5. Kültür ve Kutsal Kitap

Herman Melville, Redbum adlı romanını yazdığında denize ilk kez çıkan bir delikanlının öyküsünü anlatmıştı. İngiltere’ye gitmek üzere yola çıktığında Redbum’un babası, ona Liverpool’ un çok eski bir haritasını vermişti. Redburn çetin bir yolculuktan sonra babasının haritasının kendisine şehirde yol göstereceğinden çok emin bir şekilde Liverpool’a girmiş. Ama haritanın kendisine bir yaran olmamış. 0 haritanın hazırlandığı zamandan beri çok fazla değişildikler olmuş. Yolunu bulmasına yardımcı olacak eski işaretler değişmiş, sokakların isimleri değişmiş ve insanların evleri yıkılmış.

Bazıları Redburn’un hikâyesinde Melville’in, eski Kutsal Kitap’ın kendisine hayatta yol göstermekte yetersizliğini özel olarak protesto etmesi olarak görürler. Hayal kırıklığından kaynaklanan aynı protesto, bugün birçok insan tarafından yapılmaktadır.

 

Kültürel Şartlanma ve Kutsal Kitap

Mesih İnanlı dünyada üzerinde çok tartışma yapılan konulardan biri de Kutsal Kitap’ in kültür tarafından şartlandırılması konusu ve bunun derecesidir. Kutsal Kitap sadece ilk yüzyıl İnanlıları için mi, yoksa bütün çağlardaki insanlar için mi yazılmıştı? Bu sorunun yanıtını ikinci seçeneğe göre vermekte acele edebiliriz ama acaba bunu hiç tereddütsüz söyleyebilir miyiz? Kutsal Kitap’ta kendi kültürel ortamıyla sınırlı ve böylece uygulama alanı da kendi kültürel ortamıyla sınırlı olan kısımlar var mıdır?

Kutsal Kitap’ in cennetten paraşütle, cennetsel bir kalem tarafından böylesi tanrısal vahiyler için eşsiz benzersiz bir uygunluğa sahip tuhaf bir cennetsel dilde yazıldığını ya da Kutsal Kitap’ın Tanrı tarafindan hemen hiçbir yerel adet, stil ya da perspektif dikkate alınmadan direkt olarak dikte edildiğini savunmuyorsak—ki hiç bir Hıristiyan Tanrı bilimcisi böyle kabul etmez—kültür farkıyla yüz yüze gelmek zorunda kalacağız. 16 Bunu anlamı Kutsal Kitap’ın kendi gününün kültürünü yansıttığıdır. Bunun üzerine sorulan soru, o zaman Kutsal Kitap’ın bugün bizim üzerimizde nasıl bir otorite sahibi olabileceğidir.

Altmışlı yıllarda kiliseler arasında çıkan bir tartışma kültür sorununa iyi bir örnektir. 1967’de A.B.D.’deki United Presbyterian Kilisesi, Kutsal Kitap hakkında aşağıdaki sözleri içeren bir inanç bildirisini benimsedi:

Kutsal Ruh’un yönetimi altında verilen Kutsal Kitap ayetleri, yine de yazıldıkları yerler ve zamanların dili, düşünce biçimleri ve edebi akımlarıyla şartlanmış olan insanların sözleridir. O zamana ait yaşam, tarih ve dünya görüşlerini yansıtırlar. Bu yüzden İnanlılar topluluğu Kutsal Kitap’a edebi ve tarihsel bir anlayışla yaklaşmalıdır. Tanrı, sözünü değişik kültürel durumlarda söylemiş olduğundan, İnanlılar topluluğu Tanrı’nm Kutsal Kitap aracılığıyla değişen dünyaya ve her türlü insan kültürüne hitap etmeyi sürdüreceğinden emindir.

1967 İnanç Bildirisi’nin sözleri altmışlı yıllarda çok sayıda diyaloglar, tartışmalar ve

  16 Dikkat edin. Hıristiyanlık’taki Kutsal Kitap’a (Tevrat, Zebur, İnci!) bakış, İslamiyet’teki Kur‘an ‘ı Kerim’e bakıştan belirgin bir şekilde farklıdır. Hıristiyanlığa göre Kutsal Kitap Tanrı’nın esinlemesi ile dikte ettirilrniş veya cennetten indirilmiş değildir. Tanrı’nın esiniyle Kutsal Kitap değişik kişilerce yazılmış, tam güvenebileceğimiz bir eser ve ruhsal bir rehberdir.

 çekişmelere neden olmuştur. Tanışmalar, inanç bildirisinin söylediği değil, söylemeden bıraktığı şeyleri merkez alırlar. Ne yazık ki, bildiri her cümleyi onun tam olarak ne söylemek istediğini bildirmeden bırakmıştı. Bundan imalar ve sonuçlar çıkartmak için büyük bir serbestlik kalmıştı. Bildiriyi sadece sözcüklerin tam olarak söylediklerine bakarak ele alırsak doktrini sağlam B. B. Warfleld de, daha keyfi yorumlayan Rudolf Bultmann da bununla aynı fikirde olabilir. Kutsal Kitap’ta ne kadar otorite görüldüğü büyük ölçüde kişinin bildirideki şartlanmış sözcüğünü nasıl anladığına bağlıdır. Tartışmanın hala sürdüğü sırada Kutsal Kitap’ın antik kültür tarafından herhangi bir şekilde “şartlandırılmış” olduğunu düşünmek bazı muhafazakar düşünürlerin büyük bir sıkıntıya düşmelerine neden oldu. Bazı “keyfiyorumcular,” Kutsal Kitap’ın kültür tarafından sadece “şartlanmış” değil, aynı zamanda “sınırlanmış” da olduğunu da söylüyorlardı.

Kültürün Kutsal Kitap’ı “şartlandırma” konusu ve derecesine ek olarak Kutsal Kitap’ın antik çağların, “dünya görüşleri, tarihi ve doğa düzenini yansıtma” sorusu da vardır. Yansıtmak, Kutsal Kitap’ın modası geçmiş, yanlış yaşam görüşlerini, tarihi ve doğa düzeni gerçek diye öğrettiği midir? Bu kültürel perspektif, Kutsal Kitap’ın mesajının özünün bir parçası mıdır? Yoksa yansıtmak, doğal olaylarla ilgili dil gibi şeyleri görerek ve kültürler üstü bir mesajın verildiği kültürel bir ortamı görerek Kutsal Kitap’ın satırları arasındaki anlamını keşfedebileceğimiz anlamına mı gelir? Bu sorulara verdiğimiz yanıtlar Kutsal Kitap hakkındaki görüşümüz hakkında çok şeyi ortaya koyar. Yine, Kutsal Kitap’ın özü, onu yorumlama biçimimizi etkileyecektir. Buradaki nihai soru, Kutsal Kitap’ın uygunluğu ve otoritesi Kutsal Kitap’ın metnindeki değişen insansal yapılar ve görüşlerle ne derece sınırlı olduğudur.

Daha önce de gördüğümüz gibi, Kutsal Kitap metninin doğru bir yorumunu yapabilmek ve söylenilenle söylenilmek isteneni anlamak için Kutsal Kitap öğrencisi metnin dil (Eski Grekçe, İbranice, Aramice), stil, sözdizimi, tarihsel ve coğrafi çerçeve, yazar, kime hitaben yazıldığı ve edebi tür sorularıyla ilgilenmelidir. Bu tür analiz herhangi bir edebi eseri—hatta çağdaş eserleri— yorumlamakta bile gereklidir.

Kısaca, Filistin’de birinci yüzyılda var olan kültürü ne kadar iyi anlarsam söyleneni daha iyi anlamak benim için daha kolaylaşır. Ama Kutsal Kitap çok uzun bir zaman önce, bizimkinden çok farklı bir kültürel ortamda yazılmıştır ve birinci yüzyılla yirminci yüzyıl arasındaki büyük zaman uçurumu üzerinde bir köprü kurmak her zaman kolay bir şey değildir.

 

Kültürel Şartlanma ve Okur

Sadece Kutsal Kitap’ın kendi kültürel ortamıyla şartlanmış olmakla kalmayıp benim de kendi kültürel ortamımla şartlanmış olduğumun bilincine vardığımda sorun daha da vahimleşir. Kutsal Kitap’ın ne söylediğini duyup anlamak benim için sık sık zor olan bir şeydir çünkü benim ona yaklaşımımda da bir sürü Kutsal Kitap dışı varsayımlar vardır. Bu herhalde karşı karşıya olduğumuz en büyük “kültürel şartlanma” sorunudur. Hiçbirimiz çağımızın çocuğu olmaktan tamamen kaçamayız. Eminim ki, Mesih İnanlı düşünceyle hiçbir ilgisi olmayan ama kendi geçmişimden kafamı işgal eden düşüncelere sahibim ve bunları öğretmekteyim. Fikirlerimden hangilerinin Kutsal Kitap’la uyum içinde olmadığım bilseydim onları değiştirmeye çalışırdım. Ama kendi görüşlerimi ayıklayıp sınıflandırmak her zaman kolay bir şey değildir. Hepimiz aynı hatayı tekrar tekrar yapmaya yatkınızdır. Herkesin bilip de kendimizin bilmediği noktalarımız vardır.

Böyle noktalar sorununu, “kendin-yap” türünde bir müzik setini monte ederken anladım. Bu monte edilmemiş takımlardan birini satın aldım ve elektronik konusunda uzman olan bir dostumdan kurulmasına yardımcı olmasını istedim. Talimat kağıtlarını okurken içeriklerindeki iki yüzden fazla adımı izleyerek müzik setini birleştirdi. İşimiz bittiğinde aleti prize taktik ve arkamıza yaslanıp müziğin tadını çıkartmak üzere bekledik. Kulağımıza gelen müzik tam anlamıyla bu dünyanın dışındandı. Hatta yeryüzünde var olması akla gelebilecek seslerden çok, Venüs’ten gelen bir müziğe benziyordu! Çıkmakta olan tuhaf ve ahenksiz sesler kesin olarak bir yerlerde bir hata yaptığımızı bildiriyordu.

Uzun ve zahmetli bir biçimde yaptıklarımızı yeniden gözden geçirdik. Şemaları yeniden inceledik ve talimat maddelerini sekizden fazla kez okuduk. Hiçbir hata göremedik. Sonunda çaresizlik içinde rollerimizi değiştirmeye karar verdik. Bu kez arkadaşım talimatları okudu ve bu işte tamamen deneyimsiz olan ben tellerin bağlanma noktalarını kontrol ettim. 134’cü bağlantı noktasında hatayı budum. Ne olmuştu? Uzman arkadaşım ilk kez olarak tel bağlantılarında bir hata yapmıştı. Aynı hatayı sekiz kez daha tekrarlamıştı. Hatalı görüşünün onu kendi hatasına karşı tekrar tekrar kör etmesi büyük bir olasılıktı.

Bizler de sık sık Kutsal Kitap’a böyle yaklaşırız. Kutsal Kitap’ı eleştirmekteki gayretimizi Kutsal Kitap’ın bizi eleştirmesine izin vererek ölçülü bir hale getirmemiz gerekiyor: Tanrı sözüne getirdiğimiz görüşün gerçeğin bir çarpıtması olabileceğinin bilincinde olmalıyız.

Yirminci yüzyıldaki dinsizliğe dönük dünyasal kafa yapısının doğru Kutsal Kitap yorumu konusunda antik kültürün şartlandırması sorunundan çok daha zor bir engel oluşturduğuna eminim. Reformcular’ın yoruma tabula rasa (“beyaz sayfa” ya da önyargıları altında kalmadan tarafsızca) idealiyle yaklaşmayı arzulamalarının temel nedenlerinden biri de budur. Metnin objektif bir şekilde okunması için yorumcunun, gramatik-tarihsel yaklaşım aracılığıyla bütün gücüyle uğraşması beklenirdi. Sübjektif etkiler her zaman açık ve var olan bir çarpıtma tehlikesi oluştursalar da Kutsal Kitap öğrencisinin Kutsal Kitap’ in mesajını ona kendi önyargılarını katmadan dinleyerek ideali arayışında mümkün olan her tedbiri alması beklenirdi.

Son yıllarda Kutsal Kitap yorumundaki yeni yaklaşımlar kabul edilmek için birbirleriyle rekabet haline girmişlerdir. Bu yaklaşımların en önemlilerinden biri de “varoluşçu” veya daha önce (Bölüm 4, kural 2’de) söz ettiğimiz “kişisel yorum” yöntemidir. Varoluşçu yöntem yeni bir yorumla klasik yöntemden kesin olarak ayrılmıştır. Örneğin Bultmann, tabula rasa yaklaşımının sadece erişilmez olduğunu değil, aynı zamanda da istenmeyen bir yaklaşım olduğunu savunur: Kutsal Kitap bilim öncesi bir çağda yazıldığı ve büyük ölçüde ilk Mesih İnanlıları toplumunun yaşam biçiminin şekil verici etkisinin sonucu olduğundan, bizim için uygun olabilmesi için modernize edilmesi gerekir. Bultmann, bazı bilgileri daha metne yaklaşmadan önce edinmemiz gerektiğini söyler. Eğer çağdaş insanlar sorularına Kutsal Kitap’tan uygun yanıtlar alacaklarsa ilk önce Kutsal Kitap’a doğru sorularla yaklaşmalıdırlar. Bu sorular ancak insanın varoluşu konusunda doğru bir felsefi anlayışa sahip olmakla sağlanabilir. Ancak böylesi bir anlayış Kutsal Kitap’tan edinilmez, Kutsal Kitap’a yaklaşılmadan önce edinilmesi gerekir.

İşte böylece yirminci yüzyıl kafa yapısının, ilk yüzyıl metinleriini şartlandırıp bağlamış olduğu açıktır. (Bultmann kendi yaklaşım öncesi anlayışının Martin Heidegger’in varoluşçu ya da doğal olayların diliyle ilgilenen düşünce akımının geniş çerçevesi içinde olduğunu görmüştür.) Bunun net sonucu, kaçınılmaz bir şekilde kendi tarihinden soyut, sübjektif bir Kutsal Kitap’a doğru kaymakta olan bir yöntemdir. Burada birinci yüzyılın mesajı, yirminci yüzyılın kafa yapısı tarafından yutulmuş ve emilmiştir.

Kutsal Kitap yorumları bir yorum yöntemi üzerinde karar birliğine varsalar ve yorumun kendisi hakkında da görüş birliğine varsalar bile, hala metnin sunduğu uygulama, uygunluk ve mecburiyet sorularıyla başbaşayızdır. Kutsal Kitap’ın sadece bilim öncesi çağlardaki yazarların bir ürünü değil Tanrı tarafından esinlendirilmiş olduğu konusunda görüş birliğinde olsak da yine de uygulama sorularıyla başbaşayızdır. Kutsal Kitap’ın birinci yüzyıldaki Mesih İnanlıları’na buyurdukları bizim için de geçerli midir? Kutsal Kitap günümüzde bizim vicdanlarımızı hangi anlamda bağlar?

 

İlke ve Adet

Günümüzde birçok çevrede konu, ilke ve adet konusudur. Kutsal Kitap’ ın tümünün ilke Olduğunu ve bu yüzden de bütün çağlardaki bütün insanları bağlayıcı olduğu kararına ya da Kutsal Kitap’ın bütününün yerel adetler Olduğu ve kendi tarihsel çerçevesinin ötesinde bize hiçbir şekilde uymadığı sonucuna yarmadıkça, aradaki farkı ayırt etmek için bazı sınıflandırmalar ve ilkeler koyma zorunluluğu ortaya çıkar.

Soruna örnek vermek için Kutsal Kitap’taki her şeyi ilke olarak görüp hiçbir şeyin yerel adetlerin bir yansıması olarak görmedikçe neler olacağına bir bakalım. Eğer durum böyleyse o zaman Kutsal Kitap’a itaatkar olacaksak müjdeyi yaymada bazı radikal değişiklikler yapılmalıdır. İsa, “Yanınızda ne kese, ne torba, ne de çarık taşıyın. Yolda hiç kimseyle selamlaşmayın,” der (İncil.Luka 10:4). Eğer bunu kültürler üstü bir ilke haline getirirsek o zaman Billy Graham’ın müjdeyi yalınayak bir şekilde bildirmeye başlamasının zamanı gelmiştir! Bu metnin söylemek istediğinin yalınayak müjde bildiriciliği konusunda daimi bir kural koymak olmadığı bellidir.

Ancak başka konular bu kadar açık değildir. Örneğin Mesih İnanlıları ayak yıkama ayini konusunda farklı fikirlere sahip olmaya devam etmekteler. Bu, bütün çağlardaki İnanlı toplulukları için her zaman geçerli olan bir buyruk mudur yoksa alçakgönüllü hizmetkürhğı örnekleyen yerel bir adet midir? Ayakkabı giyilen bir kültürde ilke aynı kalıp da, adet yok mu olmalıdır? Yoksa ayağa ne giyilirse giyilsin adet ilkeyle birlikte var olmayı sürdürmeli midir?

İkilemin karmaşıklıklarını görmek için, İncil:1.Korintliler 11 ‘deki ünlü baş örtme parçasını inceleyelim. Ayet kadın peygamberlik ettiğinde başını bir örtüyle örtmeli buyruğunu dile getirir. Bu buyruğu kendi kültürümüzde uygularken dört değişik seçenekle karşı karşıyayızdır:

1.     Bu tamamen bir adettir. Parçanın tamamı, günümüze uygun olmayan bir kültürel âdeti yansıtır. Önü yerel geleneksel baş örtüsüydü; kadının başım örtmemesi yerel olarak kadının fahişe olduğunun bir işaretiydi. Kadının erkeğe boyun eğmesi İncil’in öğretısinin bütününün ışığı altında modası geçmiş bir Yahudi adetidir. Bizler değişik bir kültürde yaşadığımızdan artık kadının başını bir örtüyle örtmesi gerekli değildir; artık kadının kafasını hiçbir şeyle örtmesi gerekli değildir; artık kadının erkeğin yanında ikinci dereceye konması gerekli değildir.

2.  Bu tamamen bir ilkedir: Bu durumda parçadaki her şey kültürler üstü bir ilke olarak kabul edilir. Uygulama olarak bunun anlamı a) Kadının dua sırasında erkeğe boyun eğmesi gerektiği; b)            Kadının başım örterek her zaman bu boyun eğiş işaretini vermesi gerektiği; c) Kadının tek uygun işaret olarak başım bir örtüyle kapatması gerektiğidir.

3. Kısmen ilke-kısmen adettir (A Seçeneği). Bu yaklaşımda parçanın bir kısmı ilke ve bu yüzden de bütün nesilleri bağlayan bir şey olarak, bir kısmı da artık insanları bağlamayan bir gelenek olarak kabul edilir Kadının erkeğe boyun eğmesi ilkesi kültürler üstüdür ama bunu dışavurma biçimi (baş örtmek gibi) geleneksel bir şeydir ve değişebilir.

4. Kısmen ilkedir (B seçeneği). Bu son seçenekte kadının boyun eğmesi ve bunu simgeleyen baş örtme sürekli bir şeydir. Başın neyle örtüldüğü kültürden kültüre değişebilir. Örtünün yerini bir eşarp ya da şapka alabilir.

Bu seçeneklerden hangisi Tanrı’yı en çok hoşnut edenidir? Sorunun nihai yanıtını benim bilmediğim kesin. Bu tür sorular genellikle çok karmaşıktırlar ve fazlasıyla basit çözümleri yoktur. Ancak açıkta olan bir şey varsa o da bu tür sorunları çözümlememize yardım etmesi için bazı pratik ilkelere ihtiyacımız olduğudur. Bu sorular aktif bir karar gerektiren bir türdedirler ve gelecekteki nesillerin çözümlemesi için teolojik raflara kaldırılamazlar. Aşağıdaki pratik ilkelerin bize yardımı olacaktır.

 

Pratik İlkeler

1.     Belli gelenek/eri görmek için Kutsal Kitap’ı kendiniz inceleyiniz. Kutsal Kitap ayetlerini yakından inceleyerek bunların belirli bir gelenek esnekliği kapsadıklarını görebiliriz. Örneğin Eski Antlaşma (Tevrat ve Zebur) kültüründen gelen Tanrı’nın verdiği ilkeler, İncil kültüründe yeniden dile getirilmişlerdir. Eski Antlaşma yasaları ve ilkelerinin İncil’de yeniden dile getirildiğini görerek ilkenin ortak özünü, yani Eski ve Yeni Antlaşma’da ortak olan adetlerin, kültürler ve sosyal gelenekler ötesi olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda Musa’nın yasalarında verilen yiyecek yasaları gibi bazı Eski Antlaşma ilkelerinin İncil’de geçerliliğini yitirdiğini de görüyoruz. Bunun anlamı Eski Antlaşma’daki yiyecekle ilgili yasaların sadece Yahudi adetleriyle ilgili bir konu olduğu değildir. Ama Mesih’in çarmıhtaki kurbanı nedeniyle, açılmış olan yeni dönemle birlikte, Eski Antlaşma’daki bazı yasalar da artık zorunlu değildir. Tarihsel durumda bir farklılık görüyoruz. Dikkat etmemiz gereken nokta, ne Eski Antlaşma ilkelerinin tümünü İncil’ e taşımak, ne de hiçbirini taşımamanın Kutsal Kitap tarafından haklı çıkarılabileceğidir.

Hangi kültürel gelenekler yeni bir kültürde uygulamaya yeterlidirler? Kültürel akıcılığın belli etkenlerinden biri dildir. Eski Antlaşma yasaları İbranice’den Grekçe’ye tercüme edilebilirlik taşıyordular. Bu konu, sözlü iletişimin değişken yapısı hakkında hiç olmazsa bir ipucu sağlar. Yani dil değişime açık bir kültürel yöndür; bunun anlamı Kutsal Kitap’ in içeriğinin dilbilimsel olarak çarpıtılabileceği değil, müjdenin Grekçe olduğu gibi İngilizce ya da Türkçe de bildirilebileceğidir.

İkinci olarak Eski Antlaşma’daki giyim kuşam biçimlerinin Tanrı’nın halkı için daimi bir biçimde belirlenmiş olmadığını görüyoruz İffet’et ve namus ilkeleri sürebilir ama yerel giyim tarzları değişebilir. Eski Anılaşma Tanrı’nın öngördüğü ve bütün çağlarda yaşayan bütün İnanlılar’ın giymesi gereken bir üniforma bildirmez. Para sistemleri gibi diğer normal kültürel farklılıkların değişime açık oldukları bellidir. Mesih İnanlıları’nın lira yerine dinar kullanma mecburiyetleri yoktur.

Giyim kuşam ve para konularında kültürün dışavurum biçimlerinin bu tür bir analizi nispeten basit olabilir ama kültürel kurumlar konulan daha zordur. Örnek olarak, kölelik konusu toplumsal itaatsizlikle ilgili çağdaş tartışmalarda olduğu kadar, evliliğin otoriter yapısını ele alan açık oturumlarda da sık sık kullanılmıştır.Pavlus, kadınları kocalarına boyun eğmeye çağırdığı çerçeve içinde köleleri de efendilerine boyun eğmeye çağırmaktadır. Bazıları, köleliğin sona erdirilmesinin tohumları İncil’de atıldığından, kadının erkeğe boyun eğmesinin tohumlarının da atıldığını söyleyip tartışırlar. Bu mantığa göre, her ikisi de kültürel olarak şartlanmış kurumsal yapıları temsil ederler.

Burada Kutsal Kitap’ ın “var olan yönetimler” gibi (İncil:Romalılar 13:1) var olan olarak sadece tanıdığı kurumlarla Kutsal Kitap’ın olumlu olarak kurduğu, onayladığı ve atadığı kurumlar arasında bir ayrım yapmaya dikkat etmeliyiz. Roma İmparatorluğu gibi var olan otorite yapılarına boyun eğme ilkesi Tanrı’nın bu yapılan onayladığını ima etmez, sadece alçakgönüllülüğe ve halkın hükümete itaat etmesine bir çağrıdır. Tanrı, Sezar’ı Mesih İmanlı meziyetlerine sahip bir örnek teşkil etmediğini bildiği halde, kendince bilinen bazı nedenlerden ötürü bir Sezar Avgustus olarak yükselmesine izin verebilir. Buna karşın evlilikteki yapılar ve otorite kalıpları, hem Eski ve hem de Yeni Antlaşma’daki olumlu bir kurum ve onayın çerçevesinde verilmişlerdir. Evde Kutsal Kitap’a göre olması gereken yapıyı kölelik sorusuyla aynı düzeye koymak ikisi arasındaki bir sürü farklılığı gözden saklamaktır. Böylece Kutsal Kitap yaratılışın iyi tasarımlarının bir aynası olması gereken yapılan atarken bir yandan da, kişiyi ezen kötü durumlarda Mesih İnanlısı’nın tutumunun nasıl olması gerektiği hakkında bir temel sunmaktadır.

2. Birinci yüzyılda Mesih İnanlıları’nın farklılıklarını kabul edin. Birinci yüzyıldaki kültürel durumu inceleyerek Kutsal Kitap’ ın içeriğini daha iyi anlamaya çalışmakla, İncil’i birinci yüzyıl kültürünün sadece bir yankısıymış gibi yorumlamak bambaşka şeylerdir. Böyle bir yorum yapmak, İnanlılar topluluğu birinci yüzyıldaki dünyayı karşısına aldığında yaşadığı ciddi çatışmayı göz ardı etmek olurdu. Mesih İnanlıları, taviz vermeye olan yatkınlıklarından ötürü aslanlara atılmıyorlardı!

Metne orada olmaması gereken kültürel düşünceleri katarsak metinde bazı çok ince esneklikler gerçekleşir. Örneğin, İncil’in mektupları yorumlayan birçok yorumcu Korint’teki baş örtme konusuyla ilgili olarak, bir fahişenin yerel işaretinin başını örtmeden gezmesi olduğunu söylemiştir. Bu yüzden, Pavlus’un kadınların başlarını örtmelerini istemesinin nedeninin Mesih İnanlı kadınların dışarıdan bakıldığında fahişe gibi görünmelerini önlemek için olduğunu söylerler.

Bu tür tahminlerin ne tür bir sakıncası vardır? Buradaki temel sorun edinebildiğimiz birinci yüzyıldaki Korint hakkındaki bilgimizin Pavlus’a kendisinin verdiklerine yabancı düşen bir mantık sağladığıdır. Kısaca böyle yaptığımızda elçiye söylemediği bir şeyi söyletmekle kalmıyor, aynı zamanda söylediği sözleri de görmezlikten geliyoruz. Eğer Pavlus Korint’teki kadınlara sadece başlarını örtmelerini söyleyip böyle bir talimatın ne mantığa dayanarak verildiğini söylemeseydi bizim kendi kültürel bilgimizle bu mantığı bulmaya çalışmakta çok haklı olabilirdik. Ancak burada Pavlus, Korint’li fahişelerin adetlerini değil, yaratılışı temel alan bir mantık sunmaktadır. Kültür hakkında bilgi edinme arzumuzun gerçekte söylenen şeyi görmemizi engellememesine dikkat etmeliyiz. Pavlus’un dile getirdiği nedeni kendi tahmin yürütmelerimizden doğan mantığımız yanında ikinci dereceye düşürmek elçiye iftira atmak ve doğru yorumdan yanlış yoruma kaymaktır.

3.  Yaratılış kanunları kültür ötesi ilkenin göstergeleridir Kutsal Kitap ilkelerinden herhangi biri, yerel geleneklerin sınırlarının ötesine giderse bunlar yaratılıştan gelen nedenlerdir. Yaratılış kanunlarına dayandırma Tanrı’ nın insanla yaptığı bir antlaşmanın şartlarını yansıtırlar. Yaratılış yasaları insana bir İbrani olarak ya da bir Mesih İnanlısı olarak ya da bir Korint’li olarak verilmemişlerdi, kökleri insanın Tanrı’ya olan temel sorumluluğundadır. Yaratılış ilkelerini sadece yerel adetler olarak bir kenara itmek en kötü görecelileştirme biçimi ve tarihi Kutsal Kitap’ın içeriğinden çıkarıp atmadır. Buna karşın tam bu noktada bazı bilginler Kutsal Kitap ilkelerini görecelileştirmişlerdir. Burada varoluşçu yöntemin en açık bir şekilde iş başında olduğunu görüyoruz.

Yaratılış kanunlarının önemine bir örnek vermek için İsa’nın boşanma konusunu ele alışını inceleyebiliriz. Ferisiler, herhangi bir nedenle boşanmanın yasal olup olmadığını sorarak İsa’yı sınadıklarında, İsa evlilik hakkındaki yaratılış yasasını aktararak yanıt verdi:

“Kutsal Yazıları okumadınız mı? Yaradan, ta başlangıçtan

insanları ‘ERKEK VE DİŞİ OLARAK YARATTI’ ve şöyle dedi:

‘Bu nedenle ADAM annesini babasını BIRAKACAK...? O halde

Tanrı’nın birleştirdiğini, insan ayırmasın,” (İncil:Matta 19:4-6).

Bu durumun perde arkasına bakarsak, Ferisiler’in sınamasının Şammay ve Hillel’in hahamsal ekolleri arasında büyük bir ayrıma neden olan bir konuda İsa’nın fikrini almayı içerdiğini görmek kolaydır. İsa tam olarak iki taraftan birini tutmak yerine evliliğin tipik modelinin nasıl olması gerektiğini göstermek için konuyu yaratılışa çekti. Musa’nın yasasının yaratılış yasasını değiştirmiş olduğunu kabul etti, ama halkın baskısına ya da zamanında yaşayan insanların kültürel görüşlerine teslim olarak bu örneği daha da zayıflatmayı reddetti. Buradan çıkarılacak sonuç, yaratılış yasalarının, daha sonra Kutsal Kitap’taki bir vahiy tarafından kesin olarak değiştirilmedikçe her zaman uygulanmaları gerektiğidir.

4.     Yanıtın belirsiz olduğu yerlerde alçakgönüllülük ilkesini kullanın. Peki, Kutsal Kitap’ta var olan bir emri dikkatle inceledikten sonra onun bir ilke mi, yoksa bir adet mi olduğu konusunda hala bir karara varamazsak ne olacak? Onu şöyle, ya da böyle olarak ele almamız gerektiğini düşünüyor ama kesin karar veremiyorsak ne yapmalıyız? Kutsal Kitap’ın alçakgönüllülük ilkesi burada bize yararlı olabilir. Bu ilke çok basittir. Adet olması olası olan bir şeyi ilkeymiş gibi ele alıp Tanrı’ya itaat etme görevimizde fazla dikkatli olmaktan suçlu olmak daha mı iyidir? Yoksa, ilke olması olası olan bir şeyi adetmiş gibi ele alıp Tanrı’ nın üstün bir talebini insan geleneği düzeyine indirerek bu konuda dikkatsiz olmaktan suçlu olmak mı daha iyidir? Umarım yanıt apaçık ortadadır.

Eğer alçakgönüllülük ilkesi sözü edilen diğer ilkelerden soyutlanırsa doğru olmayan yasacılığa temel olduğu şeklinde yanlış anlaşılması çok kolaydır. Tanrı’nın özgür bırakmış olduğu Mesih İnanlıların’ın vicdanları için kanunlar çıkarmaya hakkımız yoktur. Kutsal Kitap’ın sessiz Olduğu bir konu mutlakmış gibi uygulanamaz. Bu ilke, güç ve Çetin metin yorumu işi inceden inceye yapıldığı halde yine de adet mi yoksa ilke oldukları belli olmayan Kutsal Kitap buyruklarına uygulanabilir.

Böyle ağır bir işi, işin kolayına kaçarak geçiştirmeye kalkarsak, adet ile ilke arasındaki fark belirsiz hale gelir. Bu alçakgönüllü ilke yalnız ve yalnız son çare olarak kullanılacak bir ilkedir ve ilk çare olarak kullanılırsa yıkıcı olur.

Kültürel şartlandırılma sorunu gerçek bir sorundur. Zaman, yer ve dil engelleri sık sık iletişimin zorluğuna neden olur. Yine de kültür engelleri bizleri inançsızlığa ya da Tanrı Sözü’nü anlamadığımızdan ötürü ümitsizliğe götürecek kadar şiddetli değildir. Kutsal Kitap’ın bütün değişik zamanlarda, yerlerde ve adetleri birbirinden farklı insanların en derin gereksinimlerine hitap etme yeteneği olduğunu göstermesi teselli edicidir Kültür engeli Tanrı sözünün gücünü yok edemez.