1

“Sorgulanmayan bir hayat, yaşanmaya değmez.”
Sokrat (İ.Ö. 469-399)

 

Temelimiz Kimliğimizdir

İçinde bulunduğumuz kutsallaşma sürecinde zaman geçtikçe kendi hayatlarımız ve etrafımızdaki Mesih imanlılarının hayatlarında bazı değişikliklerin görülmesini bekleriz. Rab’be hamtlar olsun ki O iyi ve güvenilir olduğu için değiştiriliriz. Gerçekten! Ama Chuck Faroe bu dergide daha önce yazdığı gibi, değişim, “bizim gayretli, düşünen ve özeleştiride bulunan kişiler olmamızı gerektirir.”[1]

Bizler pasif olarak değil, aktif bir şekilde Tanrı’nın lütfunu benimsemeliyiz. Tanrı’nın bize bağışladığı lütufla hem aklandık hem kutsallaştırılıyoruz hem de yüceltileceğiz. Bu kutsallaşma süreci içindeyken bize düşen pay O’na “yapışmaktır” (Yer. 13:11), Kutsal Kitap’ın başka bir deyişiyle, Mesih’te kalmaktır. İsa, “bende kalmazsanız meyve veremezsiniz” (Yu. 15:4) der. Ama bu sadece O’na inanmak veya O’ndan vazgeçmemekten ibaret değildir. O halde ne demektir bu? Miles J. Stanford şöyle anlatır:

Çoğumuz için Tanrı’dan yardım istemekten vazgeçme zamanı geldi. Kurtulmamıza yardım etmedi, Hıristiyan yaşamı sürdürmemize de yardım etmeye niyeti yok!

Olgunlaşmamışlık, Rab İsa’yı bir Yardımcı olarak görür. Olgunluk ise, O’nun yaşamın ta kendisi olduğunu anlar. J.E. Conant şöyle yazmıştır: Hıristiyan yaşamı Mesih’in yardımıyla yaşamak değil, Mesih’in bizde kendi yaşamını sürdürmesidir. Dolayısıyla O’nunla sürdürülmeyen yaşam, Hıristiyan yaşamı değildir; O’nun etkin olmadığı bir hizmet de Hıristiyan hizmeti değildir. Çünkü böyle bir yaşam ve hizmet sadece insani ve doğal bir kaynağa sahiptir, oysa Hıristiyan yaşamının ve hizmetinin kaynağı doğaüstü ve ruhsaldır... İmanlının yardım için yalvarmasına gerek yoktur, onun yapması gereken Mesih’le birlikte kendisine verilmiş olanı şükrederek benimsemektir.[2]

 

Hayatlarımızda önemli değişiklikler olacaksa, böyle bir temel kesinlikle gereklidir. Başka bir gerçek temel yoktur. Bu temelin atılması olgunlaşmanın ilk adımıdır.

Evet, artık biz yaşamıyoruz, Mesih bizde yaşıyor: “Mesih'le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu'na imanla sürdürüyorum.” (Gal. 2:20). Mesih İsa’da yeni yaratığız, “eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur.” (2Ko. 5:17). Anlaşılan bu bir kimlik meselesidir. Nüfus cüzdanımız değişecekse artık memleket hanesine “Cennet” (Flp. 3:2’de yazıldığı gibi, “bizim vatanımız göklerdedir”), ad hanesine ise “Kutsal” yazılmalıdır (1Ko. 6:11:  “... yıkandınız, kutsal kılındınız, Rab İsa Mesih adıyla ve Tanrımız'ın Ruhu aracılığıyla aklandınız.” Ayrıca bu konuda bkz. Ef. 1:4; 2:19; 4:24; 5:26; Kol. 1:22; 1:27; 3:12; 1Se. 4:17; 2Se. 2:13; İbr. 3:1; 10:10,14; 13:12; 1Pe. 1:2; 2:9). Şüphesiz kimliğimiz değişmiştir. Kendimizi “cennetli” ve “kutsal” hissetmesek bile asıl kimliğimiz budur, çünkü İsa Mesih ölümü ve dirilişiyle bunu bize kazandırmıştır.[3] Kurtuluşumuzu ve kutsallığımızı kendimiz kazanmadık, kazanamadık.[4]  Kazanamadığımız bir şeyi de kaybedemeyiz. 

Kutsal olmamıza karşın ne yazık ki her zaman kutsal bir şekilde yaşamayız. Ancak artık bir mazeretimiz yoktur, çünkü, “Kendi yüceliği ve erdemiyle bizi çağıranın tanrısal gücü, kendisini tanımamız sonucunda yaşamamız ve Tanrı yolunda yürümemiz için gereken her şeyibize verdi.” (2Pe. 1:3; vurgu eklenmiştir). Tanrı, Pavlus’a seslendiği gibi, bize de şu şaşılacak vaatte bulunur: "Lütfum sana yeter. Çünkü gücüm, güçsüzlükte tamamlanır" (2Ko. 12:9).

Makalenin bu kısmını toparlamak amacıyla J.I. Packer’in klasikler arasında sayılan Tanrı’yı Tanımak adlı kitabından çarpıcı ve teşvik edici bir alıntıya dikkatinizi çekmek isterim:

O halde sonuç olarak önemli olan nokta benim Tanrı’yı tanımamdan çok, O’nun beni tanımasıdır. O’nun ellerine işlendim. O’nun aklından çıkmıyorum. O’na ilişkin bilgim O’nun bilmesiyle başladı. O’nu tanıyorum, çünkü ilk önce O beni tanıdı ve beni tanımaya devam ediyor. Beni bir dost olarak tanıyor ve seviyor. Gözlerini bir an bile benden ayırmıyor. Bir an bile dikkati dağılmadan beni gözetmeye devam ediyor.

Bu çok derin bir bilgidir. Tanrı’nın beni sevgiyle tanıması ve iyiliğim için beni gözetmesi sözle anlatılmayacak kadar büyük bir teselli kaynağıdır. O’nun sevgisi tümüyle gerçektir, benim yaptığım tüm eski kötülükleri bilmesine rağmen bu böyledir. Benim hakkımdaki hiçbir gerçek, beni bile sık sık şaşırtmasına rağmen O’nu asla şaşırtmaz ve bana bereketlerinden bahşetmeye devam etmekten O’nu caydırmaz.[5]

Mesih’te isek ne olursa olsun ve ne yaparsak yapalım, “…ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa'da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir” (Rom. 8:38).

 

Dünya Görüşü Kavramı

İlk başta söz ettiğimiz değişikliklerin olmaya başladığını gördüğümüzde Tanrı’nın bizde varlığını sürdürdüğünü anlarız. Şükrolsun, bazı eski alışkanlıklarımız zamanla kaybolmaya başlar. Peki aynı zamanda dünya görüşümüz de değişmekte midir? Yani içimizde (değerlerimiz, tutumlarımız, düşünce tarzımız ve bakış açımızda) sağlam ve kalıcı değişiklikler olmakta mıdır?

Öncelikle “dünya görüşü”nü tanımlayalım. Bedia Akarsu şu tanımı dile getirir:

Evrenin ve yaşamın anlamını, ereğini, değerini, insan varlığını ve davranışlarını bütünüyle kavramağa çalışan düşünce; evrene toplu bir bakış. Bu bağlamda: 1 – Bir insanın davranış, değerleme, düşünüş ve eylemlerinde dile gelen, yaşam üzerindeki kanılarının bütünü. 2 – Dünya ve gerçekliğe insan ve yaşantıları açısından toplu bakış. (Bu bakış kuramsal ve bilimsel sonuçları göz önünde bulundurmaz.) 3 – Dünyaya ve insanın dünyadaki yerine felsefe açısından toplu bir bakış. Dizgesel olarak özellikle fizik ötesi doğa felsefesi, insanbilim, ahlak felsefesi, tarih felsefesi ve din felsefesi çerçevesinde ele alınıp işlenmiştir.[6]

Anlaşılacağı gibi, “her insanın kendine özgü bir dünya görüşü vardır.”[7] Ama bu toplu bakış[8] sadece bilinçli düşüncelerden degil, aynı zamanda bir kişinin dile getiremediği sezgi ve izlenimlerden de şekil alır. Yani, yaşam hakkında herkesin az çok ifade edilebilen bazı varsayımları ve “önkuramsal taahhütler”i[9] vardır; bunlar akla değil, yüreğe yerleşen kararlardır. Bu varsayımlar ve önkuramsal taahhütler, dile getirilmiyorsa bile, insanın hayatını yönlendirir. İstanbul Üniversitesi Felsefe Profesörü Nermi Uygur (1925-2005) da şu keskin açıklamayla konuyu aydınlatır: 

Demek ki, dünya görüşü her zaman insanın yaptıklarına çekidüzen veren bir yaşama ‘üslûbu’ sunar. Nasıl yaşamalıyım? Nasıl bir yaşam yaşanmaya değer? Hangi amaçlara erişmeye çalışmalıyım? Dünyadaki yönelişlerimi neye, nelere göre ayarlamalıyım? Bütün bu sorular bir şekilde ahlâki sorularıdır.[10]

Bunun için konumuzun önemli olduğunu kabul etmek zorundayız, çünkü yaptığımız her seçim (gerek bir eylemimiz, gerek bir düşüncemiz, gerekse bir tutumumuz) ahlâkidir. Peki ahlâk ölçütümüz neye veya kime göre olmalı? Üye olduğumuz topluma veya aileye göre ya da kendi keyfimize göre mi? Bu konuda, Hıristiyan felsefeci tanrıbilimci Ronald Nash şu açıklamayla doğru tespitte bulunur:

Hıristiyan dünya görüşüne göre Tanrı, fiziksel evreni yöneten ve evrenin düzenini mümkün kılan yasaların zeminidir. Aynı zamanda Tanrı, insan davranışlarını yöneten, insanlar arasında ve bireysel olarak düzeni mümkün kılan ahlâki yasaların zemini olmalıdır.[11]

Herhangi bir (özellikle Hıristiyan) ahlâk sistemi için tek sağlam temel Tanrı’nın karakteridir. Çünkü zaman veya duruma göre değişmeyen, göreceli olmayan başka ölçüt yoktur.[12]

Hacettepe Üniversitesi Felsefe Profesörü İoanna Kuçuradi de dünya görüşü ile ahlâk arasındaki bağlantıyı görmüştür. Etik adlı kitabında inançlarımızın (bu bağlamda, söz edilen “inançlar”a dile getirebildiğimiz ve getiremediğimiz varsayımlarımız ve önkuramsal taahhütlerimiz de dâhil edilmelidir) tutumlarımızı belirlediğini vurgularken, dünya görüşü kavramını şu tanımla aydınlatır:

... kişinin, yaşamın nasıl olduğuna, anlamına v.b. ilişkin temel düşünceleri: insan yaşamına değer atfeden düşünceler ve b) yaşamda genellikle olana-yapılana ilişkin, kişinin kendi deneyimiyle edindiği temelli temelsiz kanılar ve oluşturduğu inançlardır.

İnsan anlayışları ise, insanın nasıl bir varlık olduğuna ve nasıl olması gerektiğine ilişkin düşünceler: a) insana değer biçmeler ve b) kişinin değerliliğini-değersizliğini oluşturan özellikler konusunda düşüncelerdir.[13]

Maalesef bu konuyla ilgilenen tanrıbilimcilerin büyük çoğunluğu dünya görüşü kavramını doğru bir inanç bildirgesine indirgemekten kendilerini alamazlar; dünya görüşü yalnızca bir önermeler listesiymiş gibi sunarlar. Bu kısmen doğrudur, ama az önce sözünü ettiğimiz gibi dünya görüşü kavramı ondan daha karmaşıktır.

Bu makalenin 2. bölümünde bu önemli kavramdan ve beklenen değişimden söz edeceğiz.