« 5 »
Cennetin Kaybı

Tanrı’nın ilk insan ile toprak arasında kurduğu – ve 'ādām ile 'ādāmâ sözcüklerinin de yansıttığı– özel ilişkiden dolayı Yaratılış’ta “toprak” motifi önemlidir. Tanrı ile uyum içerisindeyken toprak ve insan birbirine bağımlıdır. Ancak ilk insan çiftinin Tanrı’ya isyan edip yasak meyveden yemelerini izleyen iki ciddi sonuç bulunur. Birincisi, toprakla ilişkileri ciddi bir biçimde etkilenmiştir; artık toprak onların yiyip doymaları için ürününü isteyerek vermeyecektir. İkinci olarak Aden’den kovulurlar ve bunun sonucunda Tanrı ile paydaşlık içinde oldukları eşsiz bir çevreyi kaybetmiş olurlar. Bunu izleyen doğruluktan uzak her eylemle insanlık toprak ile uyum içinden bir adım daha uzaklaşır. Kayin’in Habil’i öldürmesi, Nuh ve tufan, ve Babil kulesi hep insanlık ile toprak arasında gittikçe artan gerilimi yansıtır. Her bölümde tanrısal yargı sürgün ve topraktan uzaklaşma şeklinde gelir. Bu arkaplan içerisinde İbrahim’e Tanrı tarafından verilen toprak armağanı oldukça önemli ve dikkat çekicidir. Bu armağan İbrahim’in RAB ile olumlu ilişkisine işaret eder ve Tanrı’nın İsrail ulusunun ortasında yaşaması beklentisini yaratır.

Giriş

Yaratılış’ı dikkatli bir biçimde okuduğumuzda toprak kavramının yazarın zihninde önemli bir yer tuttuğunu farkederiz. Kuru toprağın ilk yaratılmasından Yusuf’un kemiklerinin Tanrı’nın İbrahim, İshak ve Yakup’a vaat ettiği topraklara gömülmesi arzusuna kadar kitapta şu ya da bu şekilde topraktan söz etmeyen tek bir bölüm yoktur. Toprağa yapılan göndermelerin hepsi eşit derecede önemli olmamakla birlikte insanlar ve toprak arasındaki ilişkinin yazarın ilgilendiği temel konulardan biri olduğu açıktır.

Yaratılış’ta toprak konusuna bakmadan önce İbranice’de “toprak” için kullanılan üç sözcük olduğunu belirtmemiz faydalı olabilir. Bunların içinde en çok kullanılanı, Yaratılış’ta 312 kez geçen’eres (’erets) sözcüğüdür. ’Eres (’erets) genellikle ya dünyanın tamamını (örn. 1:1, 10, 26) ya da belirli bir ülkeyi ifade eder (örn. 12:1, 5). 'Ādāmâ terimi 43 defa kullanılır ve normalde “yer” ya da “toprak” anlamına gelir (örn. 2:5, 7, 19). Üçüncü terim olan śādēh Yaratılış’ta yaklaşık 50 defa kullanılır ve genellikle etrafı açık ve geniş yerleri ifade eder; sık sık “yer” (ya da arazi, Ç.N.) şeklinde tercüme edilir (örn. 2:19, 20). Her bir terimin kavramın farklı yönlerini yansıttığını düşünmek mümkünse de bunlar sık sık aynı şeyi ifade etmek için kullanılırlar.1

Dünyanın Yaratılışı

Yaratılış’ın ilk bölümü, yeryüzünün hem Tanrı’yla hem de insanla olan ilişkisinin doğasının temelleri atar. Yeryüzünün Tanrı tarafından, Tanrı’nın “şekilsizliğe ve boşluğa” (1:2) sadece konuşarak doldurup düzen getirmesiyle yaratılmış olması çok büyük bir önem taşır. Tanrı karayı yaratarak birbirinden ayrı üç alan oluşturmuş olur: “gökyüzü,” “kara,” ve “denizler” (1:6-10). Bunların içinde en önemlisi karadır. Tanrı’nın yaratılış etkinliğinde kara, gökyüzü ve denizin aksine, aktif bir rol oynar. Kara, Tanrı tarafından hem bitkileri (1:11-12) hem de tüm canlı varlıkları (1:24) üretmekle görevlendirilir. Tanrı yeryüzünü yaratmasının ardından onu ve içindeki yaratıkları yönetme yetkisini insanlara devreder (krş. 1:28).

2:4-25’te, Yaratılış 1. bölümü tamamlayan kayıt insanlarla yeryüzü arasında bulunan ilişkiyi daha da derin bir şekilde açıklayıp geliştirir. İlk olarak, insan topraktan yaratılmıştır: “RAB Tanrı Adem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu” (2:7). İkincisi, İbranice orijinal metinde “adam” ve “toprak” sözcükleri birbirine çok yakın olan 'ādām ve 'ādāmâ sözcükleridir. İlk insan ile toprak arasındaki bu benzersiz ilişki, RAB Tanrı’nın adamı Aden Bahçesi’ne yerleştirmesiyle daha da vurgulanır . Burada adam bir tek istisna hariç toprağın tüm ürününden zevk almakta özgürdür (2:16-17). Yaratılış 1-2 böylece Tanrı, insan ve yeryüzü/toprak arasında bulunan eşsiz ilişkinin altını çizer. Tanrı insanlara yeryüzü üzerinde yetki kullanma sorumluluğunu vermiş, yeryüzünü de insanlık için bol bol yiyecek vermek üzere güçlendirmiştir. İnsanlık ve yeryüzü birbirlerine bağımlılık içerisinde Tanrı’ya karşı sorumludurlar.RAB

Aden’den Kovulma

Aden’deki uyum, adam ve kadının bilerek Tanrı’ya itaatsizlik etmeleri ve iyiliyle kötüyü bilme ağacının meyvesinden yemelerinin ardından sona erer (3:1-13; krş. 2:16-17). Bunun toprak konusunda iki önemli sonucu vardır. İlk olarak, Tanrı Adem’in itaatsizliğinden dolayı toprağı lanetler (3:17-19). Bundan böyle toprak insanın yemesi için Tanrı tarafından bol bol ürün vermek üzere güçlendirilmiş değildir. Adam yiyecek elde edebilmek için alın teri dökerek çalışmak zorundadır. Bunun da ötesinde adamın işi daha da zorlaşmıştır çünkü artık toprak “dikenler ve çalılar” yetiştirecektir (3:18). Artık adam içinden alındığı ve yiyecek için bağımlı olduğu toprak ile uyum içerisinde değildir.

İkinci olarak adam ve kadın Aden Bahçesi’nden sürgün edilirler (3:23). Tanrı tıpkı kiracısını mülkünden atan bir mal sahibi gibi onları Aden’den kovar. Yazar, bahçeden atılmalarının nedenini şöyle anlatır: “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli” (3:22). Yaşam ağacından ayrılmış olan her insan, iyiyi ve kötüyü bilme ağacının meyvesini yemenin cezası olarak ölümü tecrübe edecektir (2:17). Tanrı, insanların Aden Bahçesi’ne geri dönmemelerini güvence altına alır ve “yaşam ağacının yolunu denetlemek için Aden Bahçesi’nin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirir” (3:24). Aden Bahçesi’nden atılan Adem ve Havva, Tanrı’nın varlığının yakınlığını artık tadını çıkarmayacaklar. Bu Tanrı’nın insanla ilişkisinin sonunu getirmese de, büyük ve dramatik bir değişikliğin gerçekleştiğini gösterir. Yaratılışta kurulan özel ilişki artık sadece Tanrı ile kendisini tanıtmayı seçtiği insanlar arasında mümkü olacaktır. Artık insanlık Tanrı ile kendiliğinden bir ilişkiye sahip olmayacaktır. Böylece insanın isyanının sonucunda Tanrı, insanlık ve toprak arasındaki yaratılıştan gelen uyum bozulur ve toprak yerini yabancılaşmaya bırakır.

Kayin – Yeryüzünde Aylak Aylak Dolaşan Gezgin

Kayin’in kardeşi Habil’i öldürmesinin anlatıldığı öyküde insanlar ile toprak arasındaki ilişki önemlidir. Başlangıçta Kayin toprağı işleyen kişi (“çiftçi”, Ç.N.) olarak betimlenir (4:2). Kıskançlığı sonucunda kardeşini öldürdüğü zaman RAB Tanrı işlediği suç konusunda onunla yüzleşir. Kayin’in eylemi ile toprak arasındaki ilişki, Tanrı’nın konuşmasında vurgulanır:

RAB, "Ne yaptın?" dedi, "Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor. Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti altındasın. İşlediğin toprak bundan böyle sana ürün vermeyecek. Yeryüzünde aylak aylak dolaşacaksın” (4:10-12).

Adem’in cezası toprağın işlenmesinin zorlaşmasıyla sonuçlanmışken Kayin “toprağından sürülür” ve aylak aylak dolaşan bir gezgin olmaya zorlanır. Aynı zamanda RAB’bin huzurundan ayrılmalıdır (4:14, 16). Hem Tanrı’dan hem de topraktan uzaklaştırılmış olan Kayin’in cezası, anne ve babasının aldığı cezayı anımsatır.

Kayin’in Habil’i öldürmesinin anlatıldığı öyküde iki önemli noktanın altı çizilmelidir. İlk olarak buradaki anlatı insanlıkla toprak arasındaki ilişkinin devam ettiğini vurgular. Kayin’in eylemlerinin toprak üzerinde doğrudan etkisi vardır; toprak Habil’in kanı ile lekelenmiştir. İkincisi, her bir kötülük eylemi insanlığın topraktan yabancılaşmasını bir adım daha ileri götürür. İnsanlığı besleyecek olan toprak artık Tanrı’nın cezalandırma aracıdır. Doğal çevre artık Tanrı’nın başta niyet ettiği gibi insana fayda sağlamaz ve insanı kayırmaz; toprak artık düşmandır ve bu düşmanlığının derecesi bir nevi insanın kötülüğünün derecesine bağlı.

Tufan Anlatısı

Toprak konusu, Nuh’un tufandan kurtulmasının anlatıldığı öyküde de ön plana çıkar. Bununla ilk olarak babası Lemek’in oğlu Nuh’a adını koymasında karşılaşırız: “Lemek 182 yaşındayken bir oğlu oldu. RAB'bin lanetlediği bu toprak yüzünden çektiğimiz eziyeti, harcadığımız emeği bu çocuk hafifletip bizi rahatlatacak" diyerek çocuğa Nuh adını verdi” (5:28-29). 2

Burada Nuh toprağı işlemenin ciddi yükü altında zaten ezilmekte olan insanlara rahatlık getirecek kişi olarak sunulmaktadır. Bu yorumun ardında, Nuh’un insanlık ile yeryüzü arasında gittikçe bozulmakta olan ilişkinin gidişini tersine çevireceği umudu vardır.

Tanrı’nın yeryüzündeki tüm canlıları yok edecek bir tufan gönderme kararı, açık bir şekilde insanlığın kötülüğü ile ilişkilidir (karş. 6:5).

Tanrı'nın gözünde yeryüzü bozulmuş, zorbalıkla dolmuştu. Tanrı yeryüzüne baktı ve her şeyin ne denli bozulduğunu gördü. Çünkü insanlar yoldan çıkmıştı. Tanrı Nuh'a, "İnsanlığa son vereceğim" dedi, "Çünkü onlar yüzünden yeryüzü zorbalıkla doldu. Onlarla birlikte yeryüzünü de yok edeceğim (6:11-13).

İnsanlığın süregelen zorbalığının yeryüzü üzerinde nasıl doğrudan etkisi olduğunu bir kez daha görüyoruz. Toprak masumların kanının dökülmesi sonucunda kirlenmiş, bunun sonucunda verimliliği azalmıştır. Nuh’un zamanına gelindiğinde toprağı işleme görevi artık neredeyse dayanılmaz bir hal almıştır.

6:9-9:19’daki Tufan anlatısı ile Yaratılış 1 arasında çok yakın benzerlikler bulunur. Sel sularının aşama aşama, dağların dorukları da dahil olmak üzere tüm yeryüzünü kaplaması, yeryüzünün karaların ve denizlerin birbirinden ayrılmadan önceki (karş. 1:9-10) ilk haline dönüşünü anlatır. Sel sularının çekilmesi ve Nuh’un gemiden ayrılması ile dünyanın yeniden yaratıldığını görürüz.3 Sonuçta gemiden çıkanlar artık kötü eylemlerin kirliliğinden tamamen arınmış bir yeryüzünde yaşamaya başlarlar. Ancak yeryüzü yeniden yaratılmış olmasına rağmen aynı şey insan doğası için geçerli değildir, çünkü Tanrı’nın da söylediği gibi “çünkü insan yüreğindeki eğilimler çocukluğundan beri kötüdür” (8:21). Yine de Tanrı bir tufan göndererek bütün canlıları bir daha asla yok etmeyeceği sözünü verir (8:21).4 Bu daha sonra 9:8-17’de anahatları verilen antlaşma ile onaylanır.

Tufandan önce masumların kanının dökülmesi toprağı kirletmiş ve verimliliğini hatırı sayılır bir biçimde azaltmıştı. Tanrı 9:1-7’de yeryüzünün gelecekte kirlenmesinin önüne geçmek için belirli buyruklar verir. Bunlar, hem insanların hem de hayvanların “canı içeren kanını” dökmek konusuna odaklanırlar. İnsanlar ve hayvanların canına saygı gösterilmelidir.

Toprağı İşleyen Adam: Nuh

Tufanı anlatan öykünün ardından gelen bölüm Nuh’un “toprağı işleyen kişi” (çiftçi, Ç.N.) olarak betimlenmesiyle başlar (9:20) ve kısaca bol bol ürün veren bir bağ dikme becerisi üzerinde durur. Öykünün bu bölümü, açık bir şekilde tufan sonucunda yaşanan dramatik değişikliği gösterme amacını taşır. Tufandan önce toprağın verimliliği oldukça sınırlıyken şimdi bol bol ürün vermektedir. Burada Lemek’in 5:29’da oğlu Nuh hakkında söylediği sözlerin gerçekleştiğini görürüz.

Uluslar Tablosu

Yaratılış 10’da yer verilen Uluslar Tablosu, Nuh’un soyundan gelenlerin zaman içinde nerelere yerleştiklerini gösterir.5 Burada 10:15-18’de Kenan ve oğullarının anlatıldığı ve Kenan’ın soyundan türeyen farklı halkların detaylı bir listesinin verildiği bölüm özellikle önemlidir. 10:19’da ise Kenan’ın sınırları tarif edilir. Bu detaylar, Yaratılış’ta daha sonra gerçekleşecek olan olaylar ışığında - zira İbrahim’e Tanrı tarafından Kenan topraklarının vaat edilmesi (krş. 15:18-21) – düşünüldüklerinde oldukça önemlidirler. Bu gelişme açık bir şekilde Nuh’un Kenan’ı keskin bir şekilde lanetlemesine karşın (9:25-27) Sam’ı kutsaması ile ilişkilidir.

İbrahim Anlatısı

İbrahim anlatısı Yaratılış’ta önemli bir dönüm noktası oluşturur. Bu özellikle toprak konusunda geçerlidir. Yaratılış’ın daha önceki bölümlerinde öne çıkan konu insanların itaatsizlikleri sonucu sürgüne gönderilmeleri iken İbrahim’in öyküsündeki ana temalardan biri Tanrı’nın İbrahim’e ve onun soyundan gelen kişilere toprak armağanıdır.

Tanrı’nın İbrahim’e Kenan topraklarını vaat etmesiyle ilgili birkaç önemli noktaya değinmemiz yerinde olacak. İlk olarak bu vaat İbrahim’in Tanrı’ya itaat etmesi koşuluna bağlıdır. İbrahim daha en başta RAB’bin ülkeden ayrılıp başka bir ülkeye gitme çağrısına itaat etmelidir (12:1). Bu tanrısal buyruk ve bununla ilişkili olan Tanrı’nın İbrahim’i “büyük bir ulus” yapacağı (12:2) vaadi içerisinde Tanrı’nın İbrahim’e yeni bir ülke vereceği fikri vardır. Kısa bir süre içinde bu toprakların Kenan olduğu açıklanır (12:5-7) ve topraklarda halihazırda Kenanlılar yerleşmiş olmasına rağmen (12:6) RAB İbrahim’in soyundan gelenlerin toprakları ele geçirecekleri güvencesini verir. Daha sonra İbrahim’in Lut’tan ayrılmasının anlatıldığı bölümde toprak vaadi daha da detaylı bir şekilde dile getirilir (krş. 13:14-17). Bu ilk vaatler ancak Tanrı’nın 15:7-21’de İbrahim’le yaptığı antlaşma ile bir ağırlık kazanırlar.6 Bu koşulsuz antlaşma, İbrahim’in imanı nedeniyle doğru sayılması sonucunda yürürlüğe koyuldu. Yaratılış’ın daha önceki bölümleri insanın itaatsizliğinin bir sonucu olarak toprağın kaybedilmesi üzerinde odaklanırken İbrahim Tanrı’ya olan güveni ve itaatinden dolayı toprağı geri kazanan kişi olarak betimlenir.

İkincisi, Tanrı İbrahim’e onun soyundan gelenlerin Kenan’ı ancak dört yüz yıl geçmesinin ardından işgal edeceklerini bildirir (15:13-14). Bu gecikme bildirisi Pentatuk’un geri kalanı üzerinde ciddi sonuçlar doğurur. Yaratılış kitabı İbrahim ve İshak’ın vaat edilen Kenan topraklarının sınırları içerisinde yaşadıklarını kaydetmesine rağmen kitabın son bölümleri Yakup ve ailesinin Mısır’da yaşamak üzere Kenan’ı terkettiklerini anlatır. Pentatuk’un geri kalan kitapları da İsrail’in gelecekte Mısır’dan çıkışı ve vaat edilen toprakları ele geçirmeden önce yaşanan gelişmelere odaklanırlar.

Üçüncüsü, Kenan toprakları İbrahim’e Tanrı tarafından vaat edilmiş olmasına karşın halihazırda farklı halklar ülkede yaşamaktadır. Bu da doğal olarak Tanrı’nın başka halkların yaşadığı bir ülkeyi nasıl olup da İbrahim’e verebileceği sorusuna neden olur. Yaratılış’ın yazarı Kenan topraklarında yaşayan halkların bu ülkede oturmaya layık olmadıklarını ima ederek soruyu dolaylı bir şekilde yanıtlamış olur. Bu fikirle ilk defa İbrahim anlatısından da önce, 9:20-29’da karşılaşırız. Burada gözler Ham’ın kötü davranışlarına ve ardından oğlu Kenan’ın üzerine gelen lanete çevrilir. Bu anlayış, Kenan’ın soyundan gelenlerin de dedeleri Ham gibi davranacakları fikrini içerisinde barındırır. Kenan’ın soyundan gelen bu halkların kim oldukları 10:15-18’de açıklanır, burada her halkın hangi topraklarda yaşadığı da anlatılır (10:19).

Kenan ilk oğlu olan Sidon'un babası ve Hititler'in, Yevuslular'ın, Amorlular'ın, Girgaşlılar'ın, Hivliler'in, Arklılar'ın, Sinliler'in, Arvatlılar'ın, Semarlılar'ın, Hamalılar'ın atasıydı. Kenan boyları daha sonra dağıldı. Kenan sınırı Sayda'dan Gerar, Gazze, Sodom, Gomora, Adma ve Sevoyim'e doğru Laşa'ya kadar uzanıyordu (10:15-19).

İbrahim’in öyküsü içerisinde farklı metinler Ham’ın oğullarının kötü doğasına dikkat çeker. 13:13’de yazar “Sodom halkı çok kötüydü, RAB’be karşı büyük günah işliyordu” der. Ve Sodom’da yaşayan Kenanlılar’a bu olumsuz bakış, İbrahim’in Sodom Kralı’na karşı tavrında anlaşılır (14:21-24). Bu tavrın ne kadar olumsuz olduğu özellikle İbrahim’in Salem Kralı Melkisedek’e davranışı ile karşılaştırıldığında göze çarpar (14:18-20) Bu metinlerin ışığında, Sodom ve Gomora’nın Yaratılış 19’da anlatılan yıkım öyküsü hiç de şaşırtıcı değildir; ve aslında 13:10’dan itibaren beklenmektedir. Tanrı’nın 18:20-21’de Sodom ve Gomora’nın günahı hakkındaki sözleri Yaratılış 19’da iki meleğin bu kentleri ziyaret öyküleri etrafında düşünüldüğünde doğrulanmış olur. Sodomlu erkeklerin günahlarının cinsel yönü, dikkat çekici bir biçimde ataları Ham’ın günahını çağrıştırmaktadır. Ham’ın soyundan gelenlerin günahları hakkında bir başka referans da 15:16’da bulunur. Burada Tanrı İbrahim’in torunlarının Kenan’a ancak dördüncü kuşakta gireceklerini bildirir, “çünkü Amorlular’ın yaptığı kötülükler henüz doruğa varmamıştır”. Yaratılış’ın daha önceki bölümleri kötülük eylemlerinin topraklardan sürgünle sonuçlanacağı fikrini yerleştirdiğine göre, halihazırda Kenan’da yaşayan ve kötülük eden halkların da ülkeden günahları yüzünden uzaklaştırılacaklarına şüphe yoktur. Bu nedenle toprakların daha sonra İsrailoğulları tarafından fethi, orada yaşayan halkların üzerine gelmiş bir yargı eylemi olarak değerlendirilmelidir. 7

Dördüncüsü, Tanrı İbrahim’e torunlarının toprakları ancak birkaç yüzyıl sonra ele geçireceklerini vaat etmiş olmasına rağmen Hevronlu Hititler İbrahim’in Efron’un tarlasında Makpela mağarasını satın almasına izin vererek İbrahim’in Kenan’da yaşama hakkını tanımış oldular (23:1-20). Bunun da ötesinde söz konusu toprağın mezarlık yapılmak üzere satın alınması, İbrahim’in soyundan gelenlerin burada kalıcı bir şekilde hak iddia etmelerine olanak sağladı. Tanrı’nın toprak vaadi gelecekte gerçekleşecek olmasına rağmen İbrahim bu sürecin başlangıcına tanıklık etti.

Yakup Öyküsü

Yakup’un öyküsü, ilk doğan oğul kutsamasını almak için babasını kandırmasının sonucu olarak Padan Aram bölgesindeki geçici sürgünü etrafında gelişir. Yakup, hilekar davranışlarına karşın Kenan toprakları hakkında çeşitli güvenceler alır. Bunlardan ilki 28:4’de babasından gelir. İshak Yakup’u kendisine bir eş bulmak üzere Kenan’dan ayrılmaya teşvik etse de Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’nın onu kutsaması için dua eder: “İbrahim'i kutsadığı gibi seni ve soyunu da kutsasın. Öyle ki, Tanrı'nın İbrahim'e verdiği topraklara -üzerinde yabancı olarak yaşadığın bu topraklara- sahip olasın” (28:4).

Bunun ardından Yakup Kenan’dan ayrılmak üzereyken Tanrı ona Beytel’de bir düş aracılığıyla güvence verir:

RAB yanıbaşında durup, "Atan İbrahim'in, İshak'ın Tanrısı RAB benim" dedi, "Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak. Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım" (28:13-15).

Yakup Esav’dan dolayı Kenan’dan kaçmak zorunda olmasına karşın, anlatıya onun gelecekteki dönüşünün beklentisi hakimdir. Çok daha sonra Tanrı’nın toprak vaadi Yakup’a tekrarlanır (35:11-12).

Yakup’un Padan Aram’a sürgününün dönüm noktası, RAB ona “atalarının topraklarına, akrabalarının yanına dön” (31:3) dediği zaman gelir. Yakup bu güvencenin ardından Kenan’a dönmek üzere hazırlık yapmaya başlar. Padan Aram’a ilk geldiğinde tek başınayken şimdi ordan büyük bir aile ve hatırı sayılır bir malvarlığı ile ayrılmaktadır. RAB’bin Padan Aram’da onun için tüm yaptıklarına rağmen Yakup kendisini sürgüne gönderen şeyin ne olduğunun hâlâ farkındadır. Bu nedenle Kenan sınırlarına yaklaştıklarında ağabeyi Esav’la karşılaşma anı için hazırlık yapar (32:1-21). Yakup ilginç bir şekilde Kenan’dan ilk ayrıldığında RAB’bin varlığını nasıl tecrübe ettiyse (28:10-22) şimdi ülkeye yeniden girmek üzereyken RAB’le bir defa daha dramatik bir şekilde karşılaşır (32:22-32). Anlatı, bu teofanileri (RAB’bin görünmesini) Kenan’ın sınırlarına yerleştirerek topraklarının önemine dikkat çeker.

Yakup ile Esav’ın barışması sadece onları uzun yıllar boyunca birbirlerinden ayıran anlaşmazlığa son vermekle kalmaz (33:1-16), aynı zamanda Yakup’un Kenan topraklarındayerleşmesiyle sonuçlanır (33:17-20). Ancak Esav en sonunda Kenan’ın dışındaki Seir topraklarına yerleşir (33:16; 36:6-8). Kardeşlerin birbirlerinden böyle ayrılmaları, yıllar önce İbrahim ile Lut’un ayrılmalarını etkileyici bir biçimde hatırlatır. Toprak her ikisinin de sürülerini otlatabilmelerine olanak sağlayacak kadar büyük olmadığı için Yakup ve Esav farklı ülkelerde yaşamak konusunda anlaşırlar (36:7-7; karş. 13:5-18). Bunun sonucunda Kenan topraklarında sadece Yakup kalır.

Yusuf Öyküsü

Yaratılış’ın son çeyreği, Yusuf’un karakteri etrafında gelişir ve İbrahim’in torunlarının Kenan’dan Mısır’a gelmelerinde Yusuf’un oynadığı rolü anlatır. Tanrı’nın İbrahim’e “Şunu iyi bil ki, senin soyun yabancı bir ülkede, gurbette yaşayacak. Dört yüz yıl kölelik edip baskı görecek” (15:13) şeklindeki sözleri hatırlanacak olursa, Yusuf öyküsü İbrahim ve Yakup anlatıları ile daha sonraki Mısır’dan Çıkış anlatısı arasında bir bağ oluşturmuş olur. Pentatuk’un genel kurgusu, Kenan’dan Mısır’a doğru bir geçişi öngörmektedir.

Yusuf öyküsünün çeşitli özellikleri toprak konusunda daha önce değinmediğimiz birçok konuyu da gündeme getirir. İlk olarak Yusuf’un kardeşlerini Mısır’da tekrar Yusuf ile bir araya getiren şeyin Kenan’da yaşanan bir kıtlıktır. Yaratılış boyunca kıtlıklar Tanrı’nın toprağı lanetlemesi ile ilişkilendirilir; Tanrı’nın bereketlerinin ve insanlar ile toprak arasında bulunması gereken uyumun ortadan kalktığını vurgular. Yusuf’un yaptığı hazırlıklar olmasaydı bu defaki kıtlığın sonuçlarının çok daha korkunç olurdu.

İkincisi, Yakup’un Kenan’dan Padan Aram’a sürgün deneyimini göz önünde bulundurduğumuzda Kenan’ı bir defa daha terketmekte neden isteksiz olduğunu anlayabiliriz. Ancak Tanrı duruma müdahale edip ona gitmesini buyurduğunda gitmeye razı olur:

Tanrı, "Ben Tanrı'yım, babanın Tanrısı" dedi, "Mısır'a gitmekten çekinme. Soyunu orada büyük bir ulus yapacağım. Seninle birlikte Mısır'a gelecek, soyunu bu ülkeye geri getireceğim. Senin gözlerini Yusuf'un elleri kapayacak” (46:3-4).

Yakup’un Mısır’a gitmek konusundaki isteksizliği, Yaratılış’ın diğer bölümleri akılda tutularak düşünülmelidir. Daha önce Kenan’da yaşanan bir başka kıtlık sırasında İbrahim Mısır’a gitmişti (12:10-20). Ancak İbrahim’in orada yaşadıkları, tanrısal vaatlerin gerçekleşmesini tehlikeye attı. Daha sonra başka bir kıtlık sırasında İshak Mısır’a gitmemesi yolunda özel bir buyruk aldı (26:1-2). Yakup tüm bunları düşünerek Kenan’da kalmayı güçlü bir şekilde istemiş olabilir.

Üçüncüsü, Yusuf öyküsündeki hareket Kenan’dan Mısır’a doğru olmasına karşın, bunun kalıcı bir hareket olmayacağına dair çeşitli göstergeler bulunmaktadır. Bu örneğin Tanrı’nın Yakup’a sözlerinde açık bir şekilde görülür: “Soyunu bu ülkeye geri getireceğim” (46:4). İsrailliler’in Kenan’a bağlılıkları aynı zamanda Yakup’un ölümünü çevreleyen olaylarda da ortaya çıkar. Ölümünün ardından Yakup’un mumyalanmış cesedi Makpela’da, İbrahim’in ve İshak’ın mezarlarının yanına gömülmek üzere Kenan’a geri getirilir (49:29-50:14). Daha sonra Yusuf da kemiklerinin Mısır’dan Kenan’a götürülmesi yolunda benzer bir istekte bulunur (50:24-25). Yusuf bu isteğinin babasının ölümünde olduğu gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirilmesini beklememektedir, ancak Tanrı İsrailliler’in yardımına geldiği zaman bunun da gerçekleşeceğini düşünür (krş. 13:19). Böylece Yaratılış kitabı Yusuf’un ölümü ile son bulmasına rağmen ileride gerçekleşecek olayların beklentisi sürmektedir, İsrailliler bir gün vaat edilen topraklara döneceklerdir.

Eski Antlaşma Özeti

Yaratılış kitabı boyunca insanların toprakla sahip oldukları yakın ilişki vurgulanır. Bu karşılıklı bağımlılığın temeli, ilk insan Adem’in (‘ādām) topraktan (‘ādāmâ) yaratılmış olmasıyla açıklanır. Tanrı ilk başta insanlar ile toprak arasındaki ilişkiyi kutsamış olmasına rağmen, ne yazık ki Adem ve Havva’nın Aden Bahçesi’ndeki itaatsizlikleri bu durumun dramatik bir biçimde tersine dönmesine neden olur. Bunun da ötesinde Adem ve Havva RAB ile yakından ilişki içinde oldukları Aden’den kovulurlar ve o yakın ilişki son bulur. Daha sonra İbrahim’e verilen vaatler aracılığıyla tanrısal kutsamanın insanlara verilmesi tekrar mümkün olur. Ancak bu sadece yeryüzündeki tüm aileler kutsandıkları zaman mümkün olacaktır. Bu arada ulusların kutsanmaları sürecinin bir parçası olarak İbrahim’e onun soyundan gelenlerin Kenan topraklarını ele geçirecekleri vaadi verilir. Onlar için Kenan kısmen Aden Bahçesi’ne benzeyecek; insanlar orada Tanrı’nın toprak üzerindeki bereketinin işaretleriyle çevrilmiş bir halde Tanrı’yla özel paydaşlığın tadını çıkaracaklardır. 8

Yeni Antlaşma Bağlantıları

Yeni Antlaşma’nın geliştirdiği toprak kavramı Yaratılış’la hem benzerlik gösteren hem de Yaratılış’a pek benzemeyen yönler sergiler. Bunun nedenlerini anlamak için Yaratılış’taki toprak kavramının iki farklı bağlam içinde yer aldığını hatırlamamız gerekir. Öncelikle tüm insanlığın bağlamı içerisinde kullanılır. Tüm insanlar, Adem ve Havva’yla başlayan ve bugüne kadar devam eden itaatsizlik nedeniyle yeryüzünün Tanrı’nın laneti altında olduğu gerçeğiyle her gün karşı karşıya kalırlar. Yeni Antlaşma tüm imanlılar gibi doğanın da çürümeye teslim olmaktan kurtarılmayı beklediğini açıkça ifade eder (Rom. 8:19-25). Pavlus’a göre her şeyin Tanrı ile barıştırılması İsa Mesih’in “çarmıhta akıttığı kanı aracılığıyla” gerçekleştirilmiştir (Kol. 1:20; krş. 2. Ko. 5:17-21; Ef. 1:7-10). Pavlus Mesih’i sadece evrenin uyumunu yeniden sağlayacak olan kişi olarak değil, aynı zamanda yaratılmış olan her şeyin ilk yaratıcısı olarak görür (Kol. 1:15-17; krş. 1. Ko. 8:6). Buna benzer düşünceler Yeni Antlaşma’nın başka kısımlarında da görülür (ör: Yu. 1:3; İbr. 1:2).

Yeniden yaratılma sürecinin doruk noktası, Tanrı’nın ve insanların uyum içinde bir arada yaşayacakları yeni bir gökle yeni bir yeryüzünün ortaya çıkmasıdır (Vah. 21:1). Bu Vahiy 21:1-22:5 ayetleri arasında “Tanrı’nın yanından inen Kutsal Kent, yeni Yeruşalim” şeklinde betimlenir (Vah. 21:2), bu kent ilk Aden Bahçesi’na ilişkilendirilmiş bir inşaat projesinin sonu anlamındadır. Bu yorumu destekleyen birkaç etken vardır, bunların içinde en önemlisi “yaşam ağacından” (Vah. 22:2; krş. Yar. 2:9; 3:22, 24) söz edilmesi ve burada “artık hiçbir lanetin kalmayacağının” ifade edilmesidir (Vah. 22:3). Ancak Aden Bahçesi üzerine yatırım yapılarak geliştirilecek bir yer olarak sunulmasına karşın yeni Yeruşalim yapısı tamamen oturmuş bir kenttir.

İbraniler’in yazarı, Tanrı’nın insanlığı kurtarma etkinliğinin amacını, dinlenme şeklinde ifade eder (İbr. 4:1-11). Birbirine bağlı iki fikir ortaya atılır. İlk olarak bu dinlenme Tanrı’nın gökleri ve yeryüzünü yaratmasının ardından dinlenmesini (Yar. 2:2-3) ve insanlığın Adem ve Havva’nın itaatsizlikleriyle yaratılışı bozarak kaybettikleri dinlenmeyi çağrıştırır. İkincisi, İsrailliler de Kenan’ı ele geçirdikleri zaman itaatsizlikleri nedeniyle böyle bir dinlenmeye kavuşamadılar. Ancak müjdeye inananlar için Tanrı’nın dinlenmesine girme fırsatı hâlâ mevcuttur.

Toprağın Yaratılış’ta önemli bir biçimde gündeme geldiği ikinci bağlam ise İbrahim’in soyundan gelenlerin Kenan’da bir ulus oluşturmalarıyla ilgilidir. Tüm ulusları kucaklayan yeni bir antlaşmanın sunulmasının ardından Yeni Antlaşma’da İsrail’in bir ulus olmasının pek bir önem verilmeden geçiştirilmesi pek şaşırtıcı değildir. Bunun sonucunda İsrail’in Tanrı’nın amaçları içerisinde oynadığı rol dramatik bir biçimde değişmiş ve İsrail’in Kenan topraklarını elinde tutup tutmaması eski önemini artık yitirmiştir. Sina’daki antlaşma tek bir ulusa odaklanmışken Yeni Antlaşma’nın kapsamı uluslararasıdır. Yaratılış’ta İbrahim’e verilen ülke vaadi genel olarak Kenan toprakları olarak ifade edilse de (Yar. 12:7; 13:14-17; 15:18-21; 17:8), ulusların kutsanması için İbrahim’in “tohumunun” yeryüzünün tümünde egemenlik süreceğine dair göndermeler vardır (49:10; krş. 22:17; Mez. 2:8; Mik. 5:2-5). Tek bir ulus olarak İsrail’den tüm uluslara doğru bu hareketi düşündüğümüz zaman bir ülkeden tüm ülkelere, tüm yeryüzüne doğru benzer bir genişleme de şaşırtıcı olmayacaktır. Benzer bir durum örneğin Pavlus’un Efesliler 6:2-3’te beşinci buyruk olan babana ve annene saygı göster buyruğunu açıklamasında da görülebilir. Mısır’dan Çıkış 19:12 ve Yasa’nın Tekrarı 5:16’nın orijinal bağlamında bu buyruk Kenan topraklarını ele geçirmenin ardından orada uzun bir yaşama kavuşma ile ilişkilendirilmesine rağmen Pavlus bunu yeryüzünün her yerinde uzun yaşamak şeklinde genişletir.


1 Bunun ilginç bir örneğini İbrahim anlatısında görürüz. Yaratılış 12:3’teki “yeryüzünün tüm halkları” (tam olarak “yerin tüm aileleri”) ifadesi, daha sonra “yeryüzündeki tüm uluslar” (18:18; 22:18) ile değiştirilir. Burada iki ifadenin anlamı arasında bir fark amaçlanmamaktadır. Ancak 12:3 tüm insanların ortak bir kaynağa sahip olduklarını, topraktan geldiklerini, bu nedenle aslında bir olduklarını vurgular. Oysa 18:18 ve 22:18 dünyanın farklı uluslardan gelen insanlardan oluştuğu üzerinde durur. Bir ifade şeklinden ikincisine geçiş, , İsrail’in bir ulus olarak ortaya çıkması ulusların kutsanacağı şeklindeki tanrısal vaadine bağlı olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor olabilir.

2 Nuh adı bir olasılıkla etimolojik olarak İbranice “dinlenmek” anlamına gelen nûah (nûakh) fiili ile ilişki olsa da, aynı zamanda İbranice “rahatlatmak” anlamına gelen nihām (nikhām) sözcüğünü de çağrıştırır.

3 G.V. Smith’e göre Tufan anlatısı yaratılış anlatısını aşağıdaki yollardan çağrıştırır:

Yaratılış 1 ve 2 ile 8 ve 9 arasında bir karşılaştırma yapıldığı zaman yazarın bölümler arasında yapısal bir ilişki kurmak için belirli ifadeleri ve fikirleri nasıl tekrarladığı anlaşılır. Aşağıdaki ilişkilerden söz edebiliriz: (a) 1 ve 8. bölümlerde yeryüzünün sularla kaplı olmasından dolayı insanlar yeryüzünde yaşayamadığı için suların çekilmesi ve karanın denizden ayrılması ile kuru toprak ortaya çıkar (1:9-10; 8:1-13); (b) 1:20-21, 24-25 ve 8:17-19’da “kuşlar ve hayvanlar ile toprak üzerinde sürünen her canlı” kaynaşması için yaratılır; (c) Tanrı 1:14-18’de ve 8:22’de günleri ve mevsimleri yaratır; (d) 1:22 ve 8:17’de Tanrı tüm canlıları verimli olup dünyada çoğalmaları için kutsar; (e) 1:28 ve 9:1,7’de insan çıkarılır ve Tanrı tarafından kutsanır: ‘Verimli olun, çoğalın’ (f) 1:28 ve 9:3’de insana hayvanlar alemi üzerinde egemenlik verilir; (g) Tanrı 1:29 ve 9:3’de insana yemesi için yiyecek sağlar (Tanrı’nın “yeşil bitkiler gibi, hepsini size veriyorum” ifadesi ile 9:3’de anlatılan olayla daha önceki bölüm arasında doğrudan bir bağ kurulmuş olur); (h) Yazar 9:6’da insanın Tanrı suretinde yaratıldığı konusunda 1:26-27’den alıntı yapar. Yazar, yeryüzünün yeniden, taze bir başlangıca kavuştuğunu sürekli vurgular. Ancak Nuh Adem’in cennetine geri dönmez, çünkü aradaki en önemli fark, “insanın yüreğinin düşüncelerindeki eğilimlerin kötü olmasıdır” (Yar. 8:21). (‘Structure and Purpose in Genesis 1-11’ JETS 20 [1977], 310-1).

4 4. bölümde de değindiğimiz gibi burada tufandan söz edilmektedir.

5 Bu soyağacı-coğrafyasal bölümde uzun bir zaman periyodu içerisinde Nuh’un soyundan gelenlerin belli bölgelere göç edişleri anlatılır. Oymaklara adlarını veren kimi atalar, adları o bölgelerde yaşamamış olabilir,. Bu bölümdeki üç ana başlıktan her birinin altında belli bir oymak, dil ya da ulustan bahsedilir (Yar. 10:5, 20, 31). Yaratılış 10’daki anlatı Nuh’un soyundan gelenlerin her biri farklı bir dil konuşan farklı oymak ve uluslara bölündüklerini gösterdiği için bu bölümün aslında Babil Kulesi (11:1-9) öyküsünden sonra gelmesi gerekir; 10:25 bir olasılıkla farklı diller konuşan farklı ulusların yaratılmasından söz etmektedir.Yaratılış’ın yazarı Uluslar Tablosu’nu 11:1-9 ve 11:20-26 arasına yerleştirmeyi uygun bulmamış olabilir, çünkü böyle yapmak her ikisi de Sam’ın soyunu anlatan ama birbirinden çok farklı türdeki iki soyağacını ardarda koymayı gerektirecekti.

6 İbrahim anlatısında toprakla ilgili daha fazla referanslar bulunmasına rağmen (örn. 17:8; 22:17) Yaratılış 15 toprak açısından anlatının doruk noktasına işaret eder.

7 Aynı ilke daha sonra farklı olaylarda kuzeydeki İsrail Krallığı ve güneydeki Yahuda krallığına da uygulanmıştır.

8 Bunun sonuçlarının daha ayrıntılı bir tartışması için bkz. T.D. Alexander, ‘Beyond Borders: The Wider Dimension of Land’, ed. P. Johnston ve P. Walker, The Land of Promise: Biblical, Theological and Contemporary Perspectives (Leicester: Apollos, 2000), 35-50.