Tevrat’ı1 oluşturan kitapları tek tek derinlemesine çalışmaya başlamadan önce, bunların oluşturduğu bütüne genel bir bakış sağlamak ve bunu yaparken, sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak göreceğimiz temaların daha iyi işlenmesine fayda sağlayabilir.
Şu anki hali Tevrat, her biri diğerlerininin ışığında betimleyerek tek bir bütün oluşturmak üzere bir araya gelmiş beş kitaptan oluşur. Her bir kitabı diğerleriyle bağlantılı kılan çeşitli etmenler bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi de Yaratılış’la başlayıp mantıksal bir biçimde Yasanın Tekrarı’nın sonuna kadar devam eden öykünün konusudur. Anlatılanlar arasında bir devamlılık, farklı olan bu kitapları bir araya getirir. Örneğin, Yaratılış’ta Kenan topraklarının İbrahim’in İshak’ın ve Yakup’un soyuna vaat edildiği söylenir. Vaadin yerine gelmesi ise Mısırdan Çıkış’tan Yasanın Tekrarı’na ve bunların sonrasına dek uzanan gündemi oluşturur. Topraklarİbrahim, İshak ve Yakup’a vaat edilmiş olsa da, bunların soyundan gelenlerin, Kenan’a, Mısır’da uzunca bir süre kaldıktan sonra sahip olacağı beklenmektedir (Yar.15:13-16; Çık 12:40-42). Böylece Yusuf’un öyküsü, ilk İsraillilerin nasıl Kenan topraklarını terk edip, geçici olarak Mısır’a yerleştiklerini anlatır. Ancak burada, Mısırdan Çıkış’ın ilk bölümlerinde açıklandığı gibi, Mısırlılar İsraillileri köleleştirmiştir. Bu durum, Tanrı’nın müdahalesi sayesinde İsraillilerin ülkeden ayrılmak için güçlenene kadar sürmüştür. Bundan sonra Kenan topraklarınagitmek için çölde yaptıkları yolculuk ise Mısırdan Çıkış, Levililer ve Çöldeki Sayım kitaplarında anlatılmaktadır. Bu yolculuğun anlatısı, Şeria Irmağı’nındoğusundaki Moav ovalarına yerleşilmesiyle Yasanın Tekrarı kitabında sona erer. İsraillilerin Mısır’dan Tanrı’nın eliyle kurtarılışının anlatıldığı öykünün merkezinde, Mısırdan Çıkış’ın ilk bölümlerinde anlatılan doğumu ve Yasanın Tekrarı’nın son bölümünde anlatılan ölümüyle, Musa yer almaktadır.2
Kitaplar arasındaki tema sürekliliğinden bir başka özellik de, arka arkaya gelen kitapların paylaşan motifler aracılığıyla birbirleriyle bağlantılı olmasıdır. Örneğin Yaratılış kitabı, Yusuf’un, Yakup’un oğullarına kemiklerini Mısır’dan götürmeleri için ant içirmesiyle son bulur (Yar.50:25); bu andın tam olarak yerine getirildiğini Mısırdan Çıkış 13:19’da görürüz. Kâhinlerin hizmete ayrılmasıyla ilgili bilgiler Mısırdan Çıkış 29’uncu bölümde verilmekle beraber, atanmalarının anlatımı daha sonra, Levililer 9’uncu bölümde yer almaktadır. Çölde Sayım 20:12’de, Musa’nın vaat edilen toprakların dışında öleceği açıklanırken, bunun Yasanın Tekrarı 34’üncü bölümde gerçekleştiğini görürüz.
Tevrat’ın geri kalan kitaplarından oldukça farklı olduğu düşünülen Yaratılış’ın bile, bu kitaplarda anlatılanları tamamlar nitelikte olduğu açıktır. Tanrı’nın atalara verdiği vaatler, Mısırdan Çıkış’tan, Yasa’nın Tekrarı’na kadar ve sonrasında gelişen olaylara zemin hazırlar. Yusuf’un öyküsünün bütünü, Kenan’da yaşayan İbrahim, İshak ve Yakup’un öyküleri ve onların Mısır’dan kurtarılan soylarının yaşadıkları arasında temel bir bağlantı sağlar. Bu gözlemlerin ışığında, Tevrat’ta sunulan bütünlüğü görmezden gelmemek önemlidir. Yüzeysel olarak bakıldığında birbirinden kopukmuş izlenimi verebilecek olan Yaratılış’tan Yasanın Tekrarı’na kadar olan kitaplar, bir çok farklı bileşenden oluşmuş olmasına rağmen, birisi onları açık bir bütünlük ve uygun sergileyen bir öykü biçiminde ustaca bir araya getirmiştir. Tevrat bu haliyle açık bir şekilde bütünlük arz eden bir çalışmadır.
Tevrat’ta anlatılanların ana hatları temel olarak şu şekilde sıralanabilir. Başlangıçta Tanrı’yla özel bir ilişki içinde yaşamaları ve O’nun adına yeryüzünde yetkili olmaları amacıyla insanlar yaratılıyor. Onlara çoğalarak dünyaya yayılma ve Tanrı’nın yeryüzünde yaşayacağı tapınak-şehri inşa etme görevi veriliyor. Ancak Adem ve Havva’nın söz dinlemezliği onları Tanrı’dan uzaklaştırıyor ve bu nedenle göksel lanetle cezalandırılıp Aden’den çıkarılıyorlar. Tanrı’ya ihanet ederek O’nun kral naipleri olmaktan ve tapınak-şehri inşa etme görevlerinden men ediliyorlar. Ayrıca sonraki eylemleridünyayı kirleterek Tanrı’nın kalmasınına uygun olmayan bir yere dönüştürüyor ve Tanrı’nın kendilerine verdiği yetenekleri Tanrı’nın içinde yaşayacağını tasarladığı tapınak-şehre zıt olarak şehirler kurmak için kullanıyorlar. Babil şehri3 insanın yalnızca dünyayı kontrol etme isteğini değil, cenneti de kontrol etme isteğini gösteriyor.
Yaratılış’ın ilk bölümleri temel olarak bu ilk olanların korkunç sonuçlarına odaklanırken, Yaratılış’ın geri kalanı, 12. bölüm’den itibaren insanlığın Tanrı’yla yeniden barışma umudunun olabileceği üzerinde ilerliyor. Bu barışma umudunun merkezinde İbrahim’e verilen Tanrısal Sözler (vaat) yer almaktadır. Bunların taşıdığı önem hafife alınmamalıdır; çünkü bu sözler (vaat) Tevrat’ın geri kalanında ve bunun da ötesinde olacaklar için bir gündem oluşturmaktadır. İbrahim hakkında anlatılanları dikkatlice incelediğimizde verilen bu sözlerin iki temel boyutunun olduğunu görebiliriz. İlki, İbrahim’in ‘soyu’ aracılığıyla ‘yeryüzündeki tüm ulusların kutsanacağı’ (Yar. 22:18) vaadi. Bunun en büyük önemi Aden Bahçesi’nde olanların sonuçlarının tersine çevrilmesi rolünün olmasına rağmen, Tevrat’ın sonuna gelindiğinde bu vaadin hala gerçekleşmediğini görürüz. Yaratılış’taki bu vaat özellikle, İbrahim’in soyundan olup, ancak gelecekte ortaya çıkacak olan krallık soyuyla bağlantılıdır, ve bunun ilk örneği ise torunu Yusuf’tur. Efrayim’den Yeşu’ya ardı ardına bu soy gelmiştir. Bununla beraber, Yaratılış, gelecekteki Yusuf-Efrayim bağlantılı krallık soyunun, oğlu Peres aracılığıyla Yahuda soyuyla değişeceğini önceden haber veriyor.İbrahim’e verilen diğer Tanrısal vaatler de, büyük bir ulusun kurulacağı vaadidir. Bu sözler genel olarak bu ulusun iki yönüne vurgu yapmaktadır: soy ve toprak. İbrahim ile yaptığı Antlaşmaya göre Tanrı, dört yüzyıl gibi bir zaman geçtikten sonra Kenan topraklarını, İbrahim’in soyuna vereceğine söz vermektedir (Yar. 15). Ulus olmaları konusunda verilen bu sözün yerine gelmesi için çeşitli gelişmelerin olması gerekmektedir ve bunlar Tevrat’ın geri kalan kısmında anlatılmıştır. Ancak ulus olacaklarına dair verilen söz de, tıpkı yeryüzündeki ulusların kutsanacağı sözü gibi, Yasanın Tekrarı bölümünün sonunda yine gerçekleşmeden kalır.
Kutsanma ve ulus olma vaatleri birbirleriyle yakından bağlantılıdır. Ulusların kutsanması, yalnızca ulus olma vaadi yerine geldikten ve krallık ortaya çıktıktan sonra gerçekleşebilir. Bu, Tevrat’ın, neden İbrahim’in soyunun Kenan topraklarında bir ulus olarak ortaya çıkmasına odaklandığını açıklar. Aslında, bu sonraki vaade Tevrat’ta çok önem verilmesi nedeniyle, İbrahim’den gelecek kral soyuyla ulusların kutsanması vaadi gölgede kalıyor gibi görünmektedir.
İsrail’in bir ulus olarak diğerlerinden ayrılması, Mısırdan Çıkış’tan Yasanın Tekrarı’na kadar olan kitapların en büyük konusudur. Bunun en önemli nedeni İsrail’in, Tanrı’nın tapınak-şehrinin bir gün dünyaya egemen olması için gerekli süreci başlatmasıdır. Mısırdan Çıkış’ın başında İsraillilerin sayıca çoğalarak yaratılış ‘çoğalın’ görevlerine başladıkları belirtilse de (Çık. 1:7; krş Yar. 1:28), Mısır kralı süreci durdurur. İsrail halkı kısa bir süre içinde kendilerini Mısırlılar’ın köleleri olarak bulur ve Mısır firavunlarının şehirlerini inşa etmek için çalışmaya zorlanırlar. Bu arka planın karşısında sonunda kölelikten kurtarılıp Tanrı’yla özel bir ilişki kurmaya çağrılırlar. Tanrı İsrail’den ‘bir kâhinler krallığı ve kutsal ulus’ olmalarını beklemektedir (Çık. 19:6). Bu fikrin temelinde Tanrı’nın İsrail halkının arasında yaşaması vardır. Böylece İsrailliler de Tanrının özel varlığını deneyimleyebilecektir.
Tevrat, İsraillilerin RAB’le uyum içinde O’nun tarafından kutsanan bir ülkede yaşamasıyla, Aden’de yaşanan Tanrı/insan ilişkisine benzer bir ilişkiye geri dönüleceğini önceden bildirmektedir. Yine de Tanrı İsraillilerin arasında yaşamaya geldiği halde, insanlar hâlâ Adem ve Havva’nın başlangıçta yaşadığı kadar derin bir paydaşlık yaşamamaktadırlar. Sina’daki anlaşmanın yapılması ve buluşma çadırının inşaası, insanlığın bir kısmının Tanrı’yla olan ilişkisinde önemli bir ilerleme göstermelerini sağlamakla beraber, İsraillilerin Tanrı’nın önüne doğrudan ve arada hiç bir engel bulunmadan gelmelerini sağlayamamıştır. Tanrı ve insanlık arasındaki engel hâlâ durmaktadır. Yalnızca Musa’nın Tanrı’yla doğrudan ilişki kurduğu söylenebilir, ancak bu bile sınırlıdır. Bu nedenle, Tanrı’nın bir halk olarak İsrail ile olan ilişkisi, yeryüzündeki diğer ulusların kutsanacağına dair henüz gerçekleşmemiş olan bir öngörüş sağlamaktadır.
İsrail’in kutsal ulus rolünün bir diğer yönü de, Tanrı’nın istediği türden doğruluğa bir örnek olması gerektiğidir. Bu nedenle Tanrı’nın emir ve yasalarıyla yönetilecek bir ulus olacaktır. Bunun önemi ilk olarak Sina’da verilen anlaşma yükümlülükleriyle vurgulanmış ve daha sonra Moav ovalarında tekrarlanmıştır. İsrail ulusundan beklenen, Tanrı’nın kutsal ve mükemmel doğasını yeryüzündeki diğer uluslara yansıtmasıdır.
Tevrat, RAB onlara kendisini Mısır’da gösterdiği işaretler ve harikalarla açıkladığı ve daha sonra Sina’da onlarla konuştuğu için İsraillilerin ayrıcalıklı olduğunu vurgulamakla beraber, aynı zamanda Tanrı’ya tam olarak itaat etmemekte ve ona tam olarak güvenmemekte nasıl inat ettiklerine de dikkat çeker. Tanrı’nın onlar için yaptığı onca şeye rağmen, İsraillilerin durmadan hata yapmaları, Mısırdan Çıkış’tan Çöldeki Sayım’a kadar olan anlatımın tekrarlanan özelliğidir. Ayrıca, vaat edilen topraklara sahip olmaya hazırlanırken, RAB onlara, ilk önce kutsamayı alacaklarını, sonra sadakatsizlik yapacaklarını ve sonuçta topraklardan sürüleceklerini hatırlatır. Ve artık aralarında Tanrı’nın huzurunu (varlığını) göremeyeceklerdir.
Bu sonraki gözlem, Tevrat içindeki bir diğer önemli düşüncenin altını çizer. Tanrısal vaatlerin nimetlerini yaşamak Tanrı’nın bunları yapabileceğine güvenmeye bağlıdır. Tanrı’ya itaat aracılığı ile gösterilen iman hem olumlu hem de olumsuz örnekleriyle, çeşitli biçimlerde vurgulanmıştır. Adem ve Havva’nın Aden Bahçesindeki itaatsizliğinin sorumlusu iman eksikliğiydi. İman, İbrahim’in yaşamının merkezindeydi, ve bu kişi diğerlerine izlemeleri için bir model olarak sunulmuştu. Benzer biçimde, İsraillilerin çölde yaşadıklarında da imanın önemi vurgulanmıştır. Ancak burada vurgulanan, İsraillilerin imanlarının sık sık eksik olmasıydı. Daha sonra, Yasanın Tekrarı’nda Musa, vaat edilen topraklara sahip olmaları için RAB’be güvenip itaat etmeleri üzere halkı teşvik etti. İnsanlar, kendi hataları nedeniyle geçici olarak Tanrısal vaatlerden yararlanmaktan yoksun kalmakla beraber, bu vaatler eninde sonunda gerçekleşecektir, çünkü bunlar Tanrı’nın verdiği sözlerdir.
Tevrat, dünyanın yaratılışından İsraillilerin Kenan topraklarının sınırına gelişine kadarki dünya tarihini oldukça özel bir biçimde anlatır. Ancak bu, yalnızca olup bitenlerin sıralandığı bir tarih anlatımı değildir. Kutsama ve ulus olma konusundaki Tanrısal vaatler, anlatılanların gelişimi içinde çok önemli bir yere sahip olmakla beraber, Yasanın Tekrarı’nın sonuna gelindiğinde hâlâ gerçekleşmemiş olarak durmaktadır. Sonuç olarak, Tevrat geleceğe bakmaktadır. Vaatlere ne olacaktır? Buna yanıt vermek için Yasanın Tekrarı’nın son bölümlerinin ötesine bakmamız gerekir.4 Görüldüğü gibi Tevrat aslında bitmeyen bir öyküyü anlatır.
1 Kutsal Kitap’ın Musa tarafından yazıldığı iddia edilen ilk 5 kitaba verilen ad, Torah. Aynı zamanda İngilizce ismi Pentatuk (Pentateuch) olarak da anılır.
2 Musa’nın önemi göz önünde bulundurunca, Pentatuk’un ilk ve hâlâ kullanılan başka bir isminin ‘Musa’nın Kitabı’ olması şaşırtıcı değildir.
3 Babil şehri ile ilgili bkz. 2. bölüm.
4 Bu gözlemin ışığında, Yeşu’dan 2. Krallar’a kadar olan kitapların Tevrat’ın devamı olarak önemli olduğunu söylemek gerekir. Bkz. T.D. Alexander, 'Genesis to Kings', NDBT, 115-20.