7.      Yaratılışın İyi Meyveleri

Evrimin zehirli meyvelerine karşılık Kutsal Kitap'a dayanan yaratılış düşüncesi iyi ve yaşam veren meyveler üretmektedir. Yaratılış öyküsünü bize sunan Yaratılış kitabı, gerçek bilime, gerçek tarihe, gerçek eğitime ve gerçek yönetime temel teşkil etmektedir.

İnsan yönetimlerini düşünün. Tanrı'nın öngördüğü evlilik kurumuyla Kutsal Kitap'taki Adem-Havva öyküsü (Yaratılış 2:18-25), insanlığın tüm kurumlarının en önemlisi olan ailenin temelidir. Anne-babaların çocukların eğitimindeki sorumluluğu, özellikle onları Tanrı Sözü'ndeki gerçeklere ve buyruklara göre yetiştirme sorumluluğu, ilk kez İbrahim Peygamber'in öyküsünde açıklanıyor (Yaratılış 18:17-19). Uygar yönetimlerin temel koşulu - örgütlenmiş toplumun cinayete karşılık ölüm cezası uygulaması - Tufan'dan sonraki yeni başlangıçta Tanrı tarafından oluşturulmuştur (Yaratılış 9:1-6).

Gerçek bilim, Tanrı Sözü'ndeki gerçek ve özellikle yaratılış gerçeği etrafında geliştirilmelidir. İnsan, Tanrı'nın düşüncelerini kendine rehber edinmelidir; bilimin büyük önderleri, örneğin Kepler, Newton ve Maxwell gibileri buna tanıklık etmektedir. Gerçek tarih, Yaratılış kitabıyla başlayan Kutsal Kitap'ın tarihsel kitaplarındaki gerçekler üzerine kurulmalıdır.

Kutsal Kitap'ta açıklanan yaratılış gerçeği, insanlığa büyük fayda sağlamıştır. Sözü edilebilecek birçok örnekten sadece iki tanesini hatırlayalım.

Yaratılış 1:1-2:3 ayetleri arasında açıklanan yaratılış öyküsünde Tanrı'nın dünyayı altı günde yarattığını, yedinci günde dinlendiğini okuyoruz. Bunun önemi On Emir'in dördüncüsünde açıklanıyor: "Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın ... çünkü ben RAB, yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat gününü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim" (Mısır'dan Çıkış 20:9,11). İnsanın doğası öyle yaratılmıştır ki, sağlıklı ve verimli olabilmesi için bu kurala uyması gerekir.

Bununla birlikte tüm dünyada uygulanan altı gün çalışıp bir gün dinlenme kuralının astronomik bir değeri yoktur. İnsanoğlunun gün diye adlandırdığı 24 saatlik zaman dilimi dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşüyle ilgili bir değerdir. (Zaman olarak) Ay da ayın dünya çevresindeki dönüşüyle ilgilidir. Dünya güneşin çevresini bir yılda dolanmaktadır. Ama haftanın astronomiyle böyle bir ilgisi yok. Peki, hafta kavramının kökeni nedir? Yaratılış haftasının ta kendisidir!

Yaratılış haftasını kabul etmeyenlerin bile günlük yaşamlarında bunu uyguladıklarını görüyoruz. Bertel Falk'ın ağzından çıkan şu sözler, Tanrı'ya inanmayan birçok bilim insanının da haftanın çalışma ve tatil günleri biçiminde bölünmesinin önemini kabul ettiklerini gösteriyor:

"Yedi günden oluşan hafta, eski çağlardan günümüze kadar devam eden bir kurumdur. Ve önemli bir kurumdur da... Bedensel ihtiyacı yerine getiren bu ruhsal anlayışın kaynağı olan eski çağ bilgesine teşekkür borçluyuz."18

Haftayı değiştirme girişimleri bugüne dek hep başarısız kaldı. Hem 1789 Fransız Devrimi'nin önderleri hem de 1917 Rus ihtilalcileri, yedi günlük haftanın dinsel etkilerinden kurtulmak umuduyla çalışma haftasını uzatmak istediler. Ne var ki, insan doğasıyla psikolojisinin bu değişime ayak uyduramaması nedeniyle birkaç yıllık uygulamadan sonra her iki ülke de denemeden vazgeçti. Böylece istemeyerek hem On Emir'in dördüncüsünün hem de Kutsal Kitap'taki yaratılış öyküsünün doğruluğunu onaylamış oldular.

Kutsal Kitap'ın yaratılış öyküsünün ikinci yararlı sonucu, Tanrı'nın insana doğaya egemen olması için verdiği buyruktan kaynaklanıyor (Yaratılış 1:26-28). İnsan toprağın ya da hayvanın evrim geçirmesi sonucu oluşmadı. Tersine, onlara egemen kılındı. Tufan'dan sonra da ona hayvan eti yeme yetkisi verildi (Yaratılış 9:3-4). (Tanrı bu yetkiyi insana belki de hayvandan farklı olduğunu, hayvanla bir ilintisi olmadığını anlatmak için verdi. Eğer hayvan olsaydı, et yemek yamyamlık olurdu). İnsana dünyayı yönetmek ve egemen olmak için buyruk verildiğinden, dünyanın tüm düzenini inceleme, kendi yararı ve Tanrı'nın yüceliği için düzenleme yetkisine sahiptir. Bu amaca ulaşmak için dünyanın kaynaklarını - metalleri, şifalı otları, keresteciliği, meyveciliği, su yollarını, enerji kaynaklarını, konut yapımını ve yapım malzemelerini - geliştirmeye hakkı vardır; beslenmek, giyinmek, ulaşımı sağlamak ve hatta tıbbi araştırmalar yapmak için hayvanlardan yararlanmaya da hakkı vardır.

Elbette ki, bu, insanın dünyayı aklına estiği gibi tahrip edebileceği anlamına gelmez. Dünya Tanrı'ya aittir, sayısız canlıların hepsi, O'nun yaratıklarıdır; Eyüp kitabında (Eyüp 38:39 - 39:30) belirttiği gibi, her biriyle yakından ilgilenir. Mezmurlar’ın o harika 104'üncü bölümü de aynı konuya ayrılmıştır. Her ne kadar insanın tüm yaratılışa egemen olma hakkı varsa da, aynı zamanda doğayı koruma görevi de onundur, çünkü her şeyin sahibi Yaratan'dır.

Evrimcilerinse ne yaratılışa egemen olmasının ne de onu korumasının bir doğrulaması vardır. Bu nedenle tarihsel olarak iki aşırı uçtan birine kaymış bulunuyor. Bir yandan evrimci düşünce, endüstrinin dünya kaynaklarını bu kadar hoyratça kullanmasının öncülüğünü yapmıştır; öte yandan birçok evrimci insan hayvan akrabalığı felsefesi içine öylesine gömülmüşlerdir ki, hayvanların herhangi bir şekilde kullanılmasını kötü bir sömürü hareketi olarak kınamaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan tıbbi araştırmalara, et yemeye ve kürk giymeye karşı gelişen çağdaş muhalefetin de kökünde bunlar var. Bu iki aşırı ucun arasındaki dengeyi, kaynağını Kutsal Kitap'tan alan insan-dünya görüşü sağlayabilir.