3

Türk romancı İrfan Yalçın bir eserinde,  Zonguldak ilinin bir köyünde ikamet eden ve birkaç feci olayı peş peşe yaşayan bir kadının durumunu şöyle betimliyor:

…ağlarken çıkardığı sesi boğmak istercesine ellerini birbirine kenetliyor:

— Off güzel Allahım, off güzel Allahım, ne ettüm ben sana? diye bağırıyordu.[1]

Aynı bölümde bu kadın çok sevdiği gelininin cesetini taşıdığı ve şöyle konuştuğunu görüyoruz:

Allahım, sen yaptırıyon bunları hep…Sen istemezsen olmaz bunların hiçbiri… Dur desen gullarına, kimin gılı gıprar ki? Kim garşı gelebilür ki sana? Haddine mi düşmüş! Dünya guruldu gurulalı hiç böyle şey gördün mü sen? Gelinin kokmuş ölüsünü sırtında taşıyan bir garı gördün mü? Görmedinse gör işte! Bu da senin yüzünden… Sen istedüğün için…[2]

Bu satırlardan kadının dünya görüşü hakkında neler öğrenebiliriz? Kadının, Tanrı, dünya ve insan anlayışları hakkında belli olan neler var?  İlk alıntıda kadın, Allah’ın güzel olduğunu söylüyor ve kendi yüreğini yoklamışçasına “ne ettüm ben sana” diye bağırıyor.  Fakat bu kitabın buralarından anlaşılan o değil, kadının aslında Tanrı’da kusur bulup, O’nu suçladığıdır.

Bu makalenin bir önceki bölümünde Tanrı’nın karakterinin farklı yönleriyle her zaman dengede olduğunu görmüştük.  Bu savı destelemek için verdiğimiz örnekler şunlardı:  Tanrı’nın adaleti lütfunu çiğneyemez, sevgisi kutsallığını rafa kaldıramaz, merhameti doğruluğunu silemez ve gazabı iyiliğini geçersiz kılamaz.  Bu örneklerden çıkan sonuç şudur: Tanrı’nın karakterinde kusur yoktur, yani Tanrı mükemmeldir. 

Yalnız yukarıda verilen örnekte görüldüğü gibi insanlar zor durumlara düştüklerin de bazen Tanrı’yı suçlarlar.  Şüphesiz ki Tanrı egemendir ve yaptığı her şey güzeldir.  Hatta Tanrı, insanları yarattığında Kendi suretinde Kendine benzer yarattı[3], ve bütün yarattıklarına baktığında her şeyin iyi olduğunu gördü.[4] Demek ki ilk başta, insanlarda da kusur yoktu. 

O ilk insanların orijinal vaziyeti, Hristiyan tanrıbilimciler tarafından “kanıtlanmamış masumiyet” ya da “denenmemiş kutsallık” olarak bilinir.[5]  Bilindiği gibi Adem ile Havva kusursuz yaratıldı ve Tanrı’yla olan samimi bir ilişki içerisindeydiler.  Tabii ki Tanrı’nın yarattıkları açısından bir sorunu yoktu (sorunlu olması zaten imkânsız çünkü esasen Kendisi ve yarattığı her şey kusursuzdur, ama insanlar kişisel sorumlulukla yaratıldığı için kendilerine kalan seçimler vardı, bizimde vardır.[6]  

Galli pastör ve yazar Peter Jeffery, küçük ama son derece yararlı Hristiyan İnancının ABC’si adlı kitabında, “Sorumluluğumuz” başlığı altında bu olayı şöyle özetliyor:

Yaratılış’ın 3. bölümünde, Şeytan’ın günahın arkasında olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir; fakat bu bizler için bir mazeret değildir ve eylemlerimiz yüzünden olan sorumluluğumuzu da kaldırmaz.  Kutsal Kitap’ta daha sonra insanın Tanrı’ya olan itaatsizliğini tanımlamak için kullanılmış olan kelimeler bunu vurgulamaktadır.

Günah; Tanrı’nın belirlemiş olduğu standarda [yani Kendi karakteridir!] erişememek anlamına gelir.

İsyan; Tanrı’nın belirlemiş olduğu sınırların dışına izinsiz çıkmak demektir.

Suç; sahtekarlık, dürüst olmamak, ahlak bozukluğu demektir ve bizim doğamızla ilgilidir.

Bu üç kelime, bizlere Tanrı’nın isteğine karşı geldiğimizi söyler.  Bizim bozulmuş doğamız Tanrı’nın sınırları içerisinde kalmayı reddeder ve bizleri Tanrı’nın standartları için yetersiz kılar.  Bu soruna sebep olan şey bizim günahımızdır ve bizler bundan dolayı sorumluyuz. Suçlu olan çevremiz değil, yetiştirilme tarzımız değil, anne babamız değil ya da imkan eksikliği değildir; bu tamamen bizim hatamızdır ve Tanrı bizleri sorumlu tutar. Bundan kaçış yoktur.[7] 

Mesih İsa’ya iman edip O’nun sağladığı kurtuluşu kabul etmeden önce hepimiz isyankâr ve suçluyduk ve dolayısıyla Tanrı’dan ayrıydık.[8]   2. Selanikliler 1:8-9’da Pavlus, imansızların kesin geleceğini şöyle açıklıyor:

Rabbimiz İsa, Tanrı'yı tanımayanları ve kendisiyle ilgili Müjde'ye uymayanları cezalandıracak. Böyleleri Rab'bin varlığından ve yüce gücünden uzak kalarak sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacaklar.

Anlaşılan, insanlığın Mesih dışındaki vaziyeti vahim ve umutsuzdur.   Kesinlikle O’nun kurtarışına her bir insanın ihtiyacı vardır.  Başka bir mektubunda Pavlus, orijinal (daha imansız olan) durumumuzu şöyle betimliyor:

Sizler bir zamanlar içinde yaşadığınız suçlardan ve günahlardan ötürü ölüydünüz. Bu dünyanın gidişine ve havadaki hükümranlığın egemenine, yani söz dinlemeyen insanlarda şimdi etkin olan ruha uymaktaydınız.  Bir zamanlar hepimiz böyle insanların arasında, benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek benliğimizin tutkularına göre yaşıyorduk. Doğal olarak ötekiler gibi biz de gazap çocuklarıydık. (Ef. 2:1-3 vurgu eklenmiştir)

Ama şimdi başlangıç noktamıza dönelim.  Bizler de bazen zor durumlara düştüğümüzde Tanrı’yı suçlarız.  “Sen egemensen niye bunlara izin verdin? Neden bunlara katlanmamız lazım?”  Tanrı’yı kötülüğün kaynağı olarak göstermek çok yanlıştır.  Unutmamalıyız ki günah yüzünden ikamet ettiğimiz dünya bozulmuştur.

Ölüydük. Gazap çocuklarıydık.  Yozlaşan dünyanın bir parçasıydık.   John Calvin bu durumu açıklarken şöyle bir ifade kullanıyor:

Adem, tüm yaratılış üzerine bir lanet getirmiştir.  Günahı onun tüm soyuna geçmiştir. Miras alınan bozulmuşluk ya da özgün günah öğretisi budur.  İlk başta iyi ve saf olarak yaratılan doğamız artık bozulmuştur.  Doğuş anımızdan itibaren bundan etkilenmiş durumdayız…Her birimiz, daha doğmadan önce bile, Tanrı’nın gözünde kirliyiz…

Özgün günahı tanımlayalım: Özgün günah, canımızın her yerine nüfuz eden ve ilk olarak Tanrı’nın gazabını haketmemize, ikinci olarak da yanlış şeyler yapmamıza sebebiyet veren bozulmuş doğamızın miras alınmasıdır.[9]

Aynı zamanda Tanrı’nın (ve bizim!) düşmanı Şeytan, Tanrı’nın yüceliğini hep çalmayı çabalayan bir varlıktır. Biz de isyanımıza devam ettikçe Şeytanın işine katılmış olup Tanrı’yı yüceltmiş olmuyoruz.  Kendinden var olan, her şeyi yaratan ve devam ettiren Tanrı, tamamen kusursuz olduğu için itaatimiz ve tapınmamıza layık ve O bütün hayatlarımızla yüceltilmelidir.[10]  Başka bir deyişle biz Rab’be yaraşır biçimde yaşamalıyız.[11]  Ayrıca Mesih İsa’ya iman etmeyenlerin durumu ne kadar tehlikeli olup bizim de müjdeleme konusunda ne kadar gayretli olmamız gerektiğini anlamalıyız. 

Bilindiği üzere Tanrı bir tek yasak koydu ilk insanlara.[12]  Ve bu yasağı çiğnediklerini de biliyoruz.[13]Böylece günah dünyaya girmiş olup ruhsal ölüm bütün insanlara yayıldı.[14] Ama unutmayalım ki bu olayda Tanrı için sürpriz olan bir şey yoktu.  Tanrı hâlâ egemendir.  İnsanları yarattığında günah işleyeceklerini biliyordu, hatta Tanrı’nın kurtuluş tasarısındaki her şey – en azından Tanrı’nın düşüncesinde – dünyanın kuruluşundan önce belirlenmiştir.[15]  Buna karşın Tanrı, yarattığı insanlardan haklı olarak itaat bekler.  Sözü’nde bizlere ilkeler ve buyruklar vermesi zaten bunu kanıtlar. Sonuç olarak Tanrı, her şeyi kullanarak bütün tarihi istediği yere yönlendirip götürüyor.

Dünya görüşümüzün değişimi sadece yeni inançların kabul edilmesiyle olmaz.  Ama doğru inançlar (yani gerçek!) yüreğimiz ve zihnimize nüfuz ederse derinliklerimizde bariz ve kalıcı değişim olur.  Ancak ve ancak Kutsal Ruh’un verdiği kuvvet ve lütuf aracılığıyla, biz Kutsal Kitap’ın öğrettiklerini gerçekten benimsedikten sonra değişime yol açılır. 

 

Anlamadığımız noktalar hakkında bir not

Hem Tanrı’nın egemen olması hem de insanların sorumlu olması belki birbirine ters düşen gerçekler olarak algılanabilir. Ama bu bir çelişki teşkil etmez, tanrıbilimciler bu durumu antinomi olarak adlandırırlar.[16]  Antinomi çelişki değil ama iki veya daha fazla çelişiyor görünen düşünce, iddia veya ifadelerin aynı zamanda mevcut olmalarıdır.  Başka bir deyişle bunlar tanrıbilimsel sırlardır.  Böyle sırların var olması pek şaşılacak şey değildir:

"Çünkü benim düşüncelerim Sizin düşünceleriniz değil, Sizin yollarınız benim yollarım değil" diyor RAB. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, Yollarım da sizin yollarınızdan, Düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir.”[17] 

Ama Tanrı’ya şükürler olsun ki O, bizimle iletişim kurmak ister, Sözü ve Mesih İsa’nın aracılığıyla bize hitap eder, bu iletişimi başarıyla sağlar.[18]Buna karşın biz bu hayattayken bazı olaylar veya durumları tamamen veya hiç anlayamayacağız (dünyadaki haksızlıklar, kötülükler, vs.) çünkü bunlar Tanrı’nın gizli iradesinde kalan şeylerdir.  Fakat Tanrı’nın adil ve güvenilir olduğundan emin olabiliriz.[19]