5

Huzur hakkı

Rahat

Şu kavga bir bitse dersin,
Acıkmasam dersin,
Yorulmasam dersin,
Çişim gelmese dersin,
Uykum gelmese dersin;
Ölsem desene![1] 

Meşhur Türk şair Orhan Veli Kanık bu mizahî şiiriyle rahat kavramını ele alıp insanların sözde rahat olabilmeleri için koydukları şartlarla alay ediyor.  Anlaşılan, insanlar gerçekten rahat olmak ister; her ne pahasına olursa olsun rahatlık her zaman ön planda tutulan bir şeydir.  Herhangi bir durumda rahat olabilmemiz için bir sürü şart, tercih veya isteğimizi sıralayabiliriz.  Ama kendimize karşı dürüst olabilirsek bu durumların genelde pek önemli olmadığını itiraf ederiz.  Tabii ki o anda bize öyle gelebilir, yalnız söz konusu rahatlık çok geçici bir haldir.

Bununla beraber, Mesih İsa, kendisine sığınan insanlara bambaşka bir rahatlık vaat eder:

Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar!  Bana gelin, ben rahat veririm. Boyunduruğumu yüklenin, benden öğrenin. Çünkü ben yumuşak huylu, alçakgönüllüyüm. Böylece canlarınız rahata kavuşur.  Boyunduruğumu taşımak kolay, yüküm hafiftir. (Mat. 11:28-30; vurgu eklenmiştir)

Güzel ama bunun anlamı nedir?  Mesih imanlılarına verilen rahat (huzur) nedir, nelerden ibarettir?  Kısacası, dinden kurtulmaktır.[2]   Bu bağlamda din, insanların kendi çabalarıyla, “iyi” saydıkları işlerle Tanrı’yı hoşnut etmeye çalışması demektir.[3]    Ama din boş bir uğraş, ağır bir yüktür, insana asla rahat vermez.  Ancak insanı yıpratıp çökertir, eninde sonunda umutsuz bir vaziyete sürükler.

Ayrıca İbraniler 4’te de huzur konusu işleniyor.  Orada huzur için kullanılan Grekçe sözcükleri (katapausis/katapauō), Matta 11:28-30’da kullanılan anapausis/anapauō sözcükleriyle ilişkilidir.  Anlaşılan, hem İsa hem de İbraniler kitapçığının yazarı bu kavramın çok önemli olduğu kanısındadırlar.  Her iki kısmın bağlamlarındaki atmosfer gösteriyor ki, insanlar için bu huzur Tanrı’nın istediği huzurdur.

Ayrıca İbraniler 4:9’da sabbatismos sözcüğü de kullanılıyor; orada bahsedilen huzur haftada bir tutulan bir kural değil, Rab Tanrı ile olan ayrışmaz ilişkiden kaynaklanan daimi bir dinlenmedir.  Yazar Sally Breedlove bu huzur kavramını şöyle açıklıyor:

Tanrı'nın Kendisi Huzuruna girmemiz ve yaşamlarımızı özgür ve dingin bir kalple yaşamamız için bize çağrıda bulunuyor.  İbraniler4'üncü bölüm bizleri Şabat'ı gözetmeye değil, Şabat’ın yaşandığı yaşama girmek üzere her türlü çabada bulunmamız konusunda zorluyor. İşte bizim zorluğumuz: Tanrı'nın bizim için, O'nun bizzat kendisinin sürdürdüğü yaşamdan akarak gelen bir hediyesi vardır.  Bu hediye huzurdur.  Bu huzur bizi bir şeyler yapmanın sonsuz döngüsünden kurtaran ve mola vermemizi sağlayan bir huzurdur.  Bu huzur bizi iyi ve güzel olan her şeyi kutlamaya katılmaya davet eden bir huzurdur. Bu huzur (kendi bakış açımızdan), her şeyin icabına bakılmamış olsa bile her şeyin gerçekten düzgün olacağı konusunda bizi temin eden bir huzurdur.  Bu huzur yalnızlığımızı hafifleten ve Tanrı'da gerçek bir yuva bulmamızı sağlayan bir huzurdur… Ancak burada bir sorunumuz, özlem duyduğumuz huzurdan bizi alıkoyan büyük bir engelimiz vardır.  Yalnızca kalplerimizi rahatsız eden bütün konuları çözdüğümüzde huzur bulduğumuzu varsayarız… Ancak Tanrı kendi yaratıcı ve değişik yönleri olan yolları içerisinde, kalplerimizi kargaşa içerisinde tutan nesnelerin, Yaradılış'ta kaybettiğimiz bahçeye gireceğimiz, kapılar haline gelmesini amaçlamaktadır. Kalbin ferahlığı, hem yalnızlığı hem de samimiyeti sarmalayan dinginlik derinliği ve keskin bir hoşnutluk bu kapıların diğer tarafında bizleri beklemektedir.[4] (vurgu eklenmiştir)

Tekrar edilsin: O'nun bizzat kendisinin sürdürdüğü yaşamdan akarak gelen bir hediyesi vardır. Bu hediye huzurdur. İşte Müjde budur, yani, Tanrı’nın Kendisi ve Ondan gelen huzur dolu yaşamdır. Ama bu konuda yanlış sonuca varmayalım.  Bu huzur, bu dinlenme, bir durgunluk veya tembellik demek değildir, sonzuz konfor ya da tatil değildir.  J. Patrick şu yararlı perspektifle konumuzu aydınlatıyor:

Herkesin Tanrı'da kendini memnun eden ve kendi gelişimi için ideal ortamı bulmasından dolayı, Mesih'in huzuru işten “dinlenme” değil işte “dinlenme”dir, “eylemsizlik dinlenmesi değil - iradenin, kalbin, hayal gücünün, vicdanın - bütün melekelerinin ve şefkatlerin uyumlu bir şekilde çalışmasıyla oluşan dinlenmedir.”[5] (vurgu eklenmiştir)

 

Huzurumuzu Kaçırmaya Çalışan…

Bu gerçek, nihai huzur konusunda, insanların yolunu engellemeye çalışan bir düşmanla ilgilidir, ve bu düşman Kutsal Kitap’ta Şeytan, İblis ve yılan/ejderha olarak da adlandırılır.[6]   Bu düşmanın asıl amacı, yalnızca Tanrı’ya ait olan yüceliği çalmaktır.  Bu stratejisinin içerisinde birçok taktiği vardır.  Felsefe ve ilahiyat profesörü Winfried Corduan düşmanın faaliyetini şöyle özetliyor:  “Hatırlamalıyız ki Şeytan, insanları gerçekten uzaklaştırmak için her avantajı kullanır.”[7] Corduan’ın demek istediği, düşmanımız kendi amacını gütmek için her yönteme başvurur.

Güçlü ve kurnaz olan bu düşman ve kendisiyle birlikte düşmüş diğer melekler (yani cinler) ile, insanlara karşı sürekli saldırılar düzenlemektedir.  Onun isteği insanların dine bağlı kalmalarıdır.  Yani, yukarıda sözü edilen huzura kavuşmalarını istemez.  Tabii ki Tanrı’nın İsrailoğullarına verdiği Kutsal Yasa kurallardan ibarettir, ama onun görevi sadece geçiciydi:

Bu iman gelmeden önce Yasa altında hapsedilmiştik, gelecek iman açıklanıncaya dek Yasa'nın tutuklusuyduk.  Yani imanla aklanalım diye Mesih'in gelişine dek Yasa eğitmenimiz oldu. Ama iman gelmiş olduğundan, artık Yasa'nın denetiminde değiliz... Ama zaman dolunca Tanrı, Yasa altında olanları özgürlüğe kavuşturmak için kadından doğan, Yasa altında doğan öz Oğlu'nu gönderdi. Öyle ki, bizler oğulluk hakkını alalım. (Gal. 3:23-25; 4:4)

Kutsal Yasa geçici olarak lazımdı ve iyiydi, yalnız insana yaşam sağlayamazdı, rahat veremezdi, huzura kavuşturamazdı.  Ama Mesih bizi hem özgürlüğe kavuşturma, hem de bize oğulluk hakkını verme gücüne sahiptir.[8]   Dolayısıyla kimliğimizi unutmayalım!  Paul D. Tripp, bu eğilimimizi “kimlik amnezisi” diye adlandırıyor.  Bu, Şeytan’ın Mesih imanlılarına yönelik uyguladığı en vahim taktiktir.  O, gerçek kimliğimizin yerine başka (sahte) bir kimliği koymaya çalışıyor. Sahte kimlikleri kabul etmeyelim!

Üstelik, Petrus imanlılara şöyle sesleniyor;  “Ayık ve uyanık olun. Düşmanınız İblis kükreyen aslan gibi yutacak birini arayarak dolaşıyor... İblis’e karşı direnin.” (1Pe. 5:8,9; vurgu eklenmiştir).  Bu ayeti yorumlarken Hristiyan tanrıbilimci Wayne Grudem, Petrus’un Şeytan hakkındaki anlayışını şöyle açıklıyor:  “Burada Petrus, Şeytan’ı Hristiyanlara saldırabilecek (ve muhtemelen zarar verebilecek) kabiliyet ve eğilime sahip olan, kurnaz ve kötü kişisel bir varlık olarak görüyor.”[9]    Böylece Şeytan’ın amacı “Tanrı’nın Sözü’nü itibardan düşürmek ve Tanrı’nın işlerini yıkmaktır.”[10]   Bize, yani Tanrı’nın çocuklarına saldırarak Tanrı’nın sevgisinin, merhametinin ve lütfunun yetersiz olduğunu göstermeye çalışıyor. 

Ayrıca Şeytan’ın özellikle imanlılara yönelik başka saldırıları da vardır.  Bu konuda Eyüp kitapçığında (özl. 1. ve 2. bölümünde) çarpıcı bir anlatı yer alıyor.  Şeytan Eyüp’ü sınayarak, hayatında değerli olan her şeyi yok ederek, Eyüp’ün Tanrı’nın yüzüne karşı sövmesini ister.  Bu kısımda Şeytan’ın amacı, Eyüp’ün kafasında Tanrı’nın karakteri hakkında şüphe uyandırmaktır.  Tanrı gerçekten adil, iyi ve güvenilir mi? O, her durum üzerinde gerçekten egemen mi?

Eyüp’ün verdiği karşılıklar bizim için örnek ve ibret vericidir.  İlk sınavından sonra, Eyüp şöyle der; "Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB'bin adına övgüler olsun!" İkinci sınavından sonra ise “Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?" demiştir.[11]   Her iki sınavdan sonra günah işlemedi ve Tanrı’yı suçlamadı.[12]  Demek ki Eyüp, Şeytan’ın tuzağına düşmedi.  Yine de Şeytan bu taktiğini bırakmadı, bırakmıyor, çünkü birçok durumda imanlılar uyandırılan şüpheye kapılıp onun tutsağı olurlar. 

Tanrı’nın iyiliğine karşı şüphe uyandırmasının yanı sıra Şeytan, birçok durumda Tanrı’nın iyiliğini de taklit etmeye çalışır:

Bu tür adamlar sahte elçiler, düzenbaz işçiler, kendilerine Mesih'in elçisi süsü verenlerdir.   Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık meleği süsü verir.   Ona hizmet edenlerin de kendilerine doğruluğun hizmetkârları süsü vermesi şaşırtıcı değildir. Onların sonu yaptıklarına göre olacaktır. (2Ko. 11:13-15)

Demek sahtekârlık Şeytan’ın uzmanlık alanıdır.  İnsanlara hep cezbedici fırsatlar sunar, ama bize cazip gelen bu fırsatlar sadece ve sadece geçici zevk verir ve bizi yıkıma doğru sürükler.  Ayrıca Tanrı çocuklarına kötü düşünceler de gönderir, ve aptalca bir şekilde bunları kendi düşüncelerimiz olarak kabul ederiz.  Böylece Şeytan, bizim kutsal ve Tanrı’ya ait olmadığımızı, henüz onun elinde olduğumuzu göstermeye çalışır.  Mesih’teki huzurumuzu kaçıran bu saldırılar gerçekten “ateşli oklar” gibi gelir.[13]    

Şeytan, kesinlikle Tanrı’nın çocuklarını sevmez, ne olursa olsun onları yok etmek ya da en azından aldatmak ister:

Siz babanız İblis'tensiniz ve babanızın arzularını yerine getirmek istiyorsunuz. O başlangıçtan beri katildi. Gerçeğe bağlı kalmadı. Çünkü onda gerçek yoktur. Yalan söylemesi doğaldır. Çünkü o yalancıdır ve yalanın babasıdır. (Yu. 8:44)[14]  

Tanrı, evrenin egemeni olarak Şeytan’nın dünyada calışmasına izin verdi.  Herhangi bir strateji kurarsa ve o stratejiye göre hareket ederse bu ancak ve ancak Tanrı’nın izniyle mümkündür.  Şeytan’ın şu etiketi ve etkisine bakın: Tanrı'nın görünümü olan Mesih'in yüceliğiyle ilgili Müjde'nin ışığı imansızların üzerine doğmasın diye, bu çağın ilahı onların zihinlerini kör etmiştir. (2Ko. 4:4; vurgu eklenmiştir). 

Deliceler benzetmesi de Şeytan’ın çalışma tarzını ve kendisinin sonunu aydınlatıyor:

Bundan sonra İsa halktan ayrılıp eve gitti. Öğrencileri yanına gelip, “Tarladaki delicelerle ilgili benzetmeyi bize açıkla” dediler.   İsa, “İyi tohumu eken, İnsanoğlu'dur” diye karşılık verdi.  “Tarla ise dünyadır. İyi tohum, göksel egemenliğin oğulları, deliceler de kötü olanın oğullarıdır.  Deliceleri eken düşman, İblis'tir. Biçim vakti, çağın sonu; orakçılar ise meleklerdir.  Deliceler nasıl toplanıp yakılırsa, çağın sonunda da böyle olacaktır. İnsanoğlu meleklerini gönderecek, onlar da insanları günaha düşüren her şeyi, kötülük yapan herkesi O'nun egemenliğinden toplayıp kızgın fırına atacaklar. Orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır. Doğru kişiler o zaman Babaları'nın egemenliğinde güneş gibi parlayacaklar. Kulağı olan işitsin!”  (Mat.13:36-43)

Evet, Şeytan’ın stratejisi korkunçtur (sonu da![15] ), ve kendisi yeteneklidir. Ama unutmamalıyız ki Şeytan bir yaratıktır, dolayısıyla sınırlıdır.  Tanrı gibi her yerde hazır ve nazır değildir, her şeyi bilmez.  Cinler de sayılıdır ve sayıları çoğalmaz.  Dolayısıyla, kesinlikle ayık ve uyanık olalım ki taktikleri bizim hayatlarımızda başarılı olmasın.  1. Yuhanna 4:4’te yazıldığı gibi, “Yavrularım, siz Tanrı’dansınız ve sahte peygamberleri yendiniz. Çünkü sizde olan, dünyadakinden üstündür. (vurgu eklenmiştir).

 

Huzur Kaçıranın Elindeki Alet…

Biz dünyadayız, bu yeni bir haber değildir.  Ama bulunduğumuz dünya, orijinal (iyi olan) halinden çok farklıdır.  Artık bütün yaratılış yozlaşmıştır.[16]    Ama bizler için tehlikeli olan fiziksel yaratılış değildir, bizim için tehlike teşkil eden şey dünya sistemidir.

Ama dünya sistemi nedir?  Tanrı’nın karakteri ve isteğine karşı gelen her şey dünya sistemine aittir.  Yukarıda gördüğümüz gibi, geçici bir süre için bu dünya Şeytan’a teslim edildi.  Ve bu nedenle Kutsal Kitap’ta Şeytan bu çağın ilahı olarak betimleniyor. 

Dünya sistemi, Şeytan’ın insanların hayatlarında kullandığı alettir.  Şeytan bu aletle, Mesih imanlılarını Tanrı yolundan saptırmak veya onları Tanrı yolunda duraksatmak[17] , imansız insanların Tanrı yoluna girmelerini engellemek ister. 

Kendi memleketinde Mesih’e olan imanı nedeniyle şehit olarak ölen Kartacalı Kiprianus (M.S. 200-258) konumuzu şöyle açıyor:

Mademki dünya Hıristiyandan nefret ediyor, neden senden nefret eden dünyayı seviyor ve seni kurtaran, seni seven Mesih’i  izlemiyorsun?  Yuhanna, mektuplarının birinde bedensel arzulara kapılıp dünyayı sevmememiz için feryat edercesine bizi yüreklendiriyor:  “Dünyayı ve dünyayı ait şeyleri sevmeyin. Dünyayı sevenin Baba’ya sevgisi yoktur. Çünkü dünyaya ait olan her şey doğal  benliğin tutkuları, gözün tutkuları, maddi yaşamın verdiği gurur  Baba’dan değil, dünyadandır. Dünya da dünyasal tutkular dageçer, ama Tanrı’nın isteğini yerine getiren sonsuza dek yaşar” (1Yu. 2:15-17).  Çok sevgili kardeşlerim, en iyisi, açık bir akıl, sarsılmaz bir inanç ve yüce bir ruhla Tanrı’nın isteğini yerine getirmeye hazır olalım. Ölüm korkusunu kovalım, başlattığı ölümsüzlüğü düşünelim...gösterelim. Sık sık bu dünyadan olma-dığımızı ve burada sadece konuklar ve hacılar (yabancılar[18] ) olarak kaldığımızı düşünmeliyiz...Vatanımız cennetten başka bir şey değildir... Ölümden, o göksel saltanatta, artık hiç korkmamak ne denli tatlıdır ve sonsuza dek yaşamak ne mutluluktur![19] (vurgu eklenmiştir)

Bilinmeli ki, Kiprianus’un kılıçla öldürülmeden hemen önceki sorgulanmasında verdiği tek cevap “Tanrı’ya şükürler olsun” olmuştur.”[20]   Demek ki, bize mezardan seslenen bu kardeş vaaz ettiğini pratiğe döktü!  Söz’ün unutkan dinleyicisi değildi, etkin uygulayıcısıydı.[21] 

 

Huzur Yoluna Devam

Tanrı’nın lütfunu benimseyerek iman (huzur) yoluna devam edelim! Bu süreç karar ile başlar.  Örneğin, erken kilisenin Şeytan ve bu dünyanın sistemine karşı olan tavrı, Milanlı Ambrose (İ.S. yak. 339-397) tarafından açıklanıyor.  Milan’daki toplulukta, vaftiz olacak kişiler törenden önceki gece iki feragatta bulunurlarmış: önce İblis ve onun işleri, sonra dünya ve onun sefalarından vazgeçtiler.[22]   Yani bu düşmanların her ikisini açıkça belirtip bunlardan el çektiler.  Artık bunlara ait olmadıklarını, bunlara karışmayacaklarını beyan ettiler.  Mesih’e ait oldukları için bunlardan ayrı olduklarını ve gerçekten ayrı yaşamaları gerektiğini anladılar.   Benzer bir şekilde, Yeni Antlaşma dışındaki bilinen en eski Hristiyan vaaz olarak sayılan 2. Clement’te (yak. İ.S. 150) yazıldığı gibi, “Bu dünya ve sonraki dünya iki düşmandır... Dolayısıyla her ikisinin dostu olamayız.” [23] 

Evet, bu ruhsal bir savaştır.  Yalnız unutulmamalı ki İsa Mesih muzafferdir.  Savaşın sonucu çoktan (İsa, kusursuz kurban olarak çarmıha gerilince) belli olmuştur. Savaş bitti, ama çatışmalar devam ediyor çünkü düşmanımız teslim olmak istemez.  Bu bağlamda, Apostolik Babalardan Hermas’ın Çobanı’ndan (2. yy) alıntı yapmakta fayda vardır:  

“Bir insan Tanrı’nın buyruklarını yaşama geçirmeyi isteyebilir ve bunu yapacak gücü vermesi için Tanrı’ya tüm yüreğiyle itaat etmeyi dileyebilir.  Ama şeytan sinsi ve kurnazdır, sürekli ona hata yaptırıp günah işletir” dedim.  Bunun üzerine çoban şunları anlattı:  “Şeytan hakiki manada Tanrı’nın yolunu izleyen bir kalbi ele geçiremez.   Mücadele eder, ama sıra kazanmış ve mutluymuş gibi görünebilir.  Fakat, Tanrı’nın gücüne güvenen bir kalp daima şeytana direnir ve onu mağlup eder, şeytan da utançla kaçıp uzaklaşır.”[24] 

Bu dünyada Tanrı yolunda giden diğer insanlar gibi sen de gariplerdensin, çünkü Tanrı krallığına aitsin.  Senin şehrin bu dünya şehrinden çok uzaklarda. Bu nedenle, eğer yaşayacağın gerçek şehri biliyorsan o halde niçin bu dünya şehrinde lüks evler inşa etmek için uğraşıp didiniyorsun?  Bu dünya şehrinde bütün vaktini kendi refah ve konforu için harcayanlar Tanrı şehrine giremeyecektir. Bu ahmak ve zavallı kişiler anlamıyorlar mı ki, bu şehirde her şey onlara yabancıdır ve bir başkasının denetimi altındadırlar.[25]   (vurgu eklenmiştir)

Konumuz üzerine Hermas’ın Çobanı başka yararlı görüşler de sunuyor:

İblis’ten korkma. Tanrı’dan korkarak, İblis üzerine egemen olursun. Çünkü onda güç yok... Yine de, habis oldukları için, İblis’in işlerinden kork.

(İblis’in) Tanrı kulları üzerine egemenliği olamaz, çünkü bütün yürekleriyle onların umutları Tanrı’dadır.  İblis onlara müdahale edebilir. Ama onları yıkamaz.[26] 

Sonuç olarak İsa’nın dünyaya gelişi, iki hükümranlığın çarpışmasını teşkil etti.  Bu dünya geçici olarak Şeytan’a teslim edildiği için gerçekten imanlılar ruhsal savaş içerisindedir.  Ama İsa karanlığın hükümranlığını yenmeye geldi ve yendi[27] ; ancak çatışmalar devam ediyor.   Ayrıca, İsa körlüğü yenmeye geldi ve yendi[28] ; zihinler ve gözler hâlâ açılmaktadır.  Ve İsa, iyi çoban olarak, bizi ejderhadan salıverip gütmeye geldi ve öyle yaptı[29] ; günümüzde başka insanları salıvermektedir.  Bunların yanı sıra, lütfu sayesinde İsa yüceliğini göstermeye geldi ve gördük30[30] ; ve hâlâ yüceliği gösterilip görülmektedir.  Kısacası İsa, Şeytan’ın elindeki bu dünyayı altüst etti, ediyor da.  Çünkü Göklerin Egemenliği yeryüzüne gelmiştir.

Dolayısıyla Şeytan’nın kim olduğunu ve nasıl çalıştığını (yani, dünya sistemiyle) unutmayalım.  Aynı zamanda kendimizin kim olduğunu da unutmayalım.  Bunun için Pavlus diyor ki, İblis'in hilelerine karşı durabilmek için Tanrı'nın sağladığı bütün silahları kuşanın.”  (Ef. 6:11; vurgu eklenmiştir).  Bu silahlar elimizde, yani bize aittir.  Tanrı’nın egemenliği içimizdedir![31]