1. ADALET İYİDİR, AMA MERHAMET DAHA İYİ

– John Arnott

Tanrı'nın merhametini anlamak

Kimse Tanrı'nın lütuf ve merhamet armağanlarını anlamadan, Tanrı'nın sevgisini gerçekten kavrayamaz. Çelişkili bir şekilde, gerçek sevginin –Tanrı'nın bize olan sevgisinin– ne olduğunu, Tanrı'nın lütfunu anlayamadan gerçek anlamda kavrayamayız.

Günlük hayatta gerçekten seven birinin, sevgiyi taklit eden ve eğlenen birinden farklı olduğunu biliriz. Gerçek sevginin kendi çıkarlarımızla beslenmediğini biliriz. Tanrı'nın bize olan sevgisi bu şekildedir. Bizim için en iyisini isteyen, fedakâr, vermekten usanmayan bir sevgi.

Tanrı'nın bize olan sevgisinin temelini ve kalitesini anlayabilmemizi sağlayacak belki de en yakın örnek –ki bu bile gerçeğin hafif bir yansıması olarak kalır– çocuklarımıza duyduğumuz sevgidir. Bu yardıma muhtaç, narin, küçük şeyleri hastaneden eve getiriyoruz ve onları seviyoruz. Sevgimizi hak etmek için hiçbir şey yapmamışken, aslında bizim için hiçbir şey yapabilecek güçte değillerken, biz yine de onları seviyoruz. Bir ebeveyn olduğumuz andan itibaren biliyoruz ki bundan sonra hayatımızın büyük bir kısmı artık çocuğumuzun etrafında dönecek ve bu çoğu zaman bizi hayal bile edemeyeceğimiz sıkıntılara sokacak. Yine de onları sevmeye devam ediyoruz, gerçekten seviyoruz. Anne, baba ve çocuklar, Göksel Babamız Tanrı'nın her birimize olan gerçek sevgisini anlayabilmemiz için bir örnektir.

Çocuklarımıza olan kayıtsız şartsız sevgimizi düşünürken ve Baba'nın bize olan sevgisinin ne kadar bütün ve koşulsuz olduğunu kavramaya başlarken O'nun merhametinin çok küçük bir kesitini yakalamaya ve Tanrı'nın günahlarımız karşısında hak etmediğimiz halde verdiği kurtuluş ve bağışlanmanın arkasındaki sebebi anlamaya başlarız.

Yıllar boyunca kilisede bu konudaki birçok iyi öğretiye rağmen bu merhamet birçok Mesih inanlısını şaşırtıyor. Kendileri merhametin zenginliğinde yaşayamadıkları gibi, diğerlerine merhamet göstermede de başarısız oluyorlar. Birçoğu, Tanrı'nın sevgisinin hak edilmesi, kazanılması gerektiğini düşünerek, gösteriş temelli teolojik düşünceye tutsak bir şekilde yaşamlarını sürdürüyor. İyi şekilde davranarak ve Tanrı için iyi işler yaparak, O'nun onları daha çok seveceğini düşünüyorlar. Oysa bu gerçekten ne kadar uzak! Tanrı bizi şu anda sevdiğinden ne daha az, ne de daha fazla sevebilir. O bizim sevgisinin karşılık beklemeden geldiğini anlayabileceğimiz merhamet noktasında yaşamamızı istiyor. Tanrı'nın sevgisi ve lütfu kabul edilmeyi bekleyen armağanlardır. Peki biz bunları hiç hak edecek miyiz? Hayır! Hiç hak etmiyoruz ama O'nun gözbebeği olan hak etmeyenleriz biz.

Lütuf ve Bağışlanma

Bu kitabın başlığı olan Lütuf ve Bağışlanma, Tanrı'nın lütfu konusu ile bağışlanma konusu arasında çok önemli ve çok sıkı bir bağ bulunması sebebiyle seçilmiştir. Bu, ruhsal yaşamımızın belirgin iki farklı açısının basit bir şekilde bir kitap içerisinde ele alınması değildir. Tanrı'nın bize olan lütuf ve merhametinin varlığını ve bunların ne demek olduğunu gerçek anlamda kavramaya başladığımızda, bu merhameti ve sevgiyi diğerlerine iletmemizin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu görmeye başlarız. Merhamet, hayatımızda karşı koyamadığımız bir kuvvet olur.

Daha sonradan da göreceğimiz gibi, Tanrı'nın bize olan merhametinin 'haksızlığı' ve 'adaletsizliği' doğru şekilde anlaşıldığında, insan anlayışımıza oldukça şaşırtıcı, hatta itici gelebilir. Ama Tanrı hayatlarımıza merhametini ölçüsüz ve bolca döktüğü gibi, bizi hak etmeyenleri bağışlayarak başkalarına da merhamet göstermeyi öğrenmeye çağırıyor. Bencil olmayan bir eylem olan bağışlamayla, kendimizi Tanrı'nın bereketinin hayatlarımız üzerine daha kuvvetli akışına açmış olduğumuzu keşfederiz

Her Mesih inanlısının iman yolculuğunun bir noktasında, er geç iki önemli konunun farkına varması gerekir. İlk olarak, Tanrımız çok büyük ve çok güçlüdür ve yapamayacağı bir şey yoktur. İkincisi ise, bize karşı sevgi ve şefkat dolu olduğudur. Kutsal Kitap 'Tanrı sevgidir' der. Bu yaptıklarının bir açıklaması değil, kimliğinin bir açıklamasıdır. O mükemmel, kusursuz sevginin somutlaşmasıdır. O'nun bizim için isteği, tıpkı İsa'nın yaşadığı gibi, O'nun egemenliğinin gücüyle çalıştığımız ruhsal yaşamlar yaşamamızdır. Sevgi ve imanla dolu, Tanrı'nın büyüklüğünün farkında, O'na sevgiyle itaat ettiğimizde O'nun bizimle ilişki kurma ve bizim için bir şeyler yapma isteğinin farkında olan bir egemenlik. Bu yerde koşulsuz bağışlama hayatımızın olmazsa olmaz parçasına dönüşür ve bu, Tanrı'nın lütuf ve merhametinin daha da büyük akışına yolu hazırlamaktadır. Ancak hayatımızda herhangi bir bağışlamamanın da bunun tersi etkiyi gösterdiğinin farkında olmalıyız: egemenliğin gücünün hayatımızdaki yerini daraltır ve Tanrı'nın bereketinin akışını engeller. Bağışlamama, kişinin ruhsal hayatında belki de bir numaralı merhamet engelleyicisidir.

İsa, öğretilerinde iman ve bağışlama arasında kesin bir bağ olduğunu vurgulamıştır. Kutsal Yazılar'ı ne kadar derinlemesine araştırırsak, canlı, aktif bir imana sahip olmak için bağışlama armağanını hayatımıza uygulamamız gerektiğini o kadar çok görürüz. Markos 11. bölümde İsa'nın şu sözlerine bakın:

'İsa onlara şöyle karşılık verdi: 'Tanrı'ya iman edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, 'Kalk, denize atıl!' der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir. Bunun için size diyorum ki, duayla dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir.” (Markos 11:2224)

Buraya kadar her şey iyi. Vaizler iman etme, yürekten inanma ve büyük mükemmel Tanrımız'ın bizim için güçlü bir şekilde etkin olacağı konularında vaaz verdiklerinde, vaazlarında bu üç ayete odaklanırlar. Ve O'nun kaynaklarına ulaştığımızda imkansız bir şeyin olmayacağı doğrudur – mükemmel bir vaat! Ama bu resmin tamamı değildir. Bu bölümü bitiren ve İsa'nın iman konusunda söylediklerini tamamlayan bir ayet daha var:

'Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikayetiniz varsa onu bağışlayın ki, göklerdeki Babanız da sizin suçlarınızı bağışlasın.” (Markos 11:25)

İsa etkili, iman dolu dua ile bağışlama veya bunun eksikliği arasındaki ayrılmaz bağı göstermektedir. Öğretişinde, Tanrı'ya tümüyle güvenen ve O'nun sözlerini önemseyen kişi için duada, evet, limitsiz bir güç vardır, ancak bu sadece o kişinin hayatında affetmediği biri yoksa geçerlidir. İsa, başkalarından onları affetmeyi esirgiyorsak, imanımızın dua hayatımızdaki etkinliğinin sakatlandığını bilmemizi istiyor.

Bu hepimiz için öğrenilmesi gereken çok önemli bir prensiptir. İsa aynı anda 'İman ederek dua edersen istediğin her şeye sahip olabilirsin ... ama, birisine karşı bir kırgınlığın varsa onları affetmelisin, çünkü bu imanında kısa devreye sebep olabilir' diyor.

Bağışlamama sadece dualarımızı cevapsız bırakmakla kalmaz, bizi Rab'bin bereketini kaybettiğimiz bir yere getirebilir. Bir an için günahları Tanrı tarafından bağışlanmayan bir kişiyi düşünün. Bu kişinin duaları ne kadar etkili olabilir? Markos 11:25 İsa'nın, süper ruhsal olmak isteyenlere yaptığı bir öneri değil. Bu, gerçek imanın geniş kapsamlı ve zorunlu bileşenidir. Eğer başkalarından bağışlanmayı esirgiyorsak, Tanrı bizden de bağışlanmayı esirgemek mecburiyetinde olur ve bunun korkunç sonuçları vardır.

Yıllar boyunca bu gerçek üzerinde düşündüğümde ve John Sandford'un bu konuda benim için çığır açan öğretisi üzerinde çalıştığımda, Mesih inanlılarının imanlarını yaşayabildikleri iki belirgin 'bölge' olduğunu açıkça görebildim. Bunları, Mesih inanlılarının verdikleri kararlara bağlı yaşadıkları hayatlarında iki 'düzey' olarak göstermek hoşuma gidiyor. Bunlardan biri adalet düzeyi, diğeri merhamet düzeyidir. Bunlar özünde birbirine bağlı, birbirine paralel, ama bütünüyle birbirine çelişkili durumdadır; demir paranın iki yüzü gibi. Bir tarafta kanun ve adalet vardır, diğer tarafta lütuf ve merhamet.

Yasa ve Sevgi

Yasa iyidir, ama merhamet ve sevgi daha iyi. Adalet iyidir, ama lütuf daha iyi. Bir kişinin adalet konusunu merhamet düzeyinde değil de adalet düzeyinde yaşamasının ne demek olduğunu inceleyelim. Adalet dünyada var olan, iyi ve gerekli bir şeydir. Ama merhamet daha iyi ve içeriği açısından daha dolu ve zengindir. Merhameti takdir edebilmemiz için öncelikle adaleti ve adaletin neden var olduğunu anlamalıyız. Batı ülkelerinin çoğu, merkezinde adalet olan yasal sistemler üzerine kurulmuştur. Yasanın amacı adaletin doğru, eşit ve önyargısız bir şekilde yerini bulmasını sağlamaktır.

Adalet sisteminin temel prensiplerinden biri, belirli bir suç işleyen kişinin, işlediği suçun ciddiyetine göre cezalandırılmasıdır. Bu açıdan baktığımızda her birimiz adalet olduğu için minnettarız. Örneğin biri evimize girip eşyalarımızı çalarsa, polisi arayabildiğimiz için ve zanlının yakalanması için başvurabildiğimiz için minnettarız. Benzer bir şekilde hayatımız tehlikedeyken polisin gelip bizi koruması için de şükrediyoruz. Toplumda adalet sistemi bulunmalıdır, çünkü adalet toplumu bir arada tutmanın temelidir. Adalet çökerse, anarşi egemen olur.

Kutsal Kitap bize adaletin Tanrı'nın olmazsa olmaz bir parçası olduğunu öğretiyor. O sevgi dolu Tanrı olduğu gibi, adildir de. Dürüstlük, adalet ve doğruluk O'nun temel özellikleridir. Bu bana, Tutku filmi yayınlandığında, Times dergisinin ön kapağındaki 'İsa neden öldü?' sorusunu hatırlatıyor. Bu birçok insan için bir gizem. 'Bir adam 2000 yıl önce çarmıha gerildi. Doğru veya yanlış, o her kim ise, bunun benim için önemi ne olabilir ki?' diye düşünüyor. Tanrı'nın çarmıh aracılığıyla insanların günahları için adaleti yerine getirdiğini anlamıyorlar. İsa'nın çarmıhta çektiği çilenin arkasında seven Tanrı'nın kusursuz, kesin, tamamen mükemmel adaleti vardı. Günah ve adaletsizlik konusunda bir şeylerin yapılması o kadar önemliydi ki, Tanrı kavrayamadığımız bir şey yaptı. Kendisi isteyerek beden aldı ve isteyerek çarmıhta hayatını verdi. O gün benim ve senin günahının bedeli tümüyle ödendi, ama bizim tarafımızdan değil. Bunu bize kendisini veren ve bizi seven Tanrı'nın Oğlu bizim için yaptı (Galatyalılar 2:20). 'Birbirinize yaptıklarınız ve dünyada var olan bütün adaletsizlik – bu önemli. Bu nedenle ben bir şey yaptım, sizin kendiniz için yapamayacağınız bir şey' diyordu Tanrı.

Tanrı'nın çok çok büyük olduğunu biliyoruz ama aynı zamanda detaylara da çok önem veriyor. Hiçbir şey, ne kadar önemsiz görünse de, onun dikkatinden kaçmaz. Tanrı'nın ne kadar büyük olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor. Bizim içerisinde bulunduğumuz uzayı, güneş sistemini düşünün. Uzay mekiklerinin dünyadan güneşin etrafında dönen bir başka gezegene gitmesi aylar, hatta yıllar alabiliyor. Bizim bir parçası olduğumuz bu gezegenler grubu, Samanyolu adını verdiğimiz, yaklaşık 200, belki de 400 milyar yıldız içerdiği tahmin edilen galaksinin zerresi kadar bile değil. Güneşimiz bu kümenin küçük yıldızlarından biri. Ve bizler, bilim adamlarının 'gözlemlenebilir uzay' terimini kullandığı milyarlarca galaksinin yüzlercesinin arasındaki, daha küçük bir yıldız etrafında dönen bir zerre tozun yer aldığı bir galaksideyiz. Ve Rab bunların hepsini avucunda tutuyor! Sadece bu değil, Kutsal Kitap bize Tanrı'nın yıldızların her birini adıyla bildiğini söylüyor. Biri nasıl 200 milyar yıldız çarpı milyarlarca galaksinin isimlerini bilebilir? Tanrı çok büyük ve çok akıllı, değil mi?!

Şimdi makrodan mikroya, bu engin, anlaşılamayan büyük evrenin bir parçası olan kendi bireysel hayatına odaklan ve Tanrı'nın başının üzerindeki her bir saç telinin sayısını bildiğinin farkına var! Ne kadar kesin, net ve muhteşem olduğunu kavrayabilir misin? Bir mikroskoptan bak ve O'nun mükemmelliğini mikroskobik düzeyde gör.

Şimdi çarmıhta gerçekleşen olaylara, Tanrı'nın bu büyüklüğü ve hassasiyeti açısından bak. Kutsal yazılar 'Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik Oğlu'nu verdi, öyle ki O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun' diyor. Tanrı çok daha kolay bir şekilde: 'Bakın, dünya tüm uzaya kıyasla küçücük bir gezegen. İşler ters gitti, o yüzden onu yok edelim ve şu tarafta yeni bir yaradılışla başlayalım' diyemez miydi? Ama Tanrı mükemmel olmasına rağmen ve adaleti tüm insan soyunun işlediği ve işleyeceği tüm günahların bedelini talep etmesine rağmen, aynı zamanda sevgi dolu, şefkatli ve bize karşı merhamet dolu olduğu için, O'nun sevgisi bizi basit bir şekilde silip yok etmesini engelledi. Tanrı, adil yargısını yerine getirmek yerine, 'Hayır, onların kefaretini ödemek için bir plan oluşturmalıyız.' dedi.

İnsanlığın işlediği ve daha çok günah ile birleştirdiği o sınırsız günah birikintisindeki (savaşlar, şiddet, cinsel suçlar, büyücülük...) her bir günahın bedeli ödenmeliydi. Tanrı bütün bunları halının altına süpürüp unutamazdı, çünkü O yargısından ve doğruluğundan taviz vermez. Ama merhameti, bir Kurtarıcı sağlamasına neden oldu.

Merhamete götüren adalet

Tanrı'nın adaleti sarsılmaz olmalıdır, çünkü doğruluğundan asla taviz veremez. Adaletinin temeli, kendi kararlılığıdır. Bu, üzerinde yürüdüğümüz karadan daha sağlamdır. Ama Tanrı'nın benim ve seninle işi var! Bizler günahlarımız için kendi gücümüzle bir şeyler yapabilme konusunda çaresiziz ve geçmişi düzeltme gücümüz yok. Böylece, Tanrı planını yerine getirmeyi ve kusursuz Oğlu'nu, suçsuz Olan'ı dünyaya gönderdi. O insanlığı giyinip suçluların yerine ölerek insanların özgürlüğe kavuşmasını sağladı. İsa Tanrı'nın adaletini yerine getirmek için öldü, ancak ölümü ile daha yüksek bir düzeye –Tanrı'nın karşılıksız armağanı olan merhamet düzeyine– ulaşmamız için temel attı.

Bu senaryoyu hayal et: Bir çocuk sen dışarıdayken evini soyuyor, alt üst ediyor ve tüm değerli eşyalarını çalıyor. Daha sonra polis onu yakalıyor ve olay mahkemeye taşınıyor. Tüm kanıtlar dinlendikten sonra mahkeme kararı kesinleşiyor, zanlının yapılan tüm suçlamalarda suçlu olduğu kararlaştırılıyor. Yargıç: 'Genç adam, suçlamalar karşısında suçlu bulundun. Ya 50.000 dolarlık para cezası ödeyeceksin ya da beş yıl hapis yatacaksın' diyor. Delikanlı: 'Sayın Yargıç, bu para bende yok' diye cevap veriyor. Yargıç: 'Peki, o zaman beş yıl hapis cezasına çarptırılacaksın' sonucuna varıyor.

Bu senaryoda adalet yerini buluyor. Unutma, düşüncesiz bir şekilde, sana ve mal varlığına olan duygusuz ve aldırmaz bir tavırla, evi soyulan sensin. Sahip olduğun her şeyi mahvetti, senden aldığı mücevherler ise soygundan sonra birkaç saat içinde barda kimliği belirlenemeyen bir adama satıldığı için teslim edilemedi. Mutlu olmalısın, çünkü adalet yerini buluyor. Sadece bir tokat ile serbest bırakılsa bu neye yarardı? Bir hafta sonra her şeyi tekrarlardı.

Suçun suçlu tarafından bir kez daha işlenmesini veya başkası tarafından işlenmesini önlemek için, adalet uygulanmalı ve suçluya suça göre gereken ceza verilmelidir. Örneğin seri tecavüzcü gerektiği şekilde cezasını çekmezse, onu bu suçu bir daha işlemesinden alıkoyan ne olabilir?

Dünyada adalet konusunda büyük eksikliği olan ülkeler var. Carol ve ben Kolombiya'ya bir hizmet için gittiğimizde, yerli kilise önderleri bizim kaçırılmamızdan ve ailemizin fidye için kullanılmasından korktukları için, orada kaldığımız sürece bizi izlemekle yükümlü üç korumamız vardı. Haklı olarak kaygılanıyorlardı, çünkü o ülkede adalet sistemi bozulmuştu ve birçok suçlu hafif bir ceza ile serbest bırakılmıştı. Kolombiya gibi bir yerde tecrübe edindikten sonra yasaların ve düzenin daha çok işlediği ülkeler için minnettar oluyorsunuz.

Bir gün bir lisede çocuklarla, günah nedir bilmeyen İsa'nın bizim affedilmemiz için günahlarımız uğruna kurban olarak ölmesini açıklayarak adalet ve merhamet hakkında konuşuyordum. Beni dinleyen genç bir Müslüman sesini yükselterek: 'Bu haksızlık! Tanrı adildir, O asla böyle bir şey yapmaz!' dedi. Ben de ona şöyle dedim: 'Belki haksızlık olduğunu düşünebilirsin, ama bu sevginin yaptığı bir şey. Sevgi adil değildir.'

Senaryomuza dönecek olursak, yargıç davayı, mahkumu hapis cezasına çarptırarak sonuçlandırmak üzereyken, mahkemeden birinin ayağa kalktığını ve şöyle seslendiğini hayal edin: 'Sayın yargıç, bu genç adam benim bir arkadaşım ve inanıyorum ki bu yaptıkları karşısında pişmanlık duyuyor. Eğer uygun görülürse para cezasını ben ödemek istiyorum.' Yargıç sağduyusunu ve yasal yetkisini kullanarak bu üçüncü kişinin suç ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen önerisini kabul edebilir. Bu gerçekleşirse delikanlı serbest bırakılır ve özgür olur. Suçun bedeli, suçu işleyen kişi tarafından olmasa da, onu serbest bırakılmasını sağlayacak kadar seven ve savunan kişi tarafından ödenmiş olur. İşte bu, İsa'nın bizim için yaptığının tam olarak aynısıdır.

Tanrı'nın merhametinin bu hayran bırakan hareketiyle İsa, insanlarla adım adım dünyanın yüzünü değiştiriyor. Dünyada 1 milyardan fazla insan O'na iman ediyor ve Kutsal Ruh'un gücüyle yeni bir yaşama kavuşuyor. Müjde dünyayı yavaşça, ama emin adımlarla, mayanın hamura yayılması gibi mayalıyor. Birçok kişi yeni bir sayfa açarak ve farklı bir şekilde yaşamaya başlayarak bile geçmişi silebilmenin ve günahlardan kurtuluşun mümkün olmadığını anladılar. Tek bir cevap var, göğün altında insanları kurtarabilecek tek bir isim var: İsa'nın ismi.

Merhamet düzeyi

Bu, İncil'in mesajını özetler. Suçlu olan ben, günahımı ve bir kurtarıcıya olan ihtiyacımı itiraf ediyorum. Benim davetim ile O benim hayatıma giriyor ve beni aslında hak etmediğim yeni bir düzeye çıkarıyor. Günahlarımın bedelini çekmem gereken adalet düzeyinden, İsa'nın benim için yaptıkları sayesinde özgürce yaşayabildiğim merhamete geçiyorum. Bu lütuf dolu yerde Rab'bin bereket, şifa dolu, imkansızın mümkün olduğu nehri, hayatıma akıyor. Bu Kutsal Ruh'un nehridir. Buna Tanrı'nın sözüne inanarak ve İsa'ya güvenerek, çocuksu bir iman yaşayarak sahip olabiliriz. Yeremya, Tanrı'nın eskisi gibi taştan levhalar üzerine değil, erkeklerin ve kadınların yüreklerine yazılacak yeni bir antlaşma yapacağının peygamberliğini yapmıştı. Bu yeni antlaşma bizi dar bir giysi gibi sıkmayacak, zorlamayacak, sadece yasalar, düzenlemeler ve iyi davranışlardan ibaret olmayacak. Bu antlaşmanın merkezinde kendisini Tanrı'nın yüreğindeki değerlerle aynı hizaya sokarak değişmiş bir yürek bulunur. Rab tüm zamanını iyi olmaya çalışarak geçirmiyor, sürekli dünyevi bir doğa ile güreşmiyor ve bizi bu şekilde yaşamaya davet ediyor.

Efesliler 2:8 diyor ki,

'İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır.'

Buradaki lütuf kelimesi Grekçe bir kelime olan charis'ten gelmektedir. Hak etmeyen birine verilen bir armağan demektir. O armağanı hak etmek için hiçbir şey yapamayacak durumda olanların tek yapmaları gereken, armağanı kabul etmeyi seçmektir. Lütuf bize veriliyor – bu İsa'ya iman ettiğimizde bize olan bir şeydir. Tanrı'nın lütuf armağanını kabul ettiğimizde mükemmel Kurtarıcı İsa tarafından kurtarılıyoruz. Önceden hiçbir yere ait değilken, Mesih'te inanılmaz derecede ayrıcalıklı bir konuma kavuşuyoruz, ve tek yaptığımız O'na iman etmek. Tanrı bizden, bunu hak etmemiz için bir dağa tırmanmamızı veya bir okyanusu yüzerek aşmamızı istemedi. O'nun merhameti bize karşılık beklenmeden verildi.

Günah sorunu ve bağışlama emri

Tanrı'nın armağanı olan merhametinden bu şekilde bahsettiğimiz anda günah sorunu ve bizim bu sorunu nasıl hallettiğimiz konusu baş gösteriyor. Sanki günümüzde insanlar, 'günah' kelimesini kullanmaktan kaçınırlar. Bunun yerine 'Bir sorunum var' veya 'Bir hata yaptım' cümlelerini kurmayı tercih ediyoruz. Günah birçok farklı şekilde karşımıza çıkar, ancak kökünde her durumda bencillik vardır. Günah benim, başkasının zararına, şehvet, hırs, kibir ve açgözlülük duygularından yola çıkarak yaptığım bir şeydir. Bu, kişinin ve Tanrı'nın kalbini yaralar.

Tahmin ediyorum ki siz de benim gibi, başkalarına zarar veren günahlarınızı küçük görmeye, ama size karşı işlenen günahları büyütmeye meyillisiniz. Başkalarını incittiğimizde, 'Hadi ama! Bu o kadar da büyütecek bir şey değil, aş kendini' demeye eğilimliyiz. Ama benzer bir olay yaşandığında ve incinen biz olduğumuzda bu olay birden büyüyor! 'Onun bana ne yaptığını biliyor musun?' diye ağlıyoruz. Konu günah olduğunda çifte standart yürütüyoruz – Tanrı'dan ve suçu işlediğimiz insanlardan, yaptığımız hatalar için merhamet bekliyoruz, ama diğer herkes için Tanrı'nın adaletini göstermesini istiyoruz!

Kutsal Kitap bize tamamen farklı bir şey öğretiyor. Matta 18'de Petrus İsa'nın yanına gelip, açıklayıcı bir soru soruyor:

'Bunun üzerine Petrus İsa'ya gelip, 'Ya Rab' dedi, 'Kardeşim bana karşı kaç kez günah işlerse onu bağışlamalıyım? Yedi kez mi?' (Matta 18:21)

Petrus, bize karşı günah işleyen birini, onlarla artık sorunumuzun ortadan kalktığı konuma gelmek için, diyelim yedi kez affetmemizin uygun olacağı düşüncesine nereden geldi? Petrus İsa'yı belirli bir süre için takip etmişti. Hayat kadınlarına şefkat dolu davrandığını, hatta birisinin ayaklarını öpmesine izin verdiğini görmüştü. Petrus Yahudi bir çevrede büyüdü, bu nedenle yasayı, adaleti, günahın bedelini çok iyi anladığına inanıyordu. Tanrı'nın günahı hoş karşılamadığını ve her günahın bedeli olduğunu biliyordu. Ancak aynı zamanda İsa'nın toplumun en aşağı tabakasındakilere karşı anlayışlı, şefkatli, merhametli ve bağışlayıcı olduğunu görüyordu.

Böylece Petrus insan mantığıyla biraz karmaşık bir uzlaşmaya varıyor. Sanki yasanın günaha karşı bakışından hiç taviz vermemesi ile İsa'nın şefkat ve merhametinin arasında bir yer bulmaya çalışıyor. 'Bu konuda akla yatkın bir çözüm ne olabilir?' diye düşünüyor. İnsanlar bize karşı günah işleyince birçoğumuz aynı kişiden gelen saldırıyı kaldırabiliriz, ama eğer dürüst olursak aslında içimizde bu saldırının şiddetine göre bir 'Üç vuruş sonra çık dışarı' sınırına sahip olduğumuz ortaya çıkar. Birkaç suça sessiz kalırız ancak bu bir alışkanlık haline geldiğinde o kişiye bir daha güvenmek konusunda çok çekimser davranırız. Onların bizi yeniden yaralamaması için kendimizi korumaya ve onları hayatlarımızdan tamamen çıkarmaya doğal bir eğilimimiz olur. Petrus en azından bu davranışı aşarak bir soru soruyor. Belki de 'Tamam, yedi kez o kişiyi affetmem çok iyi değil mi İsa?' diyerek çok hoşgörülü bir tavır takındığını düşünüyordu.

Bu konuşma gerçekleşirken orada olmayı çok isterdim. İsa'nın: 'Yedi kez değil, yetmiş kere yedi kez!' sözlerinin Petrus'un yüzünde bıraktığı ifadeyi görmek isterdim. İsa herhalde Petrus'u öyle görünce ona gülümsemiştir. Petrus asıl hedeften o kadar uzaktı ki, merhameti anlayamıyordu. Varsayımına meydan okumak için İsa, onun beklediğinden çok daha büyük bir sayı ile karşısına çıktı. 'Yedi kere yetmiş belki daha yakın bir sayı, ama aslında sayısız kez bağışlamaya devam etmelisin' diyordu aslında. İsa, iman edenlerin yaşayabileceği tek yerin merhamet olduğunu biliyordu. Ne olursa olsun adalet seviyesine dönmek istemezsin. Bunu tamamen açıklığa kavuşturmak için öğrencilerine aşağıdaki benzetmeyi anlattı.

Acımasız köle

Şöyle ki, Göklerin Egemenliği, köleleriyle hesaplaşmak isteyen bir krala benzer. Kral hesap görmeye başladığında kendisine, borcu on bin talantı bulan bir köle getirildi. Kölenin ödeme gücü olmadığından efendisi onun, karısının, çocuklarının ve bütün malının satılıp borcunun ödenmesini buyurdu.' (Matta 18:2325)

Bu adamın borcunu bugünkü şartlara uyarlayalım. Bir talant, o dönemlerde kullanılan bir ağırlık birimiydi ve madeni paralardan önce gümüş veya altının verilebileceği en büyük ölçüydü. O günlerde ticaret büyük miktarda gümüş ile yapılıyordu. Bir talant, 2736 kg civarında gümüşten oluşuyordu, bu çok büyük bir miktar gümüştü! Yani bu adamın 10.000 × 36 kg gümüş borcu olduğunu bir düşünün. Bugünkü para birimine çevirelim. Bugün gidip bir kalıp gümüş almaya çıksanız, yaklaşık 31 kg'lık ölçüde alırsınız. Neredeyse bir talanta eşdeğer. Bu da toplam 10.820 dolara mal olur. Yani İsa'nın benzetmesindeki adamın 108.200.000.000 dolar borcu vardı!

Bu çok büyük bir borçtu ve adamın bu borcu ödemesi mümkün değildi. İsa'nın bu benzetmesini duyan herkes bunu kesinlikle biliyordu. Efendisi borcun bir kısmının ödenmesi için, kölenin kendisinin, eşinin ve çocuklarının köle olarak satılmasını ve mal varlığının hepsinin satılmasını buyurdu. Ama bu o kadar büyük bir borçtu ki, tamamen ödenmesi için yaşam boyu köle olarak kalacaklardı.

Hiç bankaya yatırmakta geç kaldığınız borcunuz oldu mu? Eğer bunu yaşadıysanız bankanın merhamet kelimesini tanımadığını biliyorsunuzdur! Onların düşündükleri tek şey yasanın yasa olduğu ve adaletin adalet olduğudur. İsa'nın burada göstermek istediği de budur. Ama sonra hikayede farklı bir yöne sapar ve köle merhamet için yalvarır. 26. ayet diyor ki,

'Köle yere kapanıp efendisine, 'Ne olur, sabret! Bütün borcumu ödeyeceğim' dedi.'

Köle efendisinden merhamet ve borcunu ödeyebilmek için zaman istiyordu. Efendisi merhamet ile doldu ve sonra bu sözleri okuyoruz:

'Efendisi köleye acıdı, borcunu bağışlayıp onu salıverdi.' (Matta 18:27)

Efendisi sadece köleye merhamet etmedi, tüm borcunu sildi, her şeyi sıfırladı! İş hayatında ciddi bir borcu olan herkes bu merhamet davranışına minnet duyar, özellikle İsa'nın bahsettiği miktarın büyüklüğünü de anlayınca. Ben farklı bir işte çalışırken, avukatım Dick her yıl bir kez benimle muhasebe konularını konuşmaya ve alacaklı olduğum meblağları hatırlatmaya gelirdi. Bir yıl bana 'Burada alacaklı olduğumuz 20.000 dolarlık bir borç var. Bunu hesaptan çıkarmak istiyorum.' dedi. İlk tepkim 'Dick, nasıl hepsini hemen çıkarırsın. Bu paramızın 20.000 doları demek!' oldu. Ama o bana: 'İyi de, şu kişi vefat etti, şu kişi taşındı ve onu bulamıyoruz... Parayı alamayacaksın, o nedenle hesaptan direk çıkarsak daha mantıklı.' dedi. O anda bir borcu silmenin onu kendi cebimden ödeyeceğim anlamına geldiğini anladım. Karşıdaki kişi borcunu ödemekten kaçmıştı ve bu para benim kendi cebimden çıkacaktı. İsa'nın hikayesinde de benzer bir şekilde efendi 'Ben bunu üstleniyorum. Bana milyonlarca dolar borcun var ama ödeyecek durumda değilsin. Seni, eşini, çocuklarını satmam gerekir ama bu bile yetmez. Bu borcu ben kendim ödeyeceğim ve seni özgür kılacağım' diyor. İşte bu tam tamına İsa'nın bizim için çarmıhta yaptığı şey. Kendi günahımızın bedelini ödememizin hiçbir yolu yoktu, bunun için O bizim yerimize yaptı.

Borcu affedilen köle o gün büyük ihtimalle evine, ailesine döndüğünde büyük bir kutlama yaptı. Ailenizin üzerinde günlerce, haftalarca devam eden bu kadar büyük bir para borcu olduğunu hayal edin. Herhalde 'Bu borcun yükünden nasıl kurtulacağız?' düşünceleriyle sürekli keyifleri kaçardı. Ve bir gün koca akşam eve geliyor ve 'Özgürüz! Borcumuz yok artık!' diyor. Herhalde bunu çok uzun bir süre kutladılar. Ancak ona biraz borcu olan başka bir köle ile karşılaştığında durum çok çabuk değişti.

'Ama köle çıkıp gitti, kendisine yüz dinar borcu olan başka bir köleye rastladı. Onu yakalayıp, 'Borcunu öde' diye boğazına sarıldı. Bu köle yüzüstü yere kapandı, 'Ne olur, sabret! Borcumu ödeyeceğim' diye yalvardı. Ama ilk köle bunu reddetti. Gitti, borcunu ödeyene dek adamı zindana kapattı.' (Matta 18:2830)

Bu adamın köle arkadaşının ona borcu, efendisi tarafından silinen kendi borcuna kıyasla önemsiz sayılırdı. 100 dinar 4 aylık maaşa, ya da yaklaşık olarak 10.000 dolara denk geliyor. Ancak kısa bir süre önce bunun 10.000 katı borcu bağışlanan köle, bu köleye hiçbir merhamet duygusu göstermemeyi seçti. Bunu efendisinin diğer köleleri duydu ve çok geçmeden köle yeniden efendisinin huzurundaydı.

'Bunun üzerine efendisi köleyi yanına çağırdı. 'Ey kötü köle!' dedi. 'Bana yalvardığın için bütün borcunu bağışladım. Benim sana acıdığım gibi, senin de köle arkadaşına acıman gerekmez miydi?' Bu öfkeyle efendisi, bütün borcunu ödeyinceye dek onu işkencecilere teslim etti.' (Matta 18:3234)

Biliyoruz ki, köle de efendisinin ona gösterdiği aynı merhameti kendisine borcu olan diğer köleye göstermeli ve borcunu silmeliydi. Bu ayette asıl şok edici durum, merhamet etmeyen kölenin affedilen borcunun ne kadar çabuk yeniden borç sayıldığı ve bu sefer efendisinin gazabının tümüne maruz kaldığıdır. Ve sonra İsa bu hikayenin son cümlesine geliyor:

'Eğer her biriniz kardeşini gönülden bağışlamazsa, göksel Babam da size öyle davranacaktır.' (Matta 18:35)

Adalet veya merhameti seçmek

Bu kararın hepimiz için ciddi sonuçları var, değil mi? Kendim için merhamet, senin için adalet isteyebilir miyim? Asla! Ya merhameti seçebiliriz, ya da adaleti, ikisinden birini, ama her ikisini seçemeyiz.

Adalet, Tevrat'ta 'göze göz, dişe diş' kelimesinde gizlidir. Eğer birisi bir kişiye saldırınca tek gözünün kör olmasına sebep oluyorsa, yasa saldıran kişinin de bir gözünün kör edilmesi bakışındaydı. Böylece saldıran tarafın kaybın bedelini ödemesiyle her iki taraf yine eşit bir dengeye sahip oluyordu. Suçlunun bunlardan bir şeyler öğrendiği umut ediliyordu. Günümüzde bedel finansal olarak ödenebiliyor, ama basit temel kural hala geçerli. Ancak merhamet içinde yaşamak istiyorsak, daha yüksek bir hayat standardı için, daha farklı bir davranış bölgesine geçmeliyiz. Lütuf altında yaşarsak, biri gelip benim gözümü oyarsa benim tepkim ne olmalı? Ya da biri gelip herhangi bir şekilde bana karşı suç işlerse ne olur? Bir tek kelime ile ifade edecek olursak: Hiçbir şey! O kişiyi affetmeyi seçiyoruz ve tüm olayı Tanrı'nın adaletli ellerine bırakıyoruz. Bu kadar basit.

Belki birisi 'Ama hayat o kadar basit değil!' diyecek. Bu düşünceyi tamamen anlıyorum, çünkü bir kişiyi affetmek konusunda bizi en çok kaygılandıran şey, o kişinin hiçbir bedel ödemeyecek olmasıdır. Bazen birileri bize karşı suç işleyince Tanrı'nın hemen yanıbaşımızda durduğunu ama hiçbir şey yapmadığını ve bu kişileri affetmemiz gerektiği için onların da cezasız kurtulacağını hissediyoruz. Çoğu zaman bu nedenden dolayı insanlar işi kendi ellerine alıp duruma biraz eşitlik getirmeye çalışırlar. Ancak bu Kutsal Kitap'ın bize öğrettiği şey değildir. Eğer acı ve kırgınlığa öç alma duygusuyla karşılık veriyorsak – ki genelde yaşanan budur – Şeytan gördükleri karşısında hoşnut olur ve 'O kişiden öç almaya karar vermen beni çok memnun etti, çünkü şu anda merhamet seviyesini bırakıp adalet seviyesine indin. Şimdi senden sahip olduğun borcu, bedeli ödemeni isteyebilirim' der. Önceki, bağışlanmış borcun birden eski haline döner.

Acımasız köle gibi merhamet içerisinde yaşamayıp başkalarını yargılamaya başladığımızda, sonuçları çok ağır olan bir seçim yapmış oluruz. Tanrı'nın koruması ve bereketinden dışarı adım atıp kendimizi 'işkenceciler'e teslim ederiz, bir diğer deyişle sahip olduğumuz bedelleri tekrar ortaya çıkarması ve bize karşı kullanması için Şeytan'a izin vermiş oluruz. Bu belki birçoğu için ağır bir sözdür, ama İsa affetmemenin sonuçları hakkında çok açık konuşur.

O zaman bizler, her ne pahasına olursa olsun merhamet seviyesinde yaşamak istiyoruz. Merhamet ile, şeytanın hiç bilmediği tümüyle farklı bir güç uygulamaya geçiyor. Bir kişi bize karşı suç işlediğinde, onları bağışlıyoruz ve kendi acımıza ve onlara karşı hissettiğimiz gücenme duygusuna tutunmamayı seçiyoruz. Tanrı'nın merhametinin bu durumda egemen olmasına izin vererek, bir kilise önderinin dediği gibi 'Hakkımızı helal ederek', onları tamamıyla bırakarak hayatımıza devam ediyoruz. Peki ya günah işleyen diğer kişi? Onlar bununla paçayı kurtarıyor mu? İnsani düşüncelerimiz, 'Tanrım bunları görüyor musun? Eğer o kişiyi bağışlarsam o kişi davranışlarını hiç değiştirmeden, bu şekilde yaşamaya devam ederek cezasız kalacak!' diyor.

Rab ise şu şekilde yanıtlıyor: 'Ben günahı görüyorum ve o kişi ile bu konuda bir gün ilgileneceğim, ama bu benim sorumluluğum, senin değil, çocuğum.' Tanrı'nın kendisine göre en uygun zamanda adaleti yerine getireceğine güvenmeliyiz. Olayı kendi ellerimize almamalıyız. Bunun yerine, Tanrı'nın ne kadar büyük, biz düştüğümüzde bize karşı ne kadar sevgi dolu, şefkatli ve sabırlı olduğunu hatırlayarak, O'nun merhamet nehrinde kalmayı seçmeliyiz. Yaşayan merhamet, birisinin bizi derinden yaralamasına rağmen onları ve onların bize karşı yaptıklarını affetmeyi gerektirir. Bizi izleyen ve başımızdaki her bir saç telini bilen göksel Babamız var. O bizim yaralarımıza şifa verir ve bizi yeniler. Ve büyük ihtimalle itaatkâr olduğumuz için bizi beklediğimizden çok kutsar, çünkü bu O'nun doğasında vardır.

Merhamette kaybetmek yoktur. Bu konunun üzerinde yeterince durmak zor! Bu prensibi anlamak ve bununla yaşamak o kadar önemlidir ki... Lütfen unutmayın, hayatınızda adalet olmasın demiyorum, ya da size bir şey yapan herkesi kolayca, düşünmeden affetmenin mümkün olduğunu söylemiyorum. Örneğin biri sizi istismar ediyorsa, bunun tekrar etmemesi için izlemeniz gereken bir takım adımlar vardır. Tanrı sizin kullanılmaya izin vermenize devam etmenizi istemiyor. Ama yine de sonuç olarak onları yaptıkları için bağışlayabilirsiniz. Adalet seviyesinde yaşamaya tekrar dönmemek, özgürlük içerisinde yaşamak için öyle de yapmalısınız.

Bugün kendisine 'Neden hayatımda her şey ters gidiyor? Neden Şeytan hep peşimde? Neden yaşamım lanetlenmiş gibi hissediyorum?' diye soran birçok Mesih inanlısı bulunmaktadır. Hayatları üzerinde bir korumanın neden olmadığının sebebini araştırıyorlar. Birçok durumda bunun sebebi başkalarıyla olan ilişkilerinde yanlış kararlar vererek geçmiş saldırıların acısını ve kırgınlıklarını bağışlamak ve Tanrı'ya bırakmak yerine yüreklerine gömmeleridir. Kendi kararları ile kendilerini saldırıya açık hale getiriyorlar. Başkalarına merhamet dolu davranmayarak, bağışlamamayı seçerek Tanrı'nın hayatları üzerindeki bereket ve korumasına set çekiyorlar. Bu da onları düşmanın saldırılarına açık bırakıyor. Birisi sana en kötü suçu işlese bile, asla adalet seviyesine inme. Merhamet, merhamet, merhamet göstermelisin. Adaleti Tanrı'ya bırak. Yüreğinin acı dolu, yaralı ve bağışlamazlık dolu olmasına izin verme. Bunun yerine O'nun sana karşı beslediği sevgisine ve merhametine güven. Hala bütün bunlara, 'Pek emin değilim...' düşüncesiyle bakanlar varsa, İsa'nın öğrencilerine nasıl dua edilmesi gerektiğini öğrettiği, Matta 6:9'a baksın:

'Bunun için siz şöyle dua edin: 'Göklerdeki Babamız, adın kutsal kılınsın.” (Matta 6:9)

İsa merhamet göstermeyi ve kabul etmeyi Hristiyan yaşamının tam merkezine yerleştirdi. Çok basit bir şekilde, kendimiz için bağışlanma alıp, başkalarından bunu saklayamayız. İsa, Rab'bin duasından sonra bu sözlerin altını çiziyor:

'Başkalarının suçlarını bağışlarsanız, göksel Babanız da sizin suçlarınızı bağışlar. Ama siz başkalarının suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da sizin suçlarınızı bağışlamaz.' (Matta 6:1415)

Sözler olabileceği kadar açık. Ya merhamet içerisinde ya da haklarımızı savunduğumuz, günahlarımızın bedelini ödeyeceğimiz adalet seviyesinde yaşarız. Buna kıyasla merhamet ve lütuf muhteşem bir antlaşma. Sizleri bilmem ama ben kesinlikle hak ettiğimi almak istemiyorum!

Olumsuz düşünceler ve kelimeler hakkında

Kitabın gelecek bölümünde başkalarının bağışlamayı seçtiklerinde yaşadıklarını anlatan kısa hikayeler mevcut. Ama bunlara geçmeden önce bağışlama eylemi içinde kendi olumsuz düşüncelerimizin bulunduğu yere bakalım.

Uzun yıllar boyunca sahip olduğum kilise önderliği görevimde, bir insanın insanın enerjisini ve becerilerini yüreğinde taşıdığı yaralardan daha çok tüketen çok az şey olduğunu öğrendim. İnsanlar kendi acılarına o kadar odaklanıyor ki, başkalarına ayırabilecekleri zaman ve enerjileri kalmıyor. Birisi bu döngüye kısılınca, ruhsal hayatlarında etkili bir şekilde ilerlemeleri önlenir; o kadar 'bugün'ü atlatmaya odaklanırlar ki, 'yarın'ı hiçbir zaman düşünmezler.

Sorun, kendi içimize odaklanıp kendi acımıza sarınmamız, kendimizi Tanrı'nın şifa dolu, yenileyici dokunuşuna açmamamız ve düşmanın ardı ardına yüreğimize ve aklımıza olumsuz düşünceler ekmesine izin vermemizdir. Bu olumsuz düşünceleri ne kadar içimizde tutarsak, bunlar o kadar konuşmamıza yansımaya başlar ve bu da kullanmaktan kaçındığımız yargılayıcı, kırıcı kelimelerin söylenmesine neden olur.

Birkaç yıl önce, arkadaşım Mark Virkler, 'Yürekte saf' adlı bir kurs düzenledi. Kursun bir bölümünün adı 'Suçlayan ile Teselli Veren'in ayırt edilmesi' idi. Bu bölümde Mark 'Her olumsuz şey ve düşünce her zaman düşmandandır. Her olumlu, yaşam veren, canlandıran düşünce ise Kutsal Ruh'tandır.' yorumunu yaptı. Mark, Kutsal Ruh'un her zaman olumlu ve düşmanın ise her zaman olumsuz olduğunu iddia ediyordu.

Tanrı bize istediği şekilde seslenebilir, ama çoğu zaman vicdanımızdan gelen “sakin, sessiz sesin” oluşturduğu bir düşünce ile seslenir. Çoğu zaman pak, dürüst, olumlu bir düşünceye sahip olduğumuzda, bu Kutsal Ruh'un bize seslenmesidir. Mark'ın öğretisini duyduğumda Şeytan'ın da aynı şekilde seslenmeye çalıştığını duyduğumda çok şaşırdım. O da aklımıza düşünceler fısıldıyor, ama tabii ki bu düşünceler Kutsal Ruh'un canlandıran yönüyle zıtlık içerisinde. Suçlayıcı suçlar, teselli eden teselli eder. Basit ama derin.

Bütün bu öğreti Mark'ın kendi hayatında, zamanının %80'ini olumsuz, yargılayıcı ve eleştirel düşüncelerle dolu geçirdiğine ikna olması ile başladı. Sadece %20'si olumluydu. Kurs sırasında orada olanlar ile yaptığı testte bu durumun birçok kişi için doğru olduğunu keşfetti.

İnsanların yaptığı sohbetleri dinlerseniz, Mesih inanlısı olsalar da olmasalar da, konuşmalarının çoğunun olumsuz olduğunu farkedebilirsiniz. İnsanlar yaşadıkları adaletsizlikleri, haksızlıkları ve sahip oldukları acıyı anlatırlar. Hayatlarındaki olumlu olaylara çok zor odaklanırlar. Birçok kişinin Tanrı'nın bereketinin doluluğunu kaçırdığına şaşırmamalı.

Konuşan hayat

Gururumuz ve bağımsızlığımızdan dolayı, hayatımızın her evresinde adil ve dürüst yargılamalar yapmak için yeterli bilgeliğe sahip olduğumuzu düşünürüz. Bize bir şey oluyor ve durumun değerlendirmesini kendimize göre yapıyoruz, sonra bunu uygulamaya geçiriyoruz. Ancak gerçek şu ki, yargıladığımızda genellikle çok önyargı doluyuz. Yargılamalarımız sınırlı bilgiler üzerine kurulu olmakla birlikte, çoğu zaman olumsuzdur ve adil değildir. Başkalarını yargıladığımızda bu neredeyse her zaman ağzımızdan bir suçlamaymış gibi dökülüyor. Başkalarını yargılıyor ve suçluyoruz, farkında olmadan da 'suçlayıcıların başı' ile hemfikir oluyoruz.

Bunun yerine diğer tarafta yer almalıyız. Başkalarını yargılamak ve suçlamak yerine onları güçlendirmeli, teşvik etmeli ve aydınlatmalıyız. Bereketlemeli, lanetlememeli; bağışlamalı, suçlamamalıyız. Olumsuz düşüncelerimizi esir almak için adımlar atmalıyız. Ben sürekli: 'Tanrım, sayıların değişmesini istiyorum. En azından %20 olumsuz, %80 olumlu düşünebilmeme yardım et.' diye dua ediyorum. Bu daha çok olması gerektiği gibidir.

Bu konuyu yüreğinizde çözün. Kutsal Ruh her zaman olumlu, şeytan ise olumsuzdur. İlk duyduğumda bu bana çok vurucu geldi. Bunu, Tanrı hayatımıza disiplin ve düzeltme getirince bile, olumlu bir yöne doğru yönelmemiz ve yıkımdan kurtulmamız için yaptığı sonucuna varana kadar, birkaç hafta boyunca sindirmem gerekiyordu. O'nun amaçları her zaman canlandırıcı ve kurtarıcıdır. O zaman başkalarının hayatına yaşam konuşmanız gerektiğini kendinize sürekli hatırlatın.

Merhamet ve affetmenin gücünü anlatan hikayeler

Bir keresinde Winnipeg'de bağışlama konusu ile ilgili yaptığım bir konuşmadan sonra yanıma birçok duygu ile mücadele ettiğini fark ettiğim bir adam geldi. Bana çok saldırgan bir şekilde: 'Benden ne istediğinizin farkında değilsiniz!' dedi. Ben 'Bayım, ben uzun süredir kilise önderliği yapıyorum ve birçok hikaye ile karşılaştım, bana kendi hikayenizi anlatır mısınız?' diye cevap verdim. Bana ailesinde yaşadıkları korkunç olayları anlatmaya başladı. Üç yaşındaki kızının, kendi babası tarafından cinsel tacize uğradığını öğrenmişti. Küçük kızı travma geçiriyordu ve sürekli kabuslarla uyanıyordu. Tüm bu olay aile toplantısında konuşulmuş ve ailesi bir gecede tamamen bölünmüş, parçalanmıştı. Şimdi bana soruyordu: 'Şimdi sen bana babamı bağışlamam gerektiğini mi söylüyorsun?'

Bu zavallı adam için yüreğim sızladı. Ona: 'Bayım, size bağışlamak zorundasınız demiyorum. Bağışlamak benim Kutsal Kitap'taki gerçeği alıp, bunu sizin kafanıza silah gibi dayamak değildir. Ben size 'bağışlayın, yoksa ...' demiyorum. Babanızı bağışlayabildiğinizde bunun bir armağan olması lazım – merhametin armağan olduğu gibi. Ama size kesinlikle şunu söyleyebilirim, eğer bu konu ile şimdi ilgilenmeye başlamazsanız, gelecekte sizi yiyip bitireceği kesin ve bundan yirmi yıl sonra tıpkı bu gece olduğunuz kadar öfkeli olacaksınız. Üstelik yirmi üç yaşındaki kızınız da hala sorunlar yaşıyor olacak.'

Günah, çirkin, iğrenç bir şeydir. Şu anda dünyanın her yerinde yaşanıyor ama sizin hayatınızı bu şekilde etkilediğinde, işte o zaman yıkıcı gücünü görmeye başlıyorsunuz. Keşke size bu adamın babasını bağışladığını ve kendisinin, ailesinin hayatının o günden sonra değiştiğini söyleyebilseydim. Ama gerçek şu ki, onun ne yapmaya karar verdiğini bilmiyorum. Sadece ailesinin kaçınılmaz kötüye giden sonundan kurtulmaya başlaması için, bağışlama yolundan gittiğini umuyorum.

İnsanlar bağışladığında olabilecek şeylerin gücünü sizlere gösterebilmek için, hizmet ederken karşılaştığım birkaç gerçek hayat hikayesini anlatmak istiyorum. Bu hikayeler, bağışlamayı ve adalet yerine lütfu seçen kişilerin iyiye dönen hayatlarını anlatıyor.

Bağışlama aracılığıyla şifa

R.T. Kendall, Londra'daki Westminster Chapel'da kilise önderi iken, beni vaaz vermem için davet etti. Daha önce birçok harika müjdecinin de durduğu bu kürsüde durmak benim için büyük bir onurdu. Bağışlamanın önemi hakkında konuştum. Toplantının sonunda kilisedeki bayanlardan biri yanıma geldi ve bana hikayesini anlattı.

Bir hemşireydi. Yedi sene önce, gece 11'den sonra eve giderken bir adamın saldırısına uğramıştı. Bu adam tarafından dar bir sokağa sürüklenmiş, tecavüz edilmiş ve çelik bir boru ile öldüresiye dövülmüştü. Adam öldüğünü düşünüp olay yerini terk etmiş, ancak bu bayan mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştı. Saldırı sırasında birçok kemiği kırılmış ve başına aldığı ciddi darbeler sonucu işitme duyusunu kaybetmişti. O günden bu yana sürekli fiziksel ve duygusal acı içerisinde yaşamıştı.

Westminister Chapel'a ilk gelişinin nedeni sağırlığıydı. Louise Kendall, sağırlara yönelik düzenli sosyal yardım hizmetleri düzenliyordu. Bu bayan kiliseye gelmiş, İsa'yı tanıma fırsatı bulmuş ve şimdi bir kilise üyesi olmuştu.

Bu sevgili bayan toplantıdan sonra yanıma gelip, bana: 'Sizinle dua etmek istiyorum. Bunları bana yapan adamı affetmek istiyorum, çünkü tek çıkış yolunun bu olduğunu biliyorum' dedi. Bir kişi böyle bir şiddete maruz kaldığında Tanrı'dan olmayan bir ruhsal bağ oluşuyor ve sizi yaşanan olayın anısına, bunları size yaşatan kişiye karşı hissedilen öfkeye, acıya ve nefrete bağlıyor. Bütün bunların nasıl gerçekleştiğini anlayabilir ve onların hissettiklerini anlayabiliriz. Ancak yıllar sonra, onlara karşı suç işleyen, onlara şiddet uygulayan kişilerin hala onların hayatını mahvetme gücüne sahip olması bir felaket olmaz mı? Bu bayan farketti ki, başka hiçbir nedeni olmasa bile en azından kendisi için, bağışlamak bu güçten kurtulmanın tek yoluydu – bu kişinin yaptıklarıyla paçasını kurtarabilmesi için değil, ama kendi iyiliği için, kurtulabilmesi için.

Birlikte kısaca dua ettik, tam toparlamaya başlarken bayanın kemikleri yeniden düzelmeye başladı ve sesli çatlama sesleri duyduk. Dehşet içinde haykırmaya başladı ve ben 'Neler oluyor?' diye sorduğumda verebildiği tek cevap 'Bedenim!' idi. Saldırıdan sonra tüm kaburgaları yanlış bir şekilde kaynamıştı ve bu da sürekli çektiği fiziksel ağrının ve rahatsızlığının sebebiydi. Şimdi ise Tanrı ona şifa verirken çatlamalar ve kaydırmalar ile kemikleri olmaları gerektiği düzene sokuyordu. Birkaç dakika içerisinde tümüyle ağrıdan kurtulmuştu. Muhteşem bir mucizeydi. R.T. Kendall daha sonra, bağışlamanın gücünün harika bir tanığı olan bu bayan hakkında bana birkaç defa yazdı. Adalet seviyesini bırakıp Tanrı'nın merhametine adım atmıştı. Bağışlamamanın yarattığı engel ortadan kalktığı anda Tanrı'nın şifa veren nehri ona akmaya başladı. O sabah kiliseden çok mutlu bir bayan olarak ayrıldı.

Bağışlama aracılığıyla kurtuluş

Oğlu, kendisine borcu olan bir başkası ile karıştırdığı için bir uyuşturucu satıcısı tarafından öldürülen, Dick adlı bir adamın hikayesi de var. Polis tetiği çeken genç adamı yakalayıp hapse göndermiş. Adalet yerini bulmuştu ama Dick'e ölen oğlunu geri getirmemişti. Dick oğlunun yasını tutarken olayın detaylarını sürekli hatırlaması onu yiyip bitiriyordu. Oğlunun hayatını alan adama karşı o kadar büyük bir öfke besliyordu ki! Ancak bir gün Tanrı ona konuştu ve 'Dick, kurtulabilmen için tek bir yol var. Onu bağışlaman gerekecek.' dedi.

Tabi ki Dick önce karşı çıktı: 'Ama bağışlanmayı hak etmiyor, Tanrım!' Tanrı'nın cevabı 'Biliyorum Dick. Ama sen de hak etmiyordun.' oldu. Bu dönüm noktası Dick'in yeni bir yola, bağışlama yoluna adım atmasını sağladı. Yol uzun ve zordu, ve burada bütün ayrıntılara yer veremeyeceğim, ancak Dick sonunda oğlunun katilini bağışlamak zorunda olduğunu bildiği ve buna hazır olduğu noktaya geldi. Hapishanede olan bu genç adama bir mektup yazmaya karar verdi ve mektubu bir İncil ile birlikte gönderdi.

Hapishanede olan genç adam ise yaptıklarından büyük pişmanlık duyuyordu ve çok daha sonra anlattıklarına göre, kendi kendisine 'Neden böyle bir şey yaptım?' sorusuyla her gün işkence çektiriyordu. Kendi hayatını mahvettiğinin farkındaydı. Hapishanedeki dua odasına giderek bir çözüm aramaya çalışıyordu ancak hiçbir ilerleme yoktu. Bağışlanma için dua bile etmişti ama sanki duvara konuşuyordu. Tanrı'nın yaptıklarını bağışlayabileceğini düşünemiyordu. Ama sonra Dick'in: 'Ben öldürdüğün genç adamın babasıyım. Senin, benim Mesih inanlısı olduğumu ve seni yaptıkların için bağışladığımı bilmeni istiyorum' sözlerini içeren mektubunu okudu. Dick'in bu sözleri bu genç adamı o kadar derinden vurdu ki yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı.

Dick ve bu genç adam avukatın önerisine kulak asmadan birbirleri ile iletişimde bulunmaya başladılar. Uzun bir süre birbirlerine mektup yazdıktan sonra Dick onu hapishanede ziyaret etmeye karar verdi. Hapishanenin dua odasında bir buluşma düzenlendi. Buluştukları gün Dick'in ilk kelimeleri: 'Vurduğun delikanlının babasıyım ve senin ayaklarını yıkamak için buradayım.' oldu. Genç adam bu sözler karşısında ağlamaya başladı ve 'Benim ayaklarımı yıkamanıza izin veremem!' diyerek karşı çıkmaya çalıştı. Ancak Dick ısrar ederek 'Beni anlamalısın... Bunu kendi şifam için yapmalıyım. Lütfen, ayaklarını yıkamama izin ver' dedi. O gün bu iki adam hapishanenin dua odasında gözyaşları içinde birbirlerinin ayaklarını yıkadılar.

Dick bana daha sonra: 'John, biliyor musun, o genç adam bana bir oğul gibi oldu. Tanrı onu çok değiştirdi. Artık tetiği çeken adam değil. Bağışlandı, kurtuldu ve Tanrı onu yeniledi. İsa onu kabul ettiyse, ben nasıl edemem?' dedi.

Beklenmeyen şifa

Pavlus, şifa, bütünlük ve Tanrı'dan olmayan yargılar arasındaki bağlantıyla ilgili çok önemli bir noktaya değinmişti. 1. Korintliler 11'de, özellikle Rab'bin Sofrası sırasında kendimizi sınamaktan bahsederken, '... kim uygun olmayan biçimde ekmeği yer ya da Rab'bin kasesinden içerse, Rab'bin bedenine ve kanına karşı suç işlemiş olur... İşte bu yüzden birçoğunuz zayıf ve hastadır, bazılarınız da ölmüştür. Kendimizi doğrulukla yargılasaydık, yargılanmazdık' diyor.

Pavlus 'Keşke başkalarını yargılayacağımıza kendimizi doğru bir şekilde yargılasak' diyor. 'İşte o zaman hastalıklara veya erken ölümlere katlanmamız gerekmezdi.' Kendimizi yargılamamız ne anlama geliyor? Aslında bize karşı suç işleyen başkasından pek farklı olmadığımızı, ikimizin de Tanrı'nın merhametine büyük bir ihtiyacımız olduğunu anlamak. 'Lütuf mesajını' anlamamak gereksiz acı çekmeye neden oluyor.

Ben onunla tanışmadan elli yıl önce bir trafik kazasında sakatlanan, Fred adlı, yaşlıca bir adam için dua ettiğimi hatırlıyorum. Kazada kimin suçlu olduğunu sorduğumda:

'Diğer adamın suçuydu.' dedi. Ona 'Peki hiç sana çarpan ve seni sakat bırakan, hayatını mahveden bu adamı bağışlamayı düşündün mü?' diye sordum.

'Hayır,' diye cevap verdi 'Bu hiç aklıma gelmemişti.' Birlikte kısaca dua ettik ve sonra Fred, 'Rabbim, bu kazaya ve benim elli yıl acı çekmeme neden olan bu adamı bağışlıyorum. Onun bana hiçbir borcu yok. Rab olan İsa Mesih'in lütfu bana yeterlidir' diye dua etti. O anda Fred adalet seviyesini bırakarak Tanrı'nın merhametinin doluluğuna adım attı. Bunu yaparken Tanrı'nın gücü bedenine aktı ve tüm ağrı bedenini terk etti. O anda Fred'e eşlik etmiş olan kızı çığlık atarak, şok içerisinde yere yığıldı. Daha sonra bize 'Babamın bunu yaptığını daha önce hiç görmemiştim!' diyerek açıklamada bulunabildi. Fred, yeni şifa bulmuş bedenini denemek için, kızının hayatı boyunca babasının yaptığını görmediği hareketleri yapıyor, eğilip kalkıyordu!

Birçok kez mucizelerin olmamasının sebebi bağışlamamadır. Bağışlamamak, merhameti önleyen şeylerin en önde gidenidir. Ancak Fred'in hikayesi, merhametin özgür kaldığı zaman yapabileceklerini gösteriyor.

Merhameti harekete geçirmek

İnsanları neden affetmememiz gerektiği konusunda genellikle çok bahanemiz oluyor. 'Bağışlanmayı hak etmiyorlar.' diyoruz. Ve aslında bu doğru, hak etmiyorlar. 'Neden bu şekilde paçayı kurtarsınlar?' diyerek karşı çıkıyoruz. Şimdi Tanrı'ya güvenerek, sonuç olarak kimsenin öyle sıyrılamadığını fark etmemiz gerekiyor. Peki ya siz? Siz bağışlamama zincirine bağlı, Tanrı'nın bereketinin hayatınıza akmasını önleyen bu engel ile yaşamak istiyor musunuz? Göksel Baba'nın size vermek istediği sevgiyi, sevinci, huzuru sizden çalmasına izin mi vereceksiniz?

Müjde sadece merhamet ile etkilidir. Lütuf yerine adım attığımız anda şeytanın bizi oraya takip edememesinin primini elde ediyoruz. Bu lütfun en sevdiğim yönü. Düşman bizi adalet seviyesine geri düşürmek için elinden gelen her şeyi yapacak, ancak 'Rab, lütuf içinde yaşıyorum, oraya gitmeyeceğim' dersek, her şeyimizi vermemiz gerekse bile kazanan biz oluruz.