3. BÖLÜM



JEOLOJİK ZAMAN VE JEOLOJİK SIRA



La Brea’daki Katran Çukurları (Tar Pits) gibi birkaç istisnaya rağmen, fosiller tortul tabakalar arasında bulunmaktadır. Tortul kaya oluşumları, aşınma, taşınma, çökelme ve taşlaşma ile oluşur. Rüzgar hareketleri, donma ve erime, yağmur ve sel, kayaçların parçalara ayrılıp dağılmasına neden olur. Son derece ince parçacıklardan kayalara kadar oluşan parçalar, su hareketleriyle taşınmışlar (bazıları da rüzgar, buzul ve diğer yollarla taşınırlar; fakat bunlar çok ender durumlardır) ve daha sonra, su daha hareketsiz bir ortama ulaştığında çökelmişlerdir. Tortular, yapıştırıcı malzemenin hareketi veveya basınç yoluyla tortul kayalar biçiminde birleşmişlerdir.

Deniz organizmalarının sert kısımları, denizin tortuları içinde korunmuş olabilir. Tatlı su organizmaları, kara hayvanları ve bitkiler takılarak su hareketiyle sürüklenmiş ve tortularla birlikte gömülmüş olabilir. Tortuların, sıkışarak kayaçlaşması esnasında hayvan ya da bitkinin geri kalan kısımları kayanın birer parçası haline gelirken, kemik ya da izler, arta kalır. İşte bu arta kalanlar, fosil olarak bilinir. Bazı tortul çökelimler, bir iki metre kalınlığındayken, bazıları da yüz metre ve nadiren de üç yüz metreden daha fazla olabilir.

Jeoloji tarihinin yorumlanmasında çok sayıda yaklaşıma yer verilmiştir.


DEĞİŞMEZLİK (Birörneklilik)


Tarihsel jeolojik süreçlerdeki değişmezlik fikri (uniformitarianism), hemen hemen tüm evrimciler tarafından kabul edilmektedir. Yerküre tarihi konusunda yapılan bu yoruma göre, var olan ve bugünkü oranlarda hareket eden fiziksel süreçler, tüm jeolojik oluşumları açıklamak için yeterlidir. İlk olarak James Hutton ve Charles Lyell tarafından formüle edildiği gibi, jeolojik olguların afetler yoluyla açıklanması reddedilmektedir. “Bugün, geçmişin anahtarıdır” sözü, bu görüş için bulunmuştur.

Bu yoruma göre, tortul çökelim oluşumlarının yüz metreyi aşan kalınlığında olabilmesi, milyonlarca yıl gerektirmektedir. Ayrıca, evrimin de pek çok milyon yıl gerektirdiğinin farkına varılmıştır. Buna bağlı olarak, evrimci jeologlar tarafından tahmin edilen yerküre yaşı da inanılmaz oranlarda artış göstermiştir. Radyometrik yaş tayini yöntemlerinde belirli tahminlerin uygulanması, bugünkü jeologlara yerkürenin yaşının 4,5 milyar yıl olduğunu tahmin etme imkanını vermiştir.

Jeologlar, tortul çökelimlerini, çökelimler içerisinde bulunan fosil çeşidine göre sınıflandırmışlardır. Bazı fosillerin sınırlı bir zaman süresi içinde fosilleştiklerine inanılmaktadır. “Tanıtıcı fosiller” olarak isimlendirilen bu fosiller, evrimciler tarafından, kayaçların belirlenmesi ve yaşlarının hesaplanmasında kullanılmaktadır. Örneğin, belirli trilobit türlerinin fosillerini içinde bulunduran kayaçlar, Kambriyen kayaçları olarak isimlendirilmiştir.

Evrimciler, Kambriyen tortul kayalarının çökelimlerinin 530 milyon yıl önce başlayıp, yaklaşık beş ile on milyon yıllık bir süreçte gerçekleştiğini varsaymaktadırlar. Bu devir, Kambriyen Dönemi olarak isimlendirilmiştir. Evrimciler bunu, her biri milyonlarca yıl süren, kronolojik bir sıra içinde gerçekleşen başka tortul çökelimlerin izlediğini varsayarlar. Kambriyen Dönemi’ni, Ordovisyen, Silüriyen, Devoniyen, Mississippian vs.. gibi devirlerin izlediği varsayılmaktadır.

Varsayılan zaman içerisinde fosilli tabakaların değişik biçimlerinin belirli bir düzen ile dizilimi, jeolojik sütun olarak bilinir. Bu tabakalardaki düzen, evrim düşüncesine dayandırılmaktadır. Yani, önce omurgasızların geliştiği ve bunu sırasıyla balıkların, amfibyumların, sürüngenlerin ve memelilerin takip ettiği varsayılmaktadır.

Tarihsel jeolojik süreçlerdeki değişmezlik konusundaki bu özet tanım tabi ki, basitleştirilmiş ve eksik bir tanımdır. Bu sistem hakkında daha geniş bir tanımlama için herhangi bir jeoloji ders kitabına başvurulabilir.

Başlıca Jeolojik Zaman Dilimleri

Zaman

Dönem

Tahmini Yıl Önce

Günümüz

Quaterner:

Holosen Çağı

Pleistosen Çağı

10.000

1.800.000

Senozoik


(Üçüncü Zaman

ya da

Yakın Zaman)

Tersiyer:

Pliyosen Çağı

Miyosen Çağı

Oligosen Çağı

Eosen Çağı

Paleosen Çağı


5.000.000

25.000.000

35.000.000

65.000.000

70.000.000

Mezozoik


(İkinci Zaman)

Tebeşir (Kretase)

Jura

Trias

70.000.000

ile

200.000.000

Paleozoik


(Birinci Zaman)

Permiyen

Pennsilvaniyen*

Mississippian

Devoniyen

Silüriyen

Ordovisiyen

Kambriyen


200.000.000


ile


530.000.000


Proterozoik


530.000.000

ile

1.000.000.000

Arkeozoik


1.000.000.000

ile

1.800.000.000


*Pennsylvanian ve Mississippian dönemlerinin ikisi birlikte Karbonifer Dönemini olarak da bilinir.



Değiştirilmiş Birörneklilik Görüşleri


GünDevir Kuramı: Bazı yaratılışçılar, Yaratılış’ta yer alan yaratılış günlerinin, tam anlamıyla 24 saatlik günler olmadığını, fakat yaratıcı zaman periyotları olduğunu varsayarak, tarihsel jeolojik süreçlerdeki değişmezlik görüşüne yer vermişlerdir. Tanrı’nın, birbirini izleyen yaratışları arasında, değişik zaman periyotlarının oluşmasına izin verdiği ve bitki ve hayvanların, jeolojik sütunun gerektirdiği ardışıklıkta yaratıldığı kabul edilmektedir. Bu görüş, sadece bilimsel açıdan değil Kutsal Kitap açısından da ciddi sıkıntılar yaratmaktadır.


Boşluk Kuramı: Bu kurama göre, Yaratılış 1:1, jeolojik devirler boyunca uzanan bir ilk yaratışı tanımlar. Öyleyse, Yaratılış 1:1 ve Yaratılış 1:2 arasında büyük bir zaman aralığı meydana gelmiştir. Jeolojik sıranın, başlangıçtaki yaratış periyodu süresinde ve bundan sonra gelen zaman aralığında şekillendiğine inanılmaktadır.

Buna göre, Yaratılış 1:2 şöyle çevrilir: “Yer boş, yeryüzü şekilleri yok olmuş; engin karanlıklarla kaplıydı.” Böylece Tanrı’nın, bazı nedenlerden dolayı, belki de İblis yüzünden, başlangıçta yarattıklarını yok ettiği söylenmektedir. Bunu takip eden ayetlerde açıklandığına göre, her bir günü tam anlamıyla 24 saat süren, altı gün içerisinde ikinci bir yaratış olduğuna inanılmaktadır.

Boşluk kuramı, pek çok tutucu Hıristiyan tarafından kabul edilmekte ve çok geniş zaman aralıklarına sahip olan jeolojik sıra ile Yaratılış’ta açıklanan, her biri 24 saat süren altı gün içinde gerçekleşen yaratışı birbirine uygun hale getirme girişimi niteliği taşımaktadır. Fakat bu kuramda da hem bilimsel hem de Kutsal Kitap’a göre ciddi sıkıntılar vardır.


Afetçi─Yakın Yaratılış Modeli


Jeoloji tarihinin yorumlanmasında bu modeli savunanlar, Yaratılış’ı doğru yorumlamanın, zaman açısından 24 saatlik altı gün olarak ölçülen bir yaratışın kabulünü gerektirdiğine inanırlar. Dahası, Yaratılış’ta ve Kutsal Kitap’ın başka yerlerinde listelenmiş soyların, yaratılış zamanını, birkaç bin yıl eksik ya da fazla olmak üzere, yaklaşık 10 bin yılla sınırlandıracağına inanılmaktadır.

Bugünkü jeolojik süreçler, belki de uzun zaman periyotlarınca bugünkü oranlarda etkin olduğu halde, bu modeli savunanlar, değişmezlik prensibine göre önemli olan jeolojik oluşumların pek çoğunun açıklanmasının imkansız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu oluşumlar, beş bin metre yüksekliğe, birkaç bin metrelik kalınlığa ve 1.900.000 km karelik bir tortul çökelime sahip olan geniş Tibet Platosu; Robert Broom tarafından, içerisinde 800 milyar omurgalı hayvan fosili bulundurduğu tahmin edilen Afrika Karoo Süpergrubu; Kaliforniya’daki, içinde, bir milyar balığın öldüğü kanıtlarını taşıyan ve 10 km karelik bir alanı kapsayan Miyosen çamur taşları (shales) içinde bulunan ringa fosil yatağı; içerisinde, yarasalardan mastodonlara kadar, aralarında bugün, kutup bölgelerinden tropikal bölgelere kadar farklı iklim ve yerleşkelere uyum sağlamış hayvanlar bulunduran bazı sürüngen ve kuş fosillerinin de yer aldığı onlarca memeli türünün fosilleşmiş kalıntılarını içeren Maryland’deki Cumberland Kemik Mağarası’ dır. Jeolojik süreçlerdeki değişmezlik görüşü, ne 500.000 km karelik yer kaplayan, kalınlığı bin metreyi aşan bir lav yatağı olan ve Amerika’nın kuzeybatısında yer alan Kolombiya Platosu gibi böylesine geniş bir lav yatağı oluşumu, ne de dağ oluşumlarının açıklanmasında yeterli olabilmektedir.

Yerkürenin en önemli jeolojik oluşumlarının, Yaratılış’ta açıklanan Nuh Tufanı ve bununla beraber büyük yerküre hareketleri, volkanik aktiviteler, iklim şartlarındaki etkili değişimlerle diğer afetsel olaylar sonucu gerçekleştiği şeklinde açıklanabileceğine inanılmaktadır. Fosil kaydı, birer dönüşüm kaydı olmaktan çok, kitlesel bir yok oluşun, ölümün ve su ve suyun içerdiği sedimentlerle gömülüşün kaydıdır.

Yerküre tarihi hakkındaki bu yorumu savunanlar, kabul edilmiş doktrinlere karşı olan kimseler sınıfı olarak etiketlenmenin getirdiği hiç de hoş olmayan bir durumla karşı karşıya gelmenin yanı sıra, aynı zamanda da jeolojik verileri yeniden iyice değerlendirip, yorumlamak zorunda kalmaktadırlar. Ancak, bu duruma Elçi Petrus tarafından da açıkça peygamberlik edildiği hatırlatılmalıdır. Petrus’un mektuplarını yazmasının 1800 yıl sonrasında, genellikle Nuh Tufanı kabul görüyordu ve yaklaşık MS 1800’e kadar Yale, Harvard, Oxford, Cambridge gibi büyük üniversitelerde öğretilen jeoloji yorumu sel jeolojisine dayandırılmaktaydı. O zamanlarda Hutton, Lyell ve diğerlerinin kuramları, tarihsel jeoloji yorumunda bir fikir devrimi başlatmışlardır; ve bugün Nuh Tufanı gibi tüm dünyayı kapsayan bir afet, başlıca dünya üniversitelerinde verilen jeoloji eğitimlerinde tamamıyla saf dışı bırakılmıştır.

Bu gelişme, Elçi Petrus’un ikinci mektubunun 3’üncü bölümünün 3–6’ncı ayetlerindeki peygamberliği tamamlamaktadır. “Öncelikle şunu bilmelisiniz: Dünyanın son günlerinde kendi tutkularının ardından giden alaycı kişiler türeyecek. Bunlar, ‘Rab’bin gelişiyle ilgili vaat ne oldu? Atalarımızın ölümünden beri her şey yaratılışın başlangıcında olduğu gibi duruyor’ diyerek alay edecekler. Ne var ki, göklerin çok önceden Tanrı’nın sözüyle var olduğunu, yerin sudan ve su aracılığıyla şekillendiğini bile bile unutuyorlar. O zamanki dünya yine suyla, tufanla mahvolmuştu”. Kutsal Kitap’taki bu ayetlerde, bu çağın sonlarına doğru alaycı kişilerin, şartların, yaratılışın başlangıcından itibaren daima bugün oldukları gibi kaldıklarını (jeolojik süreçlerdeki değişmezlik) ve Yaratılış’ta açıklanan o büyük tufanın asla gerçekleşmediğini iddia ederek Mesih’in ikinci geliş sözü ile alay edecekleri açıklanmıştır.

Tufan jeolojisine göre, jeolojik verilerin yeniden yorumlanması, tüm yaş belirleme yöntemlerinin, özellikle radyometrik yaş belirleme yöntemlerinin eleştirel bir incelemesini içeren bir yeniden değerlendirmeyi kapsayacaktır. Herhangi bir kayanın yaşını belirlemede doğrudan bir yöntem bulunmadığı göz ardı edilmemelidir. Mineralli kayaçlar içerisindeki uranyum–kurşun, toryum–kurşun, potasyum–argon ve diğer izotopların bugünkü oranlarının belirlenmesinde çok sayıda hassas yöntem bulunmakla beraber, kayanın, ilk oluştuğu zamanda içerisinde bulundurduğu başlangıç izotop oranlarının tahmininde kullanılabilecek doğrudan bir yöntem yoktur. Radyokronolojistler, belirli temel varsayımlar içeren dolaylı yöntemlere başvurmalıdırlar. Bu varsayımların doğruluğunu ispat etmenin hiçbir yolu olmamakla beraber, bu varsayımların özünde var olan faktörlerden çıkan yaş sonucu, doğru olsun ya da olmasın, milyon ile milyar yıllar arasında olacaktır. (Ancak, bir kaç bin yıllık numunelerin yaşlarının belirlenmesinde kullanışlı bir yöntem olan karbon-14 yöntemi bunlara dahil edilmemelidir.)

Bazı yayınlar radyometrik yaş belirleme metotlarının zayıf yönlerini ve yanlışlıklarını gözler önüne sererken, bazıları da yerkürenin yaşının genç olduğunu gösteren pek çok güvenilir kronometre ya da “zaman saati” tanımlamışlardır. Günümüz yayınlarında ve çok sayıda kitapta tarihsel jeolojinin afetçi yorumu hakkında tartışmalar bulunabilmektedir.

Yazar, geçerli bir Kutsal Kitap yorumunun, yerküre tarihinin afetçi–yakın yaratılış yorumunun kabulünü gerektirdiğine inanmaktadır. Eğer bu yorum kabul edilirse, evrim modeli tabi ki, inanılmaz olacaktır. Kökenler ile ilgili evrim modelini açıklayıcı bir model olarak nitelendirebilmek ve bu modelin tahmin edebilme değeri ile yaratılış modelinin tahmin edebilme değerini karşılaştırabilmek için, evrimci jeologların, jeolojik zamanların sürekliliği ve jeolojik sütun hakkındaki varsayımları evrimci model ile birlikte kullanıyor olmaları gerekir. Bu yüzden, bu kitabın ilerleyen sayfalarında biz, genellikle evrimciler tarafından tahmin edilen zaman aralıklarında Kambriyen, Ordovisyen, Silüriyen ve diğer tortul tabakalar gerçekten çökelmiş ve evrimci jeologlar tarafından doğru olarak kabul edilen, birbirini izleyen jeolojik dönemler gerçekten olmuş gibi yazacağız.

Ancak bu varsayımlar ne kadar kabul edilirse edilsin, fosil kaydından çıkan veriler evrim modelindeki öngörüleri doğrulamamaktadır. Bu nedenle, yerküre on bin, on milyon ya da on milyar yaşında olsun ya da olmasın fosil kaydı genel evrim kuramını desteklememektedir.