin en önemli belirtisidir. Ayetleri ezberlemek faydalıdır ve bunun örnekleri Kutsal Kitap’ta mevcut olsa da, Allah’a edilen bireysel dualar merkezi bir yere sahiptirler. “İç odadaki” dua, toplumda edilen her duadan daha değerlidir.

Kur’anve hadisler, günde beş defa kılınması gereken namazı buyurur ve yapmayanların başına geleceklerden bahseder (Maun 107:4-7). İbn Rasul şunları yazıyor: “Çocukların aklı erdikten sonra ebeveynlerce namaza teşvik edilmeleri ve buluğ çağından sonra kesinlikle namaz kılmaları gerekir ve başka türlü olmazsa, dayakla buna yönlendirilmelidirler.”45

Bu, İslamiyette yer alan ilaveli duaları bertaraf etmez: “Edilmesi ve asla atlatılmaması gereken zorunlu dualar (farz), bunlardan önce ya da sonra sunulan sünnet duaları arasında ayırt edilir. Nafile-namazlar ise tamamen gönüllü yapılan ibadetlerdir.”46“Namazdan sonra bir süre boyunca sükûnette oturup niyaz etmek ve bu istek duasını kendi sözleriyle sunmak sünnettir.”47Ama bu dualar için de aynı şekilde şu ilke geçerlidir: “Toplumda edilen dua tek başına edilen duadan daha değerlidir.”48

Kutsal Kitap’ta dua her zaman gönüllüdür ve asla zorunlu değildir. Tertipli bir dua hayatının ne kadar büyük bir yardımı olsa da, Kutsal Kitap’ta duanın belli zamanları, şekilleri ve içerikleri verilmez. Kutsal Ruh içsel bir arzu sağlayarak insanın her tür durumunu duayla Allah’a yöneltmesi için insanda etkin olur ve insanı Allah’ın önünde temsil eder (Romalılar 8:26). Bu Tanrı’yla yer alan kişisel bir görüşme ve büyük bir ayrıcalıktır, çünkü kurtulmamış günahkâr Allah’a yaklaşmaya layık değildir. Sadece İsa Mesih dua eden kişiyi Allah’ın önünde temsil edip onu “her tür kötülükten arındırdığı”(1. Yuhanna 1:9) ve Kutsal Ruh da “güçsüzlüğümüzde bize yardım” ederek “iniltilerimizi”(Romalılar 8:26) çevirdiği için, imanlı kişi “Tanrı’nın lütuf tahtına” (İbraniler 4:16) yaklaşabilir.

Dua etmek isteyen herkes, her zaman, her yerde, her konuda Allah’a yaklaşabilir. Hristiyanlıkta dua eden kişi çoğunlukla Allah’tan rehberlik, hikmet ve yanıt beklerken, İslamiyette namaz veya duayla Allah’tan cevap beklenmez veya aranmaz. Kutsal Kitap’ın anlayışına göre Allah, kendisine ait olan çocukların Babası olduğu için onlara iyilik yapar (Matta 7:9) ve dualarını yanıtlar. Allah’ın çocukları Tanrı’ya “Babacığım”(Abba, sevgili Baba; Romalılar 8:15) diyerek samimiyetle yaklaşabilirler. Allah’ın özel bir vaadi de, birkaç kişinin birlikte anlaşarak ettikleri niyaz ve duanın duyulacağıdır (Matta 18:18-19).

İsa Mesih öğrencilerine Hristiyanlıkta en önemli dua örneği sayılan, sonraları “Rab’bin Duası” adını alacak (Matta 6:9-13) dua örneğini öğretirken onları şu sözlerle ikaz etti: “Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar” (Matta 6:7). Aynı bağlamda İsa Mesih öğrencilerine, başkalarına dindar görünmek için dua etmemeleri gerektiğini (Matta 6:5), “dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız’a dua edin” (Matta 6:6) sözleriyle uyardı.

Kur’an mı, İsa Mesih mi? Kitap mı, yoksa kişi mi?

İslamiyetin merkezinde Allah’ın yanında Kur’an, yani bir kitap vardır, çünkü o sonsuzluktan dünyaya indirilmiştir.

Hristiyanlığınmerkezinde Allah’ın yanında İsa Mesih, yani bir kişi vardır, çünkü o sonsuzluktan dünyaya gönderilmiştir.

Şimdiye dek Kur’anile Kutsal Kitapdeğerlendirmelerine göre karşılaştırma yaptıksa da, aslında Kutsal Kitap Kur’an’ın gerçek karşılığı değildir. “Kur’an dinler arası karşılaştırmada aslında -bütün dikkat çekici farklara rağmen- Kutsal Kitap’ın yanına değil, sadece İsa Mesih’in yanına konulabilir: ʽİsa Mesih Hristiyanlık için neyse Kur’an da İslamiyet için odur.’”49

Başka bir deyişle, “Hristiyanlığın merkezinde bir kişi, İsa Mesih; İslamiyetinkindeyse bir kitap, Kur’an vardır.”50Bunun sebebi de İslamiyette Kur’an’ın, Hristiyanlıkta ise tarihte oluşan Kutsal Kitap’ın değil Allah’ın Oğlu İsa Mesih’in ezeli olmasıdır.

Yalnız bu karşılaştırmanın bir sınırı var. Hans Zirker bunu şu şekilde dile getirir: “Karşılaştırmada sadece, Hristiyanlığın Allah’ın sözünün “beden alma” (Latince incarnatio) yani insan olma durumunu ikrar ettiğini, İslamiyetin ise kitap oluşuna (Latince inlibratio) inandığı söylenirse, duruma yeterince dikkatle ele alınmamış olur. Gerçi, Hristiyanlık Allah’ın en üstün vahyini İsa Mesih’te, İslamiyet ise Allah’ın indirdiği Kur’an’da gördükçe bu benzetme bir yere kadar geçerli ve doğrudur. Fakat inlibratio kavramının son derece şüpheli olmasına sebep veren büyük bir fark vardır: “Kitabın anası”, göksel kitabın kendisi Allah’la beraber kalır ve insanlara gönderilmez, Kur’an gönderilir...; ve özellikle Allah, tümüyle ulvi ve Yaratıcı olan, hala daha bütün yaratılmışlardan ayrıdır. Bundan ötürü “Allah’ın sözü”nün Kur’an’da duyurulması -Hristiyanlıktaki “beden alma” (incarnatio) anlayışında kabul edildiği gibi- Allah’ın kendisini, zaman ve mekan açısından tecrübe edilebilecek bir yakınlığa getirmez. İslamiyet için vahiy, Allah’ın kendini açıklaması değildir.”51

İnancın öncüsü “Kutsal Kitap”tan üstün müdür, değil midir?

İslamiyetin öncüsü Muhammed Kur’an’dan üstün değildir. Kendisi önemini Kur’an’dan alır, çünkü o, mesajın alıcısı ve duyurucusudur.

Hristiyanlığınöncüsü İsa Mesih, Kutsal Kitap’tan üstündür. Kutsal Kitap önemini O’ndan alır. İsa Mesih asıl “Tanrı Sözü’dür” ve Kutsal Kitap “Allah’ın sözü” olarak O’na tanıklık eder.

Kur’an’da Muhammed Kur’an mucizesiyle tasdik edilmektedir. Kendisi tamamıyla Allah’ın sözüne tabidir ve sadece bu sözün duyurucusu ve peygamberi olarak önemlidir. Muhammed Araplar ve Yahudiler tarafından Tanrı’nın bir peygamberi olarak kabul görmeyince ve öngördüğü yargı gerçekleşmeyince, kendisi memleketi Mekke halkının alaycı sözleri ve tehditleriyle karşı karşıya kalmıştı. Muhammed’in zamanında yaşayanlar kendisinden bütün eski peygamberlerin yaptıkları gibi bir mucize talep etmişlerdi (Tâ Hâ 20:133). Muhammed bunun yerine Kur’an’ı bir mucize olarak öne sürmüştü ama bu insanlarca ilk başta anlaşılamamıştı (Hud 11:13; Yunus 10:37-38). Onun için Muhammed onların Kur’an’a benzer bir eser hazırlamalarını istemiş ama onlar bunu yapamamıştı (El İsrâ 17:88). İslam ilahiyatında buna “tasdik mucizesi” denir, yani Muhammed’in peygamber olduğunu kanıtlayan mucizedir.

Kutsal Kitap’ta İsa Mesih hiçbir yerde yazılı vahiy ile karşı karşıya getirilmemekte, yine de O’nun beden alıp insan olmasıyla (incarnatio) bütün yazılı vahiy ve kurtuluş tarihinin tamamlandığı, hatta ötesine gidildiği açıklanmaktadır. İbraniler 1:1-3’te şunlar yazmaktadır: “Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu’yla bize seslenmiştir. Oğul, Tanrı yüceliğinin parıltısı, O’nun varlığının öz görünümüdür. Güçlü sözüyle her şeyi devam ettirir. Günahlardan arınmayı sağladıktan sonra, yücelerde ulu Tanrı’nın sağında oturdu.”

Elçi Pavlus bile şöyle yazmıştır: “Çünkü bilgimiz de peygamberliğimiz de sınırlıdır. Ne var ki, yetkin olan geldiğinde sınırlı olan ortadan kalkacaktır” (1. Korintliler 13:9-10).İslamiyetin vahyi kendini asla “sınırlı”diye tanımlayamaz! Peki Pavlus’un söz ettiği “yetkin”olan nedir? Henüz gerçekleşmemiş, Mesih İsa’yla olan karşılaşmanın ta kendisidir, yani Mesih’in ikinci gelişidir: “Şimdi her şeyi aynadaki silik görüntü gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlıdır, ama o zaman bilindiğim gibi tam bileceğim” (1. Korintliler 13:12).

Katolik Kilisesi İlmihali’nde bu konuda şunlar yazılıdır: “Ama Hristiyan inancı bir ‘kitap dini’ değildir. Hristiyanlık Tanrı ‘sözü’nün inancıdır. ‘Yazılmış, sessiz sözün değil daha ziyade insan olup canlı sözün inancıdır’” (Bernhard, hom. miss. 4,11). Mesih, diri Allah’ın sonsuz sözü, Kutsal Ruh aracılığıyla ruhumuza ‘kutsal yazıların’ anlamını açmalı (Luka 24:45) ki yazılmış olan harf ölü kalmasın” (§ 108).

İsa Mesih İncil’de “Tanrı’nın Sözü”(Yuhanna 1:1-3; Vahiy 19:13) olarak tanıtılır. Rab Tanrı, İsa Mesih’te konuşmaktadır. Hristiyanlık teolojisi bundan ötürü İsa Mesih’i de “Kutsal Yazıların efendisi” olarak görmüştür. Örneğin, Şabat Günü “Kutsal Yasa’da okunabildiği” (Matta 12:5) halde, İsa Mesih “Şabat Günü’nün de Rabbidir” (Matta 12:8).

İsa Mesih’in Tanrı’nın Sözü olması, bugün çoğunlukla Kutsal Kitap’ın, Tanrı’nın Sözü olmadığına bir gerekçe olarak öne sürülmektedir. Ama İsa Mesih’i Tanrı Sözü olarak nitelendiren Kutsal Kitap, ilk olarak Mesih’in “Tanrı’nın sözlerini”söylediğini (Yuhanna 3:34; 17:8 karşıl. 8:28-29, 31-32, 46-47) yazıyor. İkinci olarak Kutsal Kitap İsa Mesih’in, Kutsal Yazıları “Tanrı’nın Sözü” (örneğin Markos 7:10-13) ve benzer şekilde nitelendirdiğini ve Kutsal Yazılara yetki tanıyan, onları Allah’ın sözü olarak tanımlayan sözler sarf ettiğini de yazmaktadır (örneğin Yuhanna 10:34; Markos 12:10; 12:24). İsa Mesih’in Allah’ın Sözü olması gerçeği, İncil’de Kutsal Kitap’ın Allah’ın esini olma gerçeğini geçersiz kılmaz ama Allah’ın gerçek açıklamasının (vahiy) Allah’ın Oğlu Mesih’te beden almasıyla (incarnatio) gerçekleştiğini ve Kutsal Kitap’ın her zaman ve ancak Allah ve Oğlu İsa Mesih’le yer alan ilişkide anlaşılacağını çok net açıklamaktadır.

Hristiyanlığa göre İsa Mesih Allah’ın ta kendisidir. İsa Mesih kilise için sadece Buda veya Konfüçyüs gibi metafizik ve ahlaki öğretileri yeniden keşfeden biri değildir. Sadece Musa veya Muhammed gibi kendini onlara açıklayan Allah’ın bir elçisi de değildir. İsa Mesih kilise için sadece Krişna gibi dünyaların efendisinin enkarnasyonu olarak tanrısal hikmetler duyuran biri de değildir. Daha ziyade kendisi bütün bunları kendisinde birleştirmiş tek kişidir. İsa Mesih’in doğumu, çarmıhtaki ölümü, dirilişi ve göğe alınışı dünya tarihinin odak ve dönüm noktasıdır. Ahirette gerçekleşecek olan yargıda dünyanın yargıcıdır ve Tanrı’yla ezeli birlikteliğinin odağı olarak da dünya tarihinin hedefidir. İsa Mesih sadece Hristiyanlık mesajının başında yer alıp onun aracısı olarak durmaz; O bu mesajın gerçek temelini sağlayandır ve bizzat mesajdır.

Bayram ve kutlama, Kutsal Kitap için mi, kişi için mi?

Aslında Kur’an ile İsa Mesih’in karşılaştırılması gereği, İslamiyet ve Hristiyanlıkta yıllık olarak kutlanan anma bayramlarından da ortaya çıkar.

Kur’an’ın indirilmesi, İslamiyette özel bir gün olarak kutlanır.

Hristiyanlıkta Kutsal Kitap için herhangi bir bayram kutlanmazken, İsa Mesih’le ilgili bayramlar kutlanır.

İslamiyette, Mekke’ye yapılan büyük haccın bitiminin kutlandığı Kurban Bayramı, oruç ayı olan Ramazan’ın sonundaki Şeker Bayramı’yla beraber en önemli kutlamalardır. Muhammed, Kur’an’ın ilk ayetlerini o ayda aldığı için Ramazan kutlanır (El Bakara 2:185). Ramazan ayının sonuna doğru (çoğunlukla 26 ile 27. gününü bağlayan gece) Kur’an’ın “indirilmesi” (Arapça tanzîl) “Kadir Gecesi”nde (Arapça laylatu l-qadar) kutlanmaktadır (Kadir 97:1-4; Duhan 44:3).

Hristiyanlıkta Kutsal Kitap’ın bir kutlama günü veya anma töreni yoktur. Doğuş Bayramı (Noel), İsa’nın çarmıha gerildiği cuma anması ve Diriliş Bayramı (Paskalya) Hristiyanlıktaki en büyük bayramlar olmakla beraber, tümüyle İsa Mesih ve O’nun Allah’ın Oğlu olarak dünyada yaptıklarıyla ilgilidir. Bir istisna Pentikost Bayramı’dır. O kutlamada, İsa Mesih’in kendisini temsilen gönderdiği Allah’ın Kutsal Ruhu’nun gelişi anımsanır.

İsa Mesih peygamber midir, yoksa kurtuluşu sağlayan Allah mıdır?

Kur’an, Kutsal Kitap’tan sonra oluştuğu ve birçok yerde Hristiyanlığa gönderme yapıp onu değerlendirdiği için iki din öncüsünün kimliklerinin değerlendirilme konusundaki fark şu konuyla da ortaya çıkmaktadır: İsa Mesih Kur’an’da, Muhammed gibi Kur’an’a tabi olan bir peygamber olarak tanıtılmakla beraber, Hristiyanlıktaki esas konumuna şiddetle karşı çıkılır.

Hristiyanlık anlayışına göre Kutsal Kitap’ta İsa Mesih insan olup Allah’ın Oğlu olarak insanların yerine acı çeken, ölen, dirilen ve böylece kurtuluşu sağlayan Allah’ın ta kendisidir. İsa Mesih’te Allah’ın Sözü beden aldı.

Kur’an’da yaratılmış bir varlığın tanrısal özellikleri benimsemesi veya yaratıcının özüne ortak olması düşünülemez. Aynı şekilde Allah’ın yüceliğinden çıkıp insani özellikler benimsemesi de hayal edilemez. Allah’ın İsa Mesih’te yaratık ve insan olmuş olması Kur’an’da asla düşünülemez, çünkü öyle olsaydı Allah insanlarla eşit olur ve insan olarak da dünyasal yaşama tabi olurdu. Bu sebepten dolayı, İslami ilahiyatçılar için İsa Mesih’in diğer bütün insanlar gibi yemek yemesi, içmesi ve uyuması, acıyı tanıması, perişan olup üzülmesi Tanrı olmadığına bir kanıt sayılmaktadır.

Kur’an’da Muhammed İsa Mesih’ten üstün olup İsa Muhammed’in öncüsü olarak onun gelişini müjdeleyen (Saf 61:6) en önemli peygamberlerden biri sayılır ve İsraillilere bir yazıyla, yani İncil’le gönderilen (El Maide 5:46) ölümlü bir insandır. Allah’tan korkan bakire Meryem tarafından dünyaya getirilen İsa, tek Allah’a olan inançla gelecek yargıyı tebliğ etmiştir, zekât verip namaz kılmıştır. Allah’ın sözüyle yaratılmış “Allah’ın kelimesi”, “Allah’ın ruhu” (Nisa 4:171), “Allah’ın kulu” (Nisa 4:172), “peygamberi” (Meryem 19:30) ve “elçisi”dir (Saf 61:6). Mucizeler yapmış, ölüleri diriltmiş, hastaları iyileştirmiş, ölü maddeyi canlandırmıştır ve Son Gün’de bir daha yeryüzüne dönecektir.

İncil’de İsa Mesih’in öğretilerinin odak noktasını oluşturan bazı konulara Kur’an’da hiç değinilmemektedir. Örneğin “Dağdaki Vaaz” veya Kur’an’da sadece çok kısa “Allah’ın yardımcıları” (Ali İmran 3:52) olarak tanıtılan İsa Mesih’in havarilerle olan ilişkisi gibi. İsa Mesih’in gelişi de insanın günahın mahkumiyetinden kurtuluşu sorunuyla ilişkilendirilmemektedir. İsa Mesih çarmıha gerilmemiş, diri olarak göğe alınmıştır. O Allah’ın Oğlu değildir, Üçlübirlik’te yer almaz ve günahları da bağışlayamamaktadır.

Kutsal Kitap’ın Yeni Antlaşma bölümünde (İncil) yer alan en temel haber, Allah’ın kendisinin Mesih İsa’da insan olması (1. Yuhanna 4:2; 2. Yuhanna 7) ve ebedi “Söz”ün insan olarak “beden” kuşanmasıdır (Yuhanna 1:14). Geleneksel Hristiyanlık teolojisinde bütün Hristiyan mezheplerine ait Mesihbilim (Kristoloji) konusu şu şekilde ifade edilebilir:

Tanrı’nın Oğlu, Üçlübirlik’te yer alan ikinci kişi, gerçek ve sonsuz Allah, Baba’yla aynı özde ve O’na eşit olan zaman dolunca insan oldu ve günah hariç insanlığa ait olan bütün özellikler ve zayıflıklarla yüzleşmişti. Kendisi Kutsal Ruh’un kudretiyle bakire Meryem’den dünyaya gelmiştir. Böylece iki birbirinden tamamen farklı doğa, tanrısallık ve insanlık, birlikte tek bir kişide ayrılmaksızın, değişmeksizin, karışmaksızın ve bölünmeksizin olabilmiştir. Bu kişi gerçek Allah ve gerçek insan olmakla beraber tek bir Mesih ve Allah ile insan arasında tek aracıdır.”52

Bundan dolayı, aynı anda hem Allah’a tapınmak hem de İsa Mesih’i reddetmek mümkün değildir. Allah’a tapınmak demek, İsa Mesih’i izlemek ve O’nu Tanrı olarak kabul etmek demektir. Yuhanna 8:37-59 ayetleri arasında İsa Mesih’in döneminde yaşayan insanlar ödünsüz tek tanrı inançlarını (monoteizm) ikrar ederek şöyle dediler: “Bir tek Babamız var, o da Tanrı’dır” (Yuhanna 8:41). İsa Mesih onlara hemen yanıt vererek; “Tanrı Babanız olsaydı, beni de severdiniz” dedi. “Çünkü ben Tanrı’dan çıkıp geldim. Kendiliğimden gelmedim, beni O gönderdi” (Yuhanna 8:42; krş. 8:55-58). İsa Mesih’i dinleyenler öfkelenmişti; çünkü İsa, “Tanrı’nın kendi Babası olduğunu söyleyerek kendisini Tanrı’ya eşit kılmıştı” (Yuhanna 5:18; krş.5:17-47). İsa Mesih Eski Antlaşma’yı da anladığı için karşısında olanlara şöyle demişti: Tanrı’nın “sözü sizde yaşamıyor. Çünkü O’nun gönderdiği kişiye iman etmiyorsunuz. Kutsal Yazılar’ı araştırıyorsunuz. Çünkü bunlar aracılığıyla sonsuz yaşama sahip olduğunuzu sanıyorsunuz. Bana tanıklık eden de bu yazılardır!”(Yuhanna 5:38-39). Buna göre Musa (veya Kutsal Yasa), İsa Mesih’i reddedenlerin karşısında bir tanık olacaktır (Yuhanna 5:45-46).


İsa Mesih

Hem Kur’an hem de Kutsal Kitap, İsa Mesih’in İsrail halkına gönderilmesinden söz eder. Kur’an ve Kutsal Kitap O’ndan “Mesih” diye söz eder. Bakire Meryem’den doğup İsrail’de çok sayıda mucize yapmıştır. İsa göğe yükselmiştir ve günlerin sonunda bütün insanları yargılamak üzere tekrar yeryüzüne inecektir. Kendisine Allah’ın elçilerinin arasında en üstün sıfat verilmiştir.

Kur’an

Kutsal Kitap

1. “Mesih” sıfatı Kur’an’da on bir defa İsa’nın ismine ilave olarak kullanılmıştır. Ama (Kutsal Kitap’ta olduğu gibi) Kurtarıcı ve Meshedilmiş anlamında değil, salt ad olarak düşünülmüştür.

1. “Mesih” sıfatının anlamı: Kutsal Ruh’la “meshedilen”; Tevrat’ta açıklanan kâhin, peygamber ve kral görevlerinin dünyayı kurtarmak üzere gönderilen Kurtarıcı Tanrı Oğlu’nda birleşmesidir (Luka 1:26-38; 3:21-22).

2. İsa Allah tarafından (“Ol!”) sözüyle yaratılıp Allah’ın kudretiyle Meryem’in karnına yerleştirilmiştir. O sadece bir insandır (A’li İmran 3:59; El Maide 5:75; Maide 5:116-117).

2. İsa Mesih Kutsal Ruh’tan Meryem’in karnında oluşan gerçek insan ve gerçek Tanrı’dır (Luka 1:35). Tanrı olarak yaratılmamış ve sonsuzluktan sonsuzluğa var olmuştur (Mika 5:1; İbraniler 7:1).

3. İsa tarihte yer alan en önemli insanlardan biri olduğu halde sadece bir peygamberdi. İsa’dan daha önemli olan Muhammed ise peygamberlerin sonuncusudur (El Ahzâb 33:40; Saf 61:1). Muhammed’in gelişi Tevrat’ta Musa ve Yeşaya tarafından, İncil’de ise İsa’da öngörülmüştür (El Bakara 2:67 vd.; A’raf 7:157).

3. İsa Mesih Eski Antlaşma’da (Tevrat, Zebur) vaat edilmiş Kurtarıcı’dır. Allah’ın Oğlu olarak bütün peygamberlerin en yücesi, bütün peygamberliğin odağı ve Kutsal Ruh’un gelişinin müjdecisidir (Yuhanna 14:16). Muhammed’in gelişi Kutsal Kitap’ta vaat edilmemiştir ve bir peygamberde aranan, Kutsal Kitap’ta belirtilen niteliklere sahip değildir (Elçilerin İşleri 10:43).

4. İsa çarmıha gerilmemiş ve dirilmemiştir. Çarmıha gerilişi O’nun için küçük düşürücü bir yenilgi olurdu. Ölümüyle kurtuluşu da sağlayamazdı. Müslümanların çoğunluğu O’nun şu anda göklerde yaşadığına inanmaktadır (Nisa 4:157-158).

4. İsa Mesih çarmıhta öldü, mezara kondu ve üçüncü günde ölümden dirildi. Kendisi daha sonra şu anda yaşadığı ve egemenlik sürdüğü göğe çıktı. Ölümüyle günah ve ölüm üzerinde sonsuz zafer kazandı (1. Petrus 1:18-19; Efesliler 2:18).

Üçlübirlik çok tanrıcılık mı, yoksa Allah’ın özü mü?

Kur’an, İsa Mesih’in sadece peygamber ve öğretmen değil aynı zamanda Allah’ın ta kendisi olmasını ve bununla ilişkili Üçlübirlik öğretisini, çok tanrıcılık olarak görür.

Kutsal Kitap’ın bu konudaki öğretisi kilise tarafından şu şekilde özetlenmiştir: “Tanrılığın birliğinde bir öz, bir egemenlik ve sonsuzlukta, Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Ruh Tanrı, üç kişi vardır. Baba kimseden ne doğmuştur ne de çıkmıştır; Oğul sonsuz olarak Baba’dan doğmaktadır; Kutsal Ruh sonsuzluk boyunca Baba’dan ve Oğul’dan53çıkmaktadır.”54

Kur’an’a ve İslamiyete göre Hristiyanlık gerçek bir tek tanrı inancı değildir, çünkü şuna inanılmaktadır: “İslamiyetin en önemli ilkesinin ve bütün diğer ilkelerin ve uygulama yöntemlerinin kaynağının Allah’ın birliği (tevhid) olduğu görülür. İslam dini tek Tanrı inancını en saf şekilde temsil etmektedir.”55Kur’an çoğu yerde tamamıyla reddedilmesi ve savaşılması gereken asıl putperestlerle, daha iyi durumda ama yine de bir alt seviyede olup ehli kitap sayılan Yahudi ve Hristiyanlar arasında bir ayrım yapıyorsa da, birçok ayette putperestler ile Hristiyanlar beraber dile getirilmektedir (örneğin, Beyyine 98:1, 6).

Üçlübirlik öğretisi şiddetle reddedilmektedir: “’Allah üçün üçüncüsüdür’ diyenler şüphe yok ki kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer bu dediklerinden dönmezlerse, içlerinden kâfir olanlara, pek acı bir azab dokunacaktır... Meryem oğlu Mesih sadece bir peygamberdir”(El Maide 5:73, 75). “Ey kitap ehli, dininizde taşkınlık etmeyin; Allah hakkında ancak hak olanı söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, yalnız Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur… artık ‘üç’dür demeyin. Kendi hayrınıza bundan vazgeçin. Allah yalnız bir tek ilâhtır. Haşa çocuğu olmaktan nezihtir”(Nisa 4:171).

Kutsal Kitap’a dayanarak İznik Konseyi’nde (MS 325) formüle edilen Allah’ın tekte üç üçte tek doğası, Kadıköy Konseyi’nde (MS 451) ikrar edilen İsa Mesih’in gerçek insan ve gerçek Allah olması öğretisiyle birlikte, farklı Hristiyan mezheplerince hala ikrar edilip kiliseleri birleştiren ve reform döneminde bile hiç tartışılmayan en önemli konulardan biridir. Ancak Üçlübirlik öğretisi hiçbir zaman konseyde yaratılmış olarak algılanmadı. Konseyde yapılan, özellikle İncil’in öğrettiklerini bütünleştirerek özetlemek ve bir gerçek olarak ikrar etmektir. Bu öğretilerin arasında, örneğin vaftiz buyruğunda, vaftizin bir “isim” üzerinde (tekil) yapılması gerektiği ama bu ismin “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” (Matta 28:19) olduğu fikri bulunur. Bunun kaynağı Galatyalılar 4:6’daki ifadede görülür: “Oğullar olduğunuz için Tanrı (yani Baba)öz Oğlu’nun (yani İsa Mesih)‘Abba! Baba!’ diye seslenen Ruhu’nu(yani Kutsal Ruh’u) yüreklerinize gönderdi.”

Monoteistik dinlerin yaklaşımı, sadece Üçlübirlik’in ve bununla İsa Mesih’in tanrılığının Hristiyan teolojisi ve misyonunda en üst sıralarda yer almaması durumunda söz konusu olabilir. ‘Tekte üç ve üçte tek’ veya Üçlübirlik ifadeleriyle Kutsal Kitap öğretisi iki farklı Tanrı anlayışının karşısında olduğunu açıkça göstermektedir. “Tek” veya “birlik” kelimesi bu öğretinin politeizme, yani çok tanrıcılığa karşı olduğunu, “üç” sayısı ise onun kendisini yalnızca tek bir biçimde ifade eden bir Tanrı anlayışına karşı olduğunu gösterir.

Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı, sevgidir (1. Yuhanna 4:8,16). Üçlübirlik öğretisinden dolayı bunun anlamı Hristiyanlıkta başka dinlere göre farklıdır. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh arasında yer alan sevgi ilişkisi, sevgiyle ilgili ifade edilen bütün diğer düşüncelerin başlangıç noktasıdır (Yuhanna 17:24). Sevgi olabilmesi için her zaman en az iki kişiye ihtiyaç vardır. Sevgi, bir başkası uğruna konuşmak, karar vermek ve hareket etmek anlamına da gelmektedir. Bundan dolayı teklikte ifade edilen Tanrı anlayışında, sevgi ancak Allah’ın kendisinin karşısında duracak birilerini yarattığı için yer alabiliyor. Üçlübirlik monoteizminde ise tekte üçlükte yer alanlar, birbirlerini karşılarında yer alacak birileri yaratılmadan çok önce, sonsuzluktan beri sevmektedirler. Tekte üçlükte yer alan kişiler birbirlerini severler, birbirleriyle konuşurlar ve birbirleri için hareket ederler.

İnsan Allah’ın suretinde yaratıldığı için Kutsal Kitap’ta açıklanan Allah’ın sonsuzluktan gelen sevgi paydaşlığı, insanlar arasında yer alacak birlikteliğin hem ölçeği hem de başlangıç noktası olmaktadır. Allah kendi Üçlübirliğinin içinde konuşan bir Tanrı olduğu için insanlar birbirleriyle konuşuyorlar. Allah kendi içinde birlikte çalışan ve yaşayan bir Tanrı olduğu için insanlar da birbirleri için çalışıp yaşamalıdırlar.

Günah sadece insanlara karşı mı işlenir, yoksa özellikle Allah’a karşı mı?

Kur’an’da günah Allah’a karşı değil, kendine karşı yanlış davranmaktır.

Kutsal Kitap’ta günah ne kadar bir başkasına karşı işlenmişse de, sonuçta her zaman Allah’a karşı işlenmiştir.

Kur’an‘da Adem ve Havva cennet bahçesinde günah işlediler ama sonra bunu ikrar ettikleri için Allah tarafından yine “esirgendiler” (El Bakara 2:37), çünkü onlar sadece “kendilerine karşı yazık ettiler” (A’raf 7:23). İsrail halkının nankörlüğüyle ilgili şu sözler yer almaktadır: “Tih sahrasında üstünüze bulutlardan gölge yaptık ve verdiğimiz güzel nimetlerden yiyesiniz diye kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Bu helâl rızıktan yiyin dedik. Onlar itaat etmemekle bize (Allah) değil kendi nefislerine zulüm ettiler” (El Bakara 2:57). Dolayısıyla ölüm de günahın sonucu değildir (Bakara 2:35-39).

Kutsal Kitap’ta günah sonuçta her zaman Allah’ın ta kendisine karşı işlenmektedir. Kral Davut meşhur tövbe mezmurunda (Mezmur 51) işlediği zina ve cinayeti konusunda şunu anlamaktadır: “Sana(Tanrı) karşı, yalnız sana karşı günah işledim, senin gözünde kötü olanı yaptım”(Mezmur 51:4; krş. 1. Krallar 8:50). Eski Antlaşma’da (Tevrat ve Zebur) Allah ile İsrail halkı arasındaki ilişki birçok kere evlilik ilişkisiyle kıyaslanmakta ve İsrail halkının putperestliği zina olarak nitelendirilmektedir. Yüce Tanrı insanların günahlarından dolayı hem öfkelenmekte hem de keder duymaktadır: “Ama başkaldırıp O’nun Kutsal Ruhu’nu incittiler”(Yeşaya 63:10; krş. Efesliler 4:30). İsa Mesih de duyduğu kutsal öfkesinin yanı sıra, aynı anda keder de duymuştu (Markos 3:5; Yuhanna 11:33).

Günah sadece bir eylem mi, yoksa Tanrı’yla olan ilişkiyi temelinden kopartan kalıtsal bir durum mu?

Kur’an’da günah, işlenen ve bırakılmasıyla üstesinden gelinen tek bir eylem olarak görülür. Kalıtsal (özgün) günah kavramı yoktur ve Kur’an’da tek Allah’ın yardımıyla günaha üstünlük kazanılabilir.

Kutsal Kitapgünahı sadece bir tek eylem olarak görmemektedir. Daha ziyade günahı bütünlüğünde Allah ile insan arasında yapılan antlaşmanın bozulması ve insanın kendini sadece Allah’ın yardımıyla kurtarabileceği, Allah’a karşı yapılan bir sadakatsizlik olarak görmektedir.

Kur’an‘da Adem’in işlediği “kusur” bütün insanlığı etkileyecek bir sonuca neden olmadı (El Bakara 2:36). Bundan dolayı köklü (günaha) “düşüş”, “kalıtsal” veya “özgün günah” gibi kavramlar Kur’an’a ve İslamiyete yabancıdır, nitekim “hiç kimse diğerinin günahını yüklenemez” (Es-Zümer 39:7). Dolayısıyla insanın “özgün günahtan” kurtarılmaya ihtiyacı da yoktur. Bir insan Allah’ın emirlerini unutur, onlardan sapar veya “hakikaten insanların düşmanı olan şeytanın”(Fatır 35:6) “fısıltılarına” uyarsa, gerçi birer günah işlemiş olur ama bunlardan dolayı tamamen kaybolmuş, düşmüş veya ayrı kalmış değildir. O kişi yine Allah’ın buyruklarını anımsar ve Allah’a sığınacak olursa, iyi olanı tekrardan yapabilecek güçtedir. Allah öylesi bir durumda insana rahmet göstererek merhamet eder.

Abdulcevat Falaturi şunları yazıyor: “Kur’an’a göre insan, doğasında Allah’a yönelik yaratılmıştır. Onun günaha meyli yoktur. Adem’in günahı ondan duyduğu pişmanlığından dolayı bağışlanmıştır. Bu örnek herkes için geçerlidir. Kurtuluş eyleminin yerine İslamiyette rahmet ve merhamet geçer.”56Kötülük insanda veya onun özünde bulunmaz, o sadece dışarıdan insana getirilen bir denenmedir. “Böylece Kur’an’daki insan tablosu ne kadar ilk bakışta özellikle karakter zayıflıklarından oluşmuş olarak görünse de, aslında son derece iyimser ve olumludur. Çünkü insanın zayıflıkları, sonunda imansızlığının bir sonucu olarak yorumlanmaktadır.”57Bu anlayışın üstünlük veya öz eleştirisi konularında ne tür sonuçlara neden olduğu konusuna daha önce değinilmişti.

Kutsal Kitapgünahı öncelikle tek bir eylem olarak görmemekte, onu bütünlüğünde Yüce Tanrı ile insan arasında yapılan antlaşmanın bozulması ve insanın Allah’a karşı sadakatsizliği olarak görmektedir (örneğin, Romalılar 1:17-32). Günah, yapılan bir tek hareketten çok, özgün veya kalıtsal günah olarak anlaşılmalıdır. Dolayısıyla günahtan kurtuluş, işlenen bir günahtan ziyade, insanın günahkâr doğasından ve Allah’a düşmanlığından özgür kılınma olarak anlaşılmaktadır.

Yalnız Hristiyanlıkta öğretilen özgün veya kalıtsal günah58öğretisi, bireyin günah işlemesinin dışında, günah işlemeden önce bile günahtan etkilenmiş olduğunu belirtmektedir. Allah’tan ayrı olma durumu, kalıtımsal yönden Adem ile Havva’nın ilk günaha düşüşlerinden (Yaratılış 3) bütün insanlara geçmiştir ve herkesi Yeni Adem olan İsa Mesih’te sağlanan kurtuluşa muhtaç kılmaktadır (Romalılar 5). İnsan işlemiş olduğu somut ve bireysel günahlarla özgün günahtan etkilenmiş olduğunu her defasında ispatlamakta ama ondan kurtulamamaktadır.

Kötülük insanın kendi içinde bulunmaktadır. “Çünkü kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir”(Markos 9:21-23). Temelde insan için günah işlememek gibi bir seçenek söz konusu değildir, çünkü o “günaha satılmıştır” (Romalılar 7:14-15). Pavlus, “istediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum”(Romalılar 7:19) diye çok acıklı bir durumu keşfettiğini ifade etmektedir.

İnsan, kendi kendini düzeltemediğini ve İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümünün kendi bireysel günahının bağışlanması için gerçekleştiğini kabul edene kadar, günahın laneti altında kalıp kötülük yapmaya devam edecektir. Ancak bu kabulden sonra Kutsal Ruh o insanda konut kuracak ve günahkâr insan, Allah’ın gücüyle günaha karşı direnebilecektir. Buna rağmen günah işlerse -ve bu ne yazık ki bir Hristiyanın hayatında hep olup biten bir şeydir- ama günahını ikrar ederek bağışlanmayı duayla dilerse, bağışlanacak ve Yaratıcısı’yla yeniden yakın bir birliktelikte bulunabilecektir (1. Yuhanna 1:9).

Dine geçiş şahadetle mi, yoksa Tanrı’nın sunduğu kurtuluşu bireysel olarak kabul ederek mi olur?

Farklı günah anlayışından dolayı, hem İslamiyette hem de Hristiyanlıkta inanca geçiş (ihtida) konusunda farklı görüşler yer almaktadır.

Kur’anve İslamiyete göre nasıl Müslüman olunur? Allah’ın iradesine teslim olmakla bu dine geçiş yapılır. Bu da “kelime-i şahadet”i Arapça olarak söylemekle gerçekleşir.

Kutsal Kitap’a göre İsa Mesih’in ismini zikretmek, günahların bağışlanması için Allah’a derin bir güvenle dua etmek ve Allah’ın sağladığı antlaşmaya ve Allah’ın çocuklarının topluluğuna kabul edilmesine izin vermekle Hristiyan olunur.

Kur’an‘ın görüşü daha önce “iman” ve şahadet konularında tarif edilmiştir (bkz. s. 41).

Kutsal Kitap’ın “iman” konusundaki görüşü aynı sayfalarda dile getirilmiştir. Bunun yanı sıra, imanla Mesih inancına bağlanmak, vaftiz eylemi ve Rab’bin Sofrası’na katılmakla dışa yönelik gösterilmektedir. Bunlar gerçekleşirken bir iman ikrarı da yapılabilir. Ama gerçekleşen bu sakramentler konusunda esas önemli olan, Mesih’in uğrumuza acı çekmesi, yerimize ölmesi, dirilmesi ve O’na güvendiğimiz takdirde bizleri kendisi ile kilise topluluğu arasında yaptığı antlaşmaya dahil etmesidir.

Kutsal Kitap’ın ana konusu teslimiyet mi, yoksa kurtuluş mu?

Farklı günah anlayışından dolayı, hem İslamiyette hem de Hristiyanlıkta vahyin ana amacı konusunda farklı görüşler yer almaktadır.

Kur’an’ın ana konusu ve gönderilmesinin asıl sebebi, insanın kendini yargılanıp mahvolmaktan koruyabilecek tek eylem olan Allah’a teslimiyeti yerine getirmesidir. Zaten ‘teslimiyet’ İslam teriminin bir anlamıdır.

Kutsal Kitap’ın ana konusu ve vahiy olarak verilmiş olmanın nedeni, Tanrı’nın insanı Mesih’te barıştırarak onu son yargıdan korumaktır. ‘Hristiyanlık’ terimi, ‘Mesihçilik’ anlamına gelen Grekçe ‘christianos’ sözcüğünden kaynaklanır.

Kur’an özellikle imansızları son yargıya karşı uyarıp Allah’a ve iradesine teslim olunmanın çağrısına hizmet ediyor. Bu özellikle Mekke’de İslamiyetin ilk dönemlerinde toplanan surelerde arasında belirginlik kazanmaktadır. Bu çağrıyı yapmak, Musa ve İsa da dâhil olmak üzere, tarih boyunca bütün peygamberlerin göreviydi. İnsanın yanlış yolunu terk ederek sadece tek bir Allah’ın var olduğunu, Muhammed’in de onun peygamberi olarak görev yapmış olmasını ikrar etmesi ve Allah’ın iradesine göre yaşaması gerekir; o zaman kendisi cehennemde kalmaktan korunacaktır.

Kutsal Kitap’ın en merkezi konusu insanın kurtuluşudur. Elçi Palvus genç Timoteos’u çocukluğundan beri bildiği “Kutsal Yazılar”a bağlı kalması için teşvik ediyor; çünkü onlar “Mesih İsa’ya iman aracılığıyla seni bilge kılıp kurtuluşa kavuşturacak güçtedir” (2. Timoteos 3:14-15). Bu sözlerin hemen bütün Kutsal Kitap’ın esinlenmiş olduğunu açıkça belirten sözlerden önce yer alması da tesadüf değildir: “Kutsal Yazılar’ın tümü Tanrı esinlemesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır” (2. Timoteos 3:16). Elçi Pavlus’a göre, Kutsal Kitap’ın anlamı sadece İsa Mesih’te bulunan kurtuluşa bağlı olarak anlaşılmaktadır. Bizleri kurtaracak olan Kutsal Kitap değildir, sadece İsa Mesih ve bizlerin O’na olan güveni ve imanıdır. Buna göre Kutsal Kitap bizleri, Mesih İsa’da olan kurtuluşa kavuşmamız için bilge kılar. Allah bizlere yazılı bir şekilde onu vermemiş olsaydı, İsa Mesih ve sağladığı kurtuluşu hakkında ne bilebilirdik ki? Ama İsa Mesih gerçek anlamda insan olup bizleri gerçekten kurtarmasaydı, yazılı bu kaynağın faydası ne olurdu?

Affolmak itaatin sonucu mudur, yoksa Allah’ın bağışlayıcı eylemi midir?

Kur’an’da, pişmanlık duyan günahkâra, tövbe edip günahı bırakırsa merhametten dolayı af sağlanır. Af olunmak için ne özel bir öğretiye ne de ritüele ihtiyaç vardır.

Kutsal Kitap’ta Allah etkin olmadan insan affa ve bağışlanmaya kavuşamaz. İnsan, Allah’ın İsa Mesih’te insanların günahını insanların yerine çarmıhta taşımış olmasından ötürü bağışlanma ve yeni bir yaşam bulabilir. Teolojinin büyük bir kısmı bağışlanma ve af konusuyla ilgilidir. Hristiyan ritüellerinin çoğunluğu da bu konuyu yansıtır.

Kur’an’da, günah işledikten sonra yine Allah’a dönen, yaptığından dolayı pişmanlık duyan ve bu günahı bir daha yapmamak için kararlı olan kişi (Ali İmran 3:135-136) Allah’ın affına kavuşabilir, çünkü “şüphesiz Allah bağışlayan ve merhametli olandır” (El Hadîd 57:28). Öte yandan Kur’an, Allah’a dönmeyen kişinin karşılaşacağı cezaya karşı uyarı verip ikaz eder. Ama ne Kur’an’da ne de hadislerde günahlı insanın aldığı bağışlamanın karşısında Allah’a teşekkür duaları bulunmaktadır, çünkü imanlı kişi bağışlanmış olmayı beklese de, kendisinin bu bağışa kavuşturulduğunu ifade etmesi veya bu durumu gerçekleşmiş kabul etmesi, Allah’ın ulviyetini sınırlandırmak olurdu.

Kutsal Kitap’ın Eski Antlaşma bölümünde (Tevrat ve Zebur) kurban yoluyla gerçekleşen bağışlama ve barışma, imanın ve ayinlerin merkezinde durur. Kutsal Kitap’ın Yeni Antlaşma bölümünde (İncil) bağışlamanın sadece İsa Mesih’in çarmıhta kendi bedeninde sunduğu kurbanla mümkün olduğu açıklanır. Bu kurban aracılığıyla günahlı insan Allah’ın karşısında gerekli olan doğrulukla donatılacaktır (Romalılar 1:17). Kilisede yapılan en önemli dini törenlerden vaftiz ve Rab’bin Sofrası da, İsa Mesih aracılığıyla bağışlanan günah konusuyla ilgilidir.

İsa Mesih’in ölümünün insanların günahları yerine sunulan bir kurban olduğu gerçeği, Hristiyanların başından beri anlayıp kabul ettikleri bir olgudur. Günahı bilmeyen ve suçsuz olan İsa Mesih, günahkârlara olan sevgisinden dolayı Allah’ın ta kendisi tarafından, günahkarların çekmesi gereken cezayı çekerek günahları bağışlatmak için ölüme teslim edildi. Mesih’in ölümü insanın günahtan ve günahın cezasından kurtuluşunun bedelidir (Romalılar 3:24; Galatyalılar 3:13; Efesliler 1:7; 1. Petrus 1:18-19). İncil’de, Mesih’in ölümü aracılığıyla Allah’ın imanlı insanla barışmasını anlatmak amacıyla köle pazarı, adalet sistemi, askerlik kurumu, tapınak hizmeti ve gündelik ilişkiler gibi çeşitli benzetmeler kullanılır. Kurtuluş, insanın günahtan özgür kılınmasıyla ve değişen bir yaşamla birlikte edinilmiş yeni ruhsal özgürlükle kendini belli eder.

Teslimiyet mi, barışmak mı?

Kur’an’da Allah’la olabilecek en iyi ilişki, yaratılanın Yaratan’a teslim olmasıyla gerçekleşir.

Kutsal Kitap’ta Tanrı’yla en iyi ilişki, bağışlanmak ve Tanrı’yla barışmakla gerçekleşir.

Kur’an’a göre günah, Allah’a karşı değil günah işleyenin kendisine karşı yapılmış bir eylemdir. Kur’an aynı zamanda insanın Allah’la hiçbir zaman aynı seviyede olamayacağını ve bu yüzden insana Allah’a sadece teslim olmasının buyrulduğunu öğretir. Böylece Allah’la bir barışma zorunluluğunun ve olasılığının söz konusu olmadığı sonucu çıkmaktadır.

Kutsal Kitap’ta insanın Tanrı’yla barışması en önemli, temel noktaya sahiptir. İnsanın Allah’la ilişkisi düşmancadır (Romalılar 5:10; Yakup 4:4). Ama insanın bütün düşmanlığına karşı Allah insanla barış sağlama isteğindedir (Romalılar 3:20; 5:10; 2. Korintliler 5:15-21). Eski Antlaşma’da günahın nasıl kefaret yoluyla bağışlanabildiği anlatılmaktadır (Levililer 4:5). Bunu hatırlatmak üzere, yılda bir defa Günahları Bağışlatma Günü kutlanırdı (Levililer 16). İncil’de ise artık yalnız tek bağışlama kurbanından söz edilir, o da önceki geçici tüm kurbanlardan üstün olan, bütün suçlar için bir kereliğine kendini kurban olarak sunarak bağışlanma sağlayan Mesih İsa’nın kurbanıdır (İbraniler 9:12, 28).

Allah barışması gereken taraf değildir, bizler bağışlanıp barışma ihtiyacında olan tarafız; çünkü Allah barışmak istemeyen bir insan gibi öfke duymaz. Bizler Tanrı’yla barışı bozan tarafız, barışı Allah bozmadı. Bizler Allah’a düşman olduk, O bize düşman olmadı. Bizler “düşüncelerimizde Tanrı’ya düşmanca” bir tavır takındık (Koloseliler 1:21). Bundan dolayı Mesih “kendi bedeninde düşmanlığı yıktı” (Efesliler 2:15) ve “esenliği sağlamak, düşmanlığı çarmıhta öldürmek” (Efesliler 2:16) üzere aramıza geldi. Barışa ihtiyacı olan taraf Rab Tanrı değil insan olduğundan dolayı Pavlus, “biz Tanrı’nın düşmanlarıyken Oğlu’nun ölümü sayesinde O’nunla barıştık” diye yazmıştır (Romalılar 5:10). Ancak bizler Rab Tanrı’yla barışamayız, yalnız O’nun barışmasını kabul edebiliriz (Romalılar 5:11). “Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştıran Tanrı”(2. Korintliler 5:18) “dünyayı Mesih’te kendisiyle barıştırdı”(2. Korintliler 5:19), tersi değil. Bu yüzdendir ki İncil’in asıl çağrısı “Tanrı’yla barışın!”dır (2. Korintliler 5:20). Bu çağrıyı yürekten dinleyen kişi de “Rabbimiz İsa Mesih sayesinde Tanrı’yla barışmış oluyor”(Romalılar 5:1).

Bu barışma çağrısından dolayı, Hristiyanlara yönelik başka insanlarla barışma uyarısı da önem kazanıyor (1. Korintliler 7:11; Romalılar 12:18; 14:19; Efesliler 4:3; 1. Selanikliler 5:13; İbraniler 12:14; 1. Petrus 3:11). Bundan dolayı Hristiyanlığın etkisinde kalan kültürler toplumun her alanında (ebeveynler, çocuklar, uluslar arası ilişkiler) barışma ve bağışlama anlayışından etkilenmişlerdir; bugün bu her ne kadar sadece seküler alanlarda daha yoğun görülüyor olsa da.